Peri Kızı Lila, gökyüzünün en güzel mavisi gibi parlayan saçları ve deniz kabuklarından yapılmış bir taçla, mercan kayalıklarının arasında yaşardı. Kalbi saf altın gibiydi, ama gözleri; insanların duygu ve acılara karşı duyarsızlığının yüküyle, her geçen gün biraz daha kararıyordu. Çünkü Lila, sadece kendi türünün değil, insanların da göz yaşlarını görebiliyordu. Ve insanlığın göz yaşlarının sayısı, her geçen gün korkutucu bir şekilde artıyordu.
Bir gün, Lila alışılmadık bir şekilde parlak, altın rengi bir gözyaşı gördü. Okyanusun derinliklerinden yükseliyor, bir mercan mağarasının girişine doğru ilerliyordu. Merakla yaklaştığında, gözyaşının Munzur adında, yaramaz ama kalbi temiz bir çocuğa ait olduğunu fark etti. Munzur, kıyıya yakın, bir balıkçı köyünde yaşıyordu. Babası, sert denizlerin onu sürekli tehdit ettiği bir balıkçıydı ve annesi, bitmek bilmeyen işlerin altında eziliyordu. Munzur, tek başına vakit geçirmek için gizli bir yere, denize bakan yüksek bir kayalığın tepesine çıkardı. Orada, hayal gücünün sınırlarını zorlayan, fantastik yaratıklar ve uzak diyarlar hayal ederdi.
Lila, Munzur'un gözyaşının, babasının denizde geçirdiği şiddetli bir fırtınadan sonra, kayıp bir ağ nedeniyle büyük üzüntüden kaynaklandığını anladı. Munzur, babasının güvenliğinden endişeleniyor ve onu çok özlüyor; ama korkusunu ve özlemini kimseye gösteremiyordu. Çünkü güçlü görünmesi, küçük bir erkek çocuk için beklenen bir şeydi.
Lila, Munzur'un masumiyetini ve kalbinin kırılganlığını görünce üzüldü. Okyanusun derinliklerinden yükselen bir deniz kabuğu kullanarak, Munzur'a ulaşmak için plan kurdu. Ama insan dünyasına adım atmak tehlikeliydi; insanlar, perileri ve peri varlıklarını ender gördüklerinde, genellikle korkar ve zarar verirlerdi.
Lila, cesaretini topladı ve Munzur'un kayalık tepesine çıktı. Munzur, gözleri hala kayıp ağ ve babasının güvenliğiyle doluyken, Lila'yı gördü. İlk başta korktu, ama Lila'nın gözlerindeki yumuşaklığı görünce rahatladı. Lila, insan dilini öğrendiği için Munzur'la konuşabildi. Munzur, babasını ve kayıp ağını anlattı, sesi hıçkırıklarla doluydu.
Lila, Munzur'un gözyaşlarına ortak oldu. Kendi kalbinin derinliklerinden gelen acı ve üzüntüyü, Munzur'un anladığından çok daha iyi anlayabiliyordu. Ona, babasının güvenliğini sağlayacak ve ağını geri getirecek bir büyü öğretti. Büyü, deniz hayvanlarının dostluğunu kazanmak ve denizden gelen gizli güçleri kullanmak içindi.
Munzur, Lila'nın öğrettiği büyüyü uyguladı. Okyanusun derinliklerine doğru baktı ve kalbindeki umudu fısıldadı. Büyünün etkisiyle, kayıp ağ su yüzeyine çıktı ve babasının küçük balıkçı teknesi ufukta belirdi.
Babasıyla kucaklaşan Munzur, mutluluktan gözyaşları döktü. Ama bu sefer, gözyaşları altın değil, parıldayan, sevinç dolu inci taneleri gibiydi. Lila, Munzur'un yeni, parlak gözyaşlarını izlerken, insanlığın acılarına karşı duyarsızlığının, umut ve iyiliğe karşı kayıtsızlığıyla değiştirilebileceğine inanmaya başladı.
Munzur ve Lila, o günden sonra her gün buluştular. Munzur, Lila'nın masallarıyla büyülendi ve Lila, Munzur'un saf kalbine hayran kaldı. Munzur'un gözyaşları, artık yalnızca sevinç ve dostluğun sembolüydü. Ve Lila'nın gözleri, insanlığın iyiliğine olan inancının ışığıyla parıldamaya devam etti.
Bir gün, Lila alışılmadık bir şekilde parlak, altın rengi bir gözyaşı gördü. Okyanusun derinliklerinden yükseliyor, bir mercan mağarasının girişine doğru ilerliyordu. Merakla yaklaştığında, gözyaşının Munzur adında, yaramaz ama kalbi temiz bir çocuğa ait olduğunu fark etti. Munzur, kıyıya yakın, bir balıkçı köyünde yaşıyordu. Babası, sert denizlerin onu sürekli tehdit ettiği bir balıkçıydı ve annesi, bitmek bilmeyen işlerin altında eziliyordu. Munzur, tek başına vakit geçirmek için gizli bir yere, denize bakan yüksek bir kayalığın tepesine çıkardı. Orada, hayal gücünün sınırlarını zorlayan, fantastik yaratıklar ve uzak diyarlar hayal ederdi.
Lila, Munzur'un gözyaşının, babasının denizde geçirdiği şiddetli bir fırtınadan sonra, kayıp bir ağ nedeniyle büyük üzüntüden kaynaklandığını anladı. Munzur, babasının güvenliğinden endişeleniyor ve onu çok özlüyor; ama korkusunu ve özlemini kimseye gösteremiyordu. Çünkü güçlü görünmesi, küçük bir erkek çocuk için beklenen bir şeydi.
Lila, Munzur'un masumiyetini ve kalbinin kırılganlığını görünce üzüldü. Okyanusun derinliklerinden yükselen bir deniz kabuğu kullanarak, Munzur'a ulaşmak için plan kurdu. Ama insan dünyasına adım atmak tehlikeliydi; insanlar, perileri ve peri varlıklarını ender gördüklerinde, genellikle korkar ve zarar verirlerdi.
Lila, cesaretini topladı ve Munzur'un kayalık tepesine çıktı. Munzur, gözleri hala kayıp ağ ve babasının güvenliğiyle doluyken, Lila'yı gördü. İlk başta korktu, ama Lila'nın gözlerindeki yumuşaklığı görünce rahatladı. Lila, insan dilini öğrendiği için Munzur'la konuşabildi. Munzur, babasını ve kayıp ağını anlattı, sesi hıçkırıklarla doluydu.
Lila, Munzur'un gözyaşlarına ortak oldu. Kendi kalbinin derinliklerinden gelen acı ve üzüntüyü, Munzur'un anladığından çok daha iyi anlayabiliyordu. Ona, babasının güvenliğini sağlayacak ve ağını geri getirecek bir büyü öğretti. Büyü, deniz hayvanlarının dostluğunu kazanmak ve denizden gelen gizli güçleri kullanmak içindi.
Munzur, Lila'nın öğrettiği büyüyü uyguladı. Okyanusun derinliklerine doğru baktı ve kalbindeki umudu fısıldadı. Büyünün etkisiyle, kayıp ağ su yüzeyine çıktı ve babasının küçük balıkçı teknesi ufukta belirdi.
Babasıyla kucaklaşan Munzur, mutluluktan gözyaşları döktü. Ama bu sefer, gözyaşları altın değil, parıldayan, sevinç dolu inci taneleri gibiydi. Lila, Munzur'un yeni, parlak gözyaşlarını izlerken, insanlığın acılarına karşı duyarsızlığının, umut ve iyiliğe karşı kayıtsızlığıyla değiştirilebileceğine inanmaya başladı.
Munzur ve Lila, o günden sonra her gün buluştular. Munzur, Lila'nın masallarıyla büyülendi ve Lila, Munzur'un saf kalbine hayran kaldı. Munzur'un gözyaşları, artık yalnızca sevinç ve dostluğun sembolüydü. Ve Lila'nın gözleri, insanlığın iyiliğine olan inancının ışığıyla parıldamaya devam etti.