Yıllardan 84.
Günlerden Ağustos'un 15'i...
Saat 21.30 suları...
Kavurucu sıcaklık, ayaza dönmüş... Gecenin karanlığı örtmeye başlamış ortalığı, usul usul...
Tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, peş peşe...
Kalleş "Keleş" sesi duyuyor memleket, tarihinde ilk kez.
Eruh basılıyor...
Bölücü örgütün ilk silahlı saldırısıdır bu.
Milat...
"Kim yaptı?" desek, herkes PKK der...
Peki, "O saldırıyı kim yönetti?" desek, pek bilen çıkmaz.
Soruyu şöyle soralım o halde:
"Mahsun Korkmaz kim?"
Bildiniz değil mi...
Bilirsiniz...
Üzerinde "Mahsun Korkmaz Akademisi" yazan terör yuvasının fotoğrafı o kadar çok yer almıştır ki basınımızda, hemen herkes bilir...
15 Ağustos 84'te PKK'nın yaptığı ilk silahlı saldırının elebaşıdır o...
Örgüt tarafından "onore" edilmiş; Türk Basını tarafından da maalesef "reklamı" yapılmıştır defalarca...
Bu nedenle bilirsiniz...
Peki, "Süleyman Aydın kim?" diye sorsak, kaç kişi cevap verebilir?
Hiç mi? Hiç...
Süleyman Aydın, Mahsun Korkmaz'ın yaptığı ilk PKK baskınında şehit düşen evladımızın ismidir.
Var mı onun adına bir akademi? Yok...
Sen örgüt celladının zırt pırt reklamının yapılmasına izin veriyor, kendi şehidinin unutulup gitmesine göz yumuyorsan eğer... Ne hakla bağırıyorsun ki, "Şehitler Ölmez" diye...
Dün izliyorum, Gümüşhane'den gelen görüntüleri atv Haber'deki arkadaşlarımla birlikte...
Hepsi yılların gazetecisi.
Neler gördü gözleri...
Doktorlar ölüme acıya alışır ya mecburen zamanla, onun gibi...
Ama bu gördüğümüz, yüreği nasır tutmuş gazeteciler için bile katlanması çok zor bir tablo...
Kimi dudağını ısırıyor çaresizce, kimi ağlıyor gizlemeden yüreklice...
Gencecik Nihal öğretmen, sadece 1.5 ay önce evlendiği dünya yakışıklısı teğmen eşi Tuna'nın ay yıldızlı cenazesini kucaklamaya çalışıyor görüntülerde...
Damatlıkla göndermiş, kefenle geri gelmiş.
Sol kolunda yara bandı var; belli ki, sakinleştirici verilmiş talihsiz geline...
Ama ne çare.
Bir yumrukluyor tabutu sesini duyar belki diye, bir sürüyor ellerini, saçını okşar gibi...
Ve hep aynı kelimeyi haykırıyor tekrar tekrar:
"Koçum... Koçum..."
Gitti Nihal'in koçu...
O ömrü boyunca unutmayacak.
Peki ya biz?
"Unutmamalı, sevgiyle anmalı" cümlesi, sadece Tarkan'ı hatırlatıyorsa bir millet.
Elden ne gelir ki...
Günlerden Ağustos'un 15'i...
Saat 21.30 suları...
Kavurucu sıcaklık, ayaza dönmüş... Gecenin karanlığı örtmeye başlamış ortalığı, usul usul...
Tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, peş peşe...
Kalleş "Keleş" sesi duyuyor memleket, tarihinde ilk kez.
Eruh basılıyor...
Bölücü örgütün ilk silahlı saldırısıdır bu.
Milat...
"Kim yaptı?" desek, herkes PKK der...
Peki, "O saldırıyı kim yönetti?" desek, pek bilen çıkmaz.
Soruyu şöyle soralım o halde:
"Mahsun Korkmaz kim?"
Bildiniz değil mi...
Bilirsiniz...
Üzerinde "Mahsun Korkmaz Akademisi" yazan terör yuvasının fotoğrafı o kadar çok yer almıştır ki basınımızda, hemen herkes bilir...
15 Ağustos 84'te PKK'nın yaptığı ilk silahlı saldırının elebaşıdır o...
Örgüt tarafından "onore" edilmiş; Türk Basını tarafından da maalesef "reklamı" yapılmıştır defalarca...
Bu nedenle bilirsiniz...
Peki, "Süleyman Aydın kim?" diye sorsak, kaç kişi cevap verebilir?
Hiç mi? Hiç...
Süleyman Aydın, Mahsun Korkmaz'ın yaptığı ilk PKK baskınında şehit düşen evladımızın ismidir.
Var mı onun adına bir akademi? Yok...
Sen örgüt celladının zırt pırt reklamının yapılmasına izin veriyor, kendi şehidinin unutulup gitmesine göz yumuyorsan eğer... Ne hakla bağırıyorsun ki, "Şehitler Ölmez" diye...
Dün izliyorum, Gümüşhane'den gelen görüntüleri atv Haber'deki arkadaşlarımla birlikte...
Hepsi yılların gazetecisi.
Neler gördü gözleri...
Doktorlar ölüme acıya alışır ya mecburen zamanla, onun gibi...
Ama bu gördüğümüz, yüreği nasır tutmuş gazeteciler için bile katlanması çok zor bir tablo...
Kimi dudağını ısırıyor çaresizce, kimi ağlıyor gizlemeden yüreklice...
Gencecik Nihal öğretmen, sadece 1.5 ay önce evlendiği dünya yakışıklısı teğmen eşi Tuna'nın ay yıldızlı cenazesini kucaklamaya çalışıyor görüntülerde...
Damatlıkla göndermiş, kefenle geri gelmiş.
Sol kolunda yara bandı var; belli ki, sakinleştirici verilmiş talihsiz geline...
Ama ne çare.
Bir yumrukluyor tabutu sesini duyar belki diye, bir sürüyor ellerini, saçını okşar gibi...
Ve hep aynı kelimeyi haykırıyor tekrar tekrar:
"Koçum... Koçum..."
Gitti Nihal'in koçu...
O ömrü boyunca unutmayacak.
Peki ya biz?
"Unutmamalı, sevgiyle anmalı" cümlesi, sadece Tarkan'ı hatırlatıyorsa bir millet.
Elden ne gelir ki...