~meLek~
GalataSaray'ım
Reşid Süreyyâ Gürsey (1889-1962)
Doktor, dahiliye mütehassısı, röntgen mütehassısı, matematikçi, fizikçi, lisan mütehassısı, estetikçi, münekkit, hatib, şair, ressam... Bu kadar kabiliyeti bir araya toplayan mütefekkir, hayattaki zikzakların tababete hizmet bakımından planlı hareket etmekte olmasının neticesi olduğunu ve uzun zamandan beri bulunduğu Amerika’da ‘Nazarî Tıb’ ilminin esaslarını kurmakla meşgul bulunduğunu söylüyordu.
Fizik ilmi bir zamanlar tabâbetin bugün bulunduğu tecrübe devresinde idi. ‘Tecrübe neticelerinin koleksiyonu’ndan ibaretti. Yüksek matematiğin yardımiyle ‘Nazarî Fizik’ ilmi doğdu. ve bugünkü ‘Atom ve fezâya hareket’ harikaları, bir kelime ile ‘Atom Devri’ bu ilerlemeden meydana geldi. Bunu düşünen Reşid Süreyyâ niçin ‘Nazarî Tıb’ ilminin olmadığını kendine sormuştu. Gerçi biyoloji, klinik teşhis gibi ilimler nazarî gibi görünüyorlar ise de bunlar teşkilatsızdır. Nazarî tıbbın kendisi değillerdir. Bunlar ellerinde değnekler ve baltalar bulunan âsiler kalabalığı, sivil kümesi ile en modern silahlar donatılmış bir ordu arasındaki fark gibidir. Biri teşkilâtlı, diğer teşkilâtsız. Reşid Süreyyâ’ya göre: ‘Nazarî hekimlikten maksat klinik usullerini nizama sokmak değildir. Bütün mantık usul ve kaidelerini, bütün hayâtî ilimlerin vardıkları neticeler, bütün diğer ilimlerin prensipleri ve kati kaideleri esas tutularak muhakeme usullerini tedvin etmek suretiyle bir ‘Mecelle’ vücuda getirmektir ve her şey Mecelle’nin kati kaidelerinin tatbikiyle düşünülmelidir’, diyordu.
İşte böylece ‘Nazarî teşkilâtlı fizik’in bütün teşkilâtını aktarma suretiyle tıbbın nasıl nazarî olabileceğini hazırlamakta idi.
Reşid Süreyyâ aslında dahiliye mütehassısı idi. O devirlerde röntgen ışınlarından korunma tekniğinin pek ibtidaî olmasından dolayı ölüm vakalarının görülmesi sebebiyle kimse röntgenci olmak istemiyordu. Reşid Süreyyâ röntgen ihtisası yapacağım diye müracaat etti ve Avrupa’ya gönderildi. Dört sene Paris’te kaldı, Sorbon’da Madam Curie ve Langevin’den, Cambridge Üniversitesi’nde Rotford ve J.J. Thomson’dan fizik ve matematik dersleri aldı. Paris Tıb Fakültesi’nde Röntgen Mütehassıslığı imtihanını verdi. 1927’de hem fizikci, hem röntgenci olarak yurda döndü. Fakat röntgen ile uğraşma şartlarının eksik olduğunu gören Reşid Süreyyâ fizik hocalığı yapmak istedi. Merzifon Alay Hekimliği, Tokat ve Kuleli Askeri Liseleri’nde fizik hocalığı yaptıktan sonra kıta stajını bitirip yarbay olarak askerî öğretmen sınıfına geçti. 1935 yılına kadar Kuleli Askeri Lisesi’nde fizik hocalığı yaptı ve isteği ile emekliye ayrıldı. Almanya ‘da Leipzig Fakültesi’nde meşhur fizikçi Heisenberg’den ve Viyana’da Schrödinger’den dört sene daha matematik ve fizik öğrendi.
1939’da 2. Dünya Savaşı başlangıcında askerî hizmete çağrıldı. Topçu Akademisi’nde fizik ve matematik okuttu. Savaş sona erdikten sonra Amerika’ya Chicago’ya gitti.
Reşid Süreyyâ Bor’da doğmuştur. Asıl adı Ahmed Raşid’dir. Babası alaydan yetişme Yüzbaşı Hasan Hüsnü’dür. Babasiyle beraber blunduğu Girid’de ilk öğrenimini ve Mersin Rüşdiyesi’nde orta öğrenimini yaptıktan sonra Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi. Liseyi bitirince Harp Okulu’na geçti. Bir sene öğrenimden sonra inatlı ısrarlariyle 1908’de Askeri Tıbbiye Okulu’na naklolundu. Okuldaki künyesi ‘Reşid Haleb’ idi. Nüfus tezkiresi babasiyle beraber Haleb’de bulundukları zaman çıkarılmıştı. Reşid Süreyyâ aslen Türk olduğu halde bir tesadüfle nüfus kağıdına yazılan Haleb kelimesini zorlukla sildirebilmişti.
1914’de tabîb yüzbaşı olarak diploma aldığı zaman I. Dünya Savaşı başlamıştı. Bir müddet Gelibolu’da (Ağaderesi) seyyar hastahânede çalıştıktan sonra İstanbul’a tayin edildi. 1918’de Bakû’ya giderek Mühendis ve Öğrtmen Okullarında matematik okuttu. İstiklâl Savaşı’nda Kütahya cephesinde bulundu. Sakarya Savaşı’ndan sonra Niğde Hastahânesi’nde dahiliye mütehassısı olarak çalıştı, aynı zamanda Niğde Öğretmen Okulu’nda fizik ve matematik ve Niğde Lisesi’nde resim öğretmenliği yaptı. Afyon zaferinden sonra kıdemli yüzbaşı olan Reşid Süreyyâ Ankara’da Tâlimgâh Tabîbi ve Hijyen öğretmenliğine getirildi, sonra Avrupa’ya gitti.
Reşid Sürreyâ Tıbbiye’de iken ‘Hiciv’in keskin neşterini insafsızca kullanıyordu. Sınıf arkadaşlarının çehrelerinin krokilerini tahtaya çiziyor ve bu çizgilerin arasından iyi ve kötü karakterler kendini gösteriyordu. Lâtifeyi de seven Reşid’in Ankara’lı Âsım isminde bir arkadaşı vardı. Saçları kapkara bir çalı gibi idi. Reşid Süreyyâ buna ‘Âsım Ankara = Azmankara’ dediği zaman bütün sınıf kahkahalarla gülmüştü. Ayrıca ‘Karikatür Hicviyeler’ de yazıyordu. Reşid Süreyyâ bir mektubunda yakın arkadaşı Dr. Şükrü Hâzım Tiner için ‘Yezid Şükrü çok, pek çok zeki ve kabiliyetli idi. İlk şiirini aruz vezniyle benim için yazmıştı’ diye bildirmişti.
Sınıfta şi’ri icâd eyledin elhak edibsin sen
...................... fakat mühlik ‘Zebib’sin sen
Bu hicvin aslını istediğim ve şair olduğu için kitabımıza girmesini arzuladığım rahmetli Dr. Şükrü Hâzım Bey ‘Ben şair değilim, talebelikte yazdığım birkaç şiir de kayboldu’ diye cevap vermişti.
Reşid Süreyyâ daha Harp Okulu’nda talebe iken edebiyat ile uğraşmağa başlamıştı. ‘Hemcinslerime’ başlıklı manzumesi 1908’de Aşiyan mecmuasında ‘Reşid Süreyyâ’ imzasiyle yayımlanmıştı. Bizde türeyen ‘Kırk Harâmîleri’ hicvetmek üzere ‘Sühâ’ takma adiyle Vakvâkiye şiirini yazmıştı. Daha sonra Şehbâl, Piyano, Kanad, Hayat, Servet-i Fünûn, Edebiyât-ı Umûmiye, Azerbaycan mecmualarında ve Millî Mecmua’da şiir, edebî tenkidler, seri halinde matematik ve yeni fizik’e dair makaleler neşretti. Soğukçeşme’de (Alay Köşkü)
toplantılarında estetik tetkikleri ihtiva eden konferanslar verdi.
Reşid Süreyyâ şiirlerini Edebiyât-ı Cedide (1912), Bir Tılsımın Nakışları (1929) ve Geceden Şarkılar (1941) adlı şiir kitaplarında toplayarak yayımlamıştır. Reşid Süreyyâ Almanca ve İngilizce şiirler de yazmıştır. Tashih ederek bize gönderdiği Geceden Şarkılar Kitabında şiirlerinin bir kısmını kendi bulduğu:
Mefâilün mefâilün mefâilün mefâ
Mef’ûlün fe’ûlün fe’ûl
Mef’ûlün fâilün mefâiletün
vezinleriyle yazdığını ilâve etmiştir. Reşid Süreyyâ’nın Amerika’dan bize gönderdiği hikâyelerde ve bilhassa Hiçbaşlıklı hikayesinde olduğu gibi güzellik ve ve kadın ruhu hakkında hârikulâde fikirler taşıyan düz yazıları da vardır.
Reşid Süreyyâ ile iki seneden beri mektuplaşıyorduk. Tansiyonun yüksekliğinden ve bir gözündeki ‘Cataracte’dan muztaripti. Ölümünden bir ay evvel aldığım mektıpta hastalığının ilerlediğinden şikayet ediyordu. 3/X/1962 tarihli İstanbul gazetelerinde Reşid Süreyyâ’nın 27/8/1962’de Amerika’da öldüğünü okuduk.
Şiir kitaplarından başka eserleri:Radyumla Tedâvi, Riyâziye Esasları, Fizik Meseleleri,Fizik Bakaloryası, Harp Zehirleri Kimyası, Top ve Mermi Sesleri,Sesle Mevzi Tayini Aletleri. Basılmamış olan başka yazıları da vardır.
Doktor, dahiliye mütehassısı, röntgen mütehassısı, matematikçi, fizikçi, lisan mütehassısı, estetikçi, münekkit, hatib, şair, ressam... Bu kadar kabiliyeti bir araya toplayan mütefekkir, hayattaki zikzakların tababete hizmet bakımından planlı hareket etmekte olmasının neticesi olduğunu ve uzun zamandan beri bulunduğu Amerika’da ‘Nazarî Tıb’ ilminin esaslarını kurmakla meşgul bulunduğunu söylüyordu.
Fizik ilmi bir zamanlar tabâbetin bugün bulunduğu tecrübe devresinde idi. ‘Tecrübe neticelerinin koleksiyonu’ndan ibaretti. Yüksek matematiğin yardımiyle ‘Nazarî Fizik’ ilmi doğdu. ve bugünkü ‘Atom ve fezâya hareket’ harikaları, bir kelime ile ‘Atom Devri’ bu ilerlemeden meydana geldi. Bunu düşünen Reşid Süreyyâ niçin ‘Nazarî Tıb’ ilminin olmadığını kendine sormuştu. Gerçi biyoloji, klinik teşhis gibi ilimler nazarî gibi görünüyorlar ise de bunlar teşkilatsızdır. Nazarî tıbbın kendisi değillerdir. Bunlar ellerinde değnekler ve baltalar bulunan âsiler kalabalığı, sivil kümesi ile en modern silahlar donatılmış bir ordu arasındaki fark gibidir. Biri teşkilâtlı, diğer teşkilâtsız. Reşid Süreyyâ’ya göre: ‘Nazarî hekimlikten maksat klinik usullerini nizama sokmak değildir. Bütün mantık usul ve kaidelerini, bütün hayâtî ilimlerin vardıkları neticeler, bütün diğer ilimlerin prensipleri ve kati kaideleri esas tutularak muhakeme usullerini tedvin etmek suretiyle bir ‘Mecelle’ vücuda getirmektir ve her şey Mecelle’nin kati kaidelerinin tatbikiyle düşünülmelidir’, diyordu.
İşte böylece ‘Nazarî teşkilâtlı fizik’in bütün teşkilâtını aktarma suretiyle tıbbın nasıl nazarî olabileceğini hazırlamakta idi.
Reşid Süreyyâ aslında dahiliye mütehassısı idi. O devirlerde röntgen ışınlarından korunma tekniğinin pek ibtidaî olmasından dolayı ölüm vakalarının görülmesi sebebiyle kimse röntgenci olmak istemiyordu. Reşid Süreyyâ röntgen ihtisası yapacağım diye müracaat etti ve Avrupa’ya gönderildi. Dört sene Paris’te kaldı, Sorbon’da Madam Curie ve Langevin’den, Cambridge Üniversitesi’nde Rotford ve J.J. Thomson’dan fizik ve matematik dersleri aldı. Paris Tıb Fakültesi’nde Röntgen Mütehassıslığı imtihanını verdi. 1927’de hem fizikci, hem röntgenci olarak yurda döndü. Fakat röntgen ile uğraşma şartlarının eksik olduğunu gören Reşid Süreyyâ fizik hocalığı yapmak istedi. Merzifon Alay Hekimliği, Tokat ve Kuleli Askeri Liseleri’nde fizik hocalığı yaptıktan sonra kıta stajını bitirip yarbay olarak askerî öğretmen sınıfına geçti. 1935 yılına kadar Kuleli Askeri Lisesi’nde fizik hocalığı yaptı ve isteği ile emekliye ayrıldı. Almanya ‘da Leipzig Fakültesi’nde meşhur fizikçi Heisenberg’den ve Viyana’da Schrödinger’den dört sene daha matematik ve fizik öğrendi.
1939’da 2. Dünya Savaşı başlangıcında askerî hizmete çağrıldı. Topçu Akademisi’nde fizik ve matematik okuttu. Savaş sona erdikten sonra Amerika’ya Chicago’ya gitti.
Reşid Süreyyâ Bor’da doğmuştur. Asıl adı Ahmed Raşid’dir. Babası alaydan yetişme Yüzbaşı Hasan Hüsnü’dür. Babasiyle beraber blunduğu Girid’de ilk öğrenimini ve Mersin Rüşdiyesi’nde orta öğrenimini yaptıktan sonra Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi. Liseyi bitirince Harp Okulu’na geçti. Bir sene öğrenimden sonra inatlı ısrarlariyle 1908’de Askeri Tıbbiye Okulu’na naklolundu. Okuldaki künyesi ‘Reşid Haleb’ idi. Nüfus tezkiresi babasiyle beraber Haleb’de bulundukları zaman çıkarılmıştı. Reşid Süreyyâ aslen Türk olduğu halde bir tesadüfle nüfus kağıdına yazılan Haleb kelimesini zorlukla sildirebilmişti.
1914’de tabîb yüzbaşı olarak diploma aldığı zaman I. Dünya Savaşı başlamıştı. Bir müddet Gelibolu’da (Ağaderesi) seyyar hastahânede çalıştıktan sonra İstanbul’a tayin edildi. 1918’de Bakû’ya giderek Mühendis ve Öğrtmen Okullarında matematik okuttu. İstiklâl Savaşı’nda Kütahya cephesinde bulundu. Sakarya Savaşı’ndan sonra Niğde Hastahânesi’nde dahiliye mütehassısı olarak çalıştı, aynı zamanda Niğde Öğretmen Okulu’nda fizik ve matematik ve Niğde Lisesi’nde resim öğretmenliği yaptı. Afyon zaferinden sonra kıdemli yüzbaşı olan Reşid Süreyyâ Ankara’da Tâlimgâh Tabîbi ve Hijyen öğretmenliğine getirildi, sonra Avrupa’ya gitti.
Reşid Sürreyâ Tıbbiye’de iken ‘Hiciv’in keskin neşterini insafsızca kullanıyordu. Sınıf arkadaşlarının çehrelerinin krokilerini tahtaya çiziyor ve bu çizgilerin arasından iyi ve kötü karakterler kendini gösteriyordu. Lâtifeyi de seven Reşid’in Ankara’lı Âsım isminde bir arkadaşı vardı. Saçları kapkara bir çalı gibi idi. Reşid Süreyyâ buna ‘Âsım Ankara = Azmankara’ dediği zaman bütün sınıf kahkahalarla gülmüştü. Ayrıca ‘Karikatür Hicviyeler’ de yazıyordu. Reşid Süreyyâ bir mektubunda yakın arkadaşı Dr. Şükrü Hâzım Tiner için ‘Yezid Şükrü çok, pek çok zeki ve kabiliyetli idi. İlk şiirini aruz vezniyle benim için yazmıştı’ diye bildirmişti.
Sınıfta şi’ri icâd eyledin elhak edibsin sen
...................... fakat mühlik ‘Zebib’sin sen
Bu hicvin aslını istediğim ve şair olduğu için kitabımıza girmesini arzuladığım rahmetli Dr. Şükrü Hâzım Bey ‘Ben şair değilim, talebelikte yazdığım birkaç şiir de kayboldu’ diye cevap vermişti.
Reşid Süreyyâ daha Harp Okulu’nda talebe iken edebiyat ile uğraşmağa başlamıştı. ‘Hemcinslerime’ başlıklı manzumesi 1908’de Aşiyan mecmuasında ‘Reşid Süreyyâ’ imzasiyle yayımlanmıştı. Bizde türeyen ‘Kırk Harâmîleri’ hicvetmek üzere ‘Sühâ’ takma adiyle Vakvâkiye şiirini yazmıştı. Daha sonra Şehbâl, Piyano, Kanad, Hayat, Servet-i Fünûn, Edebiyât-ı Umûmiye, Azerbaycan mecmualarında ve Millî Mecmua’da şiir, edebî tenkidler, seri halinde matematik ve yeni fizik’e dair makaleler neşretti. Soğukçeşme’de (Alay Köşkü)
toplantılarında estetik tetkikleri ihtiva eden konferanslar verdi.
Reşid Süreyyâ şiirlerini Edebiyât-ı Cedide (1912), Bir Tılsımın Nakışları (1929) ve Geceden Şarkılar (1941) adlı şiir kitaplarında toplayarak yayımlamıştır. Reşid Süreyyâ Almanca ve İngilizce şiirler de yazmıştır. Tashih ederek bize gönderdiği Geceden Şarkılar Kitabında şiirlerinin bir kısmını kendi bulduğu:
Mefâilün mefâilün mefâilün mefâ
Mef’ûlün fe’ûlün fe’ûl
Mef’ûlün fâilün mefâiletün
vezinleriyle yazdığını ilâve etmiştir. Reşid Süreyyâ’nın Amerika’dan bize gönderdiği hikâyelerde ve bilhassa Hiçbaşlıklı hikayesinde olduğu gibi güzellik ve ve kadın ruhu hakkında hârikulâde fikirler taşıyan düz yazıları da vardır.
Reşid Süreyyâ ile iki seneden beri mektuplaşıyorduk. Tansiyonun yüksekliğinden ve bir gözündeki ‘Cataracte’dan muztaripti. Ölümünden bir ay evvel aldığım mektıpta hastalığının ilerlediğinden şikayet ediyordu. 3/X/1962 tarihli İstanbul gazetelerinde Reşid Süreyyâ’nın 27/8/1962’de Amerika’da öldüğünü okuduk.
Şiir kitaplarından başka eserleri:Radyumla Tedâvi, Riyâziye Esasları, Fizik Meseleleri,Fizik Bakaloryası, Harp Zehirleri Kimyası, Top ve Mermi Sesleri,Sesle Mevzi Tayini Aletleri. Basılmamış olan başka yazıları da vardır.