• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Sağlık Hukuku

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Sağlık Hukuku

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Sağlık Hukuku


ÖZET

Sağlık hizmetinin sunumunu yapan kişiler ile hizmeti alan kişiler arasında eskiden çok fazla uyuşmazlık çıkmıyordu.Olumsuz sonuçlanan durumlarda “takdir-i ilahi” deniliyordu. Ancak globalleşen dünya ve bilişim çağı bireylerin olayları sorgulamasına haklarını aramasına neden oldu.Böylece ülkemizde de sağlık çalışanlarının yaptıkları işlerden dolayı soruşturulması talepleri arttı.Bu soruşturmalarda mevcut kanunlarınhukuk ve tıp etiği bilimlerinin yardımıyla olaylara uygulanması; sağlık hizmetinin sunumuyla ilgili uyuşmazlıkların tespit ve çözümünü içeren bir bilimin yada kanunun olmaması gerçeğini ortaya çıkardı.

Ülkemizde henüz hukuk fakültelerinde yada tıp fakültelerinde anabilim dalı olarak yerini almamış olan sağlık hukukunun genel bilgiler ve mevcut kanunlar çerçevesinde tanımını yaparsak; SAĞLIK HUKUKU ”Sağlık hizmetini sunan gerçek kişiler tüzel kişiler ve hizmet sunan kişileri denetlemekle görevlisorumlu en üst düzey kurum olan devlet ile bu hizmetin sunumundan faydalanan kişiler arasında hizmetin sunumuyla ilgili olarak ortaya çıkabilecek hukuki uyuşmazlıkların tespiti ve çözüm yollarını içeren bilim dalıdır.” Sağlık hukukunun gelişmesiyle uyuşmazlıklar azalacak ve hak arama süreci daha kısa daha sancısız olacaktır.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’yla sağlık kurum ve çalışanlarının sorululuğu artmıştır. Yeni Ceza Kanunu ile getirilen yenilik ve değişikliklerin sağlık hukukuna yansımasısağlık mevzuatımızdaki diğer kanun ve düzenlemelerle ilişkisi irdelenirse oldukça ağır sorumluluklar geldiği görülür.Sağlık çalışanına daha önce hep meslek ve sanatta acemilikten yani taksirle işlenebilen suçlardan dava açılırken artık kasten işlenen suçlardan da dava açılabilecektir.Çünkü 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’yla kastın bir çeşidi olan “olası kast” terimi getirilmiştir.Olası kastfailin istemediği neticenin meydana gelebileceğini öngörmesi ama engel olmamasıkabullenmesi halidir.Kasten işlenebilen suçların olası kastla işlendiğinin tespiti cezada indirim sebebidir.Çünkü: fail bilerek ve isteyerek(doğrudan kastla) değilistemediği sonucun gerçekleşebileceğini öngörerek(olası kastla) hareket eder.

5237 Sayılı Ceza Kanununda sağlık çalışanının en çok muhatap olacağı diğer suçlar ise taksirle müessir fiil ve adam öldürmedir.Çünkü sağlık çalışanının gerek tıbbi müdahaleden gerekse diğer sağlık hizmetlerinden dolayı verdiği zararların çoğu dikkat ve özen eksikliğinden kaynaklanır.Yeni kanunumuzla bilinçli taksir terimi getirilmiştir.Yani failin istemediği neticenin oluşacağını öngörmesi ama oluşmayacağına inanarak engel olmaması halidir.Bu halde cezada artırım sebebidir.

5237 Sayılı Kanun’da sağlık çalışanını ve sağlık hukukunu ilgilendiren bir çok detay vardır.

Sonuç olarak

Sağlık hukuku dersleri kapsamlı olarak sağlık eğitimi veren bütün okullarda okutulmalıdır ki; sağlık çalışanları haklarınıborçlarınısorumluluklarınıolaylar karşısında davranış şekillerini ve mesleklerini icra ederken hukuki uyuşmazlık çıkmaması için alınması gereken önlemleri bilsinler.Ayrıca sağlık kurum ve kuruluşlarının yöneticilerisorumlu müdürlerinin de sağlık mevzuatı ve sağlık hukuku konularına hakim olmaları hem kurum sorumluluğu hem şahsi sorumlulukları açısından önemlidir

Ayrıca 5237 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle artık sağlık çalışanı ve sağlık kurumları yöneticileri daha dikkatli olmalı haklarınıyükümlülüklerini bilmeli ve bilerek hareket etmelidir.Nitekim hafif bir ihmal olarak düşünülen olaylarda bile ağırlaştırılmış müeyyidelerle karşı karşıya kalınabilir.Kayıtlar çok iyi ve düzenli tutulmalı hastaların aydınlatılmış onamları usulüne uygun olarak alınmadan üzerlerinde tıbbi işlem yapılmamalıehil personel çalıştırmayabilgi ve tecrübelerini geliştirmeyeeksik malzeme ve cihaz bulundurmamaya dikkat edilmelidir.

Av.Halide İnan
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü


Acil Serviste Hasta Sevkinden Kaynaklanan Hekim Sorumluluğu -I

OLAY: İlçe Devlet Hastanesi’nde acil sezaryen olan hasta ambulansla il merkezindeki Doğum ve Çocuk Bakımevi’ne getirilmiş doğumevi acil polikliniğinde ise sadece görevli hemşire bulunmakta olup görevli hemşire yukarıda bulunan nöbetçi uzman hekimle ambulans doktorunun ısrarı üzerine iki defa telefonla görüşmesine rağmen nöbetçi hekim hastayı muayene ve kayıt etmeksizin başka bir hastaneye naklini istemiştir. Klinikte görevli olan pratisyen hekim de hastaya bakmamış sorumluluğun uzman hekimde olduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine hasta ambulans ile söz konusu hastaneye götürülmüştür. Hastayı götüren ambulanstaki hekim hastayı görmeden sevkini yapan nöbetçi hekimi il sağlık müdürlüğüne şikâyet etmiş; sağlık müdürlüğü disiplin soruşturmasının yanında her iki hekimin de yargılanması için izin vermiştir ve hekimler hakkında ceza davası açılmıştır. Bu arada hastanın sağlığında bir eksiklik veya zarar meydana gelip gelmediği bilinememektedir.

Mahkeme hastaya ne olduğunu sevk edilen hastane ile diğer hastanelere sormuşsa da hastane kayıtlarında söz konusu hastaya ilişkin bir kaydın bulunmadığı yönünde cevaplar gelmiştir. Muhtemelen hasta sağlık bakımından herhangi bir problem yaşamaksızın taburcu edilmiştir. Hekim ilke olarak hastaya bakıp bakmamakta serbesttirfakat kanunun kendisine aksini yüklediği durumlarda bu serbestîden yararlanamamakta ve yükümlülük altına girmektedir.

Hususi Hastaneler Kanunu’nun 32. maddesi gereğince “ani bir arıza veya kaza neticesinde müstacelen (acilen) tedaviye muhtaç olan şahısların hususi hastanelere müracaat veya nakillerinde hastanece derhal acele tedavilerini yapmak mecburidir”. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 18. maddesine göre de “tabip ve diş tabibi acil yardım resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir”. Bu hükümler gereğince hekim hastanın tehlike içinde bulunduğu acil hallerde hastaya yardım etmekle yükümlüdür.
Buna rağmen hastaya yardım etmeyen hekimin sorumluluğu hastanın sağlığında bir zarar gelmesi veya ölmesi gibi bir sonuç meydana gelmişse görevi ihmalden değil hastanın ihmali davranışla kasten veya taksirle öldürülmesi veya yaralanması suçlarından olur zira bu maddenin uygulanabilmesi için “özel bir hükümle verilmiş bir görevin bulunmamış olması” gerekir. Hâlbuki hekimler Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 18. maddesi gereğince böyle bir yükümlülük altındadırlar (Aynı doğrultuda Yargıtay 4. CD 28.2.1945 1394: “Hastanın hastaneye kabul edilmemesi ve icabeden tıbbi ihtimamın ihmal edilmesi neticesi olarak iki çocuğunun ölü olarak dünyaya gelmesine sebebiyet vermekten sanık doktorun 1219 No’lu Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 68. maddesi delaletiyle 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 32 ve 45 inci maddelerinin sarahati gözetilmeden TCK.un 476/2 ve 35. maddeleriyle cezalandırılması yolsuzdur”).

Görüldüğü üzere hekimin acil bir hastaya müdahale yükümlülüğü vardır. O anda yer olmaması vs. gibi hallerde dahi hastayı görmek ve ilk yardımı yapmak zorunludur. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde hekim sorumlu olacaktır. Böylece hekimin acil vakıalarda müdahale etmemesi dolayısıyla sorumlu olduğu belirlendikten sonra bu sorumluluğunun kural olarak taksirle yaralama çerçevesinde belirleneceğine işaret etmek gerekir. Ancak dosyada hastanın sağlığına bir zarar geldiğine ilişkin bir delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla hastanın herhangi bir zarar gördüğünün kanıtlanamaması durumunda hekimin taksirle yaralama suçundan ötürü sorumlu tutulamayacağına işaret etmek gerekir. Bu durumda dava konusu olayda hekimin kamu görevlisi olması dolayısıyla görevi ihmal suçu çerçevesinde sorumlu olup olmayacağı tartışılmalıdır. Hekimin olayda görevini ihmal ettiği açıktır. Bununla beraber yeni kanunumuz görevin ihmal suretiyle kötüye kullanılması suçu bakımından önceki Türk Ceza Kanunu 230’dan farklı olarak tek başına ihmali davranışı yeterli görmemekte ve kamu görevlisinin bu suretle kişilerin mağduriyetine sebep olmasını aramaktadır. Bu bakımdan dosya incelendiğinde dosyada mevcut deliller itibarıyla kişilerin veya kamunun bir zararının oluşmadığı anlaşıldığından görevin ihmal suretiyle kötüye kullanılması suçunun unsurlarının oluşmadığı görülmektedir.

Durum pratisyen hekim olan diğer sanık bakımından yukarıdaki hususların dışında ayrıca değerlendirildiğinde öncelikle belirtmek gerekir ki bir hekim uzmanlık alanı ne olursa olsun acil hallerde derhal müdahale etmekle yükümlüdür. Hastanede o an bir uzman hekimin bulunması pratisyen hekimin müdahale yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Öncelikli müdahale yükümlülüğü uzman hekimin ise de pratisyen hekim de yapabileceği ilk müdahaleyi yapmak durumundadır ve olayda bu müdahalenin yapılmadığı görülmektedir.

Sonuç olarak hasta belirlenemediğinden ve bir zararın oluşup oluşmadığı bilinmediğinden hekimlerin ceza hukuku yönünden bir sorumlulukları bulunmamaktadır. Bununla beraber görevini gereği gibi yerine getirmeyen hekimlerin disiplin cezası alacaklarında şüphe yoktur.


Acil Serviste Hasta Sevkinden Kaynaklanan Hekim Sorumluluğu -II

Hekimlerin olaya ilişkin savunmaları..

Olayda uzman hekimin hastanelerinde hastaya müdahale edemeyeceklerinden zaman kaybetmeden başka hastaneye sevkini uygun gördüğü yönündeki savunması değerlendirmeye alınmamıştır. Zira acil vakalarda hekim her halükârda hastayı görmek durumundadır. Kaldı ki hasta doğum evi hastanesine sevk edilmiştir. Yani konuya ilişkin yeterli uzmanların ve ekipmanın bulunduğunun düşünüldüğü bir yere getirilmiştir.
Pratisyen hekim de uzman hekimin bulunduğu yerde kendisinin tıbbi müdahale zorunluluğunun bulunmadığı yönünde savunma yapmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bir hekim uzmanlık alanı ne olursa olsun acil hallerde derhal müdahale etmekle yükümlüdür. Hastanede o an bir uzman hekimin bulunması pratisyen hekimin müdahale yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Öncelikli müdahale yükümlülüğü uzman hekimin ise depratisyen hekim de yapabileceği ilk müdahaleyi yapmak durumundadır ve olayda bu müdahalenin yapılmadığı görülmektedir.

Hastaya bakmadan sevkini yapan uzman hekim savunmasında ayrıca acil hasta geldiği sırada kanamalı bir başka hastaya müdahale etmekte olduğundan hastaya bakamadığını ifade etmiştir. Belirtmek gerekir ki bir kimsenin ihmali davranışından sorumlu tutulabilmesi için hareket olanağının bulunması gerekir. Keza aynı anda iki yükümlülük altında bulunan bir kimsenin yükümlülüklerinden birini ihmal etmesi durumunda “yükümlülüklerin çatışması” adı verilen hukuka uygunluk sebebi gerçekleşir ve fail bu durumda sorumlu tutulamaz. Bu noktada da görevlerin farklı önceliğe veya aynı dereceye sahip olmasına göre karar vermek gerekir. Nitekim failin daha üst derecede bir yarar için tercihini kullanması halinde ağır basan yararın korunmasından söz edilir. Buna karşılık eşit derecede olan görevlerin mevcudiyeti halinde ise bu görevlerden birinin yapılması yeterlidir. Hukuk düzeninin bundan fazlasını istemesi söz konusu olmayacağına göre (impossibilium nulla est obligatio) failin davranışı hukuka uygundur.


Bu durumda konu tıbbi bir bilirkişiye danışılarak iki acil hastadan hangisinin öncelikli olduğu kanamalı hasta öncelikli olsa bile hastanede görevli diğer pratisyen hekime bu hasta bırakılarak il dışından getirilmiş ve preeklampi tanısıyla acil sezeryen olan hastaya bakmasının hekimlik sanatı içinde tercihi gereken davranış biçimi olup olmadığının sorulması gerekir. Bilirkişinin raporuna göre uzman hekimin tıbben önceliğin verilmesi gereken hastaya müdahale ettiğinin belirlenmesi durumunda hekimin cezai sorumluluğu yoluna gidilemeyecektir.


Acil Serviste Hasta Sevkinden Kaynaklanan Hekim Sorumluluğu -III

Konuyu bu kez olaydan bağımsız olarak biraz daha açmakta yarar görüyorum

Ülkemizde bir dönem sıkça rastlanan hastanede yer olmaması dolayısıylaacil hastaların başka hastanelere gönderilmeleri durumunda hekiminsorumluluğunun nasıl belirleneceği konusu öğretide tartışılmıştır. Bukonuyla ilgili olarak bir olayda bir motosiklet sürücüsü trafikkazasında yaralanmış ve ambulans ile en yakın hastaneye getirilmiştir.Kapıdaki hemşire hastanede yer olmadığını söyler ve yaralının bunarağmen hastaneye alınmasına müsaade edip etmeyeceği hususunda kararvermesi için nöbetçi hekimi çağırır. Nöbetçi hekim yaralıya bakmadanyaralıyı getirenlere yaralının durumunu sorar. Yaralının bir bacağınınkırıldığı ve şuursuz olduğu yanıtını alınca başka bir hastaneyegötürülmesi gerektiğini söyler ve kapıdan ayrılır. Kapıdaki hemşire debir saatlik bir uğraşı sonucunda bir hastanenin yaralıyı kabul etmeyehazır olduğunu haber verir. Bu bir saatlik süre içinde yaralı herhangibir tıbbi müdahale yapılmaksızın kapıda bekler. Yaralıya götürüldüğühastanede müdahale edilirse de aynı günün akşamı ölür. Kararıngerekçelerini açıklamadan işaret edelim ki hekim garantördür (bkz.Türk Ceza Kanunu 83) ve olay yerine en yakın hastaneye getirilmişkimseye boş yatak olmasa dahi ilk müdahaleyi yapmak durumundadır. Bumüdahaleyi yapmaması boş yatak olmaması gerekçesine dayandırılamaz.Ancak hekimin o an için çok daha acil durumdaki hastalara bakmasıhalinde hareket olanağı (veya beklenebilirlik) mülâhazalarıdolayısıyla sorumlu tutulmaması söz konusu olabilir.

Bu olayda mahkeme nöbetçi hekimin sorumlu olduğuna hükmetmiştir. Kararşöyle özetlenebilir: Nöbetçi hekim yardım yapılmasının gerekli olduğuolayda ihmali tutum takınmıştır. Nöbetçi hekim başka hastaneyegötürülmesi kararını verdiği zaman trafik kazasında yaralanmış ve ölümtehlikesi içinde olabilecek bir kimsenin bulunduğunu biliyordu.Kendisine bildirilmiş bulunan bulgulara göre acil bir yardımın gerekliolup olmadığı yaralının baygınlık halinin ne kadar devam edeceğibaygınlığın nedeninin ne olduğu kendisine bildirilenlerin dışında birtakım bulguların olup olmadığı başka bir hastaneye gitmenin ek birtakım zararlara yol açıp açmayacağı gibi hususları ise nöbetçi hekimancak yaralıyı en azından gördükten sonra bilebilirdi. Kendi kararı isesadece hekim olmayan kimselerin söylediklerine dayanmaktaydı ki bu dayanıltıcı olabilirdi.

Bu suretle nöbetçi hekim hekimlikten kaynaklanan hastaya bakmayükümlülüğünü ihmal etmiştir. Hastanede boş yatak olmaması dolayısıyla“beklenebilirlik” gerekçesine de sığınmak mümkün değildir. YüksekMahkeme’ye göre hastanede gerçekten yer olup olmaması veya bir yatağınboşaltılmasının mümkün olup olmamasının önemi yoktur. Zira hekimdensomut olayda beklenen esaslı bir muayene değil hastanın durumuhususundaki ilk teşhisi yapmasıdır. Böylece hastaneye kadar getirilmişolan bir yaralının bir başka hastaneye sevki ancak bu konuda kararvermeye yetkili hekimin hastayı muayene edip bilahare hastaya o aniçin acil müdahalenin gerekli olmadığı ve bir başka hastaneyegötürülmesinin mümkün bulunduğu hususundaki kararından sonrayapılmalıdır.

Türk Öğretisi’nde de acil hallerde yardıma çağrılan hekimin hastanındurumunu ayrıntıları ile sorup öğrenmesi ve tehlikenin niteliğinibilmek için araştırmasının zorunlu olduğu “böyle bir soruşturmadabulunmadan yardımı reddeden hekimin sorumlu olacağı” kabul edilmektedir.
 
Hekimin Tıbbi Hatalardan Kaynaklanan Cezai Sorumluluğu

Geçen yazımda hekimin tıbbi hatalardan ötürü üç türlü sorumluluğu olduğuna işaret etmiştim. Şimdi bu sorumluluk türlerinden ilki olan cezai sorumluluk ile başlayalım:
Hekimin tıbbi hatalardan kaynaklanan sorumluluğu çoğunlukla taksir sorumluluğudur. Ceza hukukunda suçun manevi unsuru başka ifadeyle kusurluluk yönü itibarıyla iki türlü sorumluluk söz konusu olabilir: Kast ve taksir sorumluluğu. Hekimin tıbbi hatalarında ise kastı değil taksirinden bahsedilir. Başka anlatımla hekim hekim olmaktan kaynaklanan özen yükümlülüğünü ihlal etmiş ve bu suretle istemese bile bir neticeye sebebiyet vermişse taksir vardır. Taksir dikkatsizlik tedbirsizlik kurallara riayetsizlik veya acemilikten kaynaklanabilir.

Hekimin taksirli eylemi sonucu hasta ölebilir veya bir takım olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalabilir. Hastanın ölümü durumunda taksirle öldürme vardır. Bu durumda hekim trafik kazasında istemeden bir kimseye çarpıp da ölümüne sebebiyet veren veya fabrikada çalışırken yanlış bir düğmeye basarak bir arkadaşının ölümüne neden olan kimse gibi cezalandırılır. Burada anlatmak istediğim husus hekimler açısından ayrı bir yasal düzenleme yoktur. Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak başkasının ölümüne neden olan herkes ayın hükme tabidir ve bu hüküm Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesi hükmüdür. Buna göre “taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Ancak fiil birden fazla kişinin ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (TCK 85/2).

Böylece taksirle öldürme halinde özel bir durum olmadığı müddetçe hekim hakkında genelde cezanın asgari haddinden ceza tayin edilir yani 2 yıl ve büyük ihtimalle de hâkim takdir yetkisini kullanarak cezayı 1/6 oranında indirir (TCK 62/1). Bunun doğal sonucu olarak cezanın ertelenmesi olanağı doğar. Bu konu üzerinde bir sonraki yazımda duracağım.

Hekimin taksirli eylemi neticesinde hastanın vücudunda acının meydana gelmesi sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulması durumunda ise taksirle yaralama suçu işlenmiş olur. Bu takdirde ise hekime verilecek ceza üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır (TCK 89). Ancak hekimin eylemi mağdurun örneğin duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına vücudunda kemik kırılmasınakonuşmasında sürekli zorluğa yüzünde sabit ize yaşamını tehlikeye sokan bir duruma gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olmuşsa ceza 45 aydan 15 yıla kadar hapis cezası olur (TCK 89/2). Keza hekimin taksirle yaralama fiili hastanın örneğin iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa ya da bitkisel hayata girmesine duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına yüzünün sürekli değişikliğine gebe kadının çocuğunun düşmesine neden olmuşsa ceza 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıdır (TCK 89/3). Görüldüğü üzere hekimin eyleminin hasta üzerinde neden olduğu sonuçların ağırlaşması durumunda hekim de bu ağır sonuçlardan sorumlu tutulacak ve cezası artırılacaktır. Hemen belirteyim ki taksirle yaralama halinde sonuç ne kadar ağır olursa olsun cezanın asgari haddine hükmedildiği takdirde para cezasına çevirme imkânı bulunmaktadır.
 
Taksirle Öldürme Suçunun Takibi ve Cezanın Ertelenmesi

Bir önceki yazımda hekimin tıbbi hatalardan kaynaklanan sorumluluğunun çoğunlukla taksir sorumluluğu olduğunu belirtmiştim. Bu durumda hasta ölmüşse taksirle öldürme suçu işlenmiş olacaktır. Bahsedilen bu halde hekim meydana gelen neticeyi isteyerek gerçekleştirmediğinden kanunumuz diğer taksirli suçlarda da olduğu gibi hekim tarafından işlenen taksirli suçların kovuşturulması ve cezanın infazına ilişkin bir takım özel hükümler sevk etmiş bulunmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki taksirle öldürme suçunun takibi şikâyete bağlı değildir. Yani ölen kimsenin yakınları hekimin yargılanmasını talep etmeseler dahi hekim savcının re’sen yürüteceği soruşturma sonrasındasuç işlediği hususunda yeterli şüphe varsa açılan bir kamu davasında yargılanabilecektir. Bu nedenle dava açıldıktan sonra hastanın yakınlarının “biz şikâyetçi değiliz” şeklinde beyanları da hekimin yargılanmasını önlemeyecektir.

Bunun dışında ender rastlanacak bir durum olmakla beraber hekim bizzat çok yakını olan bir kimsenin tedavisi sırasında hata yapıp yakınının yaralanması veya ölmesine neden olmuşsa yeni Türk Ceza Kanunu’nun bu konuya ilişkin getirmiş olduğu yeni hüküm uygulanabilecektir. Kanunun 22/6. maddesine göre “taksirli hareket sonucu neden olunan netice münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir”. Örneğin eşinin tedavisini yapan bir hekimin eşinin ölümüne neden olması durumunda zaten bu durum yeterince ağır ve mağduriyete neden olucu olduğundan hâkim bu takdirde hekime ceza tayinine gerek görmeyebilir.

Bunun dışında hekim hastasının ölümüne yol açmışsa ve hâkim 2 yıldan başlayan cezanın asgari haddinden ceza tayin etmişse (TCK 85/1) bu takdirde bu cezanın ertelenmesi mümkündür. Bunun için Türk Ceza Kanunu’nun 51/1. maddesine göre hekimin “daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması” ve “suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması” gerekir. Cezanın ertelenmesi mağdurun uğradığı zararın giderilmesi koşuluna bağlanabilir (TCK 51/2). Cezası ertelenen hekim hakkında hâkim “bir yıldan az üç yıldan fazla olmamak üzere bir denetim süresi belirler”. Hekim bu süre zarfında kasıtlı bir suç işlemediği takdirde cezası infaz edilmiş sayılır ve bu suçtan dolayı artık cezaevine girmesi söz konusu olamaz (TCK 51/8). Ancak hekim bu süre içinde kasıtlı bir suç işlerse ertelenen cezanın kısmen veya tamamen cezaevinde çektirilmesine karar verilir (TCK 51/7) (Ayrıca yeni suçtan dolayı verilecek ceza da bu cezaya eklenecektir). Görüldüğü gibi taksirle bir kimsenin ölümüne neden olan hekim olağanüstü bazı durumlar söz konusu olmadığı müddetçe cezanın asgari haddinden cezalandırılır ve bu ceza ertelenir. Böylece hekim cezaevine girmez. Ancak cezanın infaz edilmiş sayılacağı sürenin bitimine kadar hekim bazı haklardan yasaklanacaktır. Bu konu üzerinde sonraki yazılarımda duracağım.
 
Taksirle Yaralama Suçunun Takibi

Hekimin tıbbi hatalardan kaynaklanan sorumluluğunun çoğunlukla taksir sorumluluğu olduğunu belirtmiştim. Bu durumda hasta acı çekmiş sağlığı ya da algılama yeteneği bozulmuşsa taksirle yaralama suçu işlenmiş olacaktır. Bahsedilen bu halde hekim meydana gelen neticeyi isteyerek gerçekleştirmediğinden kanunumuz diğer taksirli suçlarda olduğu gibi hekim tarafından işlenen taksirli suçların kovuşturulması ve cezanın infazına ilişkin bir takım özel hükümler sevk etmiş bulunmaktadır.

Hastanın taksirle yaralanmasına yol açan sağlık personeli hakkında öngörülen ceza üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır (TCK 89/1). Ancak sağlık personelinin eylemi mağdurun örneğin duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına vücudunda kemik kırılmasına konuşmasında sürekli zorluğa yüzünde sabit ize yaşamını tehlikeye sokan bir duruma gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olmuşsa ceza 45 aydan 15 yıla kadar hapis cezası olur (TCK 89/2). Keza taksirle yaralama fiili hastanın örneğin iyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa ya da bitkisel hayata girmesineduyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirmesine konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına yüzünün sürekli değişikliğine gebe kadının çocuğunun düşmesine neden olmuşsa ceza 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıdır (TCK 89/3). Görüldüğü üzere sağlık personelinin eyleminin hasta üzerinde neden olduğu sonuçların ağırlaşması durumunda sağlık personeli de bu ağır sonuçlardan sorumlu tutulacak ve cezası arttırılacaktır.


Suç için kanunda öngörülen cezaları böylece belirledikten sonra suçun takibi ve verilecek cezanın infazı konusundaki bazı özel hükümlere işaret etmek istiyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki taksirle öldürme suçundan farklı olarak taksirle yaralama suçunun takibi şikâyete bağlıdır. Yani savcı taksirle yaralama eylemini gerçekleştiren sağlık personeli hakkında doğrudan soruşturma yürütemez ve dava açamaz. Hastanın bu yönde bir talebinin olması gerekir. Ayrıca hasta hekimin (sağlık personelinin) cezalandırılması yönünde talepte bulunsa bile bilahare bu talebini geri alabilir ve böylece hekim hakkında açılan dava düşer. Bununla beraber eylem bilinçli taksirle işlenmişse örneğin sağlık personeli alkollü olmasına rağmen hastaya tıbbi müdahalede bulunmuş ve bunun sonucunda hasta zarar görmüşse suçun kovuşturması savcılık tarafından re’sen doğrudan yapılır soruşturma ve dava açılması için şikâyet aranmaz (TCK 89/5).

Taksirle yaralama suçu bakımından var olan bir başka olanak sağlık personeli ile hastanın uzlaşmasıdır. Sağlık personeli hastanın uğradığı zararları gidermeyi kabul eder ve hasta da bunu onaylarsa sağlık personeli hakkında dava açılmaz açılmışsa düşer (Ceza Muhakemesi Kanunu –CMK- md. 253 254).

Uzlaşma dışında hastanın şikâyetine rağmen cumhuriyet savcısı aşağıdaki koşulların varlığı halinde hekim (sağlık personeli) hakkında kamu davasının açılmasının beş yıl süreyle ertelenmesine karar verebilir (Ceza Muhakemesi Kanunu–CMK-md. 171). Bunun koşulları

1. Hekimin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı hapis cezası ile mahkûm olmamış bulunması

2. Yapılan soruşturmanın kamu davası açılmasının ertelenmesi halinde hekimin suç işlemekten çekineceği kanaati vermesi

3. Kamu davasının açılmasının ertelenmesinin şüpheli ve toplum açısından kamu davası açılmasından daha yararlı olması

4. Suçun işlenmesiyle mağdurun uğradığı zararın tazmin suretiyle tamamen giderilmesidir. Böylece bu koşulların varlığı halinde savcı hekim hakkında taksirle yaralamadan ötürü açacağı kamu davasını erteleyebilecektir. Kamu davası beş yıl süreyle ertelenir. Erteleme süresi içinde hekim kasıtlı bir suç işlemediği takdirde kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı verilir. Böylece hekim hakkında bu suç ile ilgili olarak artık dava açılmaz. Buna karşılık hekim bu beş yıllık erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlediği takdirde hakkında işlediği ilk suçtan ötürü kamu davası açılır. Erteleme süresi içinde işlenen taksirli suçlar ise kamu davasının açılmasına neden olmaz.

Sağlık personeli hakkında şikâyette bulunulmuş savcı kamu davasının açılmasını ertelememiş ve davayı açmış ise bir başka olasılık daha bulunmaktadır. Buna göre mahkeme yapılan yargılama sonucunda sağlık personelinin taksirle yaralama suçundan dolayı mahkûmiyetine karar verecek olduğunda bu hükmün açıklanmasını geri bırakabilir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (CMK 231/5). Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması
b) Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sağlık personeli beş yıl boyunca denetim süresine tâbi tutulur. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesi kararı verilir (CMK 231/6 8 10). Sağlık personeli hakkında şikâyet gerçekleşmiş uzlaşma mümkün olmamış savcılık kamu davasının açılmasını ertelememişmahkeme de hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı vermemiş olsa bile hükmedilen hapis cezası

1. Adlî para cezasına

2. Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyletamamen giderilmesine

3. En az iki yıl süreyle bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye

4. Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya

5. Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya

6. Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilir (TCK 50). Hatta sağlık personeli hakkında hükmedilen hapis cezasının süresi ne olursa olsun bu hapis cezası adli para cezasına çevrilebilir (TCK 50/4).
Son bir olasılık olarak hâkim hükmedilen hapis cezasını adli para cezasına veya yukarıda sayılan tedbirlerden birisine çevirmese bile hapis cezası ertelenebilir. Bunun için Türk Ceza Kanunu’nun 51/1. maddesine göre hekimin “daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması” ve “suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması” gerekir. Cezanın ertelenmesi mağdurun uğradığı zararın giderilmesi koşuluna bağlanabilir (TCK 51/2). Cezası ertelenen hekim hakkında hâkim “bir yıldan az üç yıldan fazla olmamak üzere bir denetim süresi belirler”. Hekim bu süre zarfında kasıtlı bir suç işlemediği takdirde cezası infaz edilmiş sayılır ve bu suçtan dolayı artık cezaevine girmesi söz konusu olamaz (TCK 51/8). Ancak hekim bu süre içinde kasıtlı bir suç işlerse ertelenen cezanın kısmen veya tamamen cezaevinde çektirilmesine karar verilir (TCK 51/7) (Ayrıca yeni suçtan dolayı verilecek ceza da bu cezaya eklenecektir).

Görüldüğü üzere hastasının taksirle yaralanmasına sebebiyet veren sağlık personelinin önüne kanun koyucu birçok imkân sunmuş bulunmaktadır. Taksirle yaralama suçundan dolayı uygulamada bir sağlık personelinin hapis cezası alma ihtimali oldukça zayıftır. Bu durumda ceza hukuku yaptırımlarından çok tazminat sorumluluğunun ağır olabileceğine dikkat çekmek isterim.
 
Kamu Görevlisi Sağlık Personelinin İşlediği Suçlardan Dolayı Soruşturma ve Kovuşturma Usulü

Sağlık personelinin bu bağlamda özellikle hekimlerin yasal sorumluluğu başlığı altında son birkaç yazıda cezai sorumluluk konusunu ele aldım. Bu sorumluluğun kural olarak taksirle öldürme veya yaralama suçları çerçevesinde söz konusu olabileceğini çok istisnai hallerde de kasten yaralama veya öldürme suçlarının işlenebileceğini belirttim. Bu kapsamda sağlık personelinin işlediği suç sabit olduğu takdirde ne tür bir yaptırım uygulanabileceğini açıkladım. Bu çerçevede şikâyete bağlı suçlarda suçtan zarar gören kimsenin şikâyeti bulunmadığı müddetçe sağlık personeli hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağına da işaret etmiştim. Bu yazımda değinmek istediğim husus ister şikâyete bağlı olarak ister re’sen takip edilen suçlar olsun sağlık personelinin görevi dolayısıyla işlediği iddia olunan suçlarla ilgili olarak hukukumuzda öngörülmüş bulunan özel prosedürdür. Bu prosedür bütün kamu görevlileri bakımından görev suçları açısından geçerli bulunan “izin-karar” prosedürüdür.

Konu 2.12.1999 tarih ve 4483 sayılı “Memurların ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun”da düzenlenmiştir. Bu Kanun kamu görevlilerine görevleri dolayısıyla işledikleri suçlarla ilgili olarak bir nevi koruma sağlamaktadır. Ülkemizde kim suç işlerse işlesin savcılıkların -şikâyete bağlı suçlar hariç olmak üzere- doğrudan dava açma yetkileri olmasına rağmen kamu görevlilerinin (devlet memurlarının) görevleri dolayısıyla işledikleri suçlarda savcıya bu yetki verilmemiştir. Bazı istisnaları bulunmakla beraber (örneğin rüşvet zimmet gibi bazı suçlar) bir kamu görevlisi hakkında görevi dolayısıyla işlediği iddia olunan suçlarda savcılık dava açamamakta bunun için izin (veya karar) verilmesini beklemektedir. İşte kamu görevlisi niteliğinde olan başka ifadeyle Sağlık Bakanlığına belediyelere ve üniversitelere bağlı sağlık kuruluşlarında kamu görevlisi sıfatıyla çalışan sağlık personelinin bir hastanın yaralanmasına veya ölümüne yol açması durumunda da savcılığa bir ihbar veya şikâyet yapılsa bile savcılık doğrudan dava açamamaktadır. Kamu görevlileri açısından böyle ayrı bir düzenleme yapılmasının nedeni kamu görevlilerinin göreviyle ilgili her suçlama karşısında adliye kapılarında mesailerini harcamalarının önlenmesi suçlamanın ciddi olup olmadığının kurum içinde araştırılarak ciddi bulunduğu takdirde savcıya dava açma yetkisinin verilmesidir. Bu konuya ilişkin ayrıntılı bilgi vermeden önce belirtmek gerekir ki kanun ağır cezalık suçüstü hallerini bu kanun uygulamasından hariç tutmuştur. Bu tür hallerde savcılık doğrudan dava açabilecektir. Ancak sağlık personelinin taksirle yaralama ve öldürme fiilleri bakımından bu olasılık zayıf bir olasılıktır. O nedenle taksirle yaralama ve öldürme fiillerinde çoğunlukla 4483 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.

Bu konudaki usul şöylece belirlenmiştir:
İhbar veya şikâyet üzerine savcının yapabileceği işlemler: Cumhuriyet başsavcıları kamu görevlilerinin 4483 sayılı Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler (md. 4).

İzin vermeye yetkili merci ilde ve merkez ilçede görevli kamu görevlileri bakımından vali; ilçede görevli kamu görevlileri bakımından ise kaymakamdır (4483 s.k. md. 3). Ön inceleme: İzin vermeye yetkili merci 4483 sayılı Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya savcılık aracılığıyla öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır (md. 5). Ön İnceleme Yapanların Yetkisi: Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup 4483 sayılı Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dâhilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıpgörüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili merciye sunarlar (md. 6).

Yetkili Merciin Kararı: Yetkili merci ön inceleme raporu üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur (md. 6). Yetkili merci soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına hakkında inceleme yapılan kamu görevlisine ve varsa şikâyetçiye bildirir (md. 9). İtiraz: Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtirazayetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. Bölge idare mahkemesi kararı kesindir.

Savcılığın İşlemleri: Soruşturma izninin itiraz edilmeden veya itirazın reddi sonunda kesinleşmesi ya da soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazın kabulü üzerine dosya derhal yetkili ve görevli Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir. İzin üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığı Ceza Muhakemesi Kanunu ve diğer kanunlardaki yetkilerini kullanmak suretiyle soruşturma yapar ve sonuçlandırır (md. 11).

Belirttiğim bu hükümler üniversitede kamu görevlisi statüsünde çalışan sağlık personeli bakımından geçerli değildir. Bu personelin görevi nedeniyle işlediği suçlar dolayısıyla 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu hükümleri gereğince “karar” prosedürü uygulanacaktır. Bu Kanun’un 53/c maddesine göre “Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır”:
Buna göre disiplin amirince doğrudan veya görevlendireceği uygun sayıdaki soruşturmacı tarafından ilk soruşturma yapılır.

İlk soruşturma raporunun tanziminden sonra üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul son soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verir. Bu kurulun son soruşturmanın açılması yönündeki kararı lüzum-u muhakeme kararı olarak adlandırılır. Bu karar kesin olmayıp ilgililer itiraz edebilirler. İtiraz Danıştay tarafından incelenerek karara bağlanır. Son soruşturmanın açılmaması kararı ise men-i muhakeme kararı olarak adlandırılır ve bu karar ilgililer itiraz etmese bile kendiliğinden Danıştay denetimine tabidir.

Görüldüğü üzere ister izin ister karar prosedürü olsun sonuçta kamu görevlisi sağlık personelinin hastaya uyguladığı tıbbi müdahale nedeniyle meydana gelen tıbbi hatalar dolayısıyla hakkında doğrudan dava açılamamaktadır. Sağlık personeli ancak izin verilmesi veya lüzum-u muhakeme kararından sonra yargılanabilmektedir. Yargılama aşaması bakımından ise diğer yargılama kurallarından ayrık bir durum söz konusu olmayıp genel kurallar uygulanacaktır.
 
Hekimlik Mesleğinin İcrasının Yasaklanması

Bundan önceki yazılarımda hekimin tıbbi hatalarından dolayı ceza sorumluluğu üzerinde durdum. Hekimin disiplin ve tazminat sorumluluğuna geçmeden önce bu yazıda ceza sorumluluğunu ilgilendiren bir ek sonuç olarak Türk Ceza Kanunu’nun belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53. maddesi üzerinde durmak istiyorum.

Söz konusu hüküm esasen bir kimsenin kasten işlediği suçlardan ötürü mahkûm olmasının bir sonucu olarak memuriyet veya serbest hekimlik gibi meslekleri icra etmesini yasaklamaktadır. Ancak hekimin (veya diğer sağlık personelinin) tıbbi hatalarından dolayı ceza sorumluluğu taksir sorumluluğu olduğundan TCK 53. maddesinin 1 ila 5. fıkraları hükmü hekimi ilgilendirmemektedir. Bununla beraber kanun taksirle işlenen suçlar bakımından da aynı maddenin 6. fıkrasında bir düzenleme getirmiş bulunmaktadır. Hüküm şöyledir:

“Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet halinde üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir. Yasaklama ve geri alma hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe girer ve süre cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar”. Böylece hekimin (veya diğer sağlık personelinin) hastasına tıbbi hata sonucu zarar vermesi durumunda hekim hakkında hâkimin takdirine bağlı olmak üzere ayrıca üç ay ile üç yıl arasında belirlenecek bir süre kadar hekimlik mesleğinin icrası yasağına hükmedilebilecektir. Bu noktada hâkimin takdiri iki türlüdür: İlkin hâkim hekimin taksirli suçuna rağmen böyle bir yaptırım uygulamakla yükümlü değildir takdir kendisine bırakılmıştır. İkinci olarak da mesleğin icrasının yasaklanması yaptırımının süresi de hâkimin takdirine bırakılmıştır. En az üç ay en fazla üç yıllık bir süre.

Böyle bir yaptırıma hükmedildiği takdirde hekim bu süre zarfında hekimlik yapamaz. Buna rağmen hekimlik yapmaya devam eden hekim ayrıca suç işlemiş olur.

Burada akla şu gelebilir: Bundan önceki yazılarımda taksirli suçlardan dolayı hekimin çoğunlukla cezaevine girmeyeceğini cezanın ertelenebileceğini ve diğer imkânların bulunduğunu belirtmiştim. Ancak kanun ceza ertelense bile bu yaptırımın uygulanmasına olanak tanımaktadır. Böylece hekim cezaevine girmese bilemesleğini yapması geçici süre yasaklanabilecektir. Bununla beraber uzlaşma kamu davasının açılmasının ertelenmesi hükmün açıklanmasının geri bırakılması hallerinde bu yaptırım da uygulanmayacaktır.

Son olarak belirtmek gerekir ki bu yaptırım Ceza Kanunu’nun öngördüğü yaptırım olup ayrıca tabip odalarınıntabip odasına kayıtlı hekimler bakımından meslekten yasaklanma yaptırımı da bulunmakta olup bu konu ileriki yazılarda disiplin sorumluluğu kısmında ele alınacaktır.

Hekimlerin Uygulama Hatalarından Kaynaklanan Disiplin Sorumluluğu

Hekimin uygulama hatalarından başka ifadeyle malpraktisten kaynaklanan sorumluluğu denildiğinde söz konusu olabilecek bir başka sorumluluğu disiplin sorumluluğudur. Bu sorumluluk tabip odasının ve/veya kamu görevlisi olan hekim hakkında hastane idaresinin/sağlık müdürlüğünün açacağı bir disiplin soruşturması sonucunda uygulanacak olan disiplin yaptırımına neden olan sorumluluktur.

Bu çerçevede yürütülecek idari soruşturmada hekim hakkında bir soruşturmacı atanmakta ve bu soruşturma Devlet Memurları Kanunu’nun 124 ve devamı ile Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri Hakkında Yönetmelik hükümleri gereğince yürütülmektedir. Disiplin soruşturması neticesinde
uyarma
kınama
aylıktan kesme
kademe ilerlemesinin durdurulması ve
devlet memurluğundan çıkarılma gibi cezalar verilebilmektedir.

Bu cezalardan uyarma ve kınama dışındaki cezalara karşı idare mahkemesine itiraz edilebilmektedir. Üniversitelerde çalışan hekimler açısından ise uyarma ve kınama cezalarına karşı da idari yargıya başvurma imkânı bulunmaktadır.

Disiplin soruşturması ayrıca tabip odası tarafından da yürütülebilir. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 46. maddesine göre “hekimler bu kurallar bütünü hükümlerine aykırı davranışlarda bulunduklarında 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Yasası'na göre tabip odaları yönetim kurulları tarafından onur kurullarına sevk edilirler”. Ayrıca Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği’ne göre 3 ila 6. maddelerde belirtilen disiplin suçlarını işleyenlere bu maddelerde belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Bu disiplin cezaları uyarma cezası para cezası geçici olarak meslekten alıkoyma cezası ve oda bölgesinde çalışmanın yasaklanmasıdır.

Bu yönetmeliğin konumuzu ilgilendiren bazı hükümlerine göre disiplin suçu oluşturan eylemler şunlardır:
Hasta haklarına saygı göstermemek
Hasta kayıtlarını usulüne uygun olarak tutmamak
Hastanın aydınlatılmış onamını usulüne uygun almaksızın tıbbi girişimde bulunmak
Sonuçta hastanın ölümüne sakatlığına sebep olmayıp da sağlığının kısa süreli geçici bozulmasına yol açan tıbbi hata ve ihmalde bulunmak
Mesleğin uygulanması sırasında ve meslek sebebiyle öğrenilen hastalara ait sırları yasal zorunluluk dışında açıklamak
Kendisine başvuran veya çalıştığı kuruma gelen acil hastaların gerekli tıbbi tedavi veya girişimlerini başlatmamak yapmamak ya da ilgili kuruluşlara sevkini geciktirmek veya yapmamak

Hastalıkların tanı ve tedavisinde bilimselliği henüz kanıtlanmamış ya da bilim dışı yöntemleri uygulamak veya önermek
Usulüne uygun olarak ruhsatlandırılmamış maddeleri ilaç olarak önermek
İlgili hukuksal düzenlemelere aykırı olarak canlılar üzerinde deneyler yapmak yapılmasına destek olmak
İlgili hukuksal düzenlemelerdeki sınırlar haricinde gebeliği kürtaj veya herhangi bir yöntem ile sonlandırmak veya usule aykırı organ nakline katılmak
Meslekte bilgi ve beceri yetersizliği özen eksikliği dikkatsizlik ve benzeri kusurlardan dolayı eksik ya da yanlış tanı ve tedavide bulunarak hastaya kalıcı zarar vermek
Belirlenmiş tıbbi etik değerler ile Türk Tabipleri Birliği ve/veya Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından benimsenen uluslararası belgeler ve kurallar dışında davranışta bulunmak. Bu eylem ve durumlara nitelik ve ağırlık itibariyle benzer eylemlerde bulunanlara da aynı türden disiplin cezaları verilir. Benzer suçun tekrarında bir üst ceza verilebilir. Disiplin cezalarının verilmesinde eylemin veya yarattığı sonucun ağırlığına göre onur kurulları geniş takdir hakkını kullanmakta serbesttir (md. 7).
Devlet Memurları Kanunu’nun 125/son ve Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 46. maddesine göre hekimlerin disiplin soruşturmasına uğraması haklarında ayrıca hukuki veya cezai takibat yapılmasına engel değildir. Böylece bundan önceki yazılarımda belirttiğim tazminat ve ceza sorumluluğu disiplin cezası verilse de ayrıca saklıdır.
 
Sağlık Personelinin Tazminat Sorumluluğu

Sağlık personelinin hatalı tıbbi müdahalelerden kaynaklanan sorumluluğunun üç boyutu olabileceğine daha önceki yazılarımda işaret etmiştim. Bu boyutlar ceza tazminat ve disiplin sorumluluğudur. Ceza sorumluluğunu ayrıntılı olarak ele aldım. Şimdi tazminat sorumluluğu üzerinde durmak istiyorum ki esasen sağlık personeli açısından bu sorumluluk pratikte çok daha fazla karşılaşabilecekleri bir sorumluluk türüdür.

Sağlık personeli hatalı tıbbi müdahale sonucu hastanın acı çekmesine sağlığının kötüleşmesine veya ölümüne yol açtığı takdirde; ilk iki olasılıkta hastanın kendisine üçüncü olasılıkta ise hastanın yakınlarına tazminat ödemek durumunda kalabilir. Tazminat hastanın veya yakınlarının uğradığı maddi ve manevi zararlar karşılığında ödenecektir. Dolayısıyla hem maddi hem de manevi tazminat ödenmesi söz konusu olabilir.

Maddi tazminat hastanın hatalı tıbbi müdahale dolayısıyla yapmış olduğu harcamaların karşılığı olarak ödenecektir. Sözgelimi hastanın hatalı tıbbi müdahale dolayısıyla ikinci bir ameliyat yaptırması bazı ilaç veya medikal malzemeyi kullanmak zorunda kalması durumunda bu ikinci ameliyatın ilaç ve medikal malzemelerin masrafları sağlık personelinden talep edilebilecektir. Uygulamada Yargıtay hastanın sigortasının bu masrafları ödemesi durumunda hastanın ayrıca bu masrafları talep edemeyeceğine karar vermektedir. Ancak bu takdirde de bu kez sigortanın sağlık personelinden bu masrafları talep etmesi olanaklıdır.

Maddi tazminat ancak hastanın belgeleyebildiği harcamaların karşılığı olarak ödenir. Onun dışında hastanın bir talep hakkı yoktur.

Manevi tazminat ise hastanın hatalı müdahale dolayısıyla çektiği acının ıstırabın karşılığı olarak ödenmesi gereken tazminattır. Bu tazminat özellikle hastanın ölümü durumunda büyük önem kazanır ve hasta yakınlarına hastanın ölümü dolayısıyla çektikleri acıyı hafifletmek amacıyla ödenir. Keza felç gibi ağır sonuçlarda da yüksek manevi tazminat miktarlarına hükmedilebilmektedir. Manevi tazminat miktarı maddi tazminattan farklı olarak hâkimin takdirine bırakılmıştır. Somut olayın durumuna hastanın veya yakınlarının maruz kaldığı olaylara göre hâkim bu miktarı belirleyecektir.

Uygulamada Yargıtay önceleri tazminat miktarının sebepsiz zenginleşmeye yol açmaması gerektiği düşüncesiyle çok düşük miktarları kabul ederken son kararlarında birçok yerel mahkeme kararını tazminat miktarının azlığı dolayısıyla bozduğunu görmekteyiz.

Sağlık personeli kamu görevlisi ise başka anlatımla bir kamu hastanesinde görev yapıyorsa hasta veya yakınları doğrudan sağlık personeli aleyhine tazminat davası açamaz. Bu durumda tazminat davası kurum aleyhine (Sağlık Bakanlığı üniversite belediye gibi) ve idare mahkemesinde açılır. Sonuçta kurum hakkında tazminat ödeme kararı çıkarsa kurum bunu hastaya ödeyip bilahare ise sağlık personelinden talep edebilir.

Sağlık personelinin kamu görevlisi olmasına rağmen örneğin hastasına kasten zarar verme veya göreve gelmeme gibi kişisel kusurunun bulunduğu hallerde ise dava bizzat sağlık personeline karşı ve adli yargıda açılır.

Önceki ceza kanunumuz döneminde sağlık personeli hakkında açılan ceza davasında ayrıca maddi ve/veya manevi tazminat da talep edilebilmekteydi. Ancak yeni Ceza Kanunu’muz bu sistemi terk etmiştir. Bu nedenletazminat davası ayrıca açılmalıdır.
 
Hemşirelik Kanunu ve Hemşirelerin Görev ve Yetkileri

25.4.2007 tarihli ve 2.5.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hemşirelik Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Hemşirelik Kanunu’nun 1. 3. 4. 8. 9. maddeleri değiştirilmiş ve 2. 6. 7. 10. ve 12. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Hemşirelerle yaptığımız seminer çalışmalarında hemşirelerin en çok sordukları soru“görev ve yetkilerinin ne olduğu” sorusu olmuştur. Bu amaçla mevzuatımızı araştırdığımda hemşirelerin görev ve yetkilerinin derli toplu bir şekilde ayrıntılı olarak belirlenmediğini gördüm. Sadece Hemşirelik Kanunu ile birkaç kanunda hemşirelerle ilgili hükümler bulunmaktadır. Kanunlarda değil de özellikle Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’nde hemşirelerin görev ve yetkilerine ilişkin ayrıntılı düzenlemeler bulunduğu görülmektedir.

Bu çerçevede ilk bakılması gereken düzenleme Hemşirelik Kanunu’dur. Kanun’un değişmeden önceki 4. maddesi hemşirelerin görev ve yetkilerini belirlemişti. Buna göre A) Hemşireler müdavi tabip tarafından tavsiye edilen tedavi tedbirlerini uygulamaya yetkilidirler. B) Hemşireler çiçek aşısını ve acil hallerde icabeden pansumanları re'sen tatbik edebilecekleri gibi müdavi tabibin tavsiyesi üzerine sağlık kurumlarında veya dışarıda hastalara deri altına adale içine ve damar içine şırınga yapmaya yetkilidirler. Bu sebeple mesuliyetleri şırınganın tatbikindeki bilgisizlik dikkatsizlik ve ehliyetsizlik hallerine münhasırdır C) Hemşireler dispanserler ve sağlık kurumlarınca görevlendirildikleri koruyucu hekimlik işlerinde halka bilcümle sıhhi tedbirleri sağlık korunma çarelerini ve müracaat etmeleri lazım gelen sağlık kurumlarını bildirirler. Bulaşıcı hastalıklarla savaş tedbirlerini alır ve tatbik ederler.

Böylece hemşirelerin asıl görevi olarak müdavi hekim tarafından önerilen tedavi tedbirlerini uygulamak gösterilmiş ayrıca aşı pansuman ve enjeksiyon konusunda hemşireler yetkili kılınmış; koruyucu hekimlik ve bulaşıcı hastalıkla mücadele tedbirleri konusunda da görev verilmiştir.

Kendisine çok umut bağlanan yeni Kanun da bu konuda esasen çok belirleyici bir hüküm içermemektedir. Yeni 4. madde şöyledir:
“Hemşireler; tabip tarafından acil haller dışında yazılı olarak verilen tedavileri uygulamak her ortamda bireyinailenin ve toplumun hemşirelik girişimleri ile karşılanabilecek sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını belirlemek ve hemşirelik tanılama süreci kapsamında belirlenen ihtiyaçlar çerçevesinde hemşirelik bakımını planlamak uygulamakdenetlemek ve değerlendirmekle görevli ve yetkili sağlık personelidir. Ayrıca aile hekimliği uygulamasına ilişkin kanun hükümleri ile bu Kanun’a dayanılarak yürürlüğe konulan mevzuattaki görevleri de yaparlar.
Hemşirelerin birinci fıkrada sayılan hizmetlerde çalışma alanlarına pozisyonlarına ve eğitim durumlarına göre görev yetki ve sorumlulukları Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir".

Bu yeni hüküm ile esasen önceki hükümde olduğu gibi hemşirelerin ana görevi olarak hekim tarafından verilen tedavileri uygulamak gösterilmiştir. Ancak bunun dışında hemşirelik girişimi ve hemşirelik tanılama süreci gibi esasen içeriğinin doldurulması gereken kavramlarla hemşirelik bakımını planlamak uygulamak denetlemek ve değerlendirmek yetki ve görevi verilmiştir. Esasen ben hemşirelerle yapılan seminerlerde hemşirelerin görev ve yetkilerini eğitimlerinin belirleyeceğini mevzuatın bu konuda çok açık olmadığını söylüyordum. Görüldüğü üzere yeni düzenleme de açık bir belirlemeden ziyade hemşirelik girişimi hemşirelik tanılama süreci hemşirelik bakımı gibi kavramlar kullanarak hemşirelerin görev ve yetkilerinin bu sınırlar çerçevesinde belirleneceğini ortaya koymaktadır. Aile hekimliğine ilişkin yeni Kanun’daki açık belirleme ve diğer mevzuata yapılan atıf dışında Kanun ayrıca hemşirelerin görev yetki ve sorumluluklarının esasen Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla konu yeni Kanun’da da ayrıntılı olarak belirlenmemiş görev ve yetkiler hususu yönetmeliğe bırakılmıştır.


Bu konuda da Bakanlığın bir çalışması bulunmaktadır. Hemşirelik unvan ve görev tanımları yapılarak ayrıntılı belirlemeler yapılacağı anlaşılmaktadır. Şu an için aşağıdaki taslaktan bahsedilebilir. Ancak Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte daha ayrıntılı düzenlemelerin olacağını tahmin ediyorum. Taslaktaki unvanlar şöyledir:
Eğitim Hemşiresi
Enfeksiyon Kontrol Hemşiresi
Diyabet Eğitim Hemşiresi
Stoma ve Yara Bakım Hemşiresi
Nütrisyon Hemşiresi
Ameliyathane Sorumlu Hemşiresi
Ameliyathane Hemşiresi (Dolaşan ve Steril Hemşire)
Servis Sorumlu Hemşiresi
Servis Hemşiresi
Poliklinik Sorumlu Hemşiresi
Poliklinik Hemşiresi
Evde Bakım Sorumlu Hemşiresi
Evde Bakım Hemşiresi
Kemoterapi Hemşiresi
Hemodiyaliz Hemşiresi
Merkezi Sterilizasyon Sorumlu Hemşiresi
Rehabilitasyon Hemşiresi
Ayrıca belirtmem gerekir ki Hemşirelik Kanunu’nun bu hükmü dışında mevzuatımızda bazı başka hükümler de bulunmaktadır. Örneğin Kan ve Kan Ürünleri Kanunu hemşireleri açıkça da olmasa yetkili kılmıştır. Söz konusu hükme göre kan kan bileşenleri ve ürünlerinin alınması veya transfüzyonu hekimin sorumluluğu ve denetimi altında yapılır. Böylece hemşirelerin de bu işlemleri gözetim altında olmak kaydıyla yapabilecekleri anlaşılmaktadır (md. 3/1-ç).
Ayrıca Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’nin çeşitli hükümlerinde servis ve ameliyathane hizmetleriilaç verilmesi yemek nabız teneffüs ısı derecesinin alınması nöbet bakım ve diğer konularda hemşirelere verilmiş görevler bulunmaktadır (bkz. md. 13 16 18 39 40 48 73 131 132 184).
Hemşirelerin Yasal Sorumlulukları

Bu ve önümüzdeki birkaç yazımda hemşirelerin yasal sorumluluğu konusu üzerinde duracağım. Ancak hemen belirtmeliyim ki her ne kadar “hemşire” terimini kullanıyorsam da verilen bilgiler mevzuatın ve aldıkları eğitimin elverdiği ölçüde “ebe”leri de kapsamaktadır.

Hemşirelikle ilgili bir tıbbi müdahalenin hukuka uygun sayılabilmesi ve dolayısıyla müdahaleyi yapanın herhangi bir hukuksal sorumluluğa tabi tutulmaması için aranan bir takım koşullar bulunmaktadır. Bunlar

1. Müdahaleyi yapanın hemşire olması

2. Müdahale konusunda endikasyonun bulunması (ki bu şart çoğunlukla hekim açısından geçerli oluphemşireler açısından daha sınırlıdır)

3. Hastanın rızasının bulunması ve

4. Son olarak tıbbi müdahalenin hemşireliğin gerektirdiği şekilde ve özenli bir biçimde uygulanmasıdır.

Bu şartlardan “hastanın rızası” bakımından ise özellikle belirtilmesi gereken husus hastanın rızasının geçerli olabilmesi için hastanın “aydınlatılması” gerekliliğidir. Aydınlatma yapılmadığı takdirde hastanın rızası geçersiz olur ve bu durum da tıbbi müdahalenin hukuka aykırı olmasını ve sonuç olarak hemşirenin hukuksal sorumluluğuna neden olur. Aydınlatma esas itibarıyla hekimin görevidir. Hekim bu görevini hemşirelere devredemez. Burada hekimin bizzat edim yükümlülüğünün bulunduğu bir alan söz konusudur. Ancak hemen belirtelim ki hemşirelerin de kendi alanları içindeki tıbbi müdahaleler bakımından aydınlatma yükümlülüğü vardır. Maalesef ülkemizde bu hususa gerekli özen gösterilmemektedir ve zaman içinde hemşirelerin de bu nedenle mahkemeler tarafından sorumlu tutulmaları söz konusu olabilecektir.

Bu çerçevede işaret etmek isterim ki hemşirelerin rıza ve aydınlatma yükümlülüğü hekimlere nazaran daha dardır. Nitekim Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 31/2. maddesine göre “Hastanın uygulanacak tıbbi müdahale için verdiği rıza bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbi işlemleri de kapsar”.

Belirtilen bu şartların tümü tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu bakımından şarttır. Şartlardan birisinin eksikliği hemşirelerin hukuksal sorumluluğuna neden olacaktır. Müdahaleyi yapanın hemşire olmaması (örneğin henüz hemşirelik öğrencisi olması) tıbbi endikasyon olmadığı halde bir tıbbi müdahalenin yapılması (örneğin bir enjeksiyonun gereksiz yere sırf para almak için yapılması) ve hastanın aydınlatılmadığı ve/veya rızasının bulunmadığı hallerde yapılan tıbbi müdahale hukuka aykırı olur ve hemşirenin kasten yaralama ölüm neticesi meydana gelmişse de bu neticeden sorumluluğuna neden olur. Bu sorumluluk bir yandan ceza hukuku sorumluluğu iken başka ifadeyle hemşirenin ceza mahkemesinde yargılanarak sonuçta hapis ve/veya para cezası almasını sonuçlayacakken; aynı zamanda tazminat ve disiplin sorumluluğunu da gerektirecektir.

Hemşirelerin Yasal Sorumlulukları-II

Hemşirelerin hukuka aykırı tıbbi müdahalelerden dolayı üç türlü sorumluluğu söz konusu olabilir:

• Tazminat Sorumluluğu
• Ceza Sorumluluğu
• Disiplin Sorumluluğu

Bu üç tür sorumluluğu doğuran eylemler genellikle taksirli eylemlerdir. Taksirli eylemlerle anlatılmak istenenhemşirenin dikkatsiz tedbirsiz kısaca özensiz hareket etmesi sonucunda hastanın zarar gördüğü eylemlerdir. Hemşire tıbbi müdahaleyi yaparken hastanın bir zarar görmesini istememektedir. Ancak özen yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmemesi sonucunda hasta zarar görmektedir. Hukuk düzenimiz hemşirelerin istemediği neticelerden ötürü de sorumluluğunu kabul etmiştir.

Aşağıda verilen örnekler öğreti ve uygulamada hemşirelerin özen yükümlülüğüne aykırı hareketleri nedeniyle taksirleri dolayısıyla sorumlu tutuldukları hallere verilen örneklerdir:

• Tıbbi müdahale sırasında gerekli hijyenik şartlara uymamak
• Hareketsiz kalması gereken hastayı hareket ettirmek
• Ameliyat esnasında dikkati dağıtacak ölçüde şakalaşmak • Hasta karnında tampon gaz bezi vb. unutulması
• Malzemenin sterilize edilmemesi
• Nöbet teslimi kurallarına riayet edilmemesi (bilgi aktarımı – hastanın bakımsız bırakılması)
• Standart uygulamanın dışına çıkılması.

Bu yukarıda belirtilen üç sorumluluk türü ayrı ayrı uygulanabileceği gibi her üçü birden de söz konusu olabilir.

Tazminat sorumluluğu hastada meydana gelen zarar dolayısıyla hastaya veya hastanın ölümü halinde yakınlarına ödenmesi gereken tazminata ilişkin sorumluluktur. Bu noktada ölüm halinde ödenecek tazminat ile manevi tazminat miktarlarının yüksek olabileceğine işaret etmek gerekir.

Ceza sorumluluğu ise hemşirenin taksirli tıbbi müdahale dolayısıyla taksirle yaralama veya taksirle öldürme suçundan dolayı yargılanarak sonuçta hapis veya para cezasına çarptırılmasını ifade etmektedir.

Uygulamamızda sağlık personelinin hapis cezası genellikle ertelenmekte veya para cezasına çevrilmektedir.

Disiplin sorumluluğu ise kamu görevlisi olarak çalışan hemşirelere taksirli eylemleri dolayısıyla ayrıca çalıştıkları kurum (hastane sağlık müdürlüğü vs.) tarafından da disiplin cezası verilmesini sonuçlamaktadır.
 
Hemşirelerin Yasal Sorumlulukları III

Ceza Davalarında Bilirkişi

Sağlık personeli hakkında açılan ceza davalarında Yüksek Sağlık Şurası yasal bilirkişi kurumu olarak belirlenmiştir. Bu nedenle bütün ceza davalarında sağlık personelinin kusuru konusunda mahkemelerin Yüksek Sağlık Şurasından mütalaa alma mecburiyeti bulunmaktadır. Ancak zaman zaman tazminat davalarında da mahkemelerin Yüksek Sağlık Şurasından mütalaa talep ettikleri görülmektedir.

Hemşireler hakkında açılan ceza davalarında da Yüksek Sağlık Şurasının vereceği bilirkişi raporu büyük önem arz etmektedir. Ancak bütün bilirkişi raporlarında olduğu gibi Yüksek Sağlık Şurasının raporları da mahkeme açısından bağlayıcı değildir. Ayrıca uygulamamızda Yargıtayın sık sık Yüksek Sağlık Şurası kararlarını yeterli görmediği söylenebilir. Bu durumda Yargıtay Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını istemektedir. Aşağıda bir olgu ile ilgili olarak bu iki kurumun farklı kararlarına işaret ederek yorumu hemşire okuyucularımıza bırakacağım:

Yargılama konusu olayda X’in ateş öksürük şikâyetiyle özel bir polikliniğe götürüldüğü çocuk hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilerek “bronşit” tanısıyla pronapen ve penadur reçetesi verildiği pronapen iğnelerinin başka bir yerde yaptırıldığı kontrol için tekrar aynı polikliniğe götürüldüğü aynı doktor tarafından muayene edilerek “penadur” iğnesinin yaptırılmasının tavsiye edildiği bunun üzerine poliklinikte görevli hemşire tarafından iğnenin yapıldığı ve eve gönderildiği evde ayağının morarması terleme ve ayağına basamama şikâyetleri nedeniyle üniversite hastanesine götürüldüğü burada sağ ayak parmaklarının kesildiği belirtilmektedir.

Hemşire H karakolda alınan ifadesinde çocuğun babasıyla birlikte polikliniğe geldiğini babasına sorduğunda daha önceden de “penadur” iğnesini ayda bir koruyucu olarak yaptırmakta olduklarını öğrendiğini doktorun iğnenin yapılmasını uygun bulduğu için enjeksiyon kurallarına uygun olarak belirlediği enjeksiyon yerine iğneyi yapıp pistonu geri çektiğini kan gelmediğini gözledikten sonra ilacı zerk ettiğini çocuğu bir süre istirahat ettirdiğini hiçbir reaksiyon gözlemediğini daha sonra hastanın poliklinikten ayrıldığını” söylemiştir. Hemşire hakkında taksirle yaralamaya neden olmaktan dava açılmış ve dosya mütalaa için Yüksek Sağlık Şurasına gönderilmiştir.

Yüksek Sağlık Şurasının hemşirenin kusurlu olup olmadığına ilişkin mütalaası şöyledir: “Klinik tablo intra arteriyel enjeksiyona bağlı olamaz bünyesel özelliklerden kaynaklanmıştır hemşirenin kusuru yoktur”. Bu rapor yeterli görülmemiş ve bu kez dosya bilirkişi raporu için Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu ise tam aksi yönde bir karar vermiştir:

“Hemşire tarafından enjeksiyon yapıldıktan sonra enjeksiyon yapılan ayakta gelişen nekrotz intramüsküler yapılması gereken ilacın intra arteryel yapılmasından kaynaklanmaktadır ve hemşire kusurludur”.

Bu durumda aynı konuda iki ayrı yönde rapor bulunduğundan mahkeme bunlardan gerekçesine katıldığı raporu kabul ederek o yönde karar verebileceği gibi dosyayı bir üçüncü bilirkişiye de gönderebilir. Ancak dosyadaki Adli Tıp raporu Adli Tıp Genel Kurulunun kararıdır ve bu nedenle mahkemeler genel kurul kararını çoğunlukla benimseyerek bu rapora göre karar vermektedirler.
 
Hukuksal Yönleriyle Hemşire-Hekim İlişkisi

Hekim ve hemşire hastanın tedavisi için birlikte çalışan sağlık personelidir. Hekim ve hemşirenin birbirinden bağımsız görevleri bulunduğu gibi hemşirenin hekime bağlı olarak yaptığı tıbbi müdahaleler bulunmaktadır. Bu ilişki içinde ele alınması gereken husus hukuksal sorumluluğun nasıl belirleneceğidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki hekimin hatalı davranışlarından hekim bizzat kendisi sorumludur. Buna karşılık hekimin verdiği “order”lerin yerine getirilmesi noktasında hatalı davranışları bakımından öncelikle hemşire sorumludur. Ancak bu bakımdan sadece hemşire değil gözetim görevini yerine getirmemiş bulunan hekim de sorumlu tutulabilir. Ayrıca hekimin işlediği suçlara hemşire de ihmali hareketiyle ortak olabilir. Bu nedenlehekimin işlediği suçlara müdahale etme durumu varsa müdahale edilmeli; bu imkân yoksa mutlaka savcılığa veya en azından üst makamlara durum intikal ettirilmelidir. Hiçbir şey yapmamak; seyirci kalmak suretiyle de suça iştirak edilebilir.

Yine önemle belirtmek gerekir ki hekimin talebi suç oluşturuyorsa bu talep asla yerine getirilmemelidir. Aksi takdirde hekim gibi hemşire de bizzat suç oluşturan bu eylemden dolayı doğrudan sorumlu tutulacaktır.

Burada ortaya çıkan bir diğer sorun hekimlerin verdiği “order”leri hemşirenin kontrol yükümlülüğünün bulunup bulunmadığıdır. Bu konudaki kural hemşirelerin hekimin talimatlarını kontrol etmek zorunda olmadığıdır. Esasen hemşirenin eğitimi de bu açıdan yeterli olmayabilir. Bu nedenle verilen “order”lerden kural olarak hekim sorumludur. Ancak hemşire kendi görev alanı ve eğitimi çerçevesinde fark ettiği bariz hekim hatalarına ortak olmamalıdır. Dolayısıyla açık hekim hatalarının bulunduğu durumlarda hemşire “Bu alandaki sorumluluk hekime aittir beni ilgilendirmez” diyemez. Bu hataya rağmen yerine getirdiği “order”lerden ötürü meydana gelen zararlardan taksirinden dolayı hekimin yanı sıra hemşire de sorumlu tutulabilir. Son olarak belirtmeliyim ki tipik hekim faaliyet alanına dâhil tıbbi müdahalelerin yapılması hiçbir zaman hemşire tarafından üstlenilmemelidir. Bu konuda hekimin “order”inin bulunması hemşireyi sorumluluktan kurtarmaz. Bu tip bir durumda hem hemşirehem de hekim hukuksal bakımdan sorumlu tutulabilecektir. Dolayısıyla tek bir sonuçtan hem hekimin hem hemşirenin sorumlu olması mümkündür.
 
Geri
Top