Adımları... Ah, o adımlar! Sanki yer çekimiyle inatlaşıyor, yerle bir türlü barışmak istemiyordu. Bir adım öne atıyor, sonra bir adım yana, sonra bir adım geri. Sanki bir dans provasında gibiydi, ama koreografisini unuttuğu bir danstı bu. Bazen bir balerin zarafetiyle parmak ucunda yükseliyor, bazen de bir boksörün dengesiz yumrukları gibi savruluyordu.
Gözleri kapalı olmasa da, sanki bir şey görmüyordu. Etraftaki binalar ona doğru eğilmiş gibiydi, ağaçlar fısıldaşıyor, kaldırımdaki taşlar sanki ona tuzak kuruyordu. O ise bunların hiçbirini fark etmiyor, kendi iç dünyasında kaybolmuş, bambaşka bir aleme seyahat ediyordu.
Kafası, sanki içi su dolu bir balon gibiydi; her hareketinde bir yandan diğer yana savruluyordu. Ağzından çıkan kelimeler, anlaşılmaz bir mırıltıdan ibaretti. Belki de evrenin sırlarını çözmeye çalışıyordu, belki de sadece bir şarkının sözlerini hatırlamaya çalışıyordu. Kim bilebilir? Sarhoş aklın derinliklerine inmek, okyanusun dibini keşfetmek kadar zordu.
Bir ara, bir sokak lambasına tutunmaya çalıştı. Sanki yıllardır kayıp olan bir arkadaşını bulmuş gibiydi. Lambaya sarıldı, başını lambanın direğine yasladı ve derin bir iç çekti. Lamba, onun bu ani ilgisinden memnun olmuşa benziyordu; titrek ışığıyla onu daha bir aydınlattı.
Sonra, yürümeye devam etti. Bu sefer, sanki biraz daha kararlıydı. Belki de lamba ona biraz güç vermişti, ya da belki de sadece sarhoşluğun geçici bir anıydı bu. Ne olursa olsun, adımları biraz daha düzgünleşti, mırıltısı biraz daha anlaşılır hale geldi.
Yolda yürürken, garip sesler çıkarıyordu. Bazen bir kedi gibi miyavlıyor, bazen bir köpek gibi havlıyor, bazen de bir kuş gibi cıvıldıyordu. Sanki hayvanlar alemiyle iletişim kurmaya çalışıyordu, ya da belki de sadece içindeki hayvanı serbest bırakıyordu.
Bir ara, bir çöp kutusunun önünde durdu. Çöp kutusuna baktı, sonra etrafına. Sanki bir karar vermeye çalışıyordu. Acaba çöp kutusuna bir şeyler mi atacaktı, yoksa çöp kutusunun içine mi girecekti? Neyse ki, ikinci seçeneği tercih etmedi. Çöp kutusuna bir tekme attı ve yoluna devam etti.
Yürüyüşü, bir komedi filminin en absürt sahnelerinden birini andırıyordu. Etraftaki insanlar, ona hem şaşkınlıkla hem de eğlenerek bakıyorlardı. Bazıları gülüyor, bazıları acıyor, bazıları ise sadece görmezden geliyordu. Ama adam, bunların hiçbirini umursamıyordu. O, kendi dünyasında, kendi ritmiyle dans etmeye devam ediyordu.
Sonunda, evine ulaştı. Kapının önünde durdu, anahtarını cebinden çıkardı ve kilidi açmaya çalıştı. Ama anahtar, bir türlü kilide girmiyordu. Sanki anahtar da sarhoş olmuş gibiydi. Bir sağa, bir sola dönüyor, ama bir türlü hedefine ulaşamıyordu.
Uzun uğraşlar sonunda, kilidi açmayı başardı. Kapıyı açtı, içeri girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Dışarıdan bakıldığında, her şey normale dönmüş gibiydi. Ama içeride, sarhoş adamın macerası henüz bitmemişti. Belki de yatağına ulaşmaya çalışırken bir kez daha düşecek, belki de sabaha kadar rüyasında garip yaratıklarla karşılaşacaktı.
Ama ne olursa olsun, sarhoş adam, o gece sokakta yürüdüğü unutulmaz anlarla hatırlanacaktı. O, bir denge ustası değildi belki, ama kesinlikle bir yaşam ustasıydı. Hayatın zorluklarına rağmen, gülmeyi, eğlenmeyi ve kendi yolunda yürümeyi biliyordu. Ve bu, her şeye rağmen takdir edilmesi gereken bir şeydi.
Dün geceki yürüyüşün ardından, sarhoş adamın hikayesi burada bitmedi. Aksine, sarhoşluktan arta kalan sersemlik, yeni bir güne, yeni bir maceraya kapı açıyordu. Güneş, sanki ona meydan okurcasına parlak bir şekilde doğmuştu. Adam, gözlerini araladığında, odası dönüyormuş gibi hissetti. Sanki dün geceki sokak hala onu takip ediyordu.
Ağır adımlarla yataktan kalktı. Sanki ayakları hala dün geceki dansı hatırlıyordu. Bir adım atıyor, sağa yalpalıyor, bir adım daha atıyor, sola savruluyordu. Duvara tutunarak banyoya doğru ilerledi. Aynada kendine baktığında, gördüğü manzara pek iç açıcı değildi. Saçları karmakarışık, gözleri kan çanağı, yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Sanki dün geceki bütün komiklikler, bugün yüzünde toplanmıştı.
Dişlerini fırçalarken, garip sesler çıkarıyordu. Fırçayı ağzında öyle bir hareket ettiriyordu ki, sanki bir orkestra şefi konser yönetiyordu. Gargara yaparken, sanki denizde fırtına çıkmış gibiydi. Bütün banyo, köpük ve suyla kaplanmıştı.
Kahvaltı hazırlamaya karar verdi. Dolabı açtığında, içinden garip sesler geldiğini sandı. Sanki yiyecekler, ona bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bir yumurta aldı, tavaya kırdı. Yumurta, sanki kaçmaya çalışırcasına tavadan fırladı. Adam, yumurtayı yakalamaya çalışırken, mutfak bir anda savaş alanına döndü.
Sonunda, kahvaltısını hazırlamayı başardı. Bir dilim ekmek, bir parça peynir ve bir bardak çay. Ama kahvaltısını yaparken bile, dengesini korumakta zorlanıyordu. Ekmek kırıntıları her yere saçılıyor, çay bardağı titriyordu. Sanki kahvaltı, onunla dalga geçiyordu.
Kahvaltısını bitirdikten sonra, dışarı çıkmaya karar verdi. Dün geceki sokak, onu tekrar çağırıyordu. Kapıdan çıktığında, güneş ışığı gözlerini kamaştırdı. Sanki bütün şehir, ona sırıtıyordu.
Yürümeye başladı. Ama bu sefer, daha dikkatliydi. Adımlarını daha yavaş atıyor, etrafına daha dikkatli bakıyordu. Dün geceki sarhoşluktan ders çıkarmış gibiydi. Ama yine de, zaman zaman tökezliyordu. Sanki yer, onu düşürmek için fırsat kolluyordu.
Yolda yürürken, garip olaylarla karşılaştı. Bir kedi, ona dik dik baktı ve sonra aniden yoluna devam etti. Bir köpek, havlayarak etrafında döndü ve sonra kuyruğunu sallayarak uzaklaştı. Bir çocuk, ona güldü ve sonra annesinin elini tutarak yoluna devam etti. Sanki bütün şehir, ona karşı birleşmiş gibiydi.
Bir parkın önünden geçerken, bir bankta oturan yaşlı bir adam gördü. Yaşlı adam, ona gülümsedi ve başını salladı. Adam, yaşlı adama karşılık verdi. Sanki yaşlı adam, ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belki de, "Hayat böyledir oğlum, bazen düşersin, bazen kalkarsın. Önemli olan, tekrar ayağa kalkabilmektir" demek istiyordu.
Adam, parkta biraz oturdu. Güvercinler, etrafında uçuşuyordu. Çocuklar, neşeyle koşuşturuyordu. Sanki hayat, bütün güzelliğiyle ona gülümsüyordu. O da, hayatın bu güzelliğine karşılık verdi. İçinden bir şarkı söylemeye başladı. Şarkı, dün geceki sarhoşluğun izlerini taşıyordu. Ama aynı zamanda, yeni bir umut, yeni bir başlangıç da barındırıyordu.
Parktan ayrıldı ve yoluna devam etti. Bu sefer, daha kararlıydı. Adımlarını daha düzgün atıyor, etrafına daha dikkatli bakıyordu. Sanki dün geceki sarhoşluk, ona bir şeyler öğretmişti. Hayatın değerini, dengenin önemini, gülmenin güzelliğini...
Akşam olduğunda, evine döndü. Kapıyı açtı, içeri girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Dışarıdan bakıldığında, her şey normale dönmüş gibiydi. Ama içeride, sarhoş adam artık bambaşka biriydi. Dün geceki sarhoşluk, onu değiştirmiş, olgunlaştırmış, hayata karşı daha bilinçli hale getirmişti.
Ve böylece, sarhoş adamın hikayesi, yeni bir bölüme başlamıştı. Bu bölüm, belki daha az komik, belki daha az absürt olacaktı. Ama kesinlikle, daha anlamlı, daha derin olacaktı. Çünkü sarhoş adam, artık hayatın sırlarını çözmeye başlamıştı. Kaldırım taşlarının felsefesini anlamıştı. Ve bu, her şeye rağmen takdir edilmesi gereken bir şeydi.