Her Yürekte Bir Sevda Vardır, Söylenmez
İnsan denen varlık, karmaşık duyguların, derin düşüncelerin ve anlatılamayan gizemlerin yumağıdır. Her birimiz, hayat yolculuğumuzda farklı deneyimler edinir, farklı anlamlar yükleriz. Bu anlamların en derin ve en gizemli olanlarından biri ise sevdadır. Her yüreğin en kuytu köşesinde, bazen bir tohum gibi filizlenmeyi bekleyen, bazen de bir kor gibi içten içe yanan, söylenmesi zor bir sevda vardır.
Bu sevda, illa ki romantik bir aşk olmak zorunda değildir. Bazen bir anne şefkati, bazen bir evlat özlemi, bazen de vatan sevgisi olarak tezahür eder. Bazen bir dostun omuzdaşlığı, bazen bir sanat eserine duyulan hayranlık, bazen de kayıp bir geçmişe duyulan özlem olarak kendini gösterir. Ancak her ne olursa olsun, bu sevdanın ortak bir noktası vardır: Söze dökülmesi zordur. Kelimeler, bu derinlikli duyguyu ifade etmekte yetersiz kalır. Sanki o sevda, kelimelerin ötesinde, ruhun en derinliklerinde gizlenmiş bir sır gibidir.
Bazen bir bakışta, bir tebessümde, bir dokunuşta kendini belli eder. Ama çoğu zaman, sessiz bir çığlık olarak içimizde yankılanır. Söylenmeyen her kelime, o sevdanın bir parçası olur. O sevda, adeta bir mühür gibi yüreğe kazınır ve hayat boyunca taşınır.
Bu söylenmeyen sevda, bazen bir hayal kırıklığına, bazen de büyük bir umuda dönüşür. Bazen pişmanlıkları, bazen de hayatın en güzel anılarını içinde barındırır. Bazen bir melodiye, bazen bir şiire, bazen de bir resme ilham kaynağı olur. Sanatın en güzel eserleri, işte bu söylenmeyen sevdaların yansımasıdır. Çünkü sanat, kelimelerin yetersiz kaldığı yerde, duyguları ifade etmenin bir yoludur.
Söylenmeyen sevda, bazen bir sır gibi saklanır. İnsan, o sevdasıyla baş başa kalır, onunla konuşur, onunla dertleşir. Belki de bu yüzden, her insanın iç dünyası ayrı bir evrendir. Çünkü her evrenin merkezinde, kendine has, söylenmesi zor bir sevda yatar.
Hayatın karmaşıklığı içinde, bu söylenmeyen sevdayı anlamak ve değerini bilmek önemlidir. Çünkü o, bizi biz yapan, bizi insan kılan en önemli duygulardan biridir. O sevdaya sahip çıkmak, kendimize sahip çıkmaktır. O sevdayı anlamaya çalışmak, hayatı anlamaya çalışmaktır.
Belki de söylenmeyen sevda, söylenmiş olandan daha değerlidir. Çünkü o, yüreğin derinliklerinde saklanan, özel ve kişisel bir deneyimdir. O sevda, sadece sahibine aittir ve onu diğerlerinden farklı kılar. Bu yüzden, her yürekte bir sevda vardır, söylenmez ve söylenmeyenin gizemi, sevdaları daha da değerli kılar.
Bu sevdayı yaşarken, onu anlamaya, değerini bilmeye ve onu bir hayat amacı haline getirmeye çalışalım. Çünkü o sevda, bizim iç sesimizdir, kalbimizin atışıdır, ruhumuzun şarkısıdır. Ve bu şarkı, bazen sessiz sedasız çalınsa da, hayatımızı anlamlı kılan en güzel melodidir.
Sessiz Melodi
Eski bir sahil kasabasında, rüzgarın denizle fısıldaştığı, güneşin denizin yüzeyinde dans ettiği bir yerde, Ayşe adında genç bir kadın yaşardı. Ayşe, kasabanın sessizliğiyle bütünleşmiş, iç dünyasında derin duygular barındıran bir ruh taşırdı. Yüzünde her zaman hafif bir tebessüm belirir, gözlerinde ise anlatılamayan bir hüzün yansırdı.
Ayşe, kasabanın küçük kütüphanesinde çalışır, kitapların arasında kaybolur, satırlardaki kelimelerde kendi duygularının yansımalarını bulurdu. Onun için kitaplar, kelimelerin ötesinde bir iletişim aracıydı. Belki de bu yüzden, kendi duygularını ifade etmekte zorlanırdı.
Ayşe'nin kalbinde, uzun zamandır yeşermeyi bekleyen bir sevda vardı. Bu sevda, kasabanın bir diğer sakini, deniz kenarında küçük bir atölyede ahşap oyma işiyle uğraşan Mehmet'e duyduğu sessiz bir hayranlıktı. Mehmet, elleriyle tahtaya can veren, her bir yonttuğu parçaya kendi ruhunu katan bir sanatçıydı. Ayşe, Mehmet'in atölyesinden yayılan tahta kokusunu içine çeker, her bir ahşap figürde Mehmet'in ellerinin izlerini görürdü.
Ayşe, Mehmet'e duyduğu sevdayı hiçbir zaman dile getiremedi. Kelimeler boğazında düğümlenir, kalbi ağzından çıkacakmış gibi atardı. O sevda, içinde büyüyen bir sır gibiydi. Bazen Mehmet'e bakarken gözleri parlar, tebessümü derinleşir, ama o an, hep sessizlikle son bulurdu. Mehmet ise, Ayşe'nin bakışlarındaki gizli anlamı fark eder, ama o da kendi iç dünyasında suskun kalmayı tercih ederdi.
Günler, haftalar, aylar geçti. Ayşe, Mehmet'i her gün uzaktan seyreder, onunla hayaller kurar, ama sevdasını hep içinde saklardı. Bir gün, kütüphanenin raflarında dolaşırken eski bir günlük buldu. Günlüğün sayfalarında, kasabanın eski bir sakininin, hayatının aşkına yazdığı ama hiçbir zaman veremediği mektuplar vardı. Ayşe, o mektupları okudukça kendi sessiz sevdasını daha iyi anladı.
O gece, Ayşe denizin kenarında oturdu, günlüğün son sayfasını açtı ve kendi duygularını kaleme aldı. Ama bu sefer, o mektubu kimseye vermeyecek, sadece kendi yüreğiyle paylaşacaktı. Ayşe, mektupta Mehmet'e olan hayranlığını, onun sanatına duyduğu saygıyı, kalbinin en derin köşesinde sakladığı sevgiyi yazdı.
Ertesi gün, Ayşe mektubu kütüphanenin en derin rafına, o eski günlüğün yanına koydu. O mektup, artık onun iç dünyasının bir parçası, söylenmeyen sevdasının bir simgesi olmuştu. Ayşe, Mehmet'e duyduğu sevgiyi kelimelere dökemese de, o sevdayı içinde yaşamanın güzelliğini anlamıştı.
Zaman geçti, Ayşe ve Mehmet kasabada yaşamaya devam ettiler. Aralarında kelimelere dökülmeyen bir iletişim, bakışlarla kurulan bir bağ vardı. Belki de onların sevdasının en güzel yanı, söylenmemiş olmasıydı. Çünkü her yürekte bir sevda vardır, söylenmez ve bu söylenmeyen sevda, bazen hayatın en güzel hikayesini yazardı. Ayşe ve Mehmet’in hikayesi de, sessiz bir melodinin en güzel notaları gibi, kalplerinde yankılanmaya devam etti.