CAN’I KIRIK, KÜÇÜK CAN…
Merhaba ‘ Anne ‘…
Şimdi beni duysan gözyaşlarına boğulurdun, adım gibi eminim…
Öyle ya, benim ağzımdan ‘ anne ‘ kelimesini duymana daha aylar, hatta yıllar olduğunu düşünüyorsundur. Geçen akşam babamla şakalaşıyordunuz, duydum. ‘ Önce baba diyecek benim oğlum ‘ diyordu babam. ‘ Hiç de bile, tabii ki anne diyecek, gör bak! ‘ diye cevap veriyordun sen de…
Salonda, menekşe saksılarının önünde duran kırmızı kanepede uzanmıştınız beraber. Birbirinize cevap yetiştiriyordunuz sözde. Ama aslında şakalaşıyordunuz. İnsanlar bunu çok sık yapıyorlar. Ağızlarından dökülen kelimelerle, içlerindekiler birbirini tutmuyor çoğu kez. Bazen kızgın laflar ediyor, ama aslında içlerinden gülüyorlar. Bazen de kahkahalarla gülüyor, ama aslında gözyaşlarını içlerine akıtıyorlar. Neden bilmiyorum… Tuhaf, çok tuhaf!!! Buna alışmam zaman alacak!
Sen babama sokulmuştun. Ayağında çok sevdiğin mor yün çorapların vardı. İkiniz de gülüyordunuz. Babam, şefkatle karnını okşuyordu.
Yani, beni…
Ben senin henüz dünyaya gelmemiş çocuğunum anne… Ben, Can’ım… Oğlun Can…
Siz istediniz adımın Can olmasını, ben de çok sevdim bu ismi…
Can… ‘ Hayat ‘ gibi…
Bu satırları okuyabilsen, beni duysan ne kadar çok şaşırırdın şimdi!!!
Dünyaya gelmeme, beni kollarınıza almanıza daha aylar var çünkü…
Varlığımı öğrendiğiniz ilk günden beri içiniz içinize sığmıyor. Sadece sizin değil, annelerinizin, babalarınızın, kardeşlerinizin de… Başınızın üzerini melek haresi misali sarıp sarmalayan bir bayram havası içinde, neşeyle koşuşturuyorsunuz. Odamı hazırladınız, birbirinden güzel giyecekler, oyuncaklar hazırladınız bana. ‘ Mavi çok klasik ‘ demiştin babama… O nedenle her şeyim beyaz… Bulut gibi, pamuk gibi beyaz…
Beyaz, masumiyetin rengi…
Ben daha masumum çünkü. Küçücüğüm…
Ama anne; ben her şeyi görüyor, duyuyor ve hissediyorum!
Senin içine düşüverdiğim o ilk haftalardan beri iştahla yediğin turşular, her seferinde gözlerin dolarak dinlediğin Ayışığı Sonatı, son haftalarda bacaklarına daha bir sevgiyle dolanıp duran Sarman’ın miyavlamaları, üst komşunun kocasıyla kavgaları…
Hepsinden haberim var, duyuyor ve hissediyorum…
Ve anne, biliyor musun, maalesef içtiğin sigaraları da hissediyorum ben!
Seni anlamıyorum. Beni daha şimdiden çok sevdiğini söylüyorsun. Etrafında gördüğün her şeye benim gözümle baktığını, bunun bambaşka bir duygu olduğunu anlatıyorsun arkadaşlarına… Benim için canını verebileceğini dile getiriyorsun gururla… Her lafının, her sözünün, her düşüncenin içinde ben varım. Ve anlaşılan o ki, artık hep olacağım.
Ama anne, söyler misin bana; BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU?!..
Bu deyimi geçenlerde duydum. Televizyonda bir tartışma programı izliyordun hani… İki adam kıyasıya tartışıyorlardı. Bıyıklı olanı, gözlüklü olana haykırmıştı ayağa fırlayarak:
‘ Beyefendi, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?! ‘
Uf, ne kadar bağırıyor bu insanlar bazen, ben de burada var gücümle karşılık veriyorum böyle zamanlarda: ‘ Susun yahu! Uyuyan var burada!!! ‘
Beni duyan olmuyor tabii… Sen keyifle geriniyorsun olduğun yerde ve kıkırdayarak ‘ Gene tekmeliyor haylaz! ‘ diyorsun.
Tekmeliyorum anne, ama bir sorsana, neden tekmeliyorum????
Neyse; bunları düşünecek, konuşacak çok vaktimiz olacak daha.
Ben sadece sana sormak için yazıyorum bu satırları:
Anne, neden sigara içiyorsun????
Günde sadece üç taneymiş sözde, sonra içine çekmiyormuşsun, içtikten sonra her yeri havalandırıyormuşsun, en hafifi imiş bu…
Vesaire, vesaire, vesaire!..
Hepsi deli saçması!
Anne, ben burada zehirleniyorum! Nefes alamıyorum! Tıkanıyorum! Daha açamadığım gözlerim yanıyor ateş gibi…
Ben seni hissediyorum… Her şeyini…
Peki sen, bunları hissetmiyor musun???
Odama her gün yeni bir şey alıyorsun hevesle… Abajur, halı, perde…
Bunları yapacağına, sigarayı bıraksana anne!
Doktoruna bile yalan söylüyorsun. Sonra babama, kendi annene, arkadaşlarına…
Gizli gizli içiyorsun sigaraları. Gargara yapıp, uzun uzun ağzını çalkalıyorsun her sigaradan sonra.
Kabahatlisin ki, saklıyorsun.
Bunu bilmiyor musun?
Kimi kandırıyorsun anne???
1-0 yenik başlatıyorsun beni hayata, farkında değilsin.
Beni kollarına aldığında için için sevineceksin, ‘ sigara içtim ama her şeyi sağlam,
sağlıklı işte ‘ diye mırıldanacaksın kendi kendine… Kendi suçunu, vicdan azabını; benim üzerimden, benim adıma hafifleteceksin.
Ama seneler sonra çıkacak acısı bu sigaraların, bilmezden geliyorsun.
Bir gün okulumdan arayacaklar belki seni. ‘ Can nefes alamıyor, morardı, galiba astım krizi geçiriyor ‘ diyecekler.
Titreyen ellerinle arabanı çalıştırırken, işte o zaman, gene bilmezden gelebilecek misin gerçeği???
Ya da belki, mezuniyet törenimde…
En önde duracağım.
En çalışkan olduğum için değil, en kısa boylu olduğum için.
Beni birbirlerine göstermek isteyenler şöyle diyecekler:
‘ Hani şu, en kısa boylu olan ‘
Kısa boylu olmak kötü değil. Ama buna birisi sebep olduysa… Hele seni en çok sevdiğini söyleyen kişi sebep olduysa, bile bile…
İşte o zaman kötü anne… Hem de çok kötü!
1-0 yenik başlatıyorsun beni hayata…
Ama sen de yeniksin aslında, farkında değilsin…
Sana kırgınım anne, çok kırgınım.
Kırgın olduğum için de, 1-1 berabereyiz aslında, farkında değilsin!..
Ama bu bir oyun değil ki… Maç, hiç değil. Yenilgiler unutulmuyor anne… Kırık dökük
cam parçaları gibi kalıyorlar insanın içinde.
Çok sevdiğin o şarkıda söylediği gibi muhteşem sesli kızın; ‘ Can Kırıkları ‘ oluyorlar yüreğinin en orta yerinde… Bu kadar duygusal bir insansın. Reklamları seyrederken bile ağlıyorsun bazen. Peki, bunu görmüyor musun???
Dünyanın bir yerinde aç kalan, can veren, büyüyemeyen çocuklar için gözyaşı döküyorsun.
Peki ya kendi çocuğun anne? Senin içtiğin sigaraların dumanı içinde boğulmak üzere olan kendi oğlun???
Çok ağlarsam ilk birkaç ay… Geceleri sizi uyutmazsam... ‘ Çok zor bebek ‘ derlerse benim için…
Bil ki istediğimden değil. Elimde olduğundan, hiç değil… Küçük ciğerlerim, kim bilir ne oyunlar oynayacaklar bana…
Satırlarıma burada son veriyorum anne…
Her şeye rağmen, seni çok seviyorum.
Bu mektubu hiç okuyamayacaksın.
Bebeklerinin kendilerine mektup yazdığını bilmez anneler. Böyle mektupları sadece kendileri yazıyor zannederler. ‘ Bebeklerin büyük sırrına ‘ ihanet edemem.
Çok uzun yıllarımız var seninle paylaşacak.
Her seferinde, bilgisayar oyunumun en zevkli yerinde ‘ hadi derse! ‘ diye bağırdığında sana öfkeleneceğim belki…
Canım çikolata yemek isterken, sen ağzıma ıspanak dolu bir kaşığı uzattığında küseceğim belki…
Sınıf arkadaşlarımın yanında bir zamanlar altıma nasıl bez bağladığını ballandıra ballandıra anlattığında hırstan gözlerim dolacak belki…
Mahalle maçının en heyecanlı yerinde, balkondan ‘ Çok terledin, yeter artık ! ‘ diyen sesini duyduğumda utanacağım belki…
Bir bayram sabahında, ilk aşkımın heyecanına dalıp seninle bayramlaşmayı unuttuğum için tatlı bir sitemle iç çekerek ‘ Aaah, ah! Bilsen, ben senin için neler yaptım ‘ dediğinde ‘ Uf, gene mi başlıyor?! ‘ diye soracağım kendime belki…
Geç kaldığım gecelerde, uyumadan beni beklediğini çaktırmamak için uyuyor numarası yaptığını fark edince alay edeceğim belki, için için…
Uzun yıllar var önümüzde…
Sen de bana çokça kızacak, sinirlenecek, içerleyecek, alınacak, bozulacaksın belki…
Ama bütün bunlar, yaşayacağımız güzelliklerin, paylaşacağımız ve ışığını sadece bizim görebileceğimiz o büyülü sevginin yanında, nedir ki???
Sana kavuşmak için sabırsızlanıyorum.
………………………………
Derken, bir sigara yaktın şimdi. Çakmağının sesini duyuyorum her şeyden önce… Gök gürültüsü kadar korkutucu geliyor bu ses bana. Kulaklarımı tıkamak istiyorum.
Sonra, yoğun bir sis… Kapkara… Duman… Göz gözü görmüyor içerde…
Oksijen maskesi istiyorummmm!!!!!
Bitiriyorum artık. İstesem de daha yazmam zaten. Nefesimi tutmam lazım. Yoksa boğulurum anne, birbirimize kavuşamayız.
Hoşçakal anne…
Ben Can… Oğlun Can…
Hayata, senin vazgeçemediğin zevkin yüzünden 1-0 yenik başlayan Can!..
Can’ı kırık, küçük Can!..
Alıntıdır!
Merhaba ‘ Anne ‘…
Şimdi beni duysan gözyaşlarına boğulurdun, adım gibi eminim…
Öyle ya, benim ağzımdan ‘ anne ‘ kelimesini duymana daha aylar, hatta yıllar olduğunu düşünüyorsundur. Geçen akşam babamla şakalaşıyordunuz, duydum. ‘ Önce baba diyecek benim oğlum ‘ diyordu babam. ‘ Hiç de bile, tabii ki anne diyecek, gör bak! ‘ diye cevap veriyordun sen de…
Salonda, menekşe saksılarının önünde duran kırmızı kanepede uzanmıştınız beraber. Birbirinize cevap yetiştiriyordunuz sözde. Ama aslında şakalaşıyordunuz. İnsanlar bunu çok sık yapıyorlar. Ağızlarından dökülen kelimelerle, içlerindekiler birbirini tutmuyor çoğu kez. Bazen kızgın laflar ediyor, ama aslında içlerinden gülüyorlar. Bazen de kahkahalarla gülüyor, ama aslında gözyaşlarını içlerine akıtıyorlar. Neden bilmiyorum… Tuhaf, çok tuhaf!!! Buna alışmam zaman alacak!
Sen babama sokulmuştun. Ayağında çok sevdiğin mor yün çorapların vardı. İkiniz de gülüyordunuz. Babam, şefkatle karnını okşuyordu.
Yani, beni…
Ben senin henüz dünyaya gelmemiş çocuğunum anne… Ben, Can’ım… Oğlun Can…
Siz istediniz adımın Can olmasını, ben de çok sevdim bu ismi…
Can… ‘ Hayat ‘ gibi…
Bu satırları okuyabilsen, beni duysan ne kadar çok şaşırırdın şimdi!!!
Dünyaya gelmeme, beni kollarınıza almanıza daha aylar var çünkü…
Varlığımı öğrendiğiniz ilk günden beri içiniz içinize sığmıyor. Sadece sizin değil, annelerinizin, babalarınızın, kardeşlerinizin de… Başınızın üzerini melek haresi misali sarıp sarmalayan bir bayram havası içinde, neşeyle koşuşturuyorsunuz. Odamı hazırladınız, birbirinden güzel giyecekler, oyuncaklar hazırladınız bana. ‘ Mavi çok klasik ‘ demiştin babama… O nedenle her şeyim beyaz… Bulut gibi, pamuk gibi beyaz…
Beyaz, masumiyetin rengi…
Ben daha masumum çünkü. Küçücüğüm…
Ama anne; ben her şeyi görüyor, duyuyor ve hissediyorum!
Senin içine düşüverdiğim o ilk haftalardan beri iştahla yediğin turşular, her seferinde gözlerin dolarak dinlediğin Ayışığı Sonatı, son haftalarda bacaklarına daha bir sevgiyle dolanıp duran Sarman’ın miyavlamaları, üst komşunun kocasıyla kavgaları…
Hepsinden haberim var, duyuyor ve hissediyorum…
Ve anne, biliyor musun, maalesef içtiğin sigaraları da hissediyorum ben!
Seni anlamıyorum. Beni daha şimdiden çok sevdiğini söylüyorsun. Etrafında gördüğün her şeye benim gözümle baktığını, bunun bambaşka bir duygu olduğunu anlatıyorsun arkadaşlarına… Benim için canını verebileceğini dile getiriyorsun gururla… Her lafının, her sözünün, her düşüncenin içinde ben varım. Ve anlaşılan o ki, artık hep olacağım.
Ama anne, söyler misin bana; BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU?!..
Bu deyimi geçenlerde duydum. Televizyonda bir tartışma programı izliyordun hani… İki adam kıyasıya tartışıyorlardı. Bıyıklı olanı, gözlüklü olana haykırmıştı ayağa fırlayarak:
‘ Beyefendi, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?! ‘
Uf, ne kadar bağırıyor bu insanlar bazen, ben de burada var gücümle karşılık veriyorum böyle zamanlarda: ‘ Susun yahu! Uyuyan var burada!!! ‘
Beni duyan olmuyor tabii… Sen keyifle geriniyorsun olduğun yerde ve kıkırdayarak ‘ Gene tekmeliyor haylaz! ‘ diyorsun.
Tekmeliyorum anne, ama bir sorsana, neden tekmeliyorum????
Neyse; bunları düşünecek, konuşacak çok vaktimiz olacak daha.
Ben sadece sana sormak için yazıyorum bu satırları:
Anne, neden sigara içiyorsun????
Günde sadece üç taneymiş sözde, sonra içine çekmiyormuşsun, içtikten sonra her yeri havalandırıyormuşsun, en hafifi imiş bu…
Vesaire, vesaire, vesaire!..
Hepsi deli saçması!
Anne, ben burada zehirleniyorum! Nefes alamıyorum! Tıkanıyorum! Daha açamadığım gözlerim yanıyor ateş gibi…
Ben seni hissediyorum… Her şeyini…
Peki sen, bunları hissetmiyor musun???
Odama her gün yeni bir şey alıyorsun hevesle… Abajur, halı, perde…
Bunları yapacağına, sigarayı bıraksana anne!
Doktoruna bile yalan söylüyorsun. Sonra babama, kendi annene, arkadaşlarına…
Gizli gizli içiyorsun sigaraları. Gargara yapıp, uzun uzun ağzını çalkalıyorsun her sigaradan sonra.
Kabahatlisin ki, saklıyorsun.
Bunu bilmiyor musun?
Kimi kandırıyorsun anne???
1-0 yenik başlatıyorsun beni hayata, farkında değilsin.
Beni kollarına aldığında için için sevineceksin, ‘ sigara içtim ama her şeyi sağlam,
sağlıklı işte ‘ diye mırıldanacaksın kendi kendine… Kendi suçunu, vicdan azabını; benim üzerimden, benim adıma hafifleteceksin.
Ama seneler sonra çıkacak acısı bu sigaraların, bilmezden geliyorsun.
Bir gün okulumdan arayacaklar belki seni. ‘ Can nefes alamıyor, morardı, galiba astım krizi geçiriyor ‘ diyecekler.
Titreyen ellerinle arabanı çalıştırırken, işte o zaman, gene bilmezden gelebilecek misin gerçeği???
Ya da belki, mezuniyet törenimde…
En önde duracağım.
En çalışkan olduğum için değil, en kısa boylu olduğum için.
Beni birbirlerine göstermek isteyenler şöyle diyecekler:
‘ Hani şu, en kısa boylu olan ‘
Kısa boylu olmak kötü değil. Ama buna birisi sebep olduysa… Hele seni en çok sevdiğini söyleyen kişi sebep olduysa, bile bile…
İşte o zaman kötü anne… Hem de çok kötü!
1-0 yenik başlatıyorsun beni hayata…
Ama sen de yeniksin aslında, farkında değilsin…
Sana kırgınım anne, çok kırgınım.
Kırgın olduğum için de, 1-1 berabereyiz aslında, farkında değilsin!..
Ama bu bir oyun değil ki… Maç, hiç değil. Yenilgiler unutulmuyor anne… Kırık dökük
cam parçaları gibi kalıyorlar insanın içinde.
Çok sevdiğin o şarkıda söylediği gibi muhteşem sesli kızın; ‘ Can Kırıkları ‘ oluyorlar yüreğinin en orta yerinde… Bu kadar duygusal bir insansın. Reklamları seyrederken bile ağlıyorsun bazen. Peki, bunu görmüyor musun???
Dünyanın bir yerinde aç kalan, can veren, büyüyemeyen çocuklar için gözyaşı döküyorsun.
Peki ya kendi çocuğun anne? Senin içtiğin sigaraların dumanı içinde boğulmak üzere olan kendi oğlun???
Çok ağlarsam ilk birkaç ay… Geceleri sizi uyutmazsam... ‘ Çok zor bebek ‘ derlerse benim için…
Bil ki istediğimden değil. Elimde olduğundan, hiç değil… Küçük ciğerlerim, kim bilir ne oyunlar oynayacaklar bana…
Satırlarıma burada son veriyorum anne…
Her şeye rağmen, seni çok seviyorum.
Bu mektubu hiç okuyamayacaksın.
Bebeklerinin kendilerine mektup yazdığını bilmez anneler. Böyle mektupları sadece kendileri yazıyor zannederler. ‘ Bebeklerin büyük sırrına ‘ ihanet edemem.
Çok uzun yıllarımız var seninle paylaşacak.
Her seferinde, bilgisayar oyunumun en zevkli yerinde ‘ hadi derse! ‘ diye bağırdığında sana öfkeleneceğim belki…
Canım çikolata yemek isterken, sen ağzıma ıspanak dolu bir kaşığı uzattığında küseceğim belki…
Sınıf arkadaşlarımın yanında bir zamanlar altıma nasıl bez bağladığını ballandıra ballandıra anlattığında hırstan gözlerim dolacak belki…
Mahalle maçının en heyecanlı yerinde, balkondan ‘ Çok terledin, yeter artık ! ‘ diyen sesini duyduğumda utanacağım belki…
Bir bayram sabahında, ilk aşkımın heyecanına dalıp seninle bayramlaşmayı unuttuğum için tatlı bir sitemle iç çekerek ‘ Aaah, ah! Bilsen, ben senin için neler yaptım ‘ dediğinde ‘ Uf, gene mi başlıyor?! ‘ diye soracağım kendime belki…
Geç kaldığım gecelerde, uyumadan beni beklediğini çaktırmamak için uyuyor numarası yaptığını fark edince alay edeceğim belki, için için…
Uzun yıllar var önümüzde…
Sen de bana çokça kızacak, sinirlenecek, içerleyecek, alınacak, bozulacaksın belki…
Ama bütün bunlar, yaşayacağımız güzelliklerin, paylaşacağımız ve ışığını sadece bizim görebileceğimiz o büyülü sevginin yanında, nedir ki???
Sana kavuşmak için sabırsızlanıyorum.
………………………………
Derken, bir sigara yaktın şimdi. Çakmağının sesini duyuyorum her şeyden önce… Gök gürültüsü kadar korkutucu geliyor bu ses bana. Kulaklarımı tıkamak istiyorum.
Sonra, yoğun bir sis… Kapkara… Duman… Göz gözü görmüyor içerde…
Oksijen maskesi istiyorummmm!!!!!
Bitiriyorum artık. İstesem de daha yazmam zaten. Nefesimi tutmam lazım. Yoksa boğulurum anne, birbirimize kavuşamayız.
Hoşçakal anne…
Ben Can… Oğlun Can…
Hayata, senin vazgeçemediğin zevkin yüzünden 1-0 yenik başlayan Can!..
Can’ı kırık, küçük Can!..
Alıntıdır!