1. ŞİİRİ BEKLEMEK
Bitirilen her şiirin içinde, bir sonraki şiirin tohumları yatar. Bu tohumlardan hangisinin yeşerip, hangisinin öleceğini bilmek kolay iş değildir. Biten şiirle, yeni başlayacak şiirin arasındaki manyetik alanda bir gezintidir bu aynı zamanda. Sözcükler bu alanda gömülü, gizli mayınlardır. Bazen bu alanda günlerce gezinirsiniz hiçbir mayın (sözcük) patlamaz. Bazen de, havada uçuşan bir kelebeğin kanat vuruşlarındaki titreşim ‘şiirin kozmik alanı’ndaki elektriği harekete geçirir. Şairlik bu alanda gezinti yapmayı bilmek, yönetilebilen sözcükleri yönetmek, yönetilemeyenlerin (şaire) gelişini beklemektir. Bu bekleyişi bir randevuya dönüştürmektir. İşte bu bekleyişi öğrenmek, sözcükleri ne kadar görebileceğimizi bilmenin ilk yoklamasıdır!
Şair, sürekli olarak, sözcüklerle yoklama yapan bir dil işçisidir.
2. SÖZCÜKLERLE DÜELLO
Şiiri beklemek sözcükleri kendi şiirsel zamanlarında yakalamanın ilk sürecidir. Kendi süreçlerinin ve şiirsel gerçekliklerinin dışında kullanılan sözcükler yerine oturmamış sözcüklerdir. Bunları şiire ‘doldurmak’la şiir yazmanın bir ilişkisi yoktur. Sözcükler kendini ele vermez. Şairin, kendilerini hangi duyarlılıkta, hangi boyutta, hangi ustalıkta kullanabileceğini bilmek isterler. Çünkü sıradan ve olağan bir şekilde kullanılmaktan nefret ederler.
Bunu anlamak için şairi düelloya çağırırlar.
Şair bu düelloya hazır mıdır? Hazırsa ne kadar hazırdır?
Sözcüklerle düelloya çağrılmak büyük bir duyarlılığı ve bilgiyi gerektirir. Bu yetilere sahip değilseniz, milyonlarca yıldır kendilerini yenileyen, doğurtan, yeni renkler ve seslerle yıkanan sözcüklerin karşısına nasıl çıkarsınız?
Bu nedenle, şiirler, şairlerini kendileri seçerler.
Başka bir deyişle; şiirleri yazan şairler değildir.
Şiirler, şairlere kendilerini yazdırtırlar.
3. ŞİİRDE İLK DİZE TANRIDANDIR
Şairle, sözcüklerin düellosunda, şair şiirden hızlı davranıp, ilk kurşunda bir kaç sözcük vurabilir. Hatta bir dize bile yakalayabilir. Bu çok önemlidir, çünkü şiirin belki de kılavuz dizesidir. Kılavuz dize bir trenin lokomotifidir, arkasındaki vagonları (sözcükleri) çekip götürebilir. Şiirin mimari yapısının oluşmasında çok önemli bir rol oynar. Paul Valery’ye göre ''İlk dize Tanrı’dandır''.
Neden ilk dize Tanrı’dandır?
Çünkü bir kaosun içinden çıkar ve kaosun ilk örgütlü birimidir.
Fakat bu tanrısal dize, kılavuz dize yanıltıcı da olabilir. Şiir bu dize ile şairin önüne ilk yemi atmış olabilir. Şairin bu dizeyle ne yapabileceğini dener.
Şair ilk dizeyi bilmez.
Yalnızca sezer.
Bu da şiiri görmekten geçer.
Şiiri görmek, sürekliliği gerektirir.
Süreklilik olmadan şairlik olmaz.
4. ŞAİR DÜNYAYI SÖZCÜKLERLE GÖREN İNSANDIR
Şairlik sürekli bir iştir. Günde beş saat şairlik olmaz.
Cemal Süreya: ''Ben günde 24 saat şiir düşünürüm,'' derken bunu anlatmak istedi. Şair günde 24 saat dünyaya şair olarak bakar. Ne olursanız olun, ne yaparsanız yapın, günde 24 saat dünyaya şair olarak bakacaksınız. Ama otobüsten, balkondan, trenden değil, sözcüklerin içinden bakacaksınız.
Çünkü şairin gözlükleri sözcüklerdir.
Şair, dünyayı sözcüklerle gören insandır.
5. ŞİİRİ ÇOK SEVİYORUM...
Evet! Şiiri çok seviyorsunuz ama şiiri sevmek başka şey, şiir yazmak başka şey. Şiiri çok sevmeniz, size iyi şiir yazma olanağını ve garantisini vermez. Ben jet uçağıyla uçmayı çok seviyorum ama pilot değilim. Kalp sözcüğünü çok seviyorum ama by-pass ameliyatı yapamam.
Şiir yazmak, jet uçağını kullanmaktan ya da by - pass ameliyatı yapmaktan daha mı kolay ?
Şiir yazma konusundaki bu kolaycılık anlayışı nereden geliyor?
Ülkemizin kültüründe mi böyle bir sakatlık var?
Sanıyorum bu anlayışın kökünde, Türkiye’de, kötü şiir yazarak da ‘ünlü şair!?’ olunabileceği düşüncesi yatıyor. Bunun da yüzlerce örneği var.
Ama Türkiye’de bu şairlerin sabun köpükleri gibi yok olup gittiğini görmediniz mi? Türk edebiyatı şiir mezarlıklarıyla dolu. İnternet bu işe yeni bir boyut kattı. Kağıt mezarlıklarının yanında elektronik mezarlıklar oluşturdu.
Ama edebiyatın en güzel yanı kötüyü temizlemesidir.
İşin olumlu yanı da var tabii; kötü şairler olmasa iyi şairler olmazdı.
Yaşasın kötü şiir!
6. ŞİİR NE ANLATIR?
Hangi konuda yazıyorsunuz?
Bu soruyla karşılaşmayan şair var mıdır? Ne zaman bu soru sorulsa bana, elim ayağım tutulur. Ne cevap vereceğimi bilemem. Bir duvar ustasına eliyle ne iş yaptığını sorsanız ne yanıt alırsınız? Bu soru, soruyu soranın konumunu hemen belirler; şiire, edebiyata uzaktan bakan bir kişidir.
Çünkü şiirin konusu yoktur, kendisi vardır.
İdeolojisi de kendisidir, konusu da... Hayatın içinde yer alan her şey, canlılar, doğa, evren, yıldızlar... Şiirin coğrafyası hayattır.
Bana resimde, şiirde değişik akımlar olduğunu söyleyebilirsiniz; sürrealizm, dadaizm, İkinci Yeni, ‘60 Kusağı vb.
Evet var! Ama bu akımlar sanatçının konuları değil, yaratıcılığını dünyaya açtığı yollar, araçlardır. Sıçrama noktalarıdır.
Küçük bir anı... Ölümünde çok kısa bir süre önce
Cemal Süreya ile İstanbul’da Cağaloğlu’nda bir meyhanede içiyoruz, şiir ve hayat üzerine konuşuyoruz. 1969 yılında ANT Dergisi’nde yayımlanan ‘60 Şiir Kuşağı Manifestosu’nda
Cemal Süreya’yı en fazla eleştiren şair bendim. Ateşin içinde yaşanan ‘60’lı yıllarda, İkinci Yeni’yi toplumsal duyarsızlıkla eleştiriyorduk.
''Cemal,'' dedim: ''Seni ben fazla mı eleştirdim?''
''Yok,'' dedi: ''Sen haklıydın. Şairler, kuşaklar dövüşe dövüşe gelişirler.''
O zaman aynı süreci farklı duyarlılıklarla yaşadığımızı anladım. Ben gençtim, ateşin içindeydim, o belki biraz kıyıdan süreci daha ince yorumladı.
''Peki ama,'' dedim: ''Senin İkinci Yeni ile ne işin var?''
Tüm sevecenliği ve bilgeliği ile ''İkinci Yeni benim evim Özkan,'' diye yanıtladı beni.
Bu son buluşmamızda Cemal, cebindeki cep defterini çıkararak, küçük sayfalara yazılmış bir şiirini ilk kez bana okudu ve ''Nasıl buldun?'' diye sordu.
Bu şiir ''Üstü kalsın''dı.
Bu şiirin Cemal’in son şiiri olacağını nasıl bilebilirdim. ''Şairler ne zaman öleceğini bilir'', denir. Hep düşünmüşümdür; Cemal öleceğini biliyor muydu bu şiiri okurken?
Söylemek istediğim şu; akımlar sanatçıların çıktıkları evdir. Doğdukları ana karnıdır. Doğarlar ve evlerini terk ederler. Artık uzun bir yolculuk başlamıştır.
Şiir her şeyi anlatır.
Şairin her saniye gördüğü her şeyi.
Hatta görmediklerini.
Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.
7. ŞİİR YALNIZ ANLATTIKLARIYLA DEĞİL
ANLATMADIKLARIYLA DA VARDIR
Bir şiir asla anlattığı kadar değildir.
İyi şiir, alt bilinciyle de okura ulaşır ve okura seçme özgürlüğü verir. Okuru bilmediği bir dünyaya fırlatır. Onu kendi yaş***** ve dünyaya karşı açılandırır. Okur bir şiiri, neden şairin istediği gibi anlasın? Anlarsa o şiir durağan, statik bir şiir olur.
Bu açıdan bakınca şairleri iki bölüme ayırabiliriz: Okuru şiire katan, okurunun şiiriyle bütünleşmesini sağlayan şairler ve okurunu yalnızca şiiriyle sınırlayan şairler.
Okur, şiiri her okuduğunda yeni şeyler bulmalı. Heyecan duymalı.
Şiirin bilinçaltı, sözcüklerin yanma noktaları arasındaki alanlarda söylenmeyen fakat beynimize ve kalbimize akıtılan kızgın eriyikleridir.
Yazılmayan, çağrıştırılan sözcüklerdir.
Yazılan sözcüklerin uçurumlarıdır.
Okuru heyecanlandıran işte bu uçurumlardır.
Bazen de sözcüklerin arasındaki sessizliktir.
Uçurumlarla sessizlik arasında bir yolculuk...
Klasik müziği ve caz şarkılarını düşünün. Onları var eden melodiler arasındaki sessizlikler değil midir? Bu sessizliği çıkarırsanız, melodiler, bir trafik kazasında birbirinin üzerine binen arabalara benzer.
Şiirde sözcükler, aralarındaki suskunlukla donanır. Bu suskunluk, bir orkestra şefinin elindeki çubuğun işlevini görür.
Kısaca, şair, anlattıklarının dışında, anlatmadıklarını okurun bilincine akıtan insandır.
8. HER ŞİİR BİLİNMEYEN ADRESE GÖNDERİLMİŞ BİR MEKTUPTUR
Biten her iyi şiir, bilinmeyen bir adrese postalanmış bir mektuptur. Adresini kendi bulur. Hızını kendi tayin eder. Bakarsınız yazdığınız bir şiir bir yerlere takılır kalır, bir diğeri adresini bulur. Hiç tanımadığınız bir yerde insanların elinde dolaşır, onların hayatına ortak olur. Siz bir şair olarak şiirinizle onların hayatına ortak olursunuz.
Bazen bir şair, bazı şiirlerinin önemini okurlarından öğrenir.
Şiir bittikten, yayımlandıktan sonra artık şairin malı olmaktan çıkar.
Ve okurlarına, şairinden fazla ulaşır.
Sonsuz bir zaman dilimine dağılır.
Şairin hayatı, gerçek bir şiirin hayatı karşısında bir karıncanın hayatı kadar kısadır. Kendi kısa yaşamıyla, şiirinin yaş***** uzatmaya çalışan bir şairin yaptığı iş ne kadar saçma bir iştir.
9. HER ŞEY ANLATILABİLİR Mİ?
Şiir ne anlatır?
Her şeyi anlatır.
Peki her şey anlatılabilir mi ? Her şey nasıl anlatılır şiirde? Şiir her şeyi nasıl yakalar?
Tayland’ta, Pattaya kentinin merkezinde, deniz boyunca uzanan Walk Street’te yürüyorum bir gece. Korkunç bir kalabalık var, her köşeden kulakları yırtan bir müzik fışkırıyor. Kaldırımda minicik kara bir kedi gördüm. Belki de bir haftalık bir kedi. Müthiş güzellikte bir yüzü var. Parmaklarımın ucuyla başını okşamak için elimi uzatınca, o sevimli ağzını açarak aslan gibi bir ses çıkarmayı denedi.
Minik kedinin beni korkutmak için aslanlaşmak konusunda gösterdiği bu başarısızlık o kadar güzel, o kadar çarpıcıydı ki; ''Bunu nasıl anlatalabilirim?'' diye düşündüm. ''Milyonlarca sözcükten, hangi sözcükleri seçmeliyim? Bunları nasıl bir ilişki içinde düzenlemeliyim? Hangi sözcüklerin manyetik alanlarını çakıştırmalıyım? Seçtiğim sözcükler arasındaki suskunluğu nasıl belirlemeliyim?
Tayland’tan Stockholm’e döndüm. Aylar geçti, her gün o kedinin yüzünü düşünüyorum. Ama bu yüzü anlatacak tek bir sözcük bulamadım. Bu sözcüklerin var olduğunu biliyorum. Şu anda belki o kediyi anlatacak yüz tane şiir yazabilirim ama hiçbiri, benim yazmayı düşündüğüm şiir olmayacak. Sözcükleri iteleyip, kakalayarak şiir yazılamaz. Yapacağım tek şey var: Şiiri beklemek, sözcüklerin bana genç bir kız gibi gözkırpmasını beklemek. Küçücük, çapkın bir bakış...
Sözcüklerin beni düelloya davet etmesini bekliyorum.
Evet! Her şey anlatılabilir.
Şiiri beklemesini öğrenmişseniz tabii.
10. SÖZCÜKLER DİŞİDİR
İMGE ŞİİRİ AYDINLATIR
''Her sözcük biraz yamacına düşer,'' demişti, Artur Lunkvist.
Sanıyorum şiirin en temel ilkelerinden birine geldik; sözcükler devingendir ve doğurgandır. Bir şairin yapabileceği en büyük hata sözcükleri yalnız kendi anlamları ile kullanmaktır.
Yani arzuhalci olmaktır.
İmge konusunda çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Herkes kendi anladığını yazdı, çizdi. Ama şiir, hiçbir zaman, hiçbir şairin anladığı, bildiği kadar değildir. Çünkü şiirin ve imgenin kendi hayatı vardır. İmgeyi öğrenmek için imgenin kendisinden yola çıkmak gerekir. Bilimseldir imge.
Hiçbir sözcüğü sözlükten ya da günlük yaşamdan koparıp, bir pul gibi şiire yapıştırırarak kullanamazsınız. Sözcüklerin, şairle diyalog içinde şiire hazırlanabilecek bir dilsel uzaya taşınması gerekir. Buna sözcüklerin olgunlaştırılması ya da demlendirilmesi diyebiliriz. Bu işlem bir saniyede de olabilir, yıllarca da sürebilir.
Bazı sözcükler ve imgeler, düşündüğüm süreç içinde kendini kullandırmamıştır bana. Yıllar sonra benimle kontak kurmuştur. Yıllar sonrasına taşıttırmıştır kendini bana. Sözcükler şiire hazır oldukları noktada şairin dudaklarına bir öpücük kondurarak ''Al beni seninim artık, istediğini yap bana der''.
Çünkü sözcükler dişidir.
11. ŞAİR OLUNUR MU ?
Şair olunmaz.
Şair, şair olduğunu bilmez.
Şairliğini sonradan anlar. Artık şiirden başka bir şeyi seçme özgürlüğü yoktur.
Şairden başka herkesin şair olduğunu söyleme hakkı vardır.
Bir kelebeğin kelebek olduğunu söylemesi ne kadar gereksizse, bir şairin şair olduğunu söylemesi de o kadar gereksiz ve anlamsızdır.
Başbakan olabilirsiniz, çok fazla bir yeteneği gerektirmez bu. Eğitimini görmüşseniz, doktor, avukat, mühendis vb. de olabilirsiniz? Her şey olunur.
Ama şair nasıl olunur?
Mektebi var mı bu işin?
Sanatın da mektebi var elbet, güzel sanatlar akademisi, sinema yüksek okulları vb. Buralarda ne öğretilir? Çok şey öğretilir, bu konularda yüklü, sıkı bir eğitiminiz olur ve bu çok iyidir.
Ama bu mekteplerde öğretilmeyen, öğretilmesi mümkün olmayan tek şey vardır; yaratıcılık.
Küçük bir öykü: Polanya’nın Lodz kentinde dünyanın en önemli sinema okullarından biri vardır ve bu okuldan Roman Polanski gibi büyük yönetmenler yetişmiştir. Bir gün bir gazeteci, okulun müdürüne sorar: ''Bu okuldan büyük yönetmenler çıkıyor. Okulunuz büyük bir okul olmalı.''
''Hayır, büyük olan okul değil. Buraya çok yetenekli gençler geliyor. Biz yalnızca bize gelen gençlere, onların dahi olduğunu gösterdik, kendileri bilmiyorlardı.''
Şunu söylemek istiyorum; edebiyatı, şiiri, sanatı seviyorsunuz. Ne güzel, sevin! Bu okullara gidin, bilginizi, donanımınızı arttırın, diplomalar alın.
Ama hiçbir okul sizi sanatçı yapamaz. Çünkü yaratıcılık öğretilemez.
''Şair olunur mu?'' diye sormuştuk.
Bence olunmaz. Şair, şair olduğunu sonradan öğrenir.
Şairler gittikleri yolda büyük olduklarını öğrenirler.
Büyük şiirler, şairlerini uçurumda beklerler.
Hiçbir güzelliğin ve yaratıcılığın kendini ispata ihtiyacı yoktur.