Kendimden başka herkesim sanki. Ruhum ziyanlarda, bu ziyana isyanlarda. Ne zaman ve nasıl ben olacağım? Yaratılıştan özgür ruhum hürriyet şarkıları fısıldıyor kulağıma. Çağrısına teslim oldum.
Kolay değil kendi kanatlarınla uçabilmek. Kanattan önce yürek gerek. Beni yüreklendiren fısıltıyla, benliğime vurulan pranganın zincirini kırdım kırmasına da, bilinçaltı prangası hala bileğimde. Giremezsin, çıkamazsın, yapamazsın, başlayamazsın, sevemezsin! Ruhuma aykırı kurallar hepsi.
Kişiliğime müdahale etmek isteyen baykuşların uğultusuna kulaklarımı tıkadım. Yollarıma yerleştirdikleri yön tabelalarına gözlerimi kapattım. Ömrümün bir kısmı mayın tarlasında geçmişken yolumun üzerindeki dikenlere hiç aldırır mıyım? Aldırmıyorum. Yeni doğmuş bir tayın, titreyen bacaklarına sahibim. Eğer birkaç adım sonra düşme ihtimalim varsa bile tekrar ayağa kalkabilirim. Adımlarımı sayıyorum.
İnsanı kendine götüren yol uzun. Kişi bu yolda yalnız değildir. Geçmişinin hayaleti takiptedir her zaman. Güçsüz bacaklarına ansızın yapışır, görülmeyen pranganın zincirini kendine doğru çekiverir. Sindirilmişliğin soğuk nefesini ensemde hissediyorum. Sendeliyorum ve dizlerimin üzerine düşüyorum. Olmak istediğim benle olmamı istedikleri ben arasında kalıyorum. Değiştiremeyeceğim bir geçmişin sahibiyim. Ya silkinip ayağa kalkacağım ya da yenileceğim. Geleceği inşa etmem mümkün fakat yine de kaygılıyım. Yaralı dizlerimden öpüyor, yoluma devam ediyorum.
İdeallerim; korku şişesinin içindeki geleceğe yazılmış bir pusula. Bilinçaltım dalgalı deniz. Benliğim fındık kabuğundan bir gemi. Gel-gitler onu, kâh kumsala bırakıyor kâh büyük bir dalganın gücüyle suyun içine çekiyor. Kaptanın marifeti fırtınada belli oluyor. Direniyorum.
Eğer hayatını değiştirecek bir insan arıyorsan, aynaya bak diyor Roman Price. Bana benden başka kimse yardım edemez ki. Benlik aynamdaki görüntü, cesur elini uzatarak fırtınadan kurtarıyor. Şişe taşa çalınıyor. Korkularım tuz buz oluyor. Yeni bir hayatı hissediyorum.
Yeni başlangıçlar, yeni sorunlara gebe kalmaktır. Çevremde insan tuğlalarından örülmüş bir duvar var. Kimi iyi kimi kötü malzemeden yapılmış olmasına rağmen kusursuz sıvanmış. Zamanla o parlak sıvası döküldüğünde aslı göründü. Duvardan sökülmesi gerekenler kendisini belli etti. Çürük malzemeyle örülen bir duvara ne kadar güvenebilir, ne kadar sırtını dayayabilir ki insan? Birçok tuğlayı söküp attım.
Yol bitmiyor. Kimlerle yol almaya devam edeceğine doğru karar vermek gerek.
Yoldaşlarımla beraber dev dalgalarla boğuştum, kızgın çöllerde kavruldum. Yağmur oldum yağdım. Fırtına oldum dindim. Bazısına gül, bazısına diken oldum. Bazen yendim bazen yenildim. Kazandıklarımda ve kaybettiklerimde kendimi buldum.
Yürüyorum. Yol üzerinde başka ruhlara rastlıyorum ya da onlar karşıma çıkıyor. Kalbimle bağlantı kurmaya çalıyorum. Bu defa tecrübe hayaleti takılıyor peşime. Hayal kırıklıklarım görünmeyen bir el. Kalbimi tutuyor. Seviyorum diyecek oluyorum aynı el Sus değmez diyor. Ağzımı kapatıyor, soluğumu kesiyor, söyletmiyor. Kendimden bir adım uzaklaşıyorum.
Oysa sevilmek kadar sevmeye de ihtiyaç var. Sevgisiz bir yürek cehennemin ta kendisidir. Kimin neye değdiğini bilmek istiyorsam bir kez daha denemeliyim. Sevgi; fesleğeni okşamaya benziyor. Eğer bir kalbe dokunmayı bilmiyorsa ya da korkuyorsa kişi, kokusundan mahrum kalıyor. Parmaklarım dokunuyor söylüyorum.
Hayat bir tuvalse, kişi kendi dünyasının ressamıdır. Ruhunun paletindeki renklerden ve hayallerinden oluşturur tablosunu. Tüm renkleri kullanmak istiyorum.
Sonrası mı? Bilinmezlik. Serüvenim devam ediyor. Hayatın bana sunacaklarını yaşayarak göreceğim. Keşke ve iyikilerim olacaktır mutlaka. Her birine gülümseyebilirim. Belki yıllar sonra küçük bir sahil kasabasına yerleşir, yüzümdeki çizgileri hüzünle, saçımdaki yıldızları sevinçle okşayabilirim. Kendimi bulduğum tablolara bakarak, dünden bugüne anlamlar çıkarabilirim. Kısaca, hayat bir tuvalse hayallerimin renginden tutmalıyım.
Mantar tıpalı bir şişe aldım. İçine şu notu yazarak denize atacağım. Umarım bir gün gözlerini ufka dikmiş, kendini arayan birisine ulaşırsa sevineceğim.
‘’Giremezsin dedikleri yere girdim lâlezarmış. Çıkamazsın dedikleri yerden çıktım, zindanımmış. Başlayamazsın dediklerine başladım, beklediğim kabahatmiş. Bitiremezsin dedikleri, başlamaktan korktuklarımmış. Yapamazsın dedikleri ne varsa yaptım, imkânsız değilmiş.
Sen, kendini arayan ruh!
Hayatın sana gül sunmasını bekleme. Kendi bahçeni kendin inşa et. Kendini kaybettiysen eğer, seni senden başka yerde arama. Karanlıkta kaldıysan, ışığı bulmak için karanlık perdesini azmin ve hayallerinle yırt. Bir güneş ara. Güneş bulamazsan Güneşin kendisi ol. Olmadı mı? Ay ol. Olamaz mısın? Yıldız ol. Ama illa ki bir ışık ol ve kendi yolunu kendi ışığınla aydınlat. Benliğinin fısıltısına kulak vermekten korkma! Kır zincirlerini kendini azad et.’’
Tülay Çabuk
Kolay değil kendi kanatlarınla uçabilmek. Kanattan önce yürek gerek. Beni yüreklendiren fısıltıyla, benliğime vurulan pranganın zincirini kırdım kırmasına da, bilinçaltı prangası hala bileğimde. Giremezsin, çıkamazsın, yapamazsın, başlayamazsın, sevemezsin! Ruhuma aykırı kurallar hepsi.
Kişiliğime müdahale etmek isteyen baykuşların uğultusuna kulaklarımı tıkadım. Yollarıma yerleştirdikleri yön tabelalarına gözlerimi kapattım. Ömrümün bir kısmı mayın tarlasında geçmişken yolumun üzerindeki dikenlere hiç aldırır mıyım? Aldırmıyorum. Yeni doğmuş bir tayın, titreyen bacaklarına sahibim. Eğer birkaç adım sonra düşme ihtimalim varsa bile tekrar ayağa kalkabilirim. Adımlarımı sayıyorum.
İnsanı kendine götüren yol uzun. Kişi bu yolda yalnız değildir. Geçmişinin hayaleti takiptedir her zaman. Güçsüz bacaklarına ansızın yapışır, görülmeyen pranganın zincirini kendine doğru çekiverir. Sindirilmişliğin soğuk nefesini ensemde hissediyorum. Sendeliyorum ve dizlerimin üzerine düşüyorum. Olmak istediğim benle olmamı istedikleri ben arasında kalıyorum. Değiştiremeyeceğim bir geçmişin sahibiyim. Ya silkinip ayağa kalkacağım ya da yenileceğim. Geleceği inşa etmem mümkün fakat yine de kaygılıyım. Yaralı dizlerimden öpüyor, yoluma devam ediyorum.
İdeallerim; korku şişesinin içindeki geleceğe yazılmış bir pusula. Bilinçaltım dalgalı deniz. Benliğim fındık kabuğundan bir gemi. Gel-gitler onu, kâh kumsala bırakıyor kâh büyük bir dalganın gücüyle suyun içine çekiyor. Kaptanın marifeti fırtınada belli oluyor. Direniyorum.
Eğer hayatını değiştirecek bir insan arıyorsan, aynaya bak diyor Roman Price. Bana benden başka kimse yardım edemez ki. Benlik aynamdaki görüntü, cesur elini uzatarak fırtınadan kurtarıyor. Şişe taşa çalınıyor. Korkularım tuz buz oluyor. Yeni bir hayatı hissediyorum.
Yeni başlangıçlar, yeni sorunlara gebe kalmaktır. Çevremde insan tuğlalarından örülmüş bir duvar var. Kimi iyi kimi kötü malzemeden yapılmış olmasına rağmen kusursuz sıvanmış. Zamanla o parlak sıvası döküldüğünde aslı göründü. Duvardan sökülmesi gerekenler kendisini belli etti. Çürük malzemeyle örülen bir duvara ne kadar güvenebilir, ne kadar sırtını dayayabilir ki insan? Birçok tuğlayı söküp attım.
Yol bitmiyor. Kimlerle yol almaya devam edeceğine doğru karar vermek gerek.
Yoldaşlarımla beraber dev dalgalarla boğuştum, kızgın çöllerde kavruldum. Yağmur oldum yağdım. Fırtına oldum dindim. Bazısına gül, bazısına diken oldum. Bazen yendim bazen yenildim. Kazandıklarımda ve kaybettiklerimde kendimi buldum.
Yürüyorum. Yol üzerinde başka ruhlara rastlıyorum ya da onlar karşıma çıkıyor. Kalbimle bağlantı kurmaya çalıyorum. Bu defa tecrübe hayaleti takılıyor peşime. Hayal kırıklıklarım görünmeyen bir el. Kalbimi tutuyor. Seviyorum diyecek oluyorum aynı el Sus değmez diyor. Ağzımı kapatıyor, soluğumu kesiyor, söyletmiyor. Kendimden bir adım uzaklaşıyorum.
Oysa sevilmek kadar sevmeye de ihtiyaç var. Sevgisiz bir yürek cehennemin ta kendisidir. Kimin neye değdiğini bilmek istiyorsam bir kez daha denemeliyim. Sevgi; fesleğeni okşamaya benziyor. Eğer bir kalbe dokunmayı bilmiyorsa ya da korkuyorsa kişi, kokusundan mahrum kalıyor. Parmaklarım dokunuyor söylüyorum.
Hayat bir tuvalse, kişi kendi dünyasının ressamıdır. Ruhunun paletindeki renklerden ve hayallerinden oluşturur tablosunu. Tüm renkleri kullanmak istiyorum.
Sonrası mı? Bilinmezlik. Serüvenim devam ediyor. Hayatın bana sunacaklarını yaşayarak göreceğim. Keşke ve iyikilerim olacaktır mutlaka. Her birine gülümseyebilirim. Belki yıllar sonra küçük bir sahil kasabasına yerleşir, yüzümdeki çizgileri hüzünle, saçımdaki yıldızları sevinçle okşayabilirim. Kendimi bulduğum tablolara bakarak, dünden bugüne anlamlar çıkarabilirim. Kısaca, hayat bir tuvalse hayallerimin renginden tutmalıyım.
Mantar tıpalı bir şişe aldım. İçine şu notu yazarak denize atacağım. Umarım bir gün gözlerini ufka dikmiş, kendini arayan birisine ulaşırsa sevineceğim.
‘’Giremezsin dedikleri yere girdim lâlezarmış. Çıkamazsın dedikleri yerden çıktım, zindanımmış. Başlayamazsın dediklerine başladım, beklediğim kabahatmiş. Bitiremezsin dedikleri, başlamaktan korktuklarımmış. Yapamazsın dedikleri ne varsa yaptım, imkânsız değilmiş.
Sen, kendini arayan ruh!
Hayatın sana gül sunmasını bekleme. Kendi bahçeni kendin inşa et. Kendini kaybettiysen eğer, seni senden başka yerde arama. Karanlıkta kaldıysan, ışığı bulmak için karanlık perdesini azmin ve hayallerinle yırt. Bir güneş ara. Güneş bulamazsan Güneşin kendisi ol. Olmadı mı? Ay ol. Olamaz mısın? Yıldız ol. Ama illa ki bir ışık ol ve kendi yolunu kendi ışığınla aydınlat. Benliğinin fısıltısına kulak vermekten korkma! Kır zincirlerini kendini azad et.’’
Tülay Çabuk
Son düzenleme: