• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Siz Hiç Ergen Oldunuz mu?

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Siz Hiç Ergen Oldunuz mu?

Artık çocuk değilsiniz. Ama yetişkin de olamazsınız. İkisinin dünyası arasında; araftasınız. Bir zaman gelecek “daha o kadar büyümedin”lerin dünyasından siz de ardınızdan gelenlere aynı muameleyi çekeceksiniz. O zaman şimdilik ergensiniz. Ve yaşadığınız en büyük travma “duygulara hâkim olamamak”tan ileri gelebilir. Daha fazlası ancak “travma sonrası strese bağlı davranış bozukluğu”dur. Çünkü siz ergensiniz. Büyüklerin dünyasında olup bitenlere aklınız ermez. Böyle korur yetişkinler sizi. En fazla iki yıl sonra “artık çocuk değilsin” diyecek olsalar bile. Zira onlara göre “Hayatın ne kadar kötüleşebileceğini bilecek yaşta” değilsinizdir. Bu durumda onlara Cecilia’nın cevabını verebilirsiniz: “Hiç on üç yaşında bir kız olmadığınız anlaşılıyor.”

Jeffrey Eugenides “Bakir İntiharlar”ı, bir grup erkek çocuğunun gözünden anlatıyor. Daha doğrusu; olayları bir türlü unutamayan, geçmiş şahitliklerinin yanı sıra onlarla birlikte yaşayanların da anılarından yararlandıkları bir tür araştırmanın sonuçlarına dayanarak... Bir “kapanmamış dosya” bu. Zira ergenliklerinin en canlı dönemlerinde bir ailenin yavaş yavaş bitişine şahit olanlar yine onlar. Küçük kasabalarının tarihinde belki ilk defa cenaze görecek ve daha sonra buna hızlıca alışarak hayatlarının rutinini bozan sebeplerini yani Lisbon kızlarını çoğu zaman bir dürbünün arkasından izleyerek takip edecekler.

Lisbon kızları; Cecilia, Mary, Teherese, Bonnie, Lux. Katı kurallı anneleri, onun kurallarını kendi de benimsemiş öğretmen babaları ve “samimi” mahalle yaşamlarına rağmen konservatif tutumu sürdüren bir aile. Birbirleri dışında mecbur kalmadıkça kimseyle iletişime geçmeyen, erkeklerle yakınlaşmaları kesinlikle yasak olan kardeşler Cecilia’nın kimsenin çözemediği intiharıyla daha da bürünür sessizliğe. Onlar sessizliğe büründükçe kendi dünyalarından çıkıp onlarınkini merakla izleyen seyircileri olur. İlk başlardaki merak, çocukların “farklı” olanın peşine düşmesinden ibarettir biraz. Neden onlar gibi giyinmedikleri, neden onlar gibi kahkaha atmadıkları, neden partilere, eğlencelere gelmedikleri gibi sorular dört duvar arasında neler yaşandığına dair merakı cezbeder. Çocuk acımasızlığı, çizgileri belirlenmemiş ahlak anlayışları, arayışları, yalnızca olanları öğrenmenin ateşiyle kavrulur önceleri. Çünkü onlar hayat konusunda tamamen bakirler ve yol gösterecek akil bir yetişkinleri de yok... Yetişkinler, matem karşısındaki çaresizlikleri uydurma çözümlerle yalnızca “bir şeyler yaptık” duygusunu gururla taşımaktan öte bir şey yapmıyor. Bu noktada Eugenides’in yetişkinlerin olgunlaşmamış dünyasını ergenlerin “görmedikleri” yerden anlatması kitabı çarpıcı kılan şeylerden biri sanırım. Geride kalan dört kardeşin zaman zaman girdikleri açmazları, ailelerinin yüzünü karartacak şeyler yaptıklarında bile yetiştirilme şekillerini irdelemek yerine genetik bir hastalık arayacak kadar kör olmaları da acı olduğu kadar gerçek.

Bazı anlarda bir kapı deliğinden geçermişçesine başka bir karakterin zihninde kısa bir tura çıkarıp yeniden çatlak ergen sesine alıştığımız anlatıcıya döndürüyor bizi Eugenides. Olayların geçtiği bir yıl süresince sesinde bir değişiklik olmasa da hayata bakış açısında kesinlikle farklılıklar görülüyor. Zira önceleri alaycı bir merakla olaya dahil olmaya çalışan erkek grubu, sonradan daha fazla yardım etmek istiyor. Adeta Lisbon kızlarını yaşadıkları cehennemden çıkartmak için çabalıyor ancak onların herhangi bir yardım isteyip istemediklerinden emin olamıyorlar. Çünkü kızlar çoğu zaman ancak kendilerince yardım istiyor; küçük harflerle sessiz konuşarak on üç yaşlarındaki başka çocukların belki asla çözemeyeceği sinyaller göndererek yardım istiyorlar. Aile, baskının şiddetini her geçen gün arttırırken onlar yalnızca “yaşamak” istiyorlar. Ama yalnız onlar değil, okuyucu olarak biz de kızların sesini fazla duyamıyoruz. Yani anlatıcımız ne kadar duymuşsa işte o kadar... Bu sırada, Lisbonların evi yalnız ruhsal olarak değil fiziksel olarak da günden güne çökerken mahalle yalnızca tüm bunların biteceği günü bekler gibi geçici çözümlerle adeta sağır dilsizi oynuyor.

Hikâyenin geçtiği kasaba dünyanın tüm acımasızlığının bir mahalleye sığdırılmış hali gibi. Her bir karater bir duyguyu temsil edecek özellikleri giyinmiş şekilde karşımıza çıkıyor ve çoğu, görevini tamamladıktan sonra çekiliyor sahneden.

“Bakir İntiharlar” bir solukta okunacak bir roman değil. Ama insanı soluksuz bırakan bir roman olduğunu söyleyebilirim. Jeffrey Eugenides’in kısa ama etkili tasvirleri, benzetmelerle canlandırdığı karakterleri neredeyse elle tutulacak kadar gerçek. Bir yandan verdiği detaylar aslında gözde fazla bir şey canlandırmaya ihtiyaç duymanızı engelliyor, hazır halde önünüze düşürüyor. Belki bunun en büyük sebeplerinden biri kokuya olan hassasiyeti. Özellikle bugünden geçmişe uzanan bir bakışla anlatıldığı düşünülürse koku hafızasının etkisi hikâyenin daha bir güçlenmesine neden oluyor.

Tüm bunlar, yani tüm anlatılar aslında o döneme şahit olanların olayların içinden çıkmayı hâlâ başaramadıkları için bir yüzleşme, bir anma ve bir araştırmanın sonucu (çoğu zaman emin oldukları noktalara belge numarası verecek kadar kendini ciddiye alan). Kızların intihar sebepleri, kapılar arasındaki gizli hayatları, aslında normal olup olmadıkları... Bunların hepsi o döneme şahit olan mahalle çocuklarının belli ki hayatları boyunca üzerlerinde taşıyacakları ve asla anlayamayacakları birer travma olarak kalacak.

Yetişkinler? Onlar çoğu zaman kurumuş yaprakları bahçeden süpürdükten, kalanları da yaktıktan sonra her şeyin “sıradan” düzenine dönmesinden mutlu olacak. Olayları sanki başkalarınınmış ve onların başına hiç gelmemiş gibi hatırlamaya başladıklarındaysa çoktan yeni gündemler edinmiş olacaklar. Yetişkinlerin acıyla baş etme yöntemleri bu değil miydi?

“Bakir İntiharlar”, Jeffrey Eugenides, Çev: Solmaz Kamuran, 260 s., Domingo Yayınevi, 2016
 
Geri
Top