Şok! şok! İşte F.Bahçe'nin gizli tarihi
İşte Şeref Tribünü programında Tuğrul Yenidoğan tarafından hazırlnan ve ekrana getirilien dosyanın tam metni:
“Şeref Tribünü’nün son 2 bölümünde, Fenerbahçe kulübü resmi internet sitesinin Fenerbahçe tarihi bölümünde yer alan akıl almaz iddiaları mercek altına almıştık.
Neydi bu iddialar?
Birebir FB internet sitesinde yer alan cümlelerle kısaca hatırlayalım:
“Mütarekenin karanlık yıllarında işgal kuvvetlerine mensup takımlarını her hafta birbiri peşi sıra futbol sahalarında yenerek milletin rencide olmuş gururunu okşayan Fenerbahçe tüm halkın sevgilisi haline geliyor, zamanla da milli mücadelenin ve milliyetçi karşı çıkışın adeta İstanbul şubesi halini alıyordu. Onlar, cephelere gönderdikleri futbolcuları misali Çanakkale’de yaptıkları müdafaanın) bir örneğini de sanki Taksim’in Taşkışla sahasında gösteriyor, yaptıkları toplu hücumlarda ise sanki kısa bir süre sonra Kocatepe’den verecekleri milli taarruzdaki şahlanışımızın provasını veriyorlardı.
Fenerbahçe’nin, başta General Harrington Kupası (29 Haziran 1923) olmak üzere işgal kuvvetleri takımları karşısında elde ettikleri tüm galibiyetler, İstanbul halkının intikam duyguları içindeki milli duygularını şahlandıran ve yaralı gönüllerine teselli veren yegane olay haline dönüşüyordu.
Artık iş futbol oyunu halinden çıkmış, vatanın asıl sahipleri ile işgalcilerin hesaplaşması şekline dönüşmüştü. Fenerbahçe takımı artık “Kuvai Milliye” ruhunun halk içindeki sembolü olmuştu. Bunun birinci sebebi işgal takımları ile oynadıkları toplam 50 maçtan ikisi hariç hiç yenilmeyip 41 maçta galip gelmeleriydi ki Altınordu ve Galatasaray takımları ne yazık ki bu başarıyı gösterememişlerdi. İkinci sebebi ise, “Anadolu Harekatı”nın başında olan Mustafa Kemal’in “Fenerbahçeli” olarak bilinmesiydi.”
Milli mücadelenin ve milliyetçi karşı çıkışın İstanbul şubesi olmak, “Kuvai Milliye” ruhunun halk içindeki sembolü olmak ve “Anadolu Harekatı”nın başında olan Mustafa Kemal’in “Fenerbahçeli olması gibi ciddi iddialar hangi tarihi belgelere dayanarak ortaya atılıyor, elbette ki bu hikayeleri yazanlara sormak lazım. Yani tüm çağrılarımıza, hatta kendilerini tarihi gerçekleri çarpıtmakla suçlamamıza rağmen aradan geçen sürede tek bir açıklama yapamayan o meşhur yazarlara sormak lazım. Biz tarihi gerçeklerle olduğu kadar basit mantığa da ters düşen bu iddialarda bulunan Fenerbahçe tarihi yazarlarına çağrımızı tekrarlıyoruz:
Gelin, İşgal kuvvetleriyle oynanan 50 maçın sadece 9’u milli mücadele yıllarında oynandığı halde, bu karşılaşmaların amacının nasıl olup da cephede savaşan askerlerimizin maneviyatını yükseltmek olduğunu açıklayın diyoruz. İddia ettiğiniz üzere, Fenerbahçe’nin İşgal Kuvvetleri askerlerinden oluşan takımlara karşı galibiyetlerinin hangi cephelerde, nasıl bir sevinçle karşılandığını söyleyin diyoruz.
Anadolu insanı,
Mehmedimiz,
İnönü’de, Sakarya’da, Kocatepe’de düşman kurşunu altında şehit olurken,
Ayağına giyecek çarık bulamayıp, çorabının üzerine çaput bağlarken,
Tek öğünlük tayınla ayakta durmaya çalışıp, açlığını bastırmak için mısır koçanı yerken,
Hiç duymadığı, hiç izlemediği, hiç bilmediği, bir oyun olan futbolda alınan galibiyetleri nasıl sevinçle karşılar, diye soruyor,
Böylesine mantık dışı yalanları yüzünüz kızarmadan nasıl yazabildiğinize şaşırıyor,
Vatan uğruna can vermiş şehitlerimizin ruhlarından, fanatizm uğruna uydurduğunuz bu saçmalıklar için biz af diliyoruz.
İşgal kuvvetleriyle futbol maçı yapmayı, tarihinin övünülecek bir sayfası olarak gösteren, dünya üzerinde başka bir kulüp örneği gösterebilir misiniz diye soruyoruz.
Madem bu maçlar cephedeki askerin moralini yükseltmek amacıyla yapılıyordu, Milli Mücadelenin tamamlandığı ve Türk ordularının İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 tarihinden tam 9 ay 20 gün sonra İngiliz İşgal kuvvetleri komutanı Harrington adına düzenlenen kupaya hangi gerekçeyle iştirak edildiğini sorguluyoruz.
Milli mücadelenin zaferle sonuçlanması, sizlerin İşgal kuvvetleriyle futbol oynama gerekçesi olarak iddia ettiğiniz gibi ‘’halkın moralini yükseltip, ulusun kırılan onurunu bir nebze de olsun onarmakta’’ yeterli olamamış mıydı? İngilizlerle yapılan maçlara ve onların onuruna verilen çay partilerine bu yüzden mi devam edildi?
Milli Mücadele zaferle sonuçlanıp, saltanat kaldırılırken, Ankara’da Büyük Millet Meclisi tarafından çok yakında kurulacak Türk devletinin temelleri oluşturulmaya çalışılırken, Gazi Mustafa Kemal Anadolu’yu karış karış dolaşıp, birbiri ardına gerçekleştireceği devrimlerin temellerini atarken, İsmet Paşa Lousanne’da tam bağımsızlık için ter dökerken, Yıllardır o cepheden bu cepheye sürüklenmiş Anadolu insanı yaralarını sarmaya çalışırken, bu zaman zarfında, son halife Abdülmecid’in oğlu şehzade Ömer Faruk’u hala başkanlık makamında tutmakta olan Fenerbahçe futbol takımının İngiliz İşgal kuvvetleri askerleriyle tam 19 kez karşılaşmış olması da mı ‘’ aslında milli taarruzdaki şahlanışımızın provası yapılıyordu’’ gerekçesiyle açıklanıyor, merak ediyoruz?
Ezeli rakip Galatasaray’la 50. maç rekabetteki 21. yıl sonunda oynanırken, ilk kez Cumhuriyet’in ilanından sonra karşılaşılan bir diğer ezeli rakip Beşiktaş’a karşı ancak 17 sene sonra 50. maça çıkılırken, işgal kuvvetleriyle 3.5 yılda 50 kez karşılaşmış olmak oldukça ilginç bir istatistik diyoruz.
Fenerbahçe takımının İşgal kuvvetlerine karşı son maçını 30 Ekim 1923’de oynadığının altını çiziyor, bu maçtan sadece 6 gün sonra Refet paşa komutasındaki Türk birliklerinin sevinç gözyaşları arasında İstanbul’a girmesini yüreklerimiz kabararak hatırlıyor, daha fazla bir şey de söylememek için dilimizi tutuyoruz.
Tekrar, Fenerbahçe Kulübü resmi internet sitesinde yazan tarihçeye dönüyor, Atatürk ve “Fenerbahçe”si; başlıklı bölümü okuyoruz:
‘’Fenerbahçe’nin müttefiklerle mücadelesi sadece yeşil sahalarla da sınırlı kalmayacak, Cihan Harbi’nde vatana feda ettikleri diğer sporcuları gibi, futbolcularının büyük bir bölümünü yine işgal yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya silah aktarılmasında etkin bir rol oynatarak vatanının ihtiyaç duyduğu konuda hayatlarını budaktan esirgemeyeceklerdi.’’
Bu satırları okuyunca, doğal olarak Fenerbahçeli hangi futbolcuların Anadolu’ya silah kaçırdığını merak ediyor, tarihi belgeleri araştırmaya başlıyoruz.
Ulaşabildiğimiz kayıtlardan önce futbolcuların mesleklerini araştırıyoruz.
Şaşırtıcı bir biçimde aralarından birinin, hem de İşgal kuvveti komutanı Harrington adına düzenlenen kupaya uzanan golü kaydeden Zeki Rıza Sporel’in Osmanlı ordusu mensubu olduğunu öğreniyoruz.
Ordudan maaş almakta olan bir askerin hangi gerekçeyle Anadolu’daki direnişe katılmadığını soruşturuyor ve öylesine şaşırtıcı belgelere, öylesine ilginç kayıtlara rastlıyoruz ki, inanmakta güçlük çekiyoruz.
İŞTE TARİHİN TOZLU RAFLARINDAN ORTAYA ÇIKARDIĞIMIZ İNANILMAZ BELGELER.
Yıl 1946
Fenerbahçe’nin Milli oyuncusu Zeki Rıza Sporel 1934 yılında futbolu bırakmış ve iş hayatına atılmıştır.
Yıllar önce İngiliz Vitol ailesinin kızlarıyla evlenmiş, İngiliz konsolosluğunda görev yapan kayınbiraderleri vasıtasıyla kurduğu ilişkiler sayesinde futbolda gösterdiği başarıları ticaret hayatında da göstermeye başlamıştır.
İşgal zamanının acıları sarılmış, Vitol ailesinin bazı üyelerinin İşgal kuvvetlerinde komutanlık yaptığı günler ise çoktan unutulmuştur.
Liverpool’dan kalkıp önce İzmir’e göçen, daha sonra da İstanbul’da Moda’ya yerleşen bu köklü İngiliz aile, Zeki Rıza Sporel’in yakın dostları Celal Bayar’la da tanışmasına vesile olmuştur.
O yıl ülkede ilk demokrasi sınavı verilmektedir. Tek parti dönemi bitmiş, yeni kurulan Demokrat Parti’ de seçimlere katılmıştır.
Zeki Rıza Sporel, Celal Bayar’ın kontenjanından Demokrat Parti İstanbul Milletvekili adayı olur.
Seçimi kazanır.
Mazbatasını almak üzere Ankara’ya yollanır.
İşte tarihin tozlu raflarında kalmış acı gerçekler bundan sonra gün ışığına çıkar:
Meclise seçilen yeni milletvekillerinin seçim tutanaklarını incelemekle görevli soruşturma komisyonu başkanlığına Zeki Rıza Sporel’in geçmişiyle ilgili bir çok ihbar dilekçesi ulaşmıştır.
İşte söz konusu komisyonun raporundan bazı bölümler:
İSTANBUL MİLLETVEKİLLİĞİNE SEÇİLEN ZEKİ RIZA SPOREL’İN SEÇİM TUTANAĞI HAKKINDA TUTANAKLARI İNCELEME KOMİSYONU RAPORU
(5/48) (S.Sayısı 19)
Hazırlama Komisyonu Raporu
Milli Savunma Bakanlığı’ndan bu hususa aid celb olunan 23 Eylül 1946 tarih ve 164381sayılı yazı ile ek 21 Temmuz 1924 ve 665 aded işaretli Bursa (Askeri) Heyeti Mahsusası’nca ittihaz olunan kararda, “1922 senesi Nisanında Milli Orduya katılması için resmen gerçekleştirilen davete sağlık nedenleri ileri sürerek icabet edemediğini iddia etmekte ise de, iddiasının gerçek olmadığına ve bununla birlikte gerçek olmayan nedenlerle davete icabet etmediğine kanaat hasıl olmakla, 25 Eylül 1923 tarihli kanunun ikinci maddesine göre Türk ordusundan tardına oybirliği ile karar verildi” denilmektedir.
Tutanakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na,
21 Kasım 1946
1) 1 Ağustos 1946 tarih ve emekli Yüzbaşı Zülfikar Akdal imzalı dilekçede, Zeki Rıza Sporel’in Milli Mücadele’nin başında baytar subayı olarak İstanbul’da bulunurken, vatan müdafaasına iştirak etmesi için Anadolu’ya gelmesi kendisine tebliğ edildiği, bu emri alan Zeki Rıza Sporel’in vazife başına koşacağı yerde, aksine olarak Milli Kuvvetleri arkadan vurmak üzere (Sadrazam) Damat Ferit’in teşkil ettiği kuvayi İnzibatiye’ye katıldığı, bu yüzden Harb Divanı’nca ordudan atılmasına karar verildiği, bir vatandaş için askerlik şerefinden mahrum edilmenin cezaların en büyüğü addolunması lazım geleceği ihbar edilmektedir.
2) 2 Ağustos 1946 tarih ve Mazhar Erkan imzalı dilekçede, Zeki Rıza Sporel’in baytar Üstteğmen iken, istiklal mücadelesi zamanındaki kabahatlerinden dolayı, 25 Eylül 1335 (1339/1923) tarihli kanunun ikinci maddesi mucibince nispeti askeriyesinin kat edilmiş olduğu bildirmekte, nispeti askeriye kat’ına mütaallik muamele, milletvekilliği sıfatı ile imtizaç edemeyeceği cihetiyle, seçim mazbatasının tasdik edilmemesi istenmektedir.
3) 4 Ağustos 1946 tarih ve Lütfi Sarı imzalı telgrafta, Zeki Rıza Sporel’in kurtuluş hareketimizin önderi olan Kuvayi Milliye aleyhinde muvazzaf baytar subay olduğu halde çalıştığından, (Bursa Askeri) Heyeti Mahsusası kararı ile ordudan tard edildiği, Zeki Rıza Sporel’in bu durumu itibariyle milletin en büyük Türk Milletini temsil yetkisi olmadığı bildirilmektedir.
Komisyonumuz huzurunda müdafaası alınan ve şifahen dinlenen Zeki Rıza Sporel, bu resmi davete icabet etmediğini ve sebep olarak rahatsız olan hemşiresini bırakacak bir kimse bulunmadığını, milli hareketin neticesinin taayyün etmesi için bir müddet daha beklemeyi muvafık bulduğunu beyan etmiştir.
Son derece ağır suçlamalar içeren Hazırlama Komisyonu Raporu üzerine, Tutanakları inceleme komisyonu, raporu meclis görüşmesine açıp açmamak kararını almak üzere toplanır.
İşte 2 Aralık 1946 tarihli toplantı sonucunda yayımlanan raporun karar bölümü:
Anayasamızın 12. maddesindeki kamu hizmetlerinden yasaklılığın milletvekilliğine seçilmeye mani olduğu kabul edilmiştir. Zeki Rıza Sporel ise, Mücadelei Milliyede hizmeti vataniyesini ifaya resmen davet edildiği ve kendisi de muvazzaf baytar subayı olduğu halde, bu davete icabet etmemiş ve bu sebeple 347 sayılı kanun gereğince nispeti askeriyesinin kat’ına karar verilmiştir.
Zeki Rıza Sporel’in bu hükümlülüğü af kanununun şümülünden dışarıda kalmış olduğundan, kendisi kamu hizmetlerinin bir kısmından yasaklıdır. Kendisinin bu durumu ise, milletvekili seçilmeye mani görüldüğünden, tutanağının kabul edilmemesi hususunun meclisin yüksek tasvibine sunulmasına oyçokluğu ile karar verilmiştir.
20 kişilik komisyonda sadece 4 üye karara muhalefet şerhi koymuştur.
İşte TBMM’nin 6 Aralık 1946 günü gerçekleştirdiği toplantının tutanak zabıtlarından bazı bölümler:
Kaynak:
TBMM Tutanak Dergisi
Birleşim: 13
Oturum: 1
6 Aralık 1946
Önce tutanakları inceleme komisyonu sözcüsü, Kırşehir milletvekili SAHİR KURUTLUOĞLU rapor hakkında açıklamalarda bulunur.
Ardından Kırşehir milletvekili REFİK KORALTAN kürsüye çıkarak, Zeki Rıza Sporel’in Milli Mücadele sırasında Anadolu’ya geçmek isteyen subayları koruyan ve onların Anadolu’ya geçmesine yardım eden M. M. Grubunun bir çalışanı olduğunu, M sıfır kod adıyla tanınan Miralay Esat Bey’in emrinde çalıştığını, bu görevini sürdürmenin memleket için daha hayırlı olduğunu düşündüğünden, Anadolu’dan gelen davete icabet etmediğini iddia eder. Miralay Esat Bey’in birkaç yıl önce öldüğünü, sağ olsa bu gerçeğe şehadet edeceğini ekler.
Refik Koraltan’ın ileri sürdüğü bu yeni iddialar üzerine bir çok milletvekili kürsüde söz almak ister. İşte o günün meclis tutanaklarından birkaç satır başı:
GENERAL EYÜP DURUKAN
HATAY MİLLETVEKİLİ
“Zeki (Rıza) Sporel’in Merkez Kumandanlığı’nın gizli hizmetlerinde ve Anadolu lehinde çalıştığını söylüyorlar. Milli Mücadele’nin sonunda Erkanı Harbiyei Umumiye Riyaseti, Gruplara emir verdi. ‘Milli Mücadele’de, Milli Mücadele için çalışan subay, askeri memur ve sivillerin isimlerini bildireceksiniz’ dedi.
Ben Anadolu Ordusu’na dahil olarak Felah Grubu’nun mühimmatın ve askeri fabrikalara aid tezgah, alet ve edavatın Anadolu’ya kaçırılması ile görevliydim. Erkanı Harbiyei Umumiye emir verdi. ‘Milli Mücadele’de Anadolu Ordusu’na dahil olarak çalışanların ve gizli vaziyette bulunanların isimlerini bir cetvel halinde bildiriniz’ dedi. Umumiye Riyaseti’ne takdim edildi. Hatta bugün dahi, tahmin ederim ki, arşivde mevcuttur.
Eğer bu arkadaş hizmet etmişse, hatta gizli olarak, yani ikinci veya üçüncü derecede hizmet eylemişse, mutlaka bu cetvellere isminin girmesi lazımdı. Çünkü Esat Paşanın maiyetinde Milli Mücadele’de gizli olarak çalışanların hiçbirisinin ismi unutulmamıştır. Farzımuhal olarak bu gibi hizmette bulunmuş ve ismi de cetvele girmemiş olsun, öyle farz edelim. Nihayet Bursa (Askeri) Heyeti Mahsusası’na çağrılmış ve gitmiş… Gittiği vakit, ‘Ben hastaydım’ yahut ‘Hemşirem hastaydı’ diyecek yerde, ‘Ben İstanbul’da Merkez Kumandanı Esat Bey’in maiyetinde gizli olarak çalıştım’ deseydi. Bu çalışan mesul arkadaşlardan soracaklardı. Bu suretle bu adam mahkum olmayacaktı. Çünkü bunun misalleri vardır.
Şu halde kendisinin böyle bir hizmeti olacağını zannetmem. Çünkü delil meydandadır. Verilen cetvellerdeki arkadaşlar hizmetlerine göre (Türkiye) B(üyük) M(illet) Meclisi’nce kimi takdirname ile, kimi İstiklal madalyası ile, kimisi terfi ile taltif edilmişlerdir. Binaenaleyh bu arkadaşın bunlar arasında ismi kat’iyen yoktur. Olsaydı, böyle mahkum olmasına imkan yoktu. Vatanın muhtaç olduğu bir zamanda lazım olan hizmeti yapmamak şerefsizliğine düşmemiş olurdu. Binaenaleyh hizmetleri hakkında söylenen şeylerin bence kat’iyen aslı esası yoktur.”
MUHİTTİN BAHA PARS
BURSA MİLLETVEKİLİ
“Milli Mücadele başladığı zaman burada 14 yaşındaki çocukların, kadınların yardımına muhtaç olduğumuz bir devir yaşıyorduk. 14 yaşındaki çocuklar yardım ediyordu. Böyle vazifesi vatanı kurtarmaktan ibaret bir askerin davete icabet etmemesi ne demektir? Size sorarım. Gelin memleket tehlikede; hayır memleket değil, bütün vatan ve bütün Türk milleti tehlikede… Bu başka harplere de benzemiyor. Lisanı hal ile Zeki (Rıza) Sporel’e söylenen bu, ‘gel bize yardım et; sana çok ihtiyacımız var’ cümlesi söylendiği zaman, ‘Hastayım, gelemem’ diyor. Bu arkadaş, şayanı teessürdür ki, bizim Komisyonda cevap verdiği zaman, ‘Ben hasta değildim, hemşirem hastaydı’ diyor. Burada ‘Hemşirem hastaydı’ diyor. Demek ki, pek de hakikate taalluk eder bir beyanat değil. Pekala biz mazereti de kabul ediyoruz. Gelemiyor… Zafer oluyor, herkes Anadolu’dan İstanbul’a sevinerek koşuyor, memleket kurtulmuş bulunuyor. Askerler terfiye mahzar olmuşlar. Hepsinin göğüslerinde kırmızı kurdelalarla birer şeref madalyası vardır. İstanbul’da bir arkadaş var, askerlikten matrut, bir ızdırab duymuyor; ‘Keşke ben de gideydim şu şerefli vazifede bulunaydım’ demiyor. Onu da bırakın, ‘askerlikten matrut olmak fena vaziyetinden kurtulayım, Ankara’da bir heyet teşekkül etmiş… Gideyim, masumiyetimi ispat edeyim; şu fena vaziyetten kurtulayım’. demesi lazım gelirken, onu da yapmıyor.
Efendim, bu arkadaş partide vazife almış… Efendim, bu arkadaş falan zatın teveccühünü kazanmış, şu zat ile resim çıkartmış… Efendim, bu arkadaş futbolda büyük muvaffakiyetler göstermiş… Bunları birbirine karıştırmak doğru değildir. Elini sıktığınız insanların içini biliyor muyuz? Herkes Zeki(Rıza) Sporel’in Milli Mücadeleye iştirak etmediği için askerlikten tard edildiğini bilebilir mi? Biliyor mu idi? Biliyor mu idik? Elbette hayır.”
DR. FAHRİ KURTULUŞ
RİZE MİLLETVEKİLİ
“Kendilerinde vatan için çekecekleri fedakarlıkların takatini bulamayanlar, Türkün bu saldırışı karşısında tutunamayacağını az mı iddia ettiler? Az mı insan bu mücadelenin boşluğunu söylemedi? Az mı münevver davamıza silah çekmedi?
Şimdi memleketin bir adama, Milli Mücadele’nin bir insana muhtaç olduğu bir zamanda, Zeki Rıza Sporel, ‘Kardeşim hasta, yanına bırakacağım kimsem yok, Milli Mücadele’nin ne şekil alacağını bilmiyorum, bunun için cepheye gitmedim’ demiştir.
Hukuk meseleleri hukukçuların payı olsun; fakat bir milli vicdan vardır, bir milli ahenk vardır, bir milli inanış vardır. Biz bu inanış içinde, her şeyi her an feda ederek, bu davayı müdafaa etmesini bilmezsek, bu topraklar bizim olamaz.
Milli Mücadele yıllarının karakteri, her şeyden üstün olan vatan içindir. Binaenaleyh askeri mesuliyet ve vazifesinin kutsiyetini bilmeyen bu arkadaşımıza şu misali hatırlatırım: 27 Ağustos 1927 (1922)’de emir alan merhum Albay Reşat, Çiğiltepesi’ni beş dakika geç aldığı için intihar etmiştir. Bu mukaddes vatan evladı, Zeki Rıza Sporel gibi o vazifeye gitmemeyi bilmez miydi? Halbuki beş dakika geç kaldığı için intihar etmiştir. Zeki Rıza (Sporel)’in bu milli heyet arasında bulunmasının ne dereceye kadar yeri vardır? İstiklal Şehitlerinin ruhu gelip, bunu bizden sormayacak mı?”
Söz alan Sinop Milletvekili SUPHİ BATUR ise, Zeki Rıza Sporel tarafından kaleme alınan bir mesajı okur:
“Ben bu vatanda milli şuurun ve kabiliyetin spor sahasında tecelli eden faaliyetlerine acizane iştirak etmiş ve karanlık günlerinde teselli kaynağı olmaya vesile olmuş, yabancı memleketlerde milli formayı senelerce şerefle sırtımda taşıyan ve kudretim dahilinde necip ve asil Türk milletinin yüzünü ak etmeye çalışmış olmakla mübahi bir vatandaşım.
Ruhumda ve kalbimde yegane yaşayan arzu ve gaye, bu millete faydalı olmak ve onun hayrına çalışmaktır. Genç yaşımdan beri bütün milletin gözleri önünde bütün safhaları apaçık geçmiş bir maziye ve hayata sahip bulunuyorum. Benimle yakından ve uzaktan münasebette bulunan herkes bilir ki, tek gayem bu memlekete saham dahilinde çalışıp faydalı olmaktan ibarettir.”
Kürsüde son sözü tutanakları inceleme komisyonu sözcüsü, Kırşehir milletvekili SAHİR KURUTLUOĞLU alır:
“Arkadaşımız (Zeki) Rıza Sporel Milli Mücadele senelerinde vatani vazifesini esnasında vaki olan davete sağlık nedenleri ileri sürerek icabet etmemiştir. Binaenaleyh Bursa’da teşekkül eden (Askeri) Heyeti Mahsusa kendisinden bu ciheti sormuş, o da sıhhi meseleyi ileri sürerek, bu işe icabet etmediğinden bahisle, buna cevap vermiş… Fakat (Bursa Askeri) Heyeti Mahsusa(sı), davete icabet etmediği zaman spor sahasında futbol oynamakla meşgul bulunduğunu tespit ederek, bu mazereti vatani vazifeyi yapmaya mani bir engel olarak yerinde bulmayarak, nispeti askeriyesinin kat’ına 25 Eylül 1339 (1923) tarihli kanunu mahsus mucibince karar vermiştir.”
Zaman zaman hararetli, zaman zaman duygusal konuşmaların yer aldığı görüşmeler sonucu Zeki Rıza Sporel’in milletvekiliğinin düşmesi yönündeki komisyon raporu oylamaya sunulur.
Bu gün Fenerbahçe stadında ismi yazan Şükrü Saraçoğlu’nunda aralarında yer aldığı çoğunluk milletvekillerinin oylarıyla Zeki Rıza Sporel’in milletvekilliğine TBMM tarafından son verilir.
Heyeti Mahsusa kayıtları, TBMM Meclis Zabıtları bunları anlatıyor.
Yani tarihi belgeler bunları gösteriyor.
Kendimizden hiçbir şey katmadık, en ufak bir yorumda bulunmaktan özellikle kaçındık.
Yorumu sizlere, Türk insanının sağ duyusuna bırakıyoruz.
Ne yalan söyleyelim, tarihi yeni baştan yazmaya meraklı zamane masalcılarının, bir takım türedi meczupların yorumlarını da merak etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Bekliyoruz...
Mevlana’nın, ne kadar anlatırsan anlat, anlatabildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır, sözünü aklımızdan çıkarmıyor, anlamak istemeyenlerin, düşünme yeteneklerinin önüne çektiği koruma kalkanlarına bir kez daha çarpacağımızı biliyor, yine de merakla bekliyoruz.
İşte Şeref Tribünü programında Tuğrul Yenidoğan tarafından hazırlnan ve ekrana getirilien dosyanın tam metni:
“Şeref Tribünü’nün son 2 bölümünde, Fenerbahçe kulübü resmi internet sitesinin Fenerbahçe tarihi bölümünde yer alan akıl almaz iddiaları mercek altına almıştık.
Neydi bu iddialar?
Birebir FB internet sitesinde yer alan cümlelerle kısaca hatırlayalım:
“Mütarekenin karanlık yıllarında işgal kuvvetlerine mensup takımlarını her hafta birbiri peşi sıra futbol sahalarında yenerek milletin rencide olmuş gururunu okşayan Fenerbahçe tüm halkın sevgilisi haline geliyor, zamanla da milli mücadelenin ve milliyetçi karşı çıkışın adeta İstanbul şubesi halini alıyordu. Onlar, cephelere gönderdikleri futbolcuları misali Çanakkale’de yaptıkları müdafaanın) bir örneğini de sanki Taksim’in Taşkışla sahasında gösteriyor, yaptıkları toplu hücumlarda ise sanki kısa bir süre sonra Kocatepe’den verecekleri milli taarruzdaki şahlanışımızın provasını veriyorlardı.
Fenerbahçe’nin, başta General Harrington Kupası (29 Haziran 1923) olmak üzere işgal kuvvetleri takımları karşısında elde ettikleri tüm galibiyetler, İstanbul halkının intikam duyguları içindeki milli duygularını şahlandıran ve yaralı gönüllerine teselli veren yegane olay haline dönüşüyordu.
Artık iş futbol oyunu halinden çıkmış, vatanın asıl sahipleri ile işgalcilerin hesaplaşması şekline dönüşmüştü. Fenerbahçe takımı artık “Kuvai Milliye” ruhunun halk içindeki sembolü olmuştu. Bunun birinci sebebi işgal takımları ile oynadıkları toplam 50 maçtan ikisi hariç hiç yenilmeyip 41 maçta galip gelmeleriydi ki Altınordu ve Galatasaray takımları ne yazık ki bu başarıyı gösterememişlerdi. İkinci sebebi ise, “Anadolu Harekatı”nın başında olan Mustafa Kemal’in “Fenerbahçeli” olarak bilinmesiydi.”
Milli mücadelenin ve milliyetçi karşı çıkışın İstanbul şubesi olmak, “Kuvai Milliye” ruhunun halk içindeki sembolü olmak ve “Anadolu Harekatı”nın başında olan Mustafa Kemal’in “Fenerbahçeli olması gibi ciddi iddialar hangi tarihi belgelere dayanarak ortaya atılıyor, elbette ki bu hikayeleri yazanlara sormak lazım. Yani tüm çağrılarımıza, hatta kendilerini tarihi gerçekleri çarpıtmakla suçlamamıza rağmen aradan geçen sürede tek bir açıklama yapamayan o meşhur yazarlara sormak lazım. Biz tarihi gerçeklerle olduğu kadar basit mantığa da ters düşen bu iddialarda bulunan Fenerbahçe tarihi yazarlarına çağrımızı tekrarlıyoruz:
Gelin, İşgal kuvvetleriyle oynanan 50 maçın sadece 9’u milli mücadele yıllarında oynandığı halde, bu karşılaşmaların amacının nasıl olup da cephede savaşan askerlerimizin maneviyatını yükseltmek olduğunu açıklayın diyoruz. İddia ettiğiniz üzere, Fenerbahçe’nin İşgal Kuvvetleri askerlerinden oluşan takımlara karşı galibiyetlerinin hangi cephelerde, nasıl bir sevinçle karşılandığını söyleyin diyoruz.
Anadolu insanı,
Mehmedimiz,
İnönü’de, Sakarya’da, Kocatepe’de düşman kurşunu altında şehit olurken,
Ayağına giyecek çarık bulamayıp, çorabının üzerine çaput bağlarken,
Tek öğünlük tayınla ayakta durmaya çalışıp, açlığını bastırmak için mısır koçanı yerken,
Hiç duymadığı, hiç izlemediği, hiç bilmediği, bir oyun olan futbolda alınan galibiyetleri nasıl sevinçle karşılar, diye soruyor,
Böylesine mantık dışı yalanları yüzünüz kızarmadan nasıl yazabildiğinize şaşırıyor,
Vatan uğruna can vermiş şehitlerimizin ruhlarından, fanatizm uğruna uydurduğunuz bu saçmalıklar için biz af diliyoruz.
İşgal kuvvetleriyle futbol maçı yapmayı, tarihinin övünülecek bir sayfası olarak gösteren, dünya üzerinde başka bir kulüp örneği gösterebilir misiniz diye soruyoruz.
Madem bu maçlar cephedeki askerin moralini yükseltmek amacıyla yapılıyordu, Milli Mücadelenin tamamlandığı ve Türk ordularının İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 tarihinden tam 9 ay 20 gün sonra İngiliz İşgal kuvvetleri komutanı Harrington adına düzenlenen kupaya hangi gerekçeyle iştirak edildiğini sorguluyoruz.
Milli mücadelenin zaferle sonuçlanması, sizlerin İşgal kuvvetleriyle futbol oynama gerekçesi olarak iddia ettiğiniz gibi ‘’halkın moralini yükseltip, ulusun kırılan onurunu bir nebze de olsun onarmakta’’ yeterli olamamış mıydı? İngilizlerle yapılan maçlara ve onların onuruna verilen çay partilerine bu yüzden mi devam edildi?
Milli Mücadele zaferle sonuçlanıp, saltanat kaldırılırken, Ankara’da Büyük Millet Meclisi tarafından çok yakında kurulacak Türk devletinin temelleri oluşturulmaya çalışılırken, Gazi Mustafa Kemal Anadolu’yu karış karış dolaşıp, birbiri ardına gerçekleştireceği devrimlerin temellerini atarken, İsmet Paşa Lousanne’da tam bağımsızlık için ter dökerken, Yıllardır o cepheden bu cepheye sürüklenmiş Anadolu insanı yaralarını sarmaya çalışırken, bu zaman zarfında, son halife Abdülmecid’in oğlu şehzade Ömer Faruk’u hala başkanlık makamında tutmakta olan Fenerbahçe futbol takımının İngiliz İşgal kuvvetleri askerleriyle tam 19 kez karşılaşmış olması da mı ‘’ aslında milli taarruzdaki şahlanışımızın provası yapılıyordu’’ gerekçesiyle açıklanıyor, merak ediyoruz?
Ezeli rakip Galatasaray’la 50. maç rekabetteki 21. yıl sonunda oynanırken, ilk kez Cumhuriyet’in ilanından sonra karşılaşılan bir diğer ezeli rakip Beşiktaş’a karşı ancak 17 sene sonra 50. maça çıkılırken, işgal kuvvetleriyle 3.5 yılda 50 kez karşılaşmış olmak oldukça ilginç bir istatistik diyoruz.
Fenerbahçe takımının İşgal kuvvetlerine karşı son maçını 30 Ekim 1923’de oynadığının altını çiziyor, bu maçtan sadece 6 gün sonra Refet paşa komutasındaki Türk birliklerinin sevinç gözyaşları arasında İstanbul’a girmesini yüreklerimiz kabararak hatırlıyor, daha fazla bir şey de söylememek için dilimizi tutuyoruz.
Tekrar, Fenerbahçe Kulübü resmi internet sitesinde yazan tarihçeye dönüyor, Atatürk ve “Fenerbahçe”si; başlıklı bölümü okuyoruz:
‘’Fenerbahçe’nin müttefiklerle mücadelesi sadece yeşil sahalarla da sınırlı kalmayacak, Cihan Harbi’nde vatana feda ettikleri diğer sporcuları gibi, futbolcularının büyük bir bölümünü yine işgal yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya silah aktarılmasında etkin bir rol oynatarak vatanının ihtiyaç duyduğu konuda hayatlarını budaktan esirgemeyeceklerdi.’’
Bu satırları okuyunca, doğal olarak Fenerbahçeli hangi futbolcuların Anadolu’ya silah kaçırdığını merak ediyor, tarihi belgeleri araştırmaya başlıyoruz.
Ulaşabildiğimiz kayıtlardan önce futbolcuların mesleklerini araştırıyoruz.
Şaşırtıcı bir biçimde aralarından birinin, hem de İşgal kuvveti komutanı Harrington adına düzenlenen kupaya uzanan golü kaydeden Zeki Rıza Sporel’in Osmanlı ordusu mensubu olduğunu öğreniyoruz.
Ordudan maaş almakta olan bir askerin hangi gerekçeyle Anadolu’daki direnişe katılmadığını soruşturuyor ve öylesine şaşırtıcı belgelere, öylesine ilginç kayıtlara rastlıyoruz ki, inanmakta güçlük çekiyoruz.
İŞTE TARİHİN TOZLU RAFLARINDAN ORTAYA ÇIKARDIĞIMIZ İNANILMAZ BELGELER.
Yıl 1946
Fenerbahçe’nin Milli oyuncusu Zeki Rıza Sporel 1934 yılında futbolu bırakmış ve iş hayatına atılmıştır.
Yıllar önce İngiliz Vitol ailesinin kızlarıyla evlenmiş, İngiliz konsolosluğunda görev yapan kayınbiraderleri vasıtasıyla kurduğu ilişkiler sayesinde futbolda gösterdiği başarıları ticaret hayatında da göstermeye başlamıştır.
İşgal zamanının acıları sarılmış, Vitol ailesinin bazı üyelerinin İşgal kuvvetlerinde komutanlık yaptığı günler ise çoktan unutulmuştur.
Liverpool’dan kalkıp önce İzmir’e göçen, daha sonra da İstanbul’da Moda’ya yerleşen bu köklü İngiliz aile, Zeki Rıza Sporel’in yakın dostları Celal Bayar’la da tanışmasına vesile olmuştur.
O yıl ülkede ilk demokrasi sınavı verilmektedir. Tek parti dönemi bitmiş, yeni kurulan Demokrat Parti’ de seçimlere katılmıştır.
Zeki Rıza Sporel, Celal Bayar’ın kontenjanından Demokrat Parti İstanbul Milletvekili adayı olur.
Seçimi kazanır.
Mazbatasını almak üzere Ankara’ya yollanır.
İşte tarihin tozlu raflarında kalmış acı gerçekler bundan sonra gün ışığına çıkar:
Meclise seçilen yeni milletvekillerinin seçim tutanaklarını incelemekle görevli soruşturma komisyonu başkanlığına Zeki Rıza Sporel’in geçmişiyle ilgili bir çok ihbar dilekçesi ulaşmıştır.
İşte söz konusu komisyonun raporundan bazı bölümler:
İSTANBUL MİLLETVEKİLLİĞİNE SEÇİLEN ZEKİ RIZA SPOREL’İN SEÇİM TUTANAĞI HAKKINDA TUTANAKLARI İNCELEME KOMİSYONU RAPORU
(5/48) (S.Sayısı 19)
Hazırlama Komisyonu Raporu
Milli Savunma Bakanlığı’ndan bu hususa aid celb olunan 23 Eylül 1946 tarih ve 164381sayılı yazı ile ek 21 Temmuz 1924 ve 665 aded işaretli Bursa (Askeri) Heyeti Mahsusası’nca ittihaz olunan kararda, “1922 senesi Nisanında Milli Orduya katılması için resmen gerçekleştirilen davete sağlık nedenleri ileri sürerek icabet edemediğini iddia etmekte ise de, iddiasının gerçek olmadığına ve bununla birlikte gerçek olmayan nedenlerle davete icabet etmediğine kanaat hasıl olmakla, 25 Eylül 1923 tarihli kanunun ikinci maddesine göre Türk ordusundan tardına oybirliği ile karar verildi” denilmektedir.
Tutanakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na,
21 Kasım 1946
1) 1 Ağustos 1946 tarih ve emekli Yüzbaşı Zülfikar Akdal imzalı dilekçede, Zeki Rıza Sporel’in Milli Mücadele’nin başında baytar subayı olarak İstanbul’da bulunurken, vatan müdafaasına iştirak etmesi için Anadolu’ya gelmesi kendisine tebliğ edildiği, bu emri alan Zeki Rıza Sporel’in vazife başına koşacağı yerde, aksine olarak Milli Kuvvetleri arkadan vurmak üzere (Sadrazam) Damat Ferit’in teşkil ettiği kuvayi İnzibatiye’ye katıldığı, bu yüzden Harb Divanı’nca ordudan atılmasına karar verildiği, bir vatandaş için askerlik şerefinden mahrum edilmenin cezaların en büyüğü addolunması lazım geleceği ihbar edilmektedir.
2) 2 Ağustos 1946 tarih ve Mazhar Erkan imzalı dilekçede, Zeki Rıza Sporel’in baytar Üstteğmen iken, istiklal mücadelesi zamanındaki kabahatlerinden dolayı, 25 Eylül 1335 (1339/1923) tarihli kanunun ikinci maddesi mucibince nispeti askeriyesinin kat edilmiş olduğu bildirmekte, nispeti askeriye kat’ına mütaallik muamele, milletvekilliği sıfatı ile imtizaç edemeyeceği cihetiyle, seçim mazbatasının tasdik edilmemesi istenmektedir.
3) 4 Ağustos 1946 tarih ve Lütfi Sarı imzalı telgrafta, Zeki Rıza Sporel’in kurtuluş hareketimizin önderi olan Kuvayi Milliye aleyhinde muvazzaf baytar subay olduğu halde çalıştığından, (Bursa Askeri) Heyeti Mahsusası kararı ile ordudan tard edildiği, Zeki Rıza Sporel’in bu durumu itibariyle milletin en büyük Türk Milletini temsil yetkisi olmadığı bildirilmektedir.
Komisyonumuz huzurunda müdafaası alınan ve şifahen dinlenen Zeki Rıza Sporel, bu resmi davete icabet etmediğini ve sebep olarak rahatsız olan hemşiresini bırakacak bir kimse bulunmadığını, milli hareketin neticesinin taayyün etmesi için bir müddet daha beklemeyi muvafık bulduğunu beyan etmiştir.
Son derece ağır suçlamalar içeren Hazırlama Komisyonu Raporu üzerine, Tutanakları inceleme komisyonu, raporu meclis görüşmesine açıp açmamak kararını almak üzere toplanır.
İşte 2 Aralık 1946 tarihli toplantı sonucunda yayımlanan raporun karar bölümü:
Anayasamızın 12. maddesindeki kamu hizmetlerinden yasaklılığın milletvekilliğine seçilmeye mani olduğu kabul edilmiştir. Zeki Rıza Sporel ise, Mücadelei Milliyede hizmeti vataniyesini ifaya resmen davet edildiği ve kendisi de muvazzaf baytar subayı olduğu halde, bu davete icabet etmemiş ve bu sebeple 347 sayılı kanun gereğince nispeti askeriyesinin kat’ına karar verilmiştir.
Zeki Rıza Sporel’in bu hükümlülüğü af kanununun şümülünden dışarıda kalmış olduğundan, kendisi kamu hizmetlerinin bir kısmından yasaklıdır. Kendisinin bu durumu ise, milletvekili seçilmeye mani görüldüğünden, tutanağının kabul edilmemesi hususunun meclisin yüksek tasvibine sunulmasına oyçokluğu ile karar verilmiştir.
20 kişilik komisyonda sadece 4 üye karara muhalefet şerhi koymuştur.
İşte TBMM’nin 6 Aralık 1946 günü gerçekleştirdiği toplantının tutanak zabıtlarından bazı bölümler:
Kaynak:
TBMM Tutanak Dergisi
Birleşim: 13
Oturum: 1
6 Aralık 1946
Önce tutanakları inceleme komisyonu sözcüsü, Kırşehir milletvekili SAHİR KURUTLUOĞLU rapor hakkında açıklamalarda bulunur.
Ardından Kırşehir milletvekili REFİK KORALTAN kürsüye çıkarak, Zeki Rıza Sporel’in Milli Mücadele sırasında Anadolu’ya geçmek isteyen subayları koruyan ve onların Anadolu’ya geçmesine yardım eden M. M. Grubunun bir çalışanı olduğunu, M sıfır kod adıyla tanınan Miralay Esat Bey’in emrinde çalıştığını, bu görevini sürdürmenin memleket için daha hayırlı olduğunu düşündüğünden, Anadolu’dan gelen davete icabet etmediğini iddia eder. Miralay Esat Bey’in birkaç yıl önce öldüğünü, sağ olsa bu gerçeğe şehadet edeceğini ekler.
Refik Koraltan’ın ileri sürdüğü bu yeni iddialar üzerine bir çok milletvekili kürsüde söz almak ister. İşte o günün meclis tutanaklarından birkaç satır başı:
GENERAL EYÜP DURUKAN
HATAY MİLLETVEKİLİ
“Zeki (Rıza) Sporel’in Merkez Kumandanlığı’nın gizli hizmetlerinde ve Anadolu lehinde çalıştığını söylüyorlar. Milli Mücadele’nin sonunda Erkanı Harbiyei Umumiye Riyaseti, Gruplara emir verdi. ‘Milli Mücadele’de, Milli Mücadele için çalışan subay, askeri memur ve sivillerin isimlerini bildireceksiniz’ dedi.
Ben Anadolu Ordusu’na dahil olarak Felah Grubu’nun mühimmatın ve askeri fabrikalara aid tezgah, alet ve edavatın Anadolu’ya kaçırılması ile görevliydim. Erkanı Harbiyei Umumiye emir verdi. ‘Milli Mücadele’de Anadolu Ordusu’na dahil olarak çalışanların ve gizli vaziyette bulunanların isimlerini bir cetvel halinde bildiriniz’ dedi. Umumiye Riyaseti’ne takdim edildi. Hatta bugün dahi, tahmin ederim ki, arşivde mevcuttur.
Eğer bu arkadaş hizmet etmişse, hatta gizli olarak, yani ikinci veya üçüncü derecede hizmet eylemişse, mutlaka bu cetvellere isminin girmesi lazımdı. Çünkü Esat Paşanın maiyetinde Milli Mücadele’de gizli olarak çalışanların hiçbirisinin ismi unutulmamıştır. Farzımuhal olarak bu gibi hizmette bulunmuş ve ismi de cetvele girmemiş olsun, öyle farz edelim. Nihayet Bursa (Askeri) Heyeti Mahsusası’na çağrılmış ve gitmiş… Gittiği vakit, ‘Ben hastaydım’ yahut ‘Hemşirem hastaydı’ diyecek yerde, ‘Ben İstanbul’da Merkez Kumandanı Esat Bey’in maiyetinde gizli olarak çalıştım’ deseydi. Bu çalışan mesul arkadaşlardan soracaklardı. Bu suretle bu adam mahkum olmayacaktı. Çünkü bunun misalleri vardır.
Şu halde kendisinin böyle bir hizmeti olacağını zannetmem. Çünkü delil meydandadır. Verilen cetvellerdeki arkadaşlar hizmetlerine göre (Türkiye) B(üyük) M(illet) Meclisi’nce kimi takdirname ile, kimi İstiklal madalyası ile, kimisi terfi ile taltif edilmişlerdir. Binaenaleyh bu arkadaşın bunlar arasında ismi kat’iyen yoktur. Olsaydı, böyle mahkum olmasına imkan yoktu. Vatanın muhtaç olduğu bir zamanda lazım olan hizmeti yapmamak şerefsizliğine düşmemiş olurdu. Binaenaleyh hizmetleri hakkında söylenen şeylerin bence kat’iyen aslı esası yoktur.”
MUHİTTİN BAHA PARS
BURSA MİLLETVEKİLİ
“Milli Mücadele başladığı zaman burada 14 yaşındaki çocukların, kadınların yardımına muhtaç olduğumuz bir devir yaşıyorduk. 14 yaşındaki çocuklar yardım ediyordu. Böyle vazifesi vatanı kurtarmaktan ibaret bir askerin davete icabet etmemesi ne demektir? Size sorarım. Gelin memleket tehlikede; hayır memleket değil, bütün vatan ve bütün Türk milleti tehlikede… Bu başka harplere de benzemiyor. Lisanı hal ile Zeki (Rıza) Sporel’e söylenen bu, ‘gel bize yardım et; sana çok ihtiyacımız var’ cümlesi söylendiği zaman, ‘Hastayım, gelemem’ diyor. Bu arkadaş, şayanı teessürdür ki, bizim Komisyonda cevap verdiği zaman, ‘Ben hasta değildim, hemşirem hastaydı’ diyor. Burada ‘Hemşirem hastaydı’ diyor. Demek ki, pek de hakikate taalluk eder bir beyanat değil. Pekala biz mazereti de kabul ediyoruz. Gelemiyor… Zafer oluyor, herkes Anadolu’dan İstanbul’a sevinerek koşuyor, memleket kurtulmuş bulunuyor. Askerler terfiye mahzar olmuşlar. Hepsinin göğüslerinde kırmızı kurdelalarla birer şeref madalyası vardır. İstanbul’da bir arkadaş var, askerlikten matrut, bir ızdırab duymuyor; ‘Keşke ben de gideydim şu şerefli vazifede bulunaydım’ demiyor. Onu da bırakın, ‘askerlikten matrut olmak fena vaziyetinden kurtulayım, Ankara’da bir heyet teşekkül etmiş… Gideyim, masumiyetimi ispat edeyim; şu fena vaziyetten kurtulayım’. demesi lazım gelirken, onu da yapmıyor.
Efendim, bu arkadaş partide vazife almış… Efendim, bu arkadaş falan zatın teveccühünü kazanmış, şu zat ile resim çıkartmış… Efendim, bu arkadaş futbolda büyük muvaffakiyetler göstermiş… Bunları birbirine karıştırmak doğru değildir. Elini sıktığınız insanların içini biliyor muyuz? Herkes Zeki(Rıza) Sporel’in Milli Mücadeleye iştirak etmediği için askerlikten tard edildiğini bilebilir mi? Biliyor mu idi? Biliyor mu idik? Elbette hayır.”
DR. FAHRİ KURTULUŞ
RİZE MİLLETVEKİLİ
“Kendilerinde vatan için çekecekleri fedakarlıkların takatini bulamayanlar, Türkün bu saldırışı karşısında tutunamayacağını az mı iddia ettiler? Az mı insan bu mücadelenin boşluğunu söylemedi? Az mı münevver davamıza silah çekmedi?
Şimdi memleketin bir adama, Milli Mücadele’nin bir insana muhtaç olduğu bir zamanda, Zeki Rıza Sporel, ‘Kardeşim hasta, yanına bırakacağım kimsem yok, Milli Mücadele’nin ne şekil alacağını bilmiyorum, bunun için cepheye gitmedim’ demiştir.
Hukuk meseleleri hukukçuların payı olsun; fakat bir milli vicdan vardır, bir milli ahenk vardır, bir milli inanış vardır. Biz bu inanış içinde, her şeyi her an feda ederek, bu davayı müdafaa etmesini bilmezsek, bu topraklar bizim olamaz.
Milli Mücadele yıllarının karakteri, her şeyden üstün olan vatan içindir. Binaenaleyh askeri mesuliyet ve vazifesinin kutsiyetini bilmeyen bu arkadaşımıza şu misali hatırlatırım: 27 Ağustos 1927 (1922)’de emir alan merhum Albay Reşat, Çiğiltepesi’ni beş dakika geç aldığı için intihar etmiştir. Bu mukaddes vatan evladı, Zeki Rıza Sporel gibi o vazifeye gitmemeyi bilmez miydi? Halbuki beş dakika geç kaldığı için intihar etmiştir. Zeki Rıza (Sporel)’in bu milli heyet arasında bulunmasının ne dereceye kadar yeri vardır? İstiklal Şehitlerinin ruhu gelip, bunu bizden sormayacak mı?”
Söz alan Sinop Milletvekili SUPHİ BATUR ise, Zeki Rıza Sporel tarafından kaleme alınan bir mesajı okur:
“Ben bu vatanda milli şuurun ve kabiliyetin spor sahasında tecelli eden faaliyetlerine acizane iştirak etmiş ve karanlık günlerinde teselli kaynağı olmaya vesile olmuş, yabancı memleketlerde milli formayı senelerce şerefle sırtımda taşıyan ve kudretim dahilinde necip ve asil Türk milletinin yüzünü ak etmeye çalışmış olmakla mübahi bir vatandaşım.
Ruhumda ve kalbimde yegane yaşayan arzu ve gaye, bu millete faydalı olmak ve onun hayrına çalışmaktır. Genç yaşımdan beri bütün milletin gözleri önünde bütün safhaları apaçık geçmiş bir maziye ve hayata sahip bulunuyorum. Benimle yakından ve uzaktan münasebette bulunan herkes bilir ki, tek gayem bu memlekete saham dahilinde çalışıp faydalı olmaktan ibarettir.”
Kürsüde son sözü tutanakları inceleme komisyonu sözcüsü, Kırşehir milletvekili SAHİR KURUTLUOĞLU alır:
“Arkadaşımız (Zeki) Rıza Sporel Milli Mücadele senelerinde vatani vazifesini esnasında vaki olan davete sağlık nedenleri ileri sürerek icabet etmemiştir. Binaenaleyh Bursa’da teşekkül eden (Askeri) Heyeti Mahsusa kendisinden bu ciheti sormuş, o da sıhhi meseleyi ileri sürerek, bu işe icabet etmediğinden bahisle, buna cevap vermiş… Fakat (Bursa Askeri) Heyeti Mahsusa(sı), davete icabet etmediği zaman spor sahasında futbol oynamakla meşgul bulunduğunu tespit ederek, bu mazereti vatani vazifeyi yapmaya mani bir engel olarak yerinde bulmayarak, nispeti askeriyesinin kat’ına 25 Eylül 1339 (1923) tarihli kanunu mahsus mucibince karar vermiştir.”
Zaman zaman hararetli, zaman zaman duygusal konuşmaların yer aldığı görüşmeler sonucu Zeki Rıza Sporel’in milletvekiliğinin düşmesi yönündeki komisyon raporu oylamaya sunulur.
Bu gün Fenerbahçe stadında ismi yazan Şükrü Saraçoğlu’nunda aralarında yer aldığı çoğunluk milletvekillerinin oylarıyla Zeki Rıza Sporel’in milletvekilliğine TBMM tarafından son verilir.
Heyeti Mahsusa kayıtları, TBMM Meclis Zabıtları bunları anlatıyor.
Yani tarihi belgeler bunları gösteriyor.
Kendimizden hiçbir şey katmadık, en ufak bir yorumda bulunmaktan özellikle kaçındık.
Yorumu sizlere, Türk insanının sağ duyusuna bırakıyoruz.
Ne yalan söyleyelim, tarihi yeni baştan yazmaya meraklı zamane masalcılarının, bir takım türedi meczupların yorumlarını da merak etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Bekliyoruz...
Mevlana’nın, ne kadar anlatırsan anlat, anlatabildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır, sözünü aklımızdan çıkarmıyor, anlamak istemeyenlerin, düşünme yeteneklerinin önüne çektiği koruma kalkanlarına bir kez daha çarpacağımızı biliyor, yine de merakla bekliyoruz.