YoRuMSuZ
Biz işimize bakalım...
Somali'de her gün onlarca çocuk açlıktan ve hastalıktan ölüyor. Annelerin çaresizliği ve feryatları yürekleri dağlıyor. Bu acıyı yaşayanlardan biri de küçük Abdullah'ın annesi Madina
Holvodak kampında güneş alabildiğine kavuruyor. Önümde ve arkamda beni korumakla görevli olan Afrika Birliği'nde görevli Ugandalı silahlı askerlerden fırsat buldukça çadırlardan fotoğraflar almaya, insanlarla konuşmaya çalışıyorum. Önümdeki asker durumu o kadar abartıyor ki çadırların önünde bekleyen çocuklar bile anneleri tarafından içeri alınıyor. Ben bir yandan çadırdakilere selam veriyor diğer yandan o askere please, please! (lütfen) diye yalvarıyorum. Güzelim kareler bir bir kaçıyor. Arkamdaki asker kıvrandığımı fark etmiş olacak ki duruma el koyuyor. Artık rahatım!..
YÜZLERİ AVUÇ İÇİ KADAR
Derme çatma çadırlarda kâh çocuğuna bir şeyler yediren anneleri fotoğraflıyor kâh şakağını eline, gözlerini boşluğa emanet etmiş yaşlı insanları süzüyorum. Bir çadırın direğine asılı duran serum paketi ilgimi çekiyor. İçeriye başımı uzatmamla irkilmem bir oluyor. Çadır ortasında bir anne iki yanında bir deri bir kemik sere serpe yatan iki çocuk... Küçüğü yan dönmüş parmaklarım kadar kalan bacaklarını ve kollarını karnına çekmiş öylece yatıyor. Büyüğünün kolunda ise serum aparatları takılı sürekli mama, mama (anne) diye inliyor. O kadar zayıf ki kemikleri sayılıyor. Hastalıktan avuç içi kadar kalmış simsiyah yüzünden irileşen gözleri dışarı fırlayacak gibi.
FOTOĞRAFINI ÇEKTİĞİM İYİLEŞSE
Anne, Somalice bir şeyler anlatıyor. Askerlerden biri İngilizce'ye çeviriyor. Adı Madina imiş. Bir buçuk yaşındaki küçük çocuğu Abdullah Tayyar, 6 yaşındaki büyük oğluysa Hasan Tayyar.
Her ikisi de malarya (sıtma) hastalığına yakalanmış. Çocukları fotoğraflayıp çadırdan dışarı çıkıyorum. O çadırda hasta çocuk fotoğrafı çektiğimi gören herkes beni kendi çadırına götürmek için mücadele etmeye başlıyor. Keşke fotoğrafını çektiğim her çocuk iyileşebilse ama ne mümkün!.. Kimini fotoğraflıyorum kimini fotoğraflıyormuş gibi yaparak ilerliyorum. Açıkçası sineklerin uçuş pisti haline getirdiği çadırlarda hasta olurum korkusuyla durmak istemiyorum. Ama tedirginliğimi belli etmekten de çekiniyorum.
Dışarıda 40 dereceyi bulan sıcaklık çadırların içerisinde nefes almayı dahi zorlaştırıyor. Artık bu son diyerek 5 yaşındaki Osman Abdulkadir ve 2 yaşındaki Ali Abdulkadir'in fotoğraflarını çekip ayrılma niyetindeyim. Anne Esma, Osman'ın üzerine âdeta titriyor. Ellerini bir yandan çocuğun vücudu üzerinde dolaştırıyor, bir yandan da sineklik gibi kullanarak Osman'ın yüzündeki sinekleri uzaklaştırıyor. Ali'ye ilgisiz kaldığımı görünce kaptığı gibi kucağına alıyor. Kolum kadar boynu kalan çocuğun bir yeri kırılacak diye endişeleniyorum.
BİR ANNENİN YIKILDIĞI AN
O esnada öyle bir feryat kopuyor ki tüylerim diken diken oluyor. Gayriihtiyari sesin geldiği tarafa doğru koşturuyorum. Daha 15 dakika önce fotoğrafladığım Madina canhıraş çığlıklarla dövünüyor. Hasan olduğu yerde, Abdullah'ın cansız bedeni ise dizinin dibinde. İçimden ılık ılık bir şeyler akıyor. Annenin o feryatları âdeta kamp alanında yankılanıyor. Mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum.
KORİDORLARDA YATAN HASTALAR
Kamptan sonra İHH'daki arkadaşlar hastaneye gideceğimizi söylüyorlar. Madina'nın o çağlıkları hâlâ kulaklarımda... Ya daha kötü bir tabloyla karşılaşırsam?.. Üzerinde Benadir Hospital yazan bir kapıdan içeri giriyoruz. Mogadişu'daki iki hastaneden biriymiş. Kadın ve çocuk hastalara hizmet veriyormuş. Hastane yıkık dökük. Kapı pencere namına bir şey kalmamış. Koridorlar yerlerde yatan hastalarla dolu. İçeride burnumun direğini sızlatan bir koku.
Odalardaki yataklar askeriyenin kampetleri gibi. Önünden geçtiğim odalarda genelde kadın hastalar var. Kimi midesinden şikayetçi kimi enfeksiyon kapmış. Bir sonraki odada yürek burkan bir görüntü olmaması için dua ediyorum.
ÖLÜMÜN AYAK SESLERİ
Bir zamanlar beyaz olan önlüğünün griye dönmesine aldırış etmeyen doktor, koridorun sonundaki karşılıklı iki odadan ilkine giriyor. Korktuğum tabloyla yüzleşiyorum. Doktor üzeri tülle örtülü her yatağı araladığında üzeri deri kaplı iskelet çocuklarla göz göze geliyorum. Alabildiğine hasta çocuk. Hem de ölümü bekleyen.
Doktor Beydava'dan gelen ve son demlerini yaşayan malerya hastası 4 yaşındaki Selman'ın başında bir hayli vakit geçiriyor. Selman'ın annesi Mona, doktorla bir şeyler konuşuyor, sonra çocuğunu yatağından kaldırdığı gibi bağrına basıyor. Uzun süre hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Âdeta çocuğu ile vedalaşıyor. Diğer yataklarda da durumlar birbirinden farksız. Çoğu yatakta iki kardeş birden yatıyor. Koridordan sonra avluya yöneliyoruz. Burası zehirlenme sonrası acil servise getirilen hastaların görüntüsünü andırıyor. Küçük masalara birer çocuk, sedyelere ise ikişer, üçer çocuk yatırılmış. Elindeki mavi kovayı her çocuğun başına geldiğinde yere bırakıp içindeki süte benzer beyaz bir suyu çocukların başında bulunan bardaklara boşaltıyor. Babaların göz hapsinden kurtulduğu anda da alandan hızlıca uzaklaşıyor.
BİR SOYKIRIM YAŞANIYOR
Tahterevalli ile sürekli hasta taşınan, sağlam giren insanın bile mikroptan öleceği hastanede iki saat kalıyoruz.. Doktor, ayrılırken hastanedeki çocukların birçoğunun kurtulma şansının olmadığını, her gün onlarca çocuğun cenazesinin çıktığını söylüyor. Ne diyelim insanlık utansın! Meşhur bir yazar, Bir insanın ölümü insanlığın ölümü gibidir. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır diyor. Somali'de şu an bir soykırım yaşanıyor. İnsanlığa duyurulur!
BU BİR SOYKIRIM!..
Bir yazar, Bir insanın ölümü insanlığın ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır diyor. Somali'deki anneler her gün soykırıma uğruyor...
ABDULLAH DA ÖLDÜ, İNSANLIK UTANSIN!
Küçük Abdullah'ın annesi Madina öyle bir feryat koparıyor ki; mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum...
ÇOCUKLARIYLA VEDALAŞIYORLAR
Esma, Madina, Mona ve diğerleri... Son yılların en büyük kuraklığıyla bir başına kalan Somali'de artık insanlar susuzluk, açlık ve bulaşıcı hastalıktan ölmeye başladı. İlk hayatını kaybedenler ise her zamlan olduğu gibi yine küçücük bedenler oluyor. Kamplarda bulunan derme çatma hastanelerde gözyaşı içinde çaresiz bekleyişlerini sürdüren Somalili anneler, âdeta yavrularıyla vedalaşıyor...
Somali'de anne olmak dünyanın en acı işi... Bir yandan açlıkla boğuşan gözü yaşlı anneler, önceliği ise her zaman olduğu gibi masum yavrularına veriyor.
Holvodak kampında güneş alabildiğine kavuruyor. Önümde ve arkamda beni korumakla görevli olan Afrika Birliği'nde görevli Ugandalı silahlı askerlerden fırsat buldukça çadırlardan fotoğraflar almaya, insanlarla konuşmaya çalışıyorum. Önümdeki asker durumu o kadar abartıyor ki çadırların önünde bekleyen çocuklar bile anneleri tarafından içeri alınıyor. Ben bir yandan çadırdakilere selam veriyor diğer yandan o askere please, please! (lütfen) diye yalvarıyorum. Güzelim kareler bir bir kaçıyor. Arkamdaki asker kıvrandığımı fark etmiş olacak ki duruma el koyuyor. Artık rahatım!..
YÜZLERİ AVUÇ İÇİ KADAR
Derme çatma çadırlarda kâh çocuğuna bir şeyler yediren anneleri fotoğraflıyor kâh şakağını eline, gözlerini boşluğa emanet etmiş yaşlı insanları süzüyorum. Bir çadırın direğine asılı duran serum paketi ilgimi çekiyor. İçeriye başımı uzatmamla irkilmem bir oluyor. Çadır ortasında bir anne iki yanında bir deri bir kemik sere serpe yatan iki çocuk... Küçüğü yan dönmüş parmaklarım kadar kalan bacaklarını ve kollarını karnına çekmiş öylece yatıyor. Büyüğünün kolunda ise serum aparatları takılı sürekli mama, mama (anne) diye inliyor. O kadar zayıf ki kemikleri sayılıyor. Hastalıktan avuç içi kadar kalmış simsiyah yüzünden irileşen gözleri dışarı fırlayacak gibi.
FOTOĞRAFINI ÇEKTİĞİM İYİLEŞSE
Anne, Somalice bir şeyler anlatıyor. Askerlerden biri İngilizce'ye çeviriyor. Adı Madina imiş. Bir buçuk yaşındaki küçük çocuğu Abdullah Tayyar, 6 yaşındaki büyük oğluysa Hasan Tayyar.
Her ikisi de malarya (sıtma) hastalığına yakalanmış. Çocukları fotoğraflayıp çadırdan dışarı çıkıyorum. O çadırda hasta çocuk fotoğrafı çektiğimi gören herkes beni kendi çadırına götürmek için mücadele etmeye başlıyor. Keşke fotoğrafını çektiğim her çocuk iyileşebilse ama ne mümkün!.. Kimini fotoğraflıyorum kimini fotoğraflıyormuş gibi yaparak ilerliyorum. Açıkçası sineklerin uçuş pisti haline getirdiği çadırlarda hasta olurum korkusuyla durmak istemiyorum. Ama tedirginliğimi belli etmekten de çekiniyorum.
Dışarıda 40 dereceyi bulan sıcaklık çadırların içerisinde nefes almayı dahi zorlaştırıyor. Artık bu son diyerek 5 yaşındaki Osman Abdulkadir ve 2 yaşındaki Ali Abdulkadir'in fotoğraflarını çekip ayrılma niyetindeyim. Anne Esma, Osman'ın üzerine âdeta titriyor. Ellerini bir yandan çocuğun vücudu üzerinde dolaştırıyor, bir yandan da sineklik gibi kullanarak Osman'ın yüzündeki sinekleri uzaklaştırıyor. Ali'ye ilgisiz kaldığımı görünce kaptığı gibi kucağına alıyor. Kolum kadar boynu kalan çocuğun bir yeri kırılacak diye endişeleniyorum.
BİR ANNENİN YIKILDIĞI AN
O esnada öyle bir feryat kopuyor ki tüylerim diken diken oluyor. Gayriihtiyari sesin geldiği tarafa doğru koşturuyorum. Daha 15 dakika önce fotoğrafladığım Madina canhıraş çığlıklarla dövünüyor. Hasan olduğu yerde, Abdullah'ın cansız bedeni ise dizinin dibinde. İçimden ılık ılık bir şeyler akıyor. Annenin o feryatları âdeta kamp alanında yankılanıyor. Mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum.
KORİDORLARDA YATAN HASTALAR
Kamptan sonra İHH'daki arkadaşlar hastaneye gideceğimizi söylüyorlar. Madina'nın o çağlıkları hâlâ kulaklarımda... Ya daha kötü bir tabloyla karşılaşırsam?.. Üzerinde Benadir Hospital yazan bir kapıdan içeri giriyoruz. Mogadişu'daki iki hastaneden biriymiş. Kadın ve çocuk hastalara hizmet veriyormuş. Hastane yıkık dökük. Kapı pencere namına bir şey kalmamış. Koridorlar yerlerde yatan hastalarla dolu. İçeride burnumun direğini sızlatan bir koku.
Odalardaki yataklar askeriyenin kampetleri gibi. Önünden geçtiğim odalarda genelde kadın hastalar var. Kimi midesinden şikayetçi kimi enfeksiyon kapmış. Bir sonraki odada yürek burkan bir görüntü olmaması için dua ediyorum.
ÖLÜMÜN AYAK SESLERİ
Bir zamanlar beyaz olan önlüğünün griye dönmesine aldırış etmeyen doktor, koridorun sonundaki karşılıklı iki odadan ilkine giriyor. Korktuğum tabloyla yüzleşiyorum. Doktor üzeri tülle örtülü her yatağı araladığında üzeri deri kaplı iskelet çocuklarla göz göze geliyorum. Alabildiğine hasta çocuk. Hem de ölümü bekleyen.
Doktor Beydava'dan gelen ve son demlerini yaşayan malerya hastası 4 yaşındaki Selman'ın başında bir hayli vakit geçiriyor. Selman'ın annesi Mona, doktorla bir şeyler konuşuyor, sonra çocuğunu yatağından kaldırdığı gibi bağrına basıyor. Uzun süre hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Âdeta çocuğu ile vedalaşıyor. Diğer yataklarda da durumlar birbirinden farksız. Çoğu yatakta iki kardeş birden yatıyor. Koridordan sonra avluya yöneliyoruz. Burası zehirlenme sonrası acil servise getirilen hastaların görüntüsünü andırıyor. Küçük masalara birer çocuk, sedyelere ise ikişer, üçer çocuk yatırılmış. Elindeki mavi kovayı her çocuğun başına geldiğinde yere bırakıp içindeki süte benzer beyaz bir suyu çocukların başında bulunan bardaklara boşaltıyor. Babaların göz hapsinden kurtulduğu anda da alandan hızlıca uzaklaşıyor.
BİR SOYKIRIM YAŞANIYOR
Tahterevalli ile sürekli hasta taşınan, sağlam giren insanın bile mikroptan öleceği hastanede iki saat kalıyoruz.. Doktor, ayrılırken hastanedeki çocukların birçoğunun kurtulma şansının olmadığını, her gün onlarca çocuğun cenazesinin çıktığını söylüyor. Ne diyelim insanlık utansın! Meşhur bir yazar, Bir insanın ölümü insanlığın ölümü gibidir. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır diyor. Somali'de şu an bir soykırım yaşanıyor. İnsanlığa duyurulur!
BU BİR SOYKIRIM!..
Bir yazar, Bir insanın ölümü insanlığın ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ise anne için soykırımdır diyor. Somali'deki anneler her gün soykırıma uğruyor...
ABDULLAH DA ÖLDÜ, İNSANLIK UTANSIN!
Küçük Abdullah'ın annesi Madina öyle bir feryat koparıyor ki; mesleğim gereği dünyanın dört bir tarafında deprem, savaş, sel felaketinde o kadar insanın ölümüne şahitlik ettim ki saysam bir kasaba mezarlığı eder. Ama bu kadar etkilendiğimi hatırlamıyorum...
ÇOCUKLARIYLA VEDALAŞIYORLAR
Esma, Madina, Mona ve diğerleri... Son yılların en büyük kuraklığıyla bir başına kalan Somali'de artık insanlar susuzluk, açlık ve bulaşıcı hastalıktan ölmeye başladı. İlk hayatını kaybedenler ise her zamlan olduğu gibi yine küçücük bedenler oluyor. Kamplarda bulunan derme çatma hastanelerde gözyaşı içinde çaresiz bekleyişlerini sürdüren Somalili anneler, âdeta yavrularıyla vedalaşıyor...
Somali'de anne olmak dünyanın en acı işi... Bir yandan açlıkla boğuşan gözü yaşlı anneler, önceliği ise her zaman olduğu gibi masum yavrularına veriyor.