Saat gece yarısını çoktan geçmiş, takvim yaprakları ise "yarın" kelimesini fısıldıyordu. Ben, zihnimde çalan alakasız şarkılar ve midemde dans eden kelebeklerden oluşan bir orkestra eşliğinde, büyük bir kararın eşiğindeydim: Bu gece, hayata veda etmeden önce, aklıma gelen her şeyi yapacaktım! (Evet, dramatize etmek benim göbek adım.)
İlk kurbanım, mutfaktaki "özel günlerde kullanılan" pembe dondurma kasesiydi. Normalde ona bakmak bile yasaktı ama bugün, kuralları çiğnemek için ideal bir gündü. Kaseden yediğim her kaşık, içimde bir isyan çığlığıydı. Tabii ki, dondurma yedikten sonraki o meşhur "beyin donması" anı da cabası. Sanki beynim, "Bu gece yeterince absürt değil miydi?" der gibiydi.
Ardından, yatak odama doğru teatral bir şekilde yürüdüm. Kendimi "Yüzüklerin Efendisi"ndeki bir elf gibi hissederken (elbette, pijamalarım ve dağınık saçlarımla!), gardırobumdaki en çılgın kombinasyonu oluşturdum. Leopar desenli bir tayt, üzerine parıltılı bir tişört, ve kafama dağınıklıktan bile daha dağınık bir peruk… Aynada kendime bakıp, "İşte bu!" dedim. "İnsanlık, benim bu halimi görmeli!"
Sonra, kedim Snuggles'ı (ismiyle tamamen zıt bir karakter) yanıma aldım. Ona "Snuggles, bu gece birlikte dünyayı kurtaracağız!" dedim. Snuggles bana anlamaz gözlerle bakarken, ben onun sırtına minik bir pelerin taktım. Sonuç mu? Snuggles, muhtemelen hayatının en utanç verici anını yaşıyordu.
Bu noktada, komşuların uyanmasını umursamadan, karaoke mikrofonunu elime aldım. Saat kaç olursa olsun, “Bohemian Rhapsody” en doğru seçimdi. Şarkı söylerken, bir yandan da evi temizlemeye çalıştım. Bulaşık makinesini çalıştırdım, çamaşırları astım ve hatta kedinin kum kabını bile temizledim. Çünkü, neden olmasın?
Bu noktada, kapı çaldı. Korkuyla kapıya koştum. Karşımda, pijamalarıyla mahmur gözlerle bakan komşum Bayan Higgins duruyordu. "Bir sorun mu var?" diye sordu, sesi biraz uykulu ve biraz da endişeliydi. Ben de en sakin sesimle, "Hayır, sadece son gecemi kutluyorum!" dedim. Bayan Higgins'in şaşkın bakışları, o geceki absürtlüğün zirvesiydi.
Bayan Higgins'i, o anlık şaşkınlığından kurtarmak için (belki de kendimi kurtarmak için), ona da karaoke yapmayı teklif ettim. Şaşırtıcı bir şekilde, kabul etti! Birlikte "I Will Survive" şarkısını söylerken, komşuluk ilişkilerimize yeni bir boyut kazandırdık.
Bu noktada, yorgunluk belirtileri göstermeye başlamıştım. Ama pes etmeyecektim! Son bir hamle olarak, balkonda kurduğum kamp sandalyesine oturdum ve gökyüzüne bakmaya başladım. Yıldızlarla sohbet ederken, bir yandan da elimdeki kurabiyeleri yiyordum. Kurabiyelerin tadı, hayatın kendisi gibiydi: Tatlı, biraz tuzlu ve kesinlikle unutulmaz.
Sonunda, güneşin ilk ışıklarıyla beraber, pes ettim. Yorgunluktan bitkin düşmüş bir halde, dağınık saçlarımla, leopar desenli taytım ve parıltılı tişörtümle kendimi yatağa attım. Uyumadan önce aklımdan geçen tek şey şuydu: "Bu gece kesinlikle unutulmayacak!"
Ve evet, sabah uyandığımda, her şey yine de aynıydı. Sadece, mutfaktaki pembe dondurma kasesi boş, Snuggles'ın pelerini ortalıkta yoktu ve komşum Bayan Higgins bana kahve ikram ediyordu. Hayat, bazen böyle absürt sürprizlerle doluydu işte. Ve ben, bu son gece macerasıyla, hayatın tadını çıkarmayı öğrenmiştim.
İlk kurbanım, mutfaktaki "özel günlerde kullanılan" pembe dondurma kasesiydi. Normalde ona bakmak bile yasaktı ama bugün, kuralları çiğnemek için ideal bir gündü. Kaseden yediğim her kaşık, içimde bir isyan çığlığıydı. Tabii ki, dondurma yedikten sonraki o meşhur "beyin donması" anı da cabası. Sanki beynim, "Bu gece yeterince absürt değil miydi?" der gibiydi.
Ardından, yatak odama doğru teatral bir şekilde yürüdüm. Kendimi "Yüzüklerin Efendisi"ndeki bir elf gibi hissederken (elbette, pijamalarım ve dağınık saçlarımla!), gardırobumdaki en çılgın kombinasyonu oluşturdum. Leopar desenli bir tayt, üzerine parıltılı bir tişört, ve kafama dağınıklıktan bile daha dağınık bir peruk… Aynada kendime bakıp, "İşte bu!" dedim. "İnsanlık, benim bu halimi görmeli!"
Sonra, kedim Snuggles'ı (ismiyle tamamen zıt bir karakter) yanıma aldım. Ona "Snuggles, bu gece birlikte dünyayı kurtaracağız!" dedim. Snuggles bana anlamaz gözlerle bakarken, ben onun sırtına minik bir pelerin taktım. Sonuç mu? Snuggles, muhtemelen hayatının en utanç verici anını yaşıyordu.
Bu noktada, komşuların uyanmasını umursamadan, karaoke mikrofonunu elime aldım. Saat kaç olursa olsun, “Bohemian Rhapsody” en doğru seçimdi. Şarkı söylerken, bir yandan da evi temizlemeye çalıştım. Bulaşık makinesini çalıştırdım, çamaşırları astım ve hatta kedinin kum kabını bile temizledim. Çünkü, neden olmasın?
Bu noktada, kapı çaldı. Korkuyla kapıya koştum. Karşımda, pijamalarıyla mahmur gözlerle bakan komşum Bayan Higgins duruyordu. "Bir sorun mu var?" diye sordu, sesi biraz uykulu ve biraz da endişeliydi. Ben de en sakin sesimle, "Hayır, sadece son gecemi kutluyorum!" dedim. Bayan Higgins'in şaşkın bakışları, o geceki absürtlüğün zirvesiydi.
Bayan Higgins'i, o anlık şaşkınlığından kurtarmak için (belki de kendimi kurtarmak için), ona da karaoke yapmayı teklif ettim. Şaşırtıcı bir şekilde, kabul etti! Birlikte "I Will Survive" şarkısını söylerken, komşuluk ilişkilerimize yeni bir boyut kazandırdık.
Bu noktada, yorgunluk belirtileri göstermeye başlamıştım. Ama pes etmeyecektim! Son bir hamle olarak, balkonda kurduğum kamp sandalyesine oturdum ve gökyüzüne bakmaya başladım. Yıldızlarla sohbet ederken, bir yandan da elimdeki kurabiyeleri yiyordum. Kurabiyelerin tadı, hayatın kendisi gibiydi: Tatlı, biraz tuzlu ve kesinlikle unutulmaz.
Sonunda, güneşin ilk ışıklarıyla beraber, pes ettim. Yorgunluktan bitkin düşmüş bir halde, dağınık saçlarımla, leopar desenli taytım ve parıltılı tişörtümle kendimi yatağa attım. Uyumadan önce aklımdan geçen tek şey şuydu: "Bu gece kesinlikle unutulmayacak!"
Ve evet, sabah uyandığımda, her şey yine de aynıydı. Sadece, mutfaktaki pembe dondurma kasesi boş, Snuggles'ın pelerini ortalıkta yoktu ve komşum Bayan Higgins bana kahve ikram ediyordu. Hayat, bazen böyle absürt sürprizlerle doluydu işte. Ve ben, bu son gece macerasıyla, hayatın tadını çıkarmayı öğrenmiştim.