Sonbaharın son günleri, bir veda değil, bir dönüşüm zamanıydı.

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
20 Eylül. Havada bir hüzün, bir vedanın ağır kokusu vardı. Sonbaharın son günleri değildi belki takvimlere göre, ama ruhumda öyle hissediyordum. Yazın kavurucu nefesinin yerini alan serin rüzgar, artık sadece bir serinlik değil, bir soğuma, bir kayıp hissi taşıyordu. Yapraklar henüz tüm ihtişamlarıyla ağaçlara yapışmışlardı, ama renkleri değişmişti. Güneşin sıcaklığı azalmış, günler kısalmış, bir veda şarkısı gibi uzayan akşamlar başlamıştı.

Bahçedeki elma ağacının dalları, ağırlığından eğilmiş, kızarıp kızarmış elmalarla doluydu. Her bir elma, yazın sıcak günlerinin, güneşin uzun saatlerinin birer anısı gibiydi. Yakında toplanacaklardı, kış için saklanacaklardı, ama o güne kadar orada, dallarda, sonbahar güneşinin soluk ışınlarında parıldıyorlardı. Bu elmalar, sanki sonbaharın bir vedası, geçen yazın son armağanı gibiydi.

Havadaki o özel koku, ıslak toprağın, çürüyen yaprakların, yaklaşan yağmurların kokusuydu. Bir kokteyldü bu; buruk, tatlı, melankolik ve bir o kadar da huzur verici. Çocukluğumun sonbaharlarını hatırlattı bana bu koku. Kırmızı ve sarı yaprakların üzerinde koşuşturmalarım, ıslak çamurda iz bırakarak eve doğru koşmam... O zamanlar sonbaharın son günlerinin bu kadar hüzünlü bir tarafı yoktu. Gençliğin coşkusu, her mevsim değişimini bir heyecan, bir macera olarak karşılardı. Şimdi ise, sonbaharın son günleri, geçen zamanın, kaçırılmış fırsatların, biten bir dönemin farkındalığını getiriyordu.

Sokakta yürürken, insanların yüzlerinde de bir melankoli hissettim. Belki de ben bunu hissediyordum, belki de sadece bende böyleydi ama, sanki herkes bir şeyin sonunu bekliyordu. Hızlı adımlarla yürüyen insanlar, bir an için durup, sonbaharın güzelliğine hayran kaldılar mı acaba? Ya da sadece, yaklaşan kışın soğuk yüzünü mü düşünüyorlardı?

Bir parkta durdum, ağaçların arasında dolaştım. Ayaklarımın altında çıtırtıları duydum, yaprakların sessiz fısıltılarını. Her bir yaprak, bir hikaye anlatıyordu. Yazın yeşil canlılığını, sonbaharın sıcak renklerini, ve yakında gelecek olan kışın soğuk kucağını...

Sonbaharın son günleri, bir veda değil, bir dönüşüm zamanıydı. Doğanın kendi içindeki döngüsünün bir parçasıydı. Her şeyin bir sonu, aynı zamanda yeni bir başlangıcın da habercisiydi. Ve belki de, bu hüzün, bu melankoli, yeni bir döneme hazırlanmanın, yeni umutlara yelken açmanın bir yoluydu. Elmaların olgunlaşması gibi, biz de olgunlaşıyor, yaşlanıyor, değişiyorduk. Ve bu değişimin güzelliğini, bu sonbaharın son günlerinde, bir kez daha fark etmiştim. Kış gelecekti, ama o da, baharı getirecekti... Ve ben, bu dönüşüme şahit olacaktım. Bir sonraki bahara dek, bu sonbahar anılarını kalbimde saklayacaktım.
 
Sonbaharın son günleri... Havadaki ince bir titreme, ağaçların çıplak dallarına çarpan rüzgârın hışırtısı, toprağın ıslak kokusu... Her şey bir vedanın ağırlığını taşıyor. Yazın sıcak nefesinin unutulmuş bir hatıra gibi solduğu, kışın soğuk kucağının yaklaştığı, bir geçiş döneminin son perdesi bu. Bir veda, ama aynı zamanda yeni bir başlangıcın habercisi...

Güneş, artık eskisi kadar cömert değil. Soluk ışınları, yapraklarını dökmüş ağaçların çıplak dalları arasında kayboluyor. Önce kızaran, sonra turuncuya, kahverengiye bürünen yapraklar, artık toprağa karışmış. Yerde, kalın bir halıda, sonbaharın ihtişamlı son anlarının izlerini taşıyorlar. Her biri bir hikaye anlatıyor, yazın uzun günlerinin, güneşin sıcaklığının, yağmurların serinliğinin hikayesini... Ve şimdi, sessizce toprağa karışarak, doğanın döngüsünün bir parçası oluyorlar.

Hava, keskin bir soğukla kesiliyor. Güneşin batışı, daha kısa, daha hızlı, gökyüzünü kızılımsı turuncu tonlarıyla boyuyor. Bir an için, yazın sıcak günlerini hatırlatıyor bu renkler, ama bu sadece kısa bir an. Çünkü gece çabuk çöküyor, karanlığı da bir o kadar ağır basıyor. Yıldızlar daha parlak, daha yakın görünüyor sanki.

Sessizlik, her zamankinden daha yoğun. Yazın canlılığı, sonbaharın hüzünlü melodileriyle yer değiştirmiş. Kuşların cıvıltıları, artık duyulmuyor. Göç ettiler, daha sıcak diyarlara doğru. Arkalarında ise, bir boşluk, bir sessizlik bırakıyorlar.

Bahçeler, renklerini kaybetmiş, çıplak kalmış. Elmalar, kış için saklanmış, bahçedeki boşluk, yazın bereketinin artık bir anı olduğunu hatırlatıyor. Ağaçlar, dallarını gökyüzüne doğru uzatmış, yalnız ve savunmasız kalmışlar.

Insanlar da, bu vedaya tanıklık ediyorlar. Yüzlerinde, sonbaharın melankoli yansıması, gecenin yaklaşmakta olan uzunluğunun farkındalığı var. Bir değişimin, bir dönüşümün farkındalığı... Yazın coşkusu, sonbaharın hüzünlü güzelliğine yer bırakmış. Günler kısalıyor, geceler uzuyor. Ve insanlar, bu değişim karşısında, kendi yaşamlarının da bir döngü olduğunu, bir sonun aynı zamanda bir başlangıç olduğunu düşünüyorlar.

Sonbaharın son günleri, bir vedanın ağırlığıyla dolu. Bir veda, ama aynı zamanda bir umut. Kışın soğukluğunun ardından, baharda yeniden yeşerecek olan umut... Doğanın ölümsüz döngüsünün bir parçası, biten bir şeyin yerine yenisinin geleceğini hatırlatan bir hatırlatma. Ve biz, bu döngünün içinde, yaşamın sürekliliğini, değişimin güzelliğini, ve vedanın ardındaki yeni başlangıçların umudunu kucaklıyoruz. Çünkü sonbaharın son günleri, yalnızca bir veda değil, aynı zamanda bir uyanış, yeniden doğuşun başlangıcıdır.
 
Geri
Top