20 Eylül. Havada bir hüzün, bir vedanın ağır kokusu vardı. Sonbaharın son günleri değildi belki takvimlere göre, ama ruhumda öyle hissediyordum. Yazın kavurucu nefesinin yerini alan serin rüzgar, artık sadece bir serinlik değil, bir soğuma, bir kayıp hissi taşıyordu. Yapraklar henüz tüm ihtişamlarıyla ağaçlara yapışmışlardı, ama renkleri değişmişti. Güneşin sıcaklığı azalmış, günler kısalmış, bir veda şarkısı gibi uzayan akşamlar başlamıştı.
Bahçedeki elma ağacının dalları, ağırlığından eğilmiş, kızarıp kızarmış elmalarla doluydu. Her bir elma, yazın sıcak günlerinin, güneşin uzun saatlerinin birer anısı gibiydi. Yakında toplanacaklardı, kış için saklanacaklardı, ama o güne kadar orada, dallarda, sonbahar güneşinin soluk ışınlarında parıldıyorlardı. Bu elmalar, sanki sonbaharın bir vedası, geçen yazın son armağanı gibiydi.
Havadaki o özel koku, ıslak toprağın, çürüyen yaprakların, yaklaşan yağmurların kokusuydu. Bir kokteyldü bu; buruk, tatlı, melankolik ve bir o kadar da huzur verici. Çocukluğumun sonbaharlarını hatırlattı bana bu koku. Kırmızı ve sarı yaprakların üzerinde koşuşturmalarım, ıslak çamurda iz bırakarak eve doğru koşmam... O zamanlar sonbaharın son günlerinin bu kadar hüzünlü bir tarafı yoktu. Gençliğin coşkusu, her mevsim değişimini bir heyecan, bir macera olarak karşılardı. Şimdi ise, sonbaharın son günleri, geçen zamanın, kaçırılmış fırsatların, biten bir dönemin farkındalığını getiriyordu.
Sokakta yürürken, insanların yüzlerinde de bir melankoli hissettim. Belki de ben bunu hissediyordum, belki de sadece bende böyleydi ama, sanki herkes bir şeyin sonunu bekliyordu. Hızlı adımlarla yürüyen insanlar, bir an için durup, sonbaharın güzelliğine hayran kaldılar mı acaba? Ya da sadece, yaklaşan kışın soğuk yüzünü mü düşünüyorlardı?
Bir parkta durdum, ağaçların arasında dolaştım. Ayaklarımın altında çıtırtıları duydum, yaprakların sessiz fısıltılarını. Her bir yaprak, bir hikaye anlatıyordu. Yazın yeşil canlılığını, sonbaharın sıcak renklerini, ve yakında gelecek olan kışın soğuk kucağını...
Sonbaharın son günleri, bir veda değil, bir dönüşüm zamanıydı. Doğanın kendi içindeki döngüsünün bir parçasıydı. Her şeyin bir sonu, aynı zamanda yeni bir başlangıcın da habercisiydi. Ve belki de, bu hüzün, bu melankoli, yeni bir döneme hazırlanmanın, yeni umutlara yelken açmanın bir yoluydu. Elmaların olgunlaşması gibi, biz de olgunlaşıyor, yaşlanıyor, değişiyorduk. Ve bu değişimin güzelliğini, bu sonbaharın son günlerinde, bir kez daha fark etmiştim. Kış gelecekti, ama o da, baharı getirecekti... Ve ben, bu dönüşüme şahit olacaktım. Bir sonraki bahara dek, bu sonbahar anılarını kalbimde saklayacaktım.
Bahçedeki elma ağacının dalları, ağırlığından eğilmiş, kızarıp kızarmış elmalarla doluydu. Her bir elma, yazın sıcak günlerinin, güneşin uzun saatlerinin birer anısı gibiydi. Yakında toplanacaklardı, kış için saklanacaklardı, ama o güne kadar orada, dallarda, sonbahar güneşinin soluk ışınlarında parıldıyorlardı. Bu elmalar, sanki sonbaharın bir vedası, geçen yazın son armağanı gibiydi.
Havadaki o özel koku, ıslak toprağın, çürüyen yaprakların, yaklaşan yağmurların kokusuydu. Bir kokteyldü bu; buruk, tatlı, melankolik ve bir o kadar da huzur verici. Çocukluğumun sonbaharlarını hatırlattı bana bu koku. Kırmızı ve sarı yaprakların üzerinde koşuşturmalarım, ıslak çamurda iz bırakarak eve doğru koşmam... O zamanlar sonbaharın son günlerinin bu kadar hüzünlü bir tarafı yoktu. Gençliğin coşkusu, her mevsim değişimini bir heyecan, bir macera olarak karşılardı. Şimdi ise, sonbaharın son günleri, geçen zamanın, kaçırılmış fırsatların, biten bir dönemin farkındalığını getiriyordu.
Sokakta yürürken, insanların yüzlerinde de bir melankoli hissettim. Belki de ben bunu hissediyordum, belki de sadece bende böyleydi ama, sanki herkes bir şeyin sonunu bekliyordu. Hızlı adımlarla yürüyen insanlar, bir an için durup, sonbaharın güzelliğine hayran kaldılar mı acaba? Ya da sadece, yaklaşan kışın soğuk yüzünü mü düşünüyorlardı?
Bir parkta durdum, ağaçların arasında dolaştım. Ayaklarımın altında çıtırtıları duydum, yaprakların sessiz fısıltılarını. Her bir yaprak, bir hikaye anlatıyordu. Yazın yeşil canlılığını, sonbaharın sıcak renklerini, ve yakında gelecek olan kışın soğuk kucağını...
Sonbaharın son günleri, bir veda değil, bir dönüşüm zamanıydı. Doğanın kendi içindeki döngüsünün bir parçasıydı. Her şeyin bir sonu, aynı zamanda yeni bir başlangıcın da habercisiydi. Ve belki de, bu hüzün, bu melankoli, yeni bir döneme hazırlanmanın, yeni umutlara yelken açmanın bir yoluydu. Elmaların olgunlaşması gibi, biz de olgunlaşıyor, yaşlanıyor, değişiyorduk. Ve bu değişimin güzelliğini, bu sonbaharın son günlerinde, bir kez daha fark etmiştim. Kış gelecekti, ama o da, baharı getirecekti... Ve ben, bu dönüşüme şahit olacaktım. Bir sonraki bahara dek, bu sonbahar anılarını kalbimde saklayacaktım.