Göklerin altında, rüzgârın denizle buluştuğu bir kasabada, Asya ve Kaan adında iki yabancı, aynı sokakta yürürken göz göze geldiler. O an, ikisi de bir şey hissetti: Bu sıradan bir karşılaşma değildi.
Asya, tutkulu bir ressamdı. Dünyayı renklerle anlatırdı. Kaan ise bir müzisyen, notalarla konuşurdu. İkisi de farklı dillerde konuşuyor gibiydi, ama birbirlerini en derinden anlıyorlardı.
İlk buluşmalarında, sahilde uzun saatler konuştular. Kaan, Asya’ya bir şarkı çaldı; Asya da ona bir portresini yaptı. Sanki zaman durmuştu. "Seni ilk gördüğüm an, hayatımın en güzel tablosunu gördüm," dedi Kaan. Asya gülümsedi, "Ben de seni duyduğumda, kalbimdeki besteyi buldum."
Aşkları, ölçüsüz ve sınırsızdı. Bulutların üstüne çıkıp yıldızlara dokunmak, denizin dibinde nefes almak gibiydi. Hiçbir kural, hiçbir mesafe onları durduramazdı.
Ama hayat, her güzel şeyin önüne engeller koymayı severdi. Kaan’a yurtdışında büyük bir müzik teklifi geldi. Gitmek zorundaydı. Ayrılık vakti geldiğinde, Asya ona bir resim verdi: İki el, birbirine uzanıyor, aralarında bir köprü vardı.
"Bu biziz," dedi. "Ne kadar uzak olursak olalım, aşkımız bizi birleştirecek."
Kaan gitti, ama kalpleri hep beraber attı. Mektuplar yazdılar, şarkılar bestelediler, resimler çizdiler. Bazen gecenin bir yarısı aynı yıldıza bakıp aynı şeyi düşündüler.
Yıllar geçti… Kaan döndüğünde, Asya’yı aynı sahilde, elinde bir tabloyla beklerken buldu. Resimde, iki genç, birbirine sarılmıştı ve arkalarında sonsuz bir deniz uzanıyordu.
"Bekledim," dedi Asya.
"Biliyordum," diye fısıldadı Kaan.
Ve o an anladılar: Gerçek aşk, zamanın ve mesafenin ötesinde bir şeydi.
Umarım bu hikâyeyi beğenirsiniz! Eğer devamını ya da farklı bir aşk hikayesi isterseniz, yazmaktan mutluluk duyarım.
Sonsuzluğun İkinci Sayfası: Aşkın Rengi 
Kaan’ın dönüşüyle hayatları yeniden başlamıştı. Artık aynı evde, aynı gökyüzünün altında, aynı rüyaları paylaşıyorlardı. Asya’nın atölyesi, Kaan’ın besteleriyle doluydu; duvarlar notalarla, tuvaller ise onun müziğinin yansımalarıyla parlıyordu.
Bir akşam, Kaan piyanonun başında Asya için yeni bir beste yaparken, Asya da ona bakarak bir portre çizdi. "Bu sefer senin ruhunu çizdim," dedi sessizce. Kaan, müziğini bitirdiğinde ona döndü: "Ben de senin kalbimin sesini besteledim."
Ama hayat, onları bir kez daha sınayacaktı.
Asya’nın geçmişinden gelen bir telefon her şeyi değiştirdi. Babası hastaydı ve ona ihtiyacı vardı. Şehirden uzak, dağların ardındaki bir kasabaya gitmeliydi. Kaan, "Ben de seninle geliyorum," dese de Asya buna izin vermedi: "Bu yolculuk benim yalnız çıkmam gereken bir yol. Ama söz veriyorum, döneceğim."
Kaan, ona bir kolye hediye etti: İçinde minik bir deniz kabuğu vardı. "Bu kabuk, sen bana dönene kadar kalbimdeki ses olacak," dedi.
Asya gittiğinde, Kaan her sabah sahile gidip denize bakarak bekledi. Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü. Ama inancı asla sarsılmadı. Çünkü biliyordu ki gerçek aşk, beklemeyi bilmekti.
Derken bir kış sabahı, kapı çalındı. Karşısında, gözlerinde yorgunluk ama yüreğinde umutla Asya duruyordu. "Geldim," dedi. "Çünkü senin yanım olman, her şeye değer."
Kaan onu kucakladığında, iki kalp tekrar aynı ritimde attı. Artık hiçbir şey onları ayıramazdı.
Sonsuzluğun Son Sayfası: Evrenin Sırrı 
Yıllar geçti… Onlar, aşkın ölçüsüz ve sınırsız olduğunu herkese gösterdiler.
Bir gün, yaşlanmış elleriyle sahilde yürürken, Kaan Asya’ya sordu:
"Hiç pişman oldun mu?"
Asya, gözlerindeki ışıltıyla gülümsedi:
"Sadece bir kez… Keşke seni daha erken tanısaydım."
Kaan, onun elini sıktı:
"Belki de her şey tam zamanında oldu. Çünkü biz, evrenin yazdığı bir aşk hikayesiyiz."
Ve o anda, deniz, rüzgâr ve zaman… Hepsi onların aşkına şahitlik etti.
Asya, tutkulu bir ressamdı. Dünyayı renklerle anlatırdı. Kaan ise bir müzisyen, notalarla konuşurdu. İkisi de farklı dillerde konuşuyor gibiydi, ama birbirlerini en derinden anlıyorlardı.
İlk buluşmalarında, sahilde uzun saatler konuştular. Kaan, Asya’ya bir şarkı çaldı; Asya da ona bir portresini yaptı. Sanki zaman durmuştu. "Seni ilk gördüğüm an, hayatımın en güzel tablosunu gördüm," dedi Kaan. Asya gülümsedi, "Ben de seni duyduğumda, kalbimdeki besteyi buldum."
Aşkları, ölçüsüz ve sınırsızdı. Bulutların üstüne çıkıp yıldızlara dokunmak, denizin dibinde nefes almak gibiydi. Hiçbir kural, hiçbir mesafe onları durduramazdı.
Ama hayat, her güzel şeyin önüne engeller koymayı severdi. Kaan’a yurtdışında büyük bir müzik teklifi geldi. Gitmek zorundaydı. Ayrılık vakti geldiğinde, Asya ona bir resim verdi: İki el, birbirine uzanıyor, aralarında bir köprü vardı.
"Bu biziz," dedi. "Ne kadar uzak olursak olalım, aşkımız bizi birleştirecek."
Kaan gitti, ama kalpleri hep beraber attı. Mektuplar yazdılar, şarkılar bestelediler, resimler çizdiler. Bazen gecenin bir yarısı aynı yıldıza bakıp aynı şeyi düşündüler.
Yıllar geçti… Kaan döndüğünde, Asya’yı aynı sahilde, elinde bir tabloyla beklerken buldu. Resimde, iki genç, birbirine sarılmıştı ve arkalarında sonsuz bir deniz uzanıyordu.
"Bekledim," dedi Asya.
"Biliyordum," diye fısıldadı Kaan.
Ve o an anladılar: Gerçek aşk, zamanın ve mesafenin ötesinde bir şeydi.
Umarım bu hikâyeyi beğenirsiniz! Eğer devamını ya da farklı bir aşk hikayesi isterseniz, yazmaktan mutluluk duyarım.



Kaan’ın dönüşüyle hayatları yeniden başlamıştı. Artık aynı evde, aynı gökyüzünün altında, aynı rüyaları paylaşıyorlardı. Asya’nın atölyesi, Kaan’ın besteleriyle doluydu; duvarlar notalarla, tuvaller ise onun müziğinin yansımalarıyla parlıyordu.
Bir akşam, Kaan piyanonun başında Asya için yeni bir beste yaparken, Asya da ona bakarak bir portre çizdi. "Bu sefer senin ruhunu çizdim," dedi sessizce. Kaan, müziğini bitirdiğinde ona döndü: "Ben de senin kalbimin sesini besteledim."
Ama hayat, onları bir kez daha sınayacaktı.
Asya’nın geçmişinden gelen bir telefon her şeyi değiştirdi. Babası hastaydı ve ona ihtiyacı vardı. Şehirden uzak, dağların ardındaki bir kasabaya gitmeliydi. Kaan, "Ben de seninle geliyorum," dese de Asya buna izin vermedi: "Bu yolculuk benim yalnız çıkmam gereken bir yol. Ama söz veriyorum, döneceğim."
Kaan, ona bir kolye hediye etti: İçinde minik bir deniz kabuğu vardı. "Bu kabuk, sen bana dönene kadar kalbimdeki ses olacak," dedi.
Asya gittiğinde, Kaan her sabah sahile gidip denize bakarak bekledi. Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü. Ama inancı asla sarsılmadı. Çünkü biliyordu ki gerçek aşk, beklemeyi bilmekti.
Derken bir kış sabahı, kapı çalındı. Karşısında, gözlerinde yorgunluk ama yüreğinde umutla Asya duruyordu. "Geldim," dedi. "Çünkü senin yanım olman, her şeye değer."
Kaan onu kucakladığında, iki kalp tekrar aynı ritimde attı. Artık hiçbir şey onları ayıramazdı.


Yıllar geçti… Onlar, aşkın ölçüsüz ve sınırsız olduğunu herkese gösterdiler.
Bir gün, yaşlanmış elleriyle sahilde yürürken, Kaan Asya’ya sordu:
"Hiç pişman oldun mu?"
Asya, gözlerindeki ışıltıyla gülümsedi:
"Sadece bir kez… Keşke seni daha erken tanısaydım."
Kaan, onun elini sıktı:
"Belki de her şey tam zamanında oldu. Çünkü biz, evrenin yazdığı bir aşk hikayesiyiz."
Ve o anda, deniz, rüzgâr ve zaman… Hepsi onların aşkına şahitlik etti.