• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tavşan ve Fare'nin Macerası çocuk masali

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
avşan Tıpır ve Fare Fındık'ın Maceraları

Güneşin altın ışıklarıyla parıldayan yemyeşil bir ormanın kalbinde, minik bir köy vardı. Bu köyde, birbirinden sevimli hayvanlar huzur içinde yaşarlardı. Köyün en hareketli sakinlerinden biri, Tıpır adında bembeyaz tüylü, uzun kulaklı bir tavşandı. Tıpır, her sabah erkenden kalkar, ormanda zıplayıp koşarak enerjisini atardı. Diğer tarafta, köyün en meraklı sakinlerinden biri de Fındık adında minicik, gri tüylü bir fareydi. Fındık, minik burnunu her yere sokar, her şeyi öğrenmek isterdi.

Tıpır ve Fındık, çok farklı olsalar da, kalpleri sevgi ve neşeyle doluydu. Bir gün, ormanın derinliklerinden gelen tuhaf bir ses duydular. Ses, kederli bir ağlama gibiydi. Meraklarına yenik düşen Tıpır ve Fındık, sesin geldiği yöne doğru yola koyuldular.

Yol boyunca, kocaman ağaçların gölgeleri arasında ilerlerken, karşılarına bir sincap çıktı. Sincap, telaşla, "Ormanın kalbindeki Gökkuşağı Şelalesi kayboldu! Ağaçlar kurumaya başladı ve çiçekler soluyor!" diye bağırdı. Tıpır ve Fındık, duyduklarına çok üzüldüler. Gökkuşağı Şelalesi, ormanın en güzel yerlerinden biriydi ve onun kaybolması, tüm köyü etkileyebilirdi.

İki kafadar, şelaleyi bulup ormanı kurtarmak için maceraya atıldılar. Yolculukları boyunca, türlü engellerle karşılaştılar. Bazen dikenli çalıların arasından geçmek zorunda kaldılar, bazen de devasa taşların üzerinden atladılar. Tıpır, hızlı zıplamalarıyla, Fındık ise minik adımlarıyla her zorluğun üstesinden geldi.

Günler geçti, haftalar geçti. Tıpır ve Fındık, pes etmeden yollarına devam ettiler. Bir gün, derin bir vadinin kenarına geldiler. Vadiye inen dik bir patika vardı. Tıpır, aşağıya inmekte tereddüt ederken, Fındık, "Korkma Tıpır! Birlikte başarabiliriz!" diyerek cesaret verdi.

Birlikte patikadan aşağıya indiler ve vadinin dibinde, büyük bir mağaranın girişini buldular. Mağaranın içinde, loş bir ışık parlıyordu. Tıpır ve Fındık, birbirlerine cesaret vererek mağaraya girdiler. Mağaranın içinde, minik su damlaları şelale sesi çıkarıyordu. Işığın kaynağı, mağaranın en derinindeki bir köşedeydi.

İki arkadaş, ışığa doğru ilerledikçe, gözlerine inanamadılar. Gökkuşağı Şelalesi, küçücük bir su birikintisi içinde, rengarenk ışıklar saçarak duruyordu. Ama şelalenin etrafı, simsiyah bir taşla çevriliydi ve bu taş, şelalenin ışığını hapsediyordu.

Fındık, minik fare dişleriyle taşı kemirmeye çalıştı ama taş çok sertti. Tıpır, aklına bir fikir geldi. Hızlı zıplamalarıyla etraftaki küçük taşları devirmeye başladı. Devrilen taşlar, büyük taşın etrafını sardı ve taşın biraz oynamasına sebep oldu.

Fındık, "Harika Tıpır! Devam et!" diye bağırdı. Tıpır, tüm gücünü toplayarak daha hızlı zıplamaya başladı. Sonunda, büyük taş yerinden oynadı ve Gökkuşağı Şelalesi, özgürlüğüne kavuştu.

Şelale, tekrar coşkuyla akmaya başladı ve ormana rengarenk ışıklar saçtı. Kurumaya yüz tutmuş ağaçlar canlandı, solmuş çiçekler tekrar açtı. Tıpır ve Fındık, sevinçten havalara uçtular. Tüm köy, şelalenin geri dönmesiyle büyük bir coşku yaşadı.

Tıpır ve Fındık, o günden sonra en iyi dost oldular. Her gün birlikte ormanda maceralara atıldılar. Bu macera onlara, birlikte çalışmanın ve cesaretin her zorluğun üstesinden gelebileceğini öğretti. Ve tabii ki, en büyük kahramanların bazen en küçük canlılar olabileceğini...
 
Ormanın en şen şakrak köyünde, Tavşan Tıpır ve Fare Fındık adında iki afacan yaşıyordu. Tıpır, o kadar uzun kulaklıydı ki, bazen rüzgar estikçe kulakları yelken gibi açılır, Tıpır'ı oradan oraya sürüklerdi! Fındık ise o kadar minikti ki, bir fındık kabuğunda rahatça uyuyabilirdi. Bu ikilinin maceraları, ormandaki tüm hayvanları güldürmekten yerlere yatırıyordu.

Bir sabah, Tıpır yine her zamanki gibi enerjisiyle zıplayarak uyandı. Ancak bir terslik vardı. Kulakları o kadar uzamıştı ki, artık zıplayamıyordu! Her zıplamasında kulakları yere değiyor, Tıpır takla atıyordu. O sırada Fındık, minik gözlerini ovalayarak uyandı ve Tıpır'ı görünce kahkahayı bastı.

"Tıpır, kulaklarına ne oldu senin? Sanırım onlara biraz yün örmelisin, soğuk almasınlar!" diye dalga geçti Fındık. Tıpır, kulaklarını çekiştirerek, "Çok komiksin Fındık! Ama ben zıplayamıyorum artık! Ne yapacağız şimdi?" diye mızmızlandı.

O sırada, yaşlı Baykuş Hugu, yanlarından geçerken, "Hihihi, kulakların büyümüş de aklın küçülmüş tavşan! Gökkuşağı Şelalesi'nin yanındaki sihirli otları yersen, kulakların eski haline döner." dedi. Tıpır ve Fındık, şelaleyi duyunca gözleri parladı. Macera zamanı!

Yola koyuldular. Ama bu sefer macera biraz farklıydı. Tıpır, kulakları yüzünden yavaş yürümek zorunda kalınca, Fındık, "Hadi Tıpır, ben de seni çekeyim!" dedi ve Tıpır'ın kuyruğuna bir ip bağladı. Fındık, ipi çekerek ilerlerken, Tıpır'ı da arkasında sürüklüyordu. Bu durum, ormanda komik görüntüler oluşturuyordu.

Yolda, konuşan bir sincapla karşılaştılar. Sincap, elleriyle bir ağacı göstererek, "Burada sihirli fındıklar var! Onlardan yerseniz, her istediğiniz olur!" dedi. Fındık hemen ağaca tırmandı ve fındık yemeye başladı. Tıpır da merakla Fındık'ın yanına gitmeye çalışırken, kulakları ağaç dallarına takıldı. Fındık fındık yiyerek gülmekten kırılırken, Tıpır, dallara dolanmış kulaklarıyla bir o yana, bir bu yana sallanıyordu.

Sonunda ağaçtan kurtulan Tıpır ve Fındık, Gökkuşağı Şelalesi'ne ulaştılar. Şelale, her zamanki gibi rengarenk akıyordu ama sihirli otlar ortalıkta yoktu. Fındık, bir anda şelalenin içine atladı. "Belki de otlar suyun içindedir!" diye bağırarak, şelalenin içinde yüzmeye başladı. Tıpır, şaşkınlıkla Fındık'a bakarken, bir de ne görsün! Fındık, şelalenin dibinde, kendini bir ot yığınına sarmış, "Oh be! Mis gibi kokuyor!" diye bağırıyordu.

Tıpır, kulaklarını suyla ıslattı ve bir de ne görsün! Kulakları yavaş yavaş küçülmeye başlıyor! Tıpır, sevinçle zıplamaya başladı. Ancak bu sefer de kulakları birden o kadar küçüldü ki, artık hiç kulakları yoktu! Fındık, otların içinden çıkıp, kulaksız Tıpır'ı görünce gülmekten kendini yere attı.

"Tıpır, artık kafan bir yumurta gibi oldu!" diye kahkahalarla güldü Fındık. Tıpır, kulaklarının yokluğuna üzülse de, Fındık'ın kahkahalarına dayanamadı ve o da gülmeye başladı.

O sırada, Baykuş Hugu tekrar belirdi. "Hihihi, bu sefer de kulaklarını kaybettin! Demek ki her şeyin fazlası zarar!" dedi. Ve Tıpır'a sihirli bir tohum uzattı. "Bunu toprağa ek, sana tekrar kulak büyütecek," dedi.

Tıpır, tohumu ekti ve bir gün sonra, yerine kocaman, rengarenk, çiçekli kulaklar çıktı! Tıpır, bu kulaklarla hem duymaya başladı hem de çiçekler gibi kokuyordu. Ormanın en havalı tavşanı olmuştu! Fındık da, her zamanki gibi, bu komik duruma gülmeye devam etti.

Tıpır ve Fındık, maceralarına devam ettiler. Her macera bir öncekinden daha komik ve daha garipti. Ama her seferinde, arkadaşlıklarının ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladılar. Ve ormandaki tüm hayvanlar, bu iki afacanın maceralarını kahkahalarla izlediler.

Bu masal da burada bitti! Gökten beş tane komik muz düştü, biri masalı okuyana, biri masalı yazana, biri de maceralara kahkahalarla gülenlere! Geriye kalan ikisi de Tıpır ve Fındık'a, afiyetle yesinler diye!
 
Geri
Top