Yaşlı insanların geçmişten özlemle söz ettiklerini sıkça duyarız. Eski dostlukların, akraba ilişkilerinin, mahalle kültürünün kalmadığından ya da kullanmakta zorluk çektikleri yeni teknik aygıtların icat edilmesinden, mekânların daralmasından, kalabalıklardan şikâyet ederek geçmiş deneyimlerini anlatırlar. Bu durum, kısmen insanların yaşlandıkça güçlenen, geçmişe özlem duyma duygusundan kaynaklansa da sosyolojik bir gerçeği de göz önüne sermektedir. Filozof Herakleitos’un “Değişmenin kendisi hariç her şey değişmektedir.” sözü yalnızca varlığın evrensel hakikatini değil aynı zamanda bir sosyolog için toplumsal hayatın temel karakteristiğini de ifade etmektedir. Örneğin Türkiye özelinde düşünürsek, evlerin iç dekorasyonunun modernleşmesi, beslenme ve mutfak alışkanlıklarının değişmesi, bakkalların yerini büyük marketlerin alması, yeni bir eğlence ve tüketim kültürünün ortaya çıkması, evlilik ve düğün âdetlerindeki değişmeler, yabancı kelimelerin Türkçede çokça kullanılmaya başlanması, doğanın kirlenmesi, metropollerin ortaya çıkması gibi ilk elden saptayabileceğimiz faklılaşmalar Türkiye’nin her bakımdan değiştiğini göstermektedir. Elbette bu yalnızca Türkiye için geçerli bir durum değildir. Tarihsel akış içinde tüm toplumlar yapı ve ilişkiler bakımından sürekli değişmektedirler. İşte bu süreklilik arz eden değişme olgusu sosyolojide toplumsal değişme kavramı ile açıklanır.
"Değişim" modern toplumların sihirli kelimelerinden birisidir. Geleneksel toplumlar değişim kelimesinden ne derece tedirgin oluyorlarsa, modern toplumlar aksine o derece memnun oluyorlar. Nitekim bütün dünyanın dikkatle takip ettiği ABD’deki 2008 başkanlık seçimlerinde siyahî Barack Obama, başkan adayı olduğunda seçim propagandasının merkezine "değişim"i koydu: "Change we need: İhtiyacımız olan değişimdir!" Ve nitekim başarılı da oldu. Şüphesiz sosyal sistem düşüncesine eğilimli olan toplumbilimciler bir kişinin neyi değiştireceğini, değişim derken neyin kastedildiğini merak etmişlerdir.
Toplumsal değişim, toplumsal yapıda meydana gelen değişimdir; yani toplum içinde çoğunluk tarafından paylaşılan örüntülerde zaman içerisinde görülen değişim. Feodal Avrupa ile modern Avrupa arasındaki ya da Çarlık Rusyası ile Sovyet Rusyası arasındaki farklılaşma sosyal yapıdaki bir değişimi ifade eder.
On dokuzuncu yüzyılda yaşayan klasik dönem sosyologları, kendilerinden önce ortaya çıkan ve feodal dönemi ifade eden "eski rejim" kavramlaştırmasından sonra bu eski sosyal yapı ile modern sosyal yapıya hem sosyolojik bir isim bulmak hem karakteristik özelliklerini ortaya koymak hem de değişimin altında yatan sebepleri açıklayabilmek için büyük çaba göstermişlerdi. Comte bunu metafizik dönemden pozitif döneme geçiş, Marx feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş, Durkheim mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya doğru geçiş şeklinde ifade etmiştir. Bunun yanında Ferdinand Tönnies(1855-1936, Ferdinand Tönyes) cemaatten cemiyete doğru bir değişim şeklinde tipolojiler yapmıştır.
- Buharlı makinenin icadı ekonomik ve sosyal ilişkilerin değişmesine neden olmuştur.
On dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sı bilimde, teknikte, edebiyatta, sanatta, siyasi arenada birkaç yüzyıldan beri birbirini takip eden atılımların neticesi olarak insanlığın sürekli bir ilerleme içinde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Gelişme ve ilerleme pozitif değer yüklü kavramlardı. Bilim ve sanatın ilerleyişi ile refahın ve lüksün arttığını, buna bağlı olarak da insan ilişkilerinde ve toplumsal değerlerde bir bozulma olduğunu söyleyen Jean-Jacques Rousseau (Jan Jak Russo, 1712-1778) gibi bazı düşünürler ve dünyanın sürekli olarak günah ve kötülük içinde kıyamete doğru yaklaştığını öngören dinî yaklaşımlar istisna tutulacak olursa o dönemde, insanlığın sürekli daha iyiye doğru gittiğini yadsımak mümkün değildi. Daha teknik olarak söyleyecek olursak gelişme ve ilerleme, iki toplumsal sürecin gerçekleşmesine bağlı olarak kullanılıyordu. Bilginin çoğalması ve dolayısıyla insanın doğa üzerindeki denetiminin artması: bu aynı zamanda insanın üretim gücünün artması anlamına gelir. Bu terimler sanayileşme ve modernleşmeyi belirtmek, Batılı sanayi toplumlarını diğer toplumlardan ayırt etmek için kullanılıyordu.
Bugün sosyolojik anlamda ilerleme kelimesi tamamen terk edildiği gibi gelişme kelimesi de daha çok hayat standardındaki iyileşme durumlarını ifade eder. Gelişmemiş, gelişmekte olan ve gelişmiş olan toplumlar şeklinde daha çok iktisadi duruma göre bir ayrım yapılsa da hayat standardından kastettiğimiz anlamda insani gelişmişlik ölçütleri farklıdır. Bu ölçütlerde ekonomik gelişmenin yanında eğitim ve sağlık imkânlarındaki iyileşme, ortalama insan ömrü, insan hakları, çalışma hayatı koşulları gibi konular dikkate alınır.
- Değişim her zaman olumlu sonuçlar doğurmayabilir.
Bu kavramların yerini "değişme" kavramına bırakmasının altında birkaç sebep aranabilir. Özellikle Weber'le birlikte değerlerden arınmış bir bilim arayışı bu değer yüklü kavramların üzerinde tartışmalara neden oldu. Zira bilimsel ve teknik anlamda gelişmenin "iyi" olarak görülmesi, Batı dışındaki toplumların "geri" kabul edilmesi hep normatif yaklaşımlardır. Ayrıca mevcut durumun eskiye göre daha iyi olduğunu söylememiz de doğru olmaz, zira her zaman yeni eskisinden iyi olmayabilir. Toplumsal açıdan görece daha kötü duruma da düşebilir. Gelişme ve ilerleme kavramları her zaman daha iyi duruma gitmeyi ifade ettikleri için her toplumsal değişiklik durumunda kullanılamaz. Buna bağlı olarak söyleyebileceğimiz ikinci sebep, Batı'daki toplumsal gelişmelerin istenilen sosyal tatmini sağlayamaması ve ilerlemeye karşı duyulan şüphedir.
"Değişim" modern toplumların sihirli kelimelerinden birisidir. Geleneksel toplumlar değişim kelimesinden ne derece tedirgin oluyorlarsa, modern toplumlar aksine o derece memnun oluyorlar. Nitekim bütün dünyanın dikkatle takip ettiği ABD’deki 2008 başkanlık seçimlerinde siyahî Barack Obama, başkan adayı olduğunda seçim propagandasının merkezine "değişim"i koydu: "Change we need: İhtiyacımız olan değişimdir!" Ve nitekim başarılı da oldu. Şüphesiz sosyal sistem düşüncesine eğilimli olan toplumbilimciler bir kişinin neyi değiştireceğini, değişim derken neyin kastedildiğini merak etmişlerdir.
Toplumsal değişim, toplumsal yapıda meydana gelen değişimdir; yani toplum içinde çoğunluk tarafından paylaşılan örüntülerde zaman içerisinde görülen değişim. Feodal Avrupa ile modern Avrupa arasındaki ya da Çarlık Rusyası ile Sovyet Rusyası arasındaki farklılaşma sosyal yapıdaki bir değişimi ifade eder.
On dokuzuncu yüzyılda yaşayan klasik dönem sosyologları, kendilerinden önce ortaya çıkan ve feodal dönemi ifade eden "eski rejim" kavramlaştırmasından sonra bu eski sosyal yapı ile modern sosyal yapıya hem sosyolojik bir isim bulmak hem karakteristik özelliklerini ortaya koymak hem de değişimin altında yatan sebepleri açıklayabilmek için büyük çaba göstermişlerdi. Comte bunu metafizik dönemden pozitif döneme geçiş, Marx feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş, Durkheim mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya doğru geçiş şeklinde ifade etmiştir. Bunun yanında Ferdinand Tönnies(1855-1936, Ferdinand Tönyes) cemaatten cemiyete doğru bir değişim şeklinde tipolojiler yapmıştır.
- Buharlı makinenin icadı ekonomik ve sosyal ilişkilerin değişmesine neden olmuştur.
On dokuzuncu yüzyıl Avrupa’sı bilimde, teknikte, edebiyatta, sanatta, siyasi arenada birkaç yüzyıldan beri birbirini takip eden atılımların neticesi olarak insanlığın sürekli bir ilerleme içinde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Gelişme ve ilerleme pozitif değer yüklü kavramlardı. Bilim ve sanatın ilerleyişi ile refahın ve lüksün arttığını, buna bağlı olarak da insan ilişkilerinde ve toplumsal değerlerde bir bozulma olduğunu söyleyen Jean-Jacques Rousseau (Jan Jak Russo, 1712-1778) gibi bazı düşünürler ve dünyanın sürekli olarak günah ve kötülük içinde kıyamete doğru yaklaştığını öngören dinî yaklaşımlar istisna tutulacak olursa o dönemde, insanlığın sürekli daha iyiye doğru gittiğini yadsımak mümkün değildi. Daha teknik olarak söyleyecek olursak gelişme ve ilerleme, iki toplumsal sürecin gerçekleşmesine bağlı olarak kullanılıyordu. Bilginin çoğalması ve dolayısıyla insanın doğa üzerindeki denetiminin artması: bu aynı zamanda insanın üretim gücünün artması anlamına gelir. Bu terimler sanayileşme ve modernleşmeyi belirtmek, Batılı sanayi toplumlarını diğer toplumlardan ayırt etmek için kullanılıyordu.
Bugün sosyolojik anlamda ilerleme kelimesi tamamen terk edildiği gibi gelişme kelimesi de daha çok hayat standardındaki iyileşme durumlarını ifade eder. Gelişmemiş, gelişmekte olan ve gelişmiş olan toplumlar şeklinde daha çok iktisadi duruma göre bir ayrım yapılsa da hayat standardından kastettiğimiz anlamda insani gelişmişlik ölçütleri farklıdır. Bu ölçütlerde ekonomik gelişmenin yanında eğitim ve sağlık imkânlarındaki iyileşme, ortalama insan ömrü, insan hakları, çalışma hayatı koşulları gibi konular dikkate alınır.
- Değişim her zaman olumlu sonuçlar doğurmayabilir.
Bu kavramların yerini "değişme" kavramına bırakmasının altında birkaç sebep aranabilir. Özellikle Weber'le birlikte değerlerden arınmış bir bilim arayışı bu değer yüklü kavramların üzerinde tartışmalara neden oldu. Zira bilimsel ve teknik anlamda gelişmenin "iyi" olarak görülmesi, Batı dışındaki toplumların "geri" kabul edilmesi hep normatif yaklaşımlardır. Ayrıca mevcut durumun eskiye göre daha iyi olduğunu söylememiz de doğru olmaz, zira her zaman yeni eskisinden iyi olmayabilir. Toplumsal açıdan görece daha kötü duruma da düşebilir. Gelişme ve ilerleme kavramları her zaman daha iyi duruma gitmeyi ifade ettikleri için her toplumsal değişiklik durumunda kullanılamaz. Buna bağlı olarak söyleyebileceğimiz ikinci sebep, Batı'daki toplumsal gelişmelerin istenilen sosyal tatmini sağlayamaması ve ilerlemeye karşı duyulan şüphedir.