muhsin iyi
Katılımcı
Tövbe, imandan sonra bir insana ihsan edilen en büyük nimettir.
Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir. Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir.
Hadislerden anlaşılacağı üzere peygamberimiz (s.a.s) günde yetmiş (bir başka rivayette yüz) kere Allah’a (c.c.) istiğfarda bulunmaktaymış. Günahtan masum olan peygamberimiz (s.a.s) böyle ise bizim buna daha çok dikkat etmemiz gerekir.
Tövbe, Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Dolayısıyla tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. Gözlerden damlayan birkaç damla yaş tövbedeki içtenliğin işaretidir. İnsanlar birbirleri ile olan sözleşmeleri çok kolay bozmaktalar. Çıkarlar söz konusu olduğunda işler değişmektedir. Ama Allah’a (c.c.) tövbe ile yönelen bir kul buna yürekten bir yolla, yani içten katıldığı için daha bir sadık olmaktadır. Böyle içten, kesin dönüşe tövbe-i nasuh denir. Zaten gerçek tövbe de ancak böyle mertçe yapılır.
Tövbenin temeli yapılan günaha kalp ile derin bir pişmanlık duymaktır. Nitekim peygamberimiz (s.a.s) de tövbeyi bir hadis-i şerifinde “günahlara pişmanlık” olarak tanımlamıştır. Tövbemizi bozsak bile yenileyebiliriz. Tövbe etmenin bir sayısı, sınırı yoktur.
Tarikatlara tövbe ile intisap edilir. Böylelikle bu içten değişime Allah (c.c.) dostları da tanık tutulur. Bu da güzel bir şeydir ve Allah (c.c.) ile kul arasında tövbe ile gerçekleşen içten pişmanlık duygusunu daha bir pekiştirmektedir.
İnsan alışkanlıklarının tutsağıdır. Onları kolay kolay bırakamaz. Günahlar da bu özelliğe sahiptirler. İnsanda bağımlılık yaparlar. Ayrıca günahlar nefsin arzularını da okşar. Bu yüzden bir insanın günahlarına pişman olup Allah (c.c.) yoluna girmesi çok güçtür. İnsanların çoğu doğadaki bitkiler ve hayvanlar gibi pek varoluşlarını sorgulamadan yaşayıp ölmektedirler. Kendilerini değiştirmek gibi zorlu bir işe pek girişmek istemezler. Rahatlarına ve keyiflerine bakarlar. Tövbe etme sadece insanın iradesiyle gerçekleşen bir olgu değildir. İnsan günah olmayan bir alışkanlığını bile terk ederken büyük bir sıkıntı yaşamaktadır. Bu nedenle nefsi okşayan günahları terk etmek çoğu insan için ölmeyi istemek kadar imkansız bir şeydir. Aslında tövbe etmek de kişinin o andaki manevi varlığına son vermesi anlamına gelmektedir. Nasıl bir insanın kendi elleriyle kendisini öldürmesi çok güç bir şeyse, daha doğrusu intihar etmek isteyen bir insan nasıl bu konuda yaşamsal bir sıkıntı yaşarsa bir insanın alıştığı ve zevk aldığı günahlardan dönmesi de o kadar zor bir iştir. Bu yüzden tövbe etme Allah’ın (c.c.) et-Tevvâb güzel ismiyle ilişkilendirilmiştir. Buna göre tövbe nimeti kulun bir eseri değil, Allah’ın (c.c.) kuluna şükretmesi için verdiği bir nimetidir. Kulun tövbe nimetini kendisinden bilmesi büyük bir hatadır. İnsanı boş gurura, aldanmışlığa götürür. Şeytanın oyuncağı kılar. İnsan başına gelen hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) olduğuna inandığı gibi tövbe nimetini de O’ndan bilmelidir. Yani insan Allah (c.c.) dilediği için bu tövbe nimetine ermektedir.
Tabii bu büyük nimet de Allah (c.c.) tarafından kullarına gelişigüzel dağıtılmamaktadır. Bunun bir sünnettullahı bulunmaktadır. Allah (c.c.) yanlış yolda olan kullarına önce ikazlarda bulunur. Onları anlayacağı dillerle uyarır. Bu uyarılara “ayet” diyebiliriz. Kul kadere olan inancıyla, yani başına gelen iyi ve kötü şeylerin (ayetlerin) bir tesadüf eseri olmadığına, bunların yüce Allah’ın (c.c.) izni ve yaratmasıyla meydana geldiğine inandığı zaman bunlardan kendince bir ders çıkarır. Tuttuğu yolu ölçüp biçer. Örneğin bela ve musibetlerle günahlarının acı meyveleri arasında bir ilgi kurar. Hatasını anlar. İçten bir pişmanlık duyar. Günahlarından dönüp Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymak ister. İşte tövbe böylece gerçekleşmiş olur. Bu bakımdan tövbe nimetinin kula erişmesinde kadere, hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğine inanma önemli bir rol oynar.
Herkesin anlayışına ve algı dercesine göre tövbe nimetinin kalpte uyanması için farklı bir işlem gerekebilir. Bunu da en iyi bilen Allah’tır. Allah (c.c.) tövbe etmeye müsait kullarına bir vesileyle yaklaşır ve onların günahlarına pişman olup doğru yola gelmesini sağlar.
Tabii tövbe için gelen ayetlerin kadrini kıymetini bilmeyenler de vardır. Bu tipteki insanlar başlarına gelen bela ve musibetleri Allah’tan (c.c.) bilmedikleri için onlardan gerekli dersleri alıp da tövbe edemezler. Onlar için her şey bir tesadüften ibarettir.
Çoğu insanın ibadetlerini yapamamalarının nedeni içerisinde bulundukları günahlardır. Günahlar ile ibadetlerin kalpte buluşmaları, biraraya gelmesi adeta imkânsızdır. Bunlar mıknatısın aynı kutupları gibi birbirini sürekli iterler. Hele hele bir günahkârın namaz kılması çok zordur. Çünkü namazın esprisi yüzünü, yönünü Allah’a (c.c.) çevirmek, Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunmaktır. Günahlarla namazda Allah’a (c.c.) dönmeye kendimizde bir güç ve kudret bulamayız. Bu durum kendisine karşı kabahat işlediğimiz bir insanın yüzüne bakamamak gibi sıkıcı bir durumdur. Çoğu kişinin namaz kılmak istediği halde namaz kılamamasının, namazda bir huzur ve zevk alamamasının nedeni de budur. Günahlara tövbe etmeden Allah’ın (c.c.) karşısına geçmek adeta imkânsızdır. Namaz öncesi alınan abdest de sanki tövbenin simgesi gibidir.
“Sen çok büyük günahlar işledin. Allah (c.c.) bunları affetmez.” biçimindeki bir düşünce, şeytanın bir vesvesesidir. Zira Allah (c.c.) samimi bir tövbe ile kulun bütün günahlarını bağışlayacağını Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette belirtmektedir.
Tövbe insanın nefsin egemenliği altından kurtulup gerçek özgürlüğe, Allah’a (c.c.) kul olmaya doğru yol almasıdır. Nefsinin esiri olarak azgınlaşıp günah işleyen insanlar özgür olduklarını, hayatlarını diledikleri gibi yaşadıklarını sanırlar. Oysa günahlar insanın yaratılış amacına ters düştüğü için ruhta onmaz çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara neden olur. Böyle bir insan huzurunu yitirmiştir. Günahlar onu sarıp sarmalamış ve çeşitli manevi sıkıntılara sokmuştur. Tövbe edip Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları istikametinde yaşamlarına yeni bir biçim ve yön veren insanlar Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uydukları için vicdanları rahattır. Ruhlarında sonsuz bir huzur bulunur. Bu da yüzlerindeki iman nuru ile ışıldar. Gerçek özgürlüğün ve yaratılış amacına uymanın derin hazzını tadarlar.
Tövbe ile Allah (c.c.) geçmiş bütün günahları sevaba çevirmektedir. Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir: “Ancak şu var ki tövbe edip iman edenler ve güzel işler yapanlar, bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara dönüştürecektir. Çünkü Allah Gafûr (günahları affeden), Rahîm’dir (müminleri esirgeyendir). Kim tövbe edip güzel işler yaparsa gereğince tövbe eden odur işte (Furkan suresi, ayet 70-71).”
Tövbeden amaç, tövbe-i nasuhdur. Tövbe-i nasuh, gerçek tövbedir. Bu tövbede kişi yaptığı günahlara büyük bir pişmanlık duyduğu gibi bir daha da yapmamak gibi kesin bir karar alır. Bu yüzden geçmiş günahları için daima gözyaşı döker, mahzun olur. Ayrıca bu günahları da telafi yoluna gider. Örneğin kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları varsa kaza eder, yine varsa kul haklarını da iade eder. Başka hatalarını da benzer yolla tamir etmeye çalışır. Bu insan artık eski insan değildir. İşte gerçek tövbe de ancak böyle olur. Bir insan tövbesini bu ayara ulaştırmadıkça tövbesinde kusurludur. O eskiyle hesabını daha tam görememiştir. Her an ayağı eski alışkanlıklarına kayabilir.
Aşağıdaki ayetin konusu tövbe-i nasuh eden kişileri kapsamaktadır. Ayette üç şey belirgin olarak dikkati çekmektedir: 1. Allah bu tövbeyi başkalarından değil, müminlerden istemektedir. 2. Tövbe-i nasuh edenlere mahşer gününde önlerinden ve sağlarından koşan nurlar verilmektedir. Bilindiği üzere, müminler kıyamet gününde nurları ile kâfir ve münafıklardan ayrılmaktadırlar; kâfir ve münafıklara nur verilmeyecektir. 3. Hesap gününde müminler nurlarının tamamlanacağı ve günahlarının bağışlanacağı umudu içerisindedirler. Allah (c.c.) müminlerin hesap günündeki bu umutlarından olumlu bir dille söz ettiğine göre dolaylı olarak onları bağışlayacağını da bizlere işaret etmektedir.
‘Ey iman edenler, tövbe-i nasuh ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinden ve sağlarından koşar da ‘Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla, bizi mağfiretinle bağışla, çünkü Sen her şeye kadirsin’ derler. (Tahrim suresi, ayet, 8)’
Et-Tevvâb ( kula günahlardan tövbe etme nimeti veren, kulun tövbesini kabul eden) güzel ismi ile insana düşen bilinç şudur: İnsanın Allah’ın (c.c.) iman ve ibadetlerdeki rızasına, günahlardaki ve haramlardaki öfkesine rağmen günahta ısrar edip tövbeyi geciktirmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymaması büyük bir talihsizliktir. İnsanı ebedi pişmanlığa sürükleyebilir. Allah (c.c.) hepimize tövbe-i nasuh nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir. Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir.
Hadislerden anlaşılacağı üzere peygamberimiz (s.a.s) günde yetmiş (bir başka rivayette yüz) kere Allah’a (c.c.) istiğfarda bulunmaktaymış. Günahtan masum olan peygamberimiz (s.a.s) böyle ise bizim buna daha çok dikkat etmemiz gerekir.
Tövbe, Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Dolayısıyla tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. Gözlerden damlayan birkaç damla yaş tövbedeki içtenliğin işaretidir. İnsanlar birbirleri ile olan sözleşmeleri çok kolay bozmaktalar. Çıkarlar söz konusu olduğunda işler değişmektedir. Ama Allah’a (c.c.) tövbe ile yönelen bir kul buna yürekten bir yolla, yani içten katıldığı için daha bir sadık olmaktadır. Böyle içten, kesin dönüşe tövbe-i nasuh denir. Zaten gerçek tövbe de ancak böyle mertçe yapılır.
Tövbenin temeli yapılan günaha kalp ile derin bir pişmanlık duymaktır. Nitekim peygamberimiz (s.a.s) de tövbeyi bir hadis-i şerifinde “günahlara pişmanlık” olarak tanımlamıştır. Tövbemizi bozsak bile yenileyebiliriz. Tövbe etmenin bir sayısı, sınırı yoktur.
Tarikatlara tövbe ile intisap edilir. Böylelikle bu içten değişime Allah (c.c.) dostları da tanık tutulur. Bu da güzel bir şeydir ve Allah (c.c.) ile kul arasında tövbe ile gerçekleşen içten pişmanlık duygusunu daha bir pekiştirmektedir.
İnsan alışkanlıklarının tutsağıdır. Onları kolay kolay bırakamaz. Günahlar da bu özelliğe sahiptirler. İnsanda bağımlılık yaparlar. Ayrıca günahlar nefsin arzularını da okşar. Bu yüzden bir insanın günahlarına pişman olup Allah (c.c.) yoluna girmesi çok güçtür. İnsanların çoğu doğadaki bitkiler ve hayvanlar gibi pek varoluşlarını sorgulamadan yaşayıp ölmektedirler. Kendilerini değiştirmek gibi zorlu bir işe pek girişmek istemezler. Rahatlarına ve keyiflerine bakarlar. Tövbe etme sadece insanın iradesiyle gerçekleşen bir olgu değildir. İnsan günah olmayan bir alışkanlığını bile terk ederken büyük bir sıkıntı yaşamaktadır. Bu nedenle nefsi okşayan günahları terk etmek çoğu insan için ölmeyi istemek kadar imkansız bir şeydir. Aslında tövbe etmek de kişinin o andaki manevi varlığına son vermesi anlamına gelmektedir. Nasıl bir insanın kendi elleriyle kendisini öldürmesi çok güç bir şeyse, daha doğrusu intihar etmek isteyen bir insan nasıl bu konuda yaşamsal bir sıkıntı yaşarsa bir insanın alıştığı ve zevk aldığı günahlardan dönmesi de o kadar zor bir iştir. Bu yüzden tövbe etme Allah’ın (c.c.) et-Tevvâb güzel ismiyle ilişkilendirilmiştir. Buna göre tövbe nimeti kulun bir eseri değil, Allah’ın (c.c.) kuluna şükretmesi için verdiği bir nimetidir. Kulun tövbe nimetini kendisinden bilmesi büyük bir hatadır. İnsanı boş gurura, aldanmışlığa götürür. Şeytanın oyuncağı kılar. İnsan başına gelen hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) olduğuna inandığı gibi tövbe nimetini de O’ndan bilmelidir. Yani insan Allah (c.c.) dilediği için bu tövbe nimetine ermektedir.
Tabii bu büyük nimet de Allah (c.c.) tarafından kullarına gelişigüzel dağıtılmamaktadır. Bunun bir sünnettullahı bulunmaktadır. Allah (c.c.) yanlış yolda olan kullarına önce ikazlarda bulunur. Onları anlayacağı dillerle uyarır. Bu uyarılara “ayet” diyebiliriz. Kul kadere olan inancıyla, yani başına gelen iyi ve kötü şeylerin (ayetlerin) bir tesadüf eseri olmadığına, bunların yüce Allah’ın (c.c.) izni ve yaratmasıyla meydana geldiğine inandığı zaman bunlardan kendince bir ders çıkarır. Tuttuğu yolu ölçüp biçer. Örneğin bela ve musibetlerle günahlarının acı meyveleri arasında bir ilgi kurar. Hatasını anlar. İçten bir pişmanlık duyar. Günahlarından dönüp Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymak ister. İşte tövbe böylece gerçekleşmiş olur. Bu bakımdan tövbe nimetinin kula erişmesinde kadere, hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğine inanma önemli bir rol oynar.
Herkesin anlayışına ve algı dercesine göre tövbe nimetinin kalpte uyanması için farklı bir işlem gerekebilir. Bunu da en iyi bilen Allah’tır. Allah (c.c.) tövbe etmeye müsait kullarına bir vesileyle yaklaşır ve onların günahlarına pişman olup doğru yola gelmesini sağlar.
Tabii tövbe için gelen ayetlerin kadrini kıymetini bilmeyenler de vardır. Bu tipteki insanlar başlarına gelen bela ve musibetleri Allah’tan (c.c.) bilmedikleri için onlardan gerekli dersleri alıp da tövbe edemezler. Onlar için her şey bir tesadüften ibarettir.
Çoğu insanın ibadetlerini yapamamalarının nedeni içerisinde bulundukları günahlardır. Günahlar ile ibadetlerin kalpte buluşmaları, biraraya gelmesi adeta imkânsızdır. Bunlar mıknatısın aynı kutupları gibi birbirini sürekli iterler. Hele hele bir günahkârın namaz kılması çok zordur. Çünkü namazın esprisi yüzünü, yönünü Allah’a (c.c.) çevirmek, Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunmaktır. Günahlarla namazda Allah’a (c.c.) dönmeye kendimizde bir güç ve kudret bulamayız. Bu durum kendisine karşı kabahat işlediğimiz bir insanın yüzüne bakamamak gibi sıkıcı bir durumdur. Çoğu kişinin namaz kılmak istediği halde namaz kılamamasının, namazda bir huzur ve zevk alamamasının nedeni de budur. Günahlara tövbe etmeden Allah’ın (c.c.) karşısına geçmek adeta imkânsızdır. Namaz öncesi alınan abdest de sanki tövbenin simgesi gibidir.
“Sen çok büyük günahlar işledin. Allah (c.c.) bunları affetmez.” biçimindeki bir düşünce, şeytanın bir vesvesesidir. Zira Allah (c.c.) samimi bir tövbe ile kulun bütün günahlarını bağışlayacağını Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette belirtmektedir.
Tövbe insanın nefsin egemenliği altından kurtulup gerçek özgürlüğe, Allah’a (c.c.) kul olmaya doğru yol almasıdır. Nefsinin esiri olarak azgınlaşıp günah işleyen insanlar özgür olduklarını, hayatlarını diledikleri gibi yaşadıklarını sanırlar. Oysa günahlar insanın yaratılış amacına ters düştüğü için ruhta onmaz çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara neden olur. Böyle bir insan huzurunu yitirmiştir. Günahlar onu sarıp sarmalamış ve çeşitli manevi sıkıntılara sokmuştur. Tövbe edip Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları istikametinde yaşamlarına yeni bir biçim ve yön veren insanlar Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uydukları için vicdanları rahattır. Ruhlarında sonsuz bir huzur bulunur. Bu da yüzlerindeki iman nuru ile ışıldar. Gerçek özgürlüğün ve yaratılış amacına uymanın derin hazzını tadarlar.
Tövbe ile Allah (c.c.) geçmiş bütün günahları sevaba çevirmektedir. Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir: “Ancak şu var ki tövbe edip iman edenler ve güzel işler yapanlar, bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara dönüştürecektir. Çünkü Allah Gafûr (günahları affeden), Rahîm’dir (müminleri esirgeyendir). Kim tövbe edip güzel işler yaparsa gereğince tövbe eden odur işte (Furkan suresi, ayet 70-71).”
Tövbeden amaç, tövbe-i nasuhdur. Tövbe-i nasuh, gerçek tövbedir. Bu tövbede kişi yaptığı günahlara büyük bir pişmanlık duyduğu gibi bir daha da yapmamak gibi kesin bir karar alır. Bu yüzden geçmiş günahları için daima gözyaşı döker, mahzun olur. Ayrıca bu günahları da telafi yoluna gider. Örneğin kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları varsa kaza eder, yine varsa kul haklarını da iade eder. Başka hatalarını da benzer yolla tamir etmeye çalışır. Bu insan artık eski insan değildir. İşte gerçek tövbe de ancak böyle olur. Bir insan tövbesini bu ayara ulaştırmadıkça tövbesinde kusurludur. O eskiyle hesabını daha tam görememiştir. Her an ayağı eski alışkanlıklarına kayabilir.
Aşağıdaki ayetin konusu tövbe-i nasuh eden kişileri kapsamaktadır. Ayette üç şey belirgin olarak dikkati çekmektedir: 1. Allah bu tövbeyi başkalarından değil, müminlerden istemektedir. 2. Tövbe-i nasuh edenlere mahşer gününde önlerinden ve sağlarından koşan nurlar verilmektedir. Bilindiği üzere, müminler kıyamet gününde nurları ile kâfir ve münafıklardan ayrılmaktadırlar; kâfir ve münafıklara nur verilmeyecektir. 3. Hesap gününde müminler nurlarının tamamlanacağı ve günahlarının bağışlanacağı umudu içerisindedirler. Allah (c.c.) müminlerin hesap günündeki bu umutlarından olumlu bir dille söz ettiğine göre dolaylı olarak onları bağışlayacağını da bizlere işaret etmektedir.
‘Ey iman edenler, tövbe-i nasuh ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinden ve sağlarından koşar da ‘Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla, bizi mağfiretinle bağışla, çünkü Sen her şeye kadirsin’ derler. (Tahrim suresi, ayet, 8)’
Et-Tevvâb ( kula günahlardan tövbe etme nimeti veren, kulun tövbesini kabul eden) güzel ismi ile insana düşen bilinç şudur: İnsanın Allah’ın (c.c.) iman ve ibadetlerdeki rızasına, günahlardaki ve haramlardaki öfkesine rağmen günahta ısrar edip tövbeyi geciktirmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymaması büyük bir talihsizliktir. İnsanı ebedi pişmanlığa sürükleyebilir. Allah (c.c.) hepimize tövbe-i nasuh nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi