• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Türk Adı, Türkiye Adı nereden geliyor?

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Türk adı: "Türk" sözü, Türk soyundan olan toplumların genel adı olarak kullanılmadan önce, Türk dilinde bugünkü anlamından başka, "güç-kuvvet" anlamına da geliyordu. Eski Uygur metinlerinde "Türk" sözü bazen "Erkler-Türkler" şeklinde kullanılıyor ve bu söz cins isim olarak "güç-kuvvet", sıfat halinde ise "güçlü-kuvvetli" anlamlarını taşıyordu.

Belgeler, "Türk" sözünün Uygurlar ve Gök-Türk'lerden çok önce de var olduğunu gösteriyor. V. yüzyıla ait Pers yazılarında Turanlılardan, yani Türklerden, "Türk" diye söz edilir. VI. yüzyıla ait bir Bizans kaydında ise Hun Türklerine Hunların dilinden alınmış sıfatla 'Türk Hun' (kuvvetli Hun) denilmiştir. VI. yüzyıla ait Çin kaynaklarında "Türk" sözü, Türk milletinin adı olarak geçmektedir.

Hunların devrinde "Türk" sözünün bugünkü anlamını karşılayan kelime "Hun", (daha doğrusu Kun) idi. Büyük Hun İmparatorluğu'nun egemenliği altında bulunan Türk boyları da bu adı, yani Kun adını almışlardı. Onlara da bir süre Türk Kun (kuvvetli Hun) denmiştir. Türk' sözü bazen "olgun, bilgili" anlamlarında da kullanılmıştır. Oğuz Destanının uygurca anlatımında Oğuz Han'ın danışmanından "Uluğ Türk" diye söz edilir.

"Türk" kelimesi Türk milletinin ve Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa Gök-Türk İmparatorluğu tarafından kullanılmıştır. Daha sonra bu imparatorluğa bağlı ama kendi kabile adları ile anılan diğer Türklerin ortak adı olmuştur.

"Türk" kelimesi en eski zamanlarda "Törük" şeklinde söyleniyordu. Zamanla "Türük", en sonunda "Türk" şeklini almıştır. Gök-Türk anıtlarında hem "Türük", hem de "Türk" şeklinde yazılmıştır.

Türkiye adı: "Türkiye" adı, Türklerin yaşadığı ülkelerin ve Türk devletlerinin adı olarak, Cumhuriyet'ten bu yana değil, 1000 yıldan fazla bir zamandan beri kullanılmaktadır.

Türk devletlerinin ve egemen oldukları bölgelerin adları, kendi tarihlerimizde daha çok kurucu hanedanların, hükümdarların veya hâkim boyların adları ile anılmıştır. (Selçuk Devleti, Harezmşahlar Devleti, Timur Devleti, Babür Devleti, Osmanlı Devleti... gibi). Fakat bu devletlerin hükümdarları da, teba içinde aslî unsur olan toplum da, "Türk" adından, sıfatından asla kopmamış, Türklüklerini her zaman ve her vesile ile belirtmişlerdir. Büyük Selçuk imparatorluğu'nun hükümdarı Sultan Alp Arslan "Biz Türkler, temiz Müslümanlarız ve bid'at bilmeyiz. Bu sebeple Allah hâlis Türkleri aziz kıldı" demiştir.

Osmanlı Sultanı II. Murad Han, 1441 yılında, Timurlu hanedanının ikinci hükümdarı ve ünlü devlet ve bilim adamı Uluğ Beğ'in babası Şahruh Mırza'ya yazdığı nâmede onu "Kendisi gibi büyük Türk hakanı olarak tanıdığını ve tâbi olduğunu" bildiriyordu. Timur'un kendisi de, iran seferinde Şehname'nin yazarı ünlü şair Firdevsî'nin mezarına giderek "Kalk, kalk da hiç durmadan kötülediğin mağlup Türk'ü şimdi gör!" demişti. Kendi adıyla anılan imparatorluğu kuran Timur kendisini şöyle tanıtıyordu: "Biz ki Mülük-ü Turan, Emîr-i Türkistanız; biz ki Türk oğlu Türk'üz; biz ki milletlerin en eskisi ve en ulusu Türk'ün başbuğuyuz!.."

Harezmşahlar Sultanı Alâeddin Mehmed, Abbasî halifesinin elçisine verdiği bir cevapta, "Arapçaya hakkı ile tasarruf edemeyen bir Türk'üm, ancak söylediğiniz hadisin mânasını anladım" demek suretiyle kendisinin Türk, konuştuğu dilin Türkçe olduğunu bildirmiş oluyordu.

Yabancılar, Türklerin yoğun olarak bulunduktan ve hâkim oldukları yerlere her zaman Turkhia (Türkiye) demişlerdir. VI. yüzyılda Bizanslılar bütün Orta Asya'ya "Turkhia", yani "Türklerin ülkesi", "Türklerin yaşadığı yer" diyorlardı. Türklerin Orta Asya'dan batıya doğru yayılmaları sonunda, gittikleri yeni yerlere de "Türkiye" denmiştir. IX. ve X. yüzyıllarda İtil (Volga) ırmağından Orta Avrupa'ya kadar olan bölgeye de Türkiye adı verilmiştir. "Doğu Türkiye" adı verilen bölgede Hazar Türkleri, "Batı Türkiye" denilen bölgede ise Hunlar'ın bir kolu olan Macar Türkleri yaşıyordu. XIII. yüzyılda Mısır'da bir Türk devleti kurulduğu zaman, özellikle Kıpçak Türklerinden Baybars'ın yönetiminde genişleyen devletin hâkim olduğu Mısır ve Suriye, yine "Türkiye" adı ile anılıyordu. Araplar, hem bu bölgeye, hem de Türklerin yoğun olduğu, egemen olduğu diğer bölgelere "Arz-üt Türk" diyorlardı.

"Türkiye" sözüne Latince metinlerde de çok rastlanır. Ünlü gezgin Marko Polo, anılarında Anadolu'dan "Turcia Minör (Küçük Türkiye)", Orta Asya'dan "Turcia Majör (Büyük Türkiye)" diye söz eder.

Türklerin Anadolu'ya 1071 Malazgirt zaferinden sonra büyük topluluklar halinde yerleşmeye başlamalarından, yani XII. yüzyıldan itibaren, yabancılar Anadolu'ya hep Turcia (Türkiye) demişlerdir.

1299'da Anadolu'da kurulan Osmanlı Devleti kısa zamanda güçlenip büyüyünce, devletin hâkim olduğu bölgeler, devleti kuran Osman Gazi'nin adı ile anılır oldu. Fakat Osmanlı Türkleri'nin hâkim olduğu bölgelere yabancılar hem Osmanlı Devleti, hem Türkiye demeye devam ettiler. Osmanlılar'ın hâkim olduğu bölgelerin dışında kalan, ama yine Türk-ler'in yaygın olduğu yerlere, coğrafî bölge ve ülke adı olarak yine Türkiye, Türk Eli, Batı Türk Eli veya Doğu Türk Eli, Doğu Türkistan, Batı Türkistan denmiştir.

Osmanlı imparatorluğu'nun çöküşünden ve hanedanlığın kaldırılmasından sonra kurulan yeni Türk Devleti'nin adı elbette Türk Devleti, ülkesinin adı elbette yine Türkiye olacaktı ve Türklerin ülkesine Türkiye denecekti.
 
Türk Adı: Kâşgarlı Mahmud yirmi Türk boyu arasında Oğuz boyunu en önemli boy kabul ettiği için sadece onun alt boylarını ve damgalarını verir. Bu boyların başında Kınık boyu vardır ve Selçuklular, Türklerin Oğuz boyunun Kınık alt boyundandır. Selçuklular yerli ve yabancı tarihlerde bazen Türk bazen Oğuz bazen de Türkmen olarak anılırlar. Gürcü tarihlerinde Türk olarak anıldığını Golden’in kitabından izleyebiliriz:

“Melikşah’ın yönetiminde (1072-1092) Büyük Selçuklu İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaştı... Gürcü tarihçilerinde did t’urk’oba (Büyük Türk Çağı)” (Peter Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002, s. 184). Görüldüğü gibi Gürcü tarihleri Selçuklu Melikşah’ın çağını Büyük Türk Çağı olarak adlandırmaktadır.

Bir başka kaynağı Osman Turan’ın eserinden alıntılayalım:

“Sultanın (Sançar’ın) hususi tabibi Ali bin Mehmed Kayinî tarafından onun adına yazılan Mefâhiru’l-Etrâk...” (O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 2).

Görüldüğü gibi burada Selçuklu Sultanı Sançar için yazılan kitabın adı Mefâhiru’l-Etrâk yani “Türklerin Övülecek Özellikleri” dir.
Selçukluların Türkmen ve Oğuz olarak anıldıklarına dair kaydı da Faruk Sümer’den nakledelim:

“Gazneli müverrihler Beyhakî ve Gerdizî, Selçuklu Oğuzlarını Türkmen diye zikrederler. Buna karşılık Yakın Doğu müellifleri el-Guzz (Oğuz) şeklinde anarlar.” (F. Sümer, Oğuzlar, İst., 1992, s. 95).

Selçukluların Türk olarak anılmaları Anadolu’nun da Türkiye olarak adlandırılmasına yol açmıştır: “Nitekim Batı dünyasının tarihçileri, II. Haçlı seferi sırasında Türklerle dolu olarak gördükleri ve onların büyük bir gayretle savundukları Anadolu’yu, bundan böyle Türkiye (Turkhia, Turquia) adıyla anmaya başlamışlardır (1148)” (Salim Koca, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, 2011, s. 226).

Bu durumu Jean-Paul Roux da şöyle ifade eder:

“Asya’nın ortasından gelen boyların birbirleri üstüne yığıldıkları çıkmaz sokak Küçük Asya, Türkiye olmak hakkını kazanmış bulunuyordu.” (Jean - Paul Roux, Türklerin Tarihi, 1998, s. 131).

Beylikler ve Osmanlı döneminde de Azerbaycan ve Anadolu’daki Türkler, Türkmen veya Türk olarak anılır. İşte Âşık Paşa’nın 1330 tarihinde Kırşehir’de yazdığı Garibname’den birkaç mısra:

Türk diline kimse bakmazıdı / Türklere hergiz gönül akmazıdı / Türk dahı bilmezidi bu dilleri / İnce yolı ol ulu menzilleri.

Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşikî de Tevârîh-i Âl-i Osman’da Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın Anadolu’ya gelişini anlatırken “Bu göçer evli halkdan Acem padişahları ihtirâz etdiler (çekindiler). Hem tedbir etdiler. İttifak etdiler kim bu göçer evlü Türki kendülerün üzerinden irağ edeler. Süleymanşah Gazi’yi ilerü çekdiler kim ol göçer evlerün ulularından idi.” demektedir (Osmanlı Tarihleri I, İst, 1949, s. 92).

Görüldüğü üzere Âşık Paşa, Anadolu’daki insanlardan “Türkler”, Âşıkpaşaoğlu da Osman Gazi’nin dedesinden “göçer evli Türk” diye bahsetmektedir.

II. Murad devrinde yazılan birçok tarih Osmanlı hanedanını Oğuz Han’a bağlar. Oğuzlar da Türklerin en büyük boylarından biridir. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren kanunnamelerin dili de hep Türkçedir.

Ahterî Mustafa Efendi, Ahtarî-i Kebir (yazılış tarihi: 1545) adlı sözlüğünde Arapça cîl kelimesini açıklarken Türk ve Rum milletlerini örnek verir: “cîl. Cemaat ve nâstan bir sınıf adamlar... cîl Türkler bir nesildir, bir millettir. Rumlar bir nesildir, bir millettir, denir” (Ankara 2009, 134).

Selçukluarın, beyliklerin ve Osmanlıların Türklüğüne dair daha yüzlerce örnek verebiliriz. Fakat zannederim anlamak isteyenler için bu kadarı kâfidir.

Bazılarının zannettiği gibi bu millet, Türk adını cumhuriyet döneminde kullanmaya başlamış değildir; yüzlerce yıldan beri kullanmaktadır.
 
Ne zamandan beri Türküz?

Son zamanlarda kara propaganda aldı yürüdü. Atatürk'ten önce Türk adı yokmuş gibi bir izlenim doğdu. Bu sebeple bu yazıyı yazmak da vacip oldu.

Hiç şüphe yok ki Türkler milattan önceki üçüncü, ikinci binlerden beri mevcuttur. Çivi yazılı Sümer metinlerinde bulunan di (demek), dingir (tanrı), dug (dökmek), uş (iş), zag (sağ taraf), şurim (yarım), kabkagak (kap kacak) vb.

330'den fazla Sümerce-Türkçe ortak kelime ile bu durum apaçık ortadadır. Ancak o zamanlar Türk adı yoktu. Büyük bir ihtimalle elimizdeki kaynaklarda bulunmuyor. Göktürklere gelinceye kadar Hun, Kırgız, Usun, Toba, Tabgaç, Ogur, Sabir, Töles gibi adlar taşımışız. Altıncı yüzyılda ortaya çıkan Göktürklerden beri de Türk adını kesintisiz olarak bugüne dek getirdik.

Çinliler, r sesini söyleyemedikleri ve hece sonunu da kapatamadıkları için Türk diyememişler; Tu-kyu demişlerdir.

Türk kelimesi, Köktürkler çağına ait Soğdak (bir Doğu İran kavmi), Orta Fars ve Arap kaynaklarında Turk, Süryani kaynaklarında Turkaye, Yunan kaynaklarında Turkos, Sanskrit kaynaklarında Turuşka, Tibet kaynaklarında Drug olarak geçer (bk. Peter Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, s. 94). O dönemlerde biz de artık kendimize Türk diyoruz.

“Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan” diyor ki:

“Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığı zaman ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış. Kişi oğlunun üzerine de atalarım Bumın Kağan, İstemi Kağan hükümdar olarak oturmuş. Oturup Türk milletinin ilini töresini tutmuş, düzenlemiş.”

Bu sözler taşa yazılıdır ve tarihi de günü gününe bellidir: 21 Ağustos 732. Göktürklerin “bengü taş” dediği anıt bugün de Moğolistan'ın ortasında, Orhun ırmağı kıyısında durmaktadır. Türkçe bilmeyenler, Türkçeye güvenmeyenler bu taşlarda neler yazdığını dünyanın çeşitli dillerinden okuyabilirler: Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça, Macarca...

10. yüzyılda Uygur Türkçesine çevrilmiş bir kitap var: Maytrisimit. Hangi dilden hangi dile çevrildiği bakın kitabın kendisinde nasıl ifade edilmiş: “İl-Balık şehrinde doğmuş olan üstat Prajnâraksita'nın Tohar dilinden Türk diline çevirdiği Maytrisimit adlı kitap...” Demek o zaman da Türk imişiz ki dilimizin adı da Türk dili diye geçiyor.

Gelelim Kâşgarlı Mahmud'a. 1072 yılının 25 Ocağında bir kitap yazmaya başlıyor; 09 Ocak 1077'de bitiriyor ve Bağdat'ta halife el-Muktedî bi-Emrillah'a sunuyor: Dîvânü Lugâti't-Türk. Bakın, bu kitabın 177. sayfasında, İbni Ebiddünya'nın kitabından nakledilen kudsi hadiste ne deniyor: “Benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve doğuya yerleştirdim...”

Anlamayanlar için Arapçasını yazıyorum: “Liye cunden semmeytuhum et-turk ve eskentuhum el-maşrık...” Hadisi aktardıktan sonra Kâşgarlı Mahmud şöyle diyor: “Bu, diğer bütün insanlara karşı, onlar için bir üstünlüktür; çünkü onların adını bizzat O (celle ve azze) vermiştir.” Başka hiçbir kavme Allah tarafından isim verilmediğini söyledikten ve Türklerin birçok meziyetini saydıktan sonra Kâşgarlı şöyle devam eder: “Onlardan biri için de Türk denir; hepsi için de. ‘Kimsin' anlamında kim sen denir; ‘Türküm' anlamında Türk men diye cevap verilir.”

Anlamayanlara bu kısmın da Arapçasını verelim: “el-vâhidu minhum turk ve'l-cem'u kezâlik. Yukâlu kim sen, ma'nâhu ‘men ente'; fe-yekûlu türk men, ey ‘innî turk”. Demek ki “kimsin” diye sorulduğu zaman ne derlermiş: Türk men, yani Türküm. Mehmet Emin Yurdakul'un “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” şiirini yazmasından tam 820 yıl önce. Üstelik Kâşgarlı kitabını yazarken, yani hemen o yıllarda da böyle demeye başlamamışlar. Yüzlerce yıl öncesi de var. Bunu nereden anlıyoruz? İsterseniz Dîvân'ın bir de 20. sayfasına bakalım:

“Türkler aslında 20 boydur (Arapçası kabîle). Bunların hepsi Nuh peygamberin (s.a.) oğlu Yâfes oğlu Türk'e dayanır... (Bunları) Rum (Bizans) yakınlarından doğuya doğru sırasıyla beyan ettim. Rum'a yakın boyların birincisi Beçenek'tir. Sonra sırasıyla Kıfçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız... Daha sonra Çigil, Tohsı, Yağma, Uğrak, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut, Hıtay -bu Çindir-, sonra Tavgaç -bu da Mâçindir-. Bunların hepsini bu harita içinde gösterdim.” Kâşgarlı'nın kitabını yazdığı tarihlerde bile yirmi boy hâlinde yaşayan Türklerin daha önce nerelere kadar gittiklerini siz düşünün.
Ahmet B. ERCİLASUN
 
Öteki Gündem'in bir programında Aytunç Altındal (din, tarih ve politikada epey faaliyet göstermiş bir araştırmacı. Yanılmıyorsam 2013'te verilen büyük kayıplardan diye düşünüyorum.) Türkiye adının, ilk olarak ve tam olarak Türkiye topraklarında Keltler tarafından 'Turkije' olarak kullanıldığını savunur. Bu topraklara, geldikleri toprakların adını vermek istemişler. Keltler ve Turkije araması yaparsanız, ilgili bilgiye ulaşabilirsiniz. Edindiğim enteresan bilgilerdendir. :)
 
Keltler / Galatlar - Balkanlardan Ankara'ya
23 Nisan 2022 Cumartesi 00:00
Kategori: antik çağ
Keltler / Galatlar - Balkanlardan Ankara'ya
Keltlerin bireysel kabileleri, baskınları ve göçleri sırasında Balkanlar boyunca MÖ 279'da antik Yunanistan'a ilerlediler ve burada Delphi'ye baskın düzenlediler ve diğer şeylerin yanı sıra yağmaladılar.

Savaşta hünerleri ve gözüpeklikleri ile tanınan, MÖ 278'de Bithynia Kralı I. Nikomedes, kardeşi Ursurper Zipoites'e karşı savaşta onları paralı asker olarak kazanmak için Keltlerle temas kurmakla çok ilgilendi. Sadece birkaç müzakereden sonra Keltler ve I. Nikomedes yardımın "yöntemleri" üzerinde anlaşabildiler ve kısa bir süre sonra Tolistobogian, Trokmeri ve Tektosages kabileleri, ilgili liderleri Leonnorius ve Lutarius ile geçti. Hellespont Anadolu yönünde. Tarihsel kayıtlara göre, sadece 10.000 savaşta sertleşmiş savaşçı da dahil olmak üzere aileleriyle birlikte yaklaşık 20.000 kişi vardı. Savaşma güçleri sayesinde I. Nikomedes, üstünlük mücadelesinde kardeşine karşı üstün gelmeyi başardı.
 
Geri
Top