Ayşe, küçük bir kızdı. Her gece yıldızları sayarak uyuyordu. Bir gece, en parlak yıldızı yakından görmek istedi. Yatağından sıçrayıp pencereden dışarı baktı. Gökyüzü, binlerce pırıl pırıl yıldızla doluydu, ama en parlak olanı, sanki ona göz kırpıyormuş gibiydi. Ayşe, o yıldızı takip ederek gökyüzüne doğru uçmaya başladı.
Uçuşu boyunca, bulutların arasında beyaz pamuk şekerler gibi gezdi. Aşağıda, dünyanın ışıklarını gördü; küçük, parıltılı boncuklar gibiydiler. Sonra, yıldızın daha da yaklaştığını hissetti. Yıldız, büyüdükçe büyüdü ve sonunda, Ayşe’nin karşısına kocaman, kırmızı bir kapı çıktı. Kapı, sanki ateşten yapılmış gibiydi ve üzerinde altın bir hilal ve yıldız parıldıyordu.
Ayşe korkmadı. Kapıyı cesurca açtı. Karşısında, muhteşem bir ülke uzanıyordu. Her yer kırmızıydı, ama parlak ve canlı bir kırmızı, tıpkı alev gibi. Çiçekler kırmızı, ağaçlar kırmızı, hatta kuşlar bile kırmızıydı! Ayşe hayranlıkla etrafına bakınırken, sevimli küçük bir kırmızı kuş ona doğru uçtu.
Kuş, Ayşe’ye konuşmaya başladı. “Hoş geldin, küçük kız! Ben Kızılkuş’um. Bu ülke, Türk Bayrağı ülkesi. Burada her şey, Cesur Türk halkının cesaretini, şanını ve zaferini simgeleyen kırmızı rengiyle doludur. Kırmızı, aynı zamanda sevgiyi, dostluğu ve yürekten gelen sıcaklığı temsil eder.”
Kızılkuş, Ayşe’yi elinden tuttu ve ülke içinde gezdirdi. Bir tepenin üzerinde gördüler altın hilali. Kızılkuş, “Hilal, gökyüzündeki yeni ay, umudu, bereketi ve geleceğe olan inancı simgeler.” diye açıkladı. Ardından, hilalin yanında parıldayan yıldızı gösterdi. “Yıldız ise, bağımsızlığı, özgürlüğü ve Türk halkının aydınlık geleceğini temsil eder.” dedi.
Ayşe, ülkeyi gezerken, kırmızı rengin ne kadar farklı tonlara sahip olduğunu fark etti. Bazen koyu kırmızı, bazen açık kırmızı, bazen ateş kırmızısı gibi... Her tonun ayrı bir anlamı vardı; bazen cesurluk, bazen neşe, bazen de yüzyıllardır süren bir tarihin derinliği.
Sonra, Kızılkuş Ayşe'ye küçük bir kırmızı çiçek verdi. “Bu çiçeği sakla, küçük kız. Her zaman Türk Bayrağı’nı ve onun temsil ettiği değerleri hatırlamanı sağlayacak.” dedi.
Ayşe, kırmızı çiçeği alıp Kızılkuş’a teşekkür etti. Uyanma zamanının geldiğini hissetti. Gözlerini açtığında, yatak odasındaydı. Ama elinde, uykudan kalan bir hatıra olarak, kırmızı bir çiçek tutuyordu. O günden sonra, her Türk Bayrağı gördüğünde, cesaretin, umudun, özgürlüğün ve sıcak dostluğun ülkesini, kırmızı rengin farklı tonlarını ve Kızılkuş’un hikayesini hatırladı. Ve her gece, gökyüzündeki yıldızlara bakarak, en parlak yıldızın ona Türk Bayrağı’nın güzelliğinin ve öneminin sırrını fısıldadığını düşündü.
Minik Ayşe, bayrağı çok severdi. Ama bayrağın neden kırmızı olduğunu bilmiyordu. Bir gün, dedesine sordu: "Dede, bayrağımız neden kırmızı?"
Dedesi güldü, "Ah Ayşe, bu uzun bir hikaye!" dedi. "Eskiden bayrağımızın rengi karar verilememişti. Bir sürü renk adayı vardı! Sarı, yeşil, mavi, hatta mor bile yarışmaya katılmıştı!"
Ayşe gözlerini kocaman açtı. "Mor mu dede? Bayrak mor olsaydı nasıl olurdu?"
Dedesi kahkaha attı, "Oh, çok komik olurdu! Herkes mor giyer, mor evler yapardı. Mor inekler bile olabilirdi!"
"Ama neden kırmızı oldu dede?" diye sordu Ayşe ısrarla.
Dedesi, "Bak Ayşe," dedi, "Renkler bir yarışmaya girmişler. Sarı, 'Ben güneş gibiyim, herkesi ısıtırım!' diye bağırdı. Yeşil, 'Ben doğanın rengiyim, huzur veririm!' dedi. Mavi, 'Ben gökyüzü gibiyim, sonsuzluğun simgesiyim!' diye övündü. Mor ise... Mor, 'Ben en havalı renk olduğum için seçilmeliyim!' diye iddia etti."
Ayşe kıkır kıkır güldü. "Mor biraz kendini beğenmişmiş!"
Dedesi, "Evet," dedi, "Ama kırmızı, sessizce bekliyordu. Sonra, 'Ben en cesur renk olurum! Aslanlar gibi yürekli, gül gibi güzel!' diye bağırdı. Jüri, kırmızı renkte karar kıldı çünkü kızıllar, yürekliliği ve güzelliği temsil eder. Ve böylece bayrağımızın rengi kırmızı oldu."
Ayşe, "Demek kırmızı, en cesur renk!" dedi. "Ben de kırmızıyı çok seviyorum!"
Dedesi, "İşte bu yüzden Türk bayrağı kırmızı, canım torunum. Cesur, güzel ve yürekli bir renk!" dedi, Ayşe'nin başını okşarken. Ayşe, kıkır kıkır gülerek dedesinin kucağına sokuldu. Mor inekler hayalini kurarak, kırmızı bayrağını sevgiyle öptü.
Uçuşu boyunca, bulutların arasında beyaz pamuk şekerler gibi gezdi. Aşağıda, dünyanın ışıklarını gördü; küçük, parıltılı boncuklar gibiydiler. Sonra, yıldızın daha da yaklaştığını hissetti. Yıldız, büyüdükçe büyüdü ve sonunda, Ayşe’nin karşısına kocaman, kırmızı bir kapı çıktı. Kapı, sanki ateşten yapılmış gibiydi ve üzerinde altın bir hilal ve yıldız parıldıyordu.
Ayşe korkmadı. Kapıyı cesurca açtı. Karşısında, muhteşem bir ülke uzanıyordu. Her yer kırmızıydı, ama parlak ve canlı bir kırmızı, tıpkı alev gibi. Çiçekler kırmızı, ağaçlar kırmızı, hatta kuşlar bile kırmızıydı! Ayşe hayranlıkla etrafına bakınırken, sevimli küçük bir kırmızı kuş ona doğru uçtu.
Kuş, Ayşe’ye konuşmaya başladı. “Hoş geldin, küçük kız! Ben Kızılkuş’um. Bu ülke, Türk Bayrağı ülkesi. Burada her şey, Cesur Türk halkının cesaretini, şanını ve zaferini simgeleyen kırmızı rengiyle doludur. Kırmızı, aynı zamanda sevgiyi, dostluğu ve yürekten gelen sıcaklığı temsil eder.”
Kızılkuş, Ayşe’yi elinden tuttu ve ülke içinde gezdirdi. Bir tepenin üzerinde gördüler altın hilali. Kızılkuş, “Hilal, gökyüzündeki yeni ay, umudu, bereketi ve geleceğe olan inancı simgeler.” diye açıkladı. Ardından, hilalin yanında parıldayan yıldızı gösterdi. “Yıldız ise, bağımsızlığı, özgürlüğü ve Türk halkının aydınlık geleceğini temsil eder.” dedi.
Ayşe, ülkeyi gezerken, kırmızı rengin ne kadar farklı tonlara sahip olduğunu fark etti. Bazen koyu kırmızı, bazen açık kırmızı, bazen ateş kırmızısı gibi... Her tonun ayrı bir anlamı vardı; bazen cesurluk, bazen neşe, bazen de yüzyıllardır süren bir tarihin derinliği.
Sonra, Kızılkuş Ayşe'ye küçük bir kırmızı çiçek verdi. “Bu çiçeği sakla, küçük kız. Her zaman Türk Bayrağı’nı ve onun temsil ettiği değerleri hatırlamanı sağlayacak.” dedi.
Ayşe, kırmızı çiçeği alıp Kızılkuş’a teşekkür etti. Uyanma zamanının geldiğini hissetti. Gözlerini açtığında, yatak odasındaydı. Ama elinde, uykudan kalan bir hatıra olarak, kırmızı bir çiçek tutuyordu. O günden sonra, her Türk Bayrağı gördüğünde, cesaretin, umudun, özgürlüğün ve sıcak dostluğun ülkesini, kırmızı rengin farklı tonlarını ve Kızılkuş’un hikayesini hatırladı. Ve her gece, gökyüzündeki yıldızlara bakarak, en parlak yıldızın ona Türk Bayrağı’nın güzelliğinin ve öneminin sırrını fısıldadığını düşündü.
Minik Ayşe, bayrağı çok severdi. Ama bayrağın neden kırmızı olduğunu bilmiyordu. Bir gün, dedesine sordu: "Dede, bayrağımız neden kırmızı?"
Dedesi güldü, "Ah Ayşe, bu uzun bir hikaye!" dedi. "Eskiden bayrağımızın rengi karar verilememişti. Bir sürü renk adayı vardı! Sarı, yeşil, mavi, hatta mor bile yarışmaya katılmıştı!"
Ayşe gözlerini kocaman açtı. "Mor mu dede? Bayrak mor olsaydı nasıl olurdu?"
Dedesi kahkaha attı, "Oh, çok komik olurdu! Herkes mor giyer, mor evler yapardı. Mor inekler bile olabilirdi!"
"Ama neden kırmızı oldu dede?" diye sordu Ayşe ısrarla.
Dedesi, "Bak Ayşe," dedi, "Renkler bir yarışmaya girmişler. Sarı, 'Ben güneş gibiyim, herkesi ısıtırım!' diye bağırdı. Yeşil, 'Ben doğanın rengiyim, huzur veririm!' dedi. Mavi, 'Ben gökyüzü gibiyim, sonsuzluğun simgesiyim!' diye övündü. Mor ise... Mor, 'Ben en havalı renk olduğum için seçilmeliyim!' diye iddia etti."
Ayşe kıkır kıkır güldü. "Mor biraz kendini beğenmişmiş!"
Dedesi, "Evet," dedi, "Ama kırmızı, sessizce bekliyordu. Sonra, 'Ben en cesur renk olurum! Aslanlar gibi yürekli, gül gibi güzel!' diye bağırdı. Jüri, kırmızı renkte karar kıldı çünkü kızıllar, yürekliliği ve güzelliği temsil eder. Ve böylece bayrağımızın rengi kırmızı oldu."
Ayşe, "Demek kırmızı, en cesur renk!" dedi. "Ben de kırmızıyı çok seviyorum!"
Dedesi, "İşte bu yüzden Türk bayrağı kırmızı, canım torunum. Cesur, güzel ve yürekli bir renk!" dedi, Ayşe'nin başını okşarken. Ayşe, kıkır kıkır gülerek dedesinin kucağına sokuldu. Mor inekler hayalini kurarak, kırmızı bayrağını sevgiyle öptü.