• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Türk Eğitim Sisteminin Felsefi Temelleri

İslamiyet’ten önceki Türk toplumlarının dayandığı temel felsefe, onların yaşama biçimlerine göre şekillenmiştir. Bu dönemde “Alp” insan tipinin yetiştirilmesine önem verilmektedir (Akyüz,1994). Alp insan tipinin temel özellikleri onun “bilge” olduğu kadar “cesur” olmasıdır. İslamiyet’ten sonra Türk toplumundaki bazı değerlerin değiştiği, bazı eski değerlerle yeni değerlerin etkileşime girmesiyle yeni değerlerin oluştuğu ve buna bağlı olarak eğitim felsefesinin de değiştiği görülür. Yetiştirilmek istenen yeni insanın bilge ve cesur olduğu kadar dini erdemleri de kazanmış olması arzu edilirdi.

Osmanlının özellikle Tanzimata kadar olan son dönemlerinde eğitim, dinsel ve geleneksel bilgilerin medreselerde, tekkelerde ve camilerde öğrencilere aktarılmasından başka bir şey değildi. Eğitim felsefemizin amacı, inanan ve itaat eden bireyler yetiştirmekti. Bu nedenle eğitimin temelindeki felsefe, ilahi olanın bilgisine ulaşmaktı. İnsanlara yeni ve bilimsel olan değil eski ve geleneksel olan dini bilgiler öğretilmekteydi.Tanzimatla birlikte eğitim anlayışımızda Alman idealizmi yerine Fransız pozitivizmi etkili olmaya başlamıştır. Dönemin özelliği gereği Fransa ile olan yakın ilişkilerimiz sonucunda aydınlarımız Fransa’ya gidip pozitivizmle tanışmışlardır(Küçükoğlu ve Bay, 2007).

Cumhuriyet dönemi ile Türk eğitim sisteminde farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet dönemi eğitim sistemimiz dayandığı felsefi temeller itibariyle evreler halinde şöyle ifade edilebilir:

Birinci Dönem: (1923–1938) Millileşme evre. Atatürk dönemi olarak ta adlandırılabilen bu dönemde eğitimin dayandığı temel unsur Türk milli kültürü ve milli kimliği olarak belirlenmiştir. Bu dönem eğitim sistemimizin en mükemmel olduğu bir dönemdir. Çünkü uygulamalar, kendi kültürümüze yapımıza göre yapılmıştır(Küçükoğlu ve Bay, 2007).

İkinci Dönem: (1938–1950) Hümanistik evre. Bu dönemde dünya savaşlarının yıkımının ardından ortaya çıkan açlık, yokluk ve kıtlık ortamında doğan ve tüm dünyada yayılan, insan sevgisine dayalı ve merkeze insan alan yeni bir eğitim anlayışı doğmuş ve Türk eğitim düşüncesi üzerinde uzun yıllar etkili olmuştur (Küçükoğlu ve Bay, 2007).

Üçüncü Dönem: (1950–1960) Pragmatik evre. Bu dönem Türkiye’ye eğitim sistemini reforma etmeleri için davet edilen Amerikalı eğitim düşünürlerinin etkisi altında geçmiştir. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’ye gelen John Dewey’in pragmatik eğitim anlayışı eğitim politikalarımızın temelini oluşturmuştur(Küçükoğlu ve Bay, 2007).

Dördüncü Dönem: (1960-…) 1961 Anayasası ile başlayan eğitimi yeniden yapılandırma dönemidir. Bu dönem aynı zamanda planlı toplumsal yaşama geçiş dönemidir. Kalkınma planlarının da etkisiyle eğitimde uzun dönemli planlamalar yapılmıştır. Eğitim programlarında idealist ve pragmatik anlayışlar hakim olmuştur (Küçükoğlu ve Bay, 2007).

Sonuç olarak, Türk eğitim tarihi incelendiğinde eğitim uygularımızın pek çok felsefi düşünce ve akımdan etkilendiği görülür. Bizim eğitim süreçlerimizi diğer sistemlerden ayıran en temel özelliklerden biri de belki bizi aydınlatan kültürel dinamiklerimizin, aydınlarımızın fazla olmasıdır. Ancak buna rağmen günümüz eğitim politika ve uygulamalarında bize ait düşünce ve uygulamaların çok fazla yer bulduğunu söylemek zordur(Küçükoğlu ve Bay, 2007).


Türk Milli Eğitiminin Felsefi Temelleri

Bugünkü Türk Eğitim Sisteminin temelleri Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Atatürkçü felsefe doğrultusunda atılmış ve günümüze dek bütün Türk Ulusunun hiç ödün vermeden benimsediği ve uyguladığı ilkeler çerçevesinde varlığını sürdürmüştür. Gerçi, ülkemiz, Osmanlı İmparatorluğu’ndan aktarılmış olan kültürel bir miras ve insan öğesi üzerine kurulmuş olup tarihsel bir arka plana sahiptir. Ama bu özellik genç Türkiye Cumhuriyeti için bir üstünlük oluşturmuş; güçlü ve sağlam, çağdaş bir eğitim sisteminin kurulmasına olanak sağlamıştır.

Osmanlı siyasal yaşamında, genelde, “İslâmcı ve gelenekçi” görüşler egemenliğini sürdürürken, daha sonra “İslâmcı” ve “Batıcı” olmak üzere iki temel düşünce akımı ortaya çıkmış ve giderek bunların yanında bir de “Türkçülük” akımının gelişmekte olduğu görülmüştür. İslâmcılık akımına bir tepki olarak gelişen Batıcılık hareketi, özde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma özlemidir. Ancak bu hareket, uzun süre yüzeysel öykünmecilikten öteye gidememiştir.

Cumhuriyet öncesinde, düşünce ve siyaset alanına en önemli etki Ziya Gökalp’ten (1875- 1924) gelmiştir. Ona göre, eğitim psikolojik olmaktan çok, sosyolojiktir. Birey, sosyal ve doğal çevre için yetiştirilmelidir. Sosyal çevreye hazırlık kültürel eğitimle; doğal çevreye hazırlık ise, bilim ve teknoloji eğitimiyle kazanılır. Bu düşüncelere dayalı olarak ortaya konan ve “milli terbiye” ya da “halkçılık” olarak adlandırılan görüş, Cumhuriyet eğitimine en çok etki eden görüş olmuştur. Bunun yanında, Cumhuriyet Döneminin başlangıcında, ayrıca “ asri terbiye” (yüzyılın eğitimi) , “bireyci görüş” gibi düşünce akımlarının etkisinden de söz edilebilir.

Dünyada belli bir gelişmişlik düzeyine erişmiş olan ülkeler eğitime öncelik vermiş ve bireyleri kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirip eğiterek, istendik davranışların kazandırılmasına ayrı bir özen göstermiştir. Böylece, toplumu oluşturan tüm bireylerin ilgi ve yetenekleriyle uyumlu bir eğitim görmelerine olanak sağlanabilmektedir. Bugün, eğitimin, bireylere, toplumun istediği davranış değişikliklerini kazandırması ve onların, gelişen topluma uyum sağlamalarını gerçekleştirmesi beklenmektedir. Bu nedenle, okullardaki eğitim ve öğretim etkinliklerinin, bireylerin çevre ile sürekli ve etkin bir biçimde ilişki kurarak, sorunları değişik açılardan görüp çözümleyebilecek beceri ve alışkanlıkları onlara kazandırabilecek bir eğitim felsefesi bağlamında işlevini yerine getirmesi gerekir. Oysa ülkemizde, eğitimin çoğu zaman işlevsel olmaktan çok, toplumun gereksinimlerini belki bir ölçüde dikkate alan, ancak daha çok kendi yapısı içinde, geçilmesi gereken bir aşamayı tamamlamayı amaç edinen formel bir süreç özelliği gösterdiğini belirtmek yerinde olur.

Günümüzde Türk toplumunda hemen herkesin benimsediği ya da katıldığı görüş, eğitim sisteminin değişmesi ve gelişmesine duyulan gereksinim üzerinde odaklanmaktadır. Bu nedenle, eğitim sisteminin yenileşmesi konusunda duyulan desteğin bugün, ilgili çevrelerde sürekli olarak yer aldığı söylenebilir. Türk eğitimindeki yenilikçi akımlar, izlenen eğitim felsefelerindeki gelişmeler, reform konusunda gösterilen çaba ve girişimler yeni değildir. Türk eğitim tarihi incelendiği zaman, geçmişteki dönemlerde, eğitim sisteminin iyileştirilmesi ve toplumun gereksinimleri doğrultusunda daha etkin ve başarılı kılınması amacıyla yenileştirme ve geliştirme çalışmalarına sık sık yer verildiği görülmektedir. Kimi zaman eğitimde girişilen yanlış uygulamalar, atılan yanlış adımlar zaman içinde yanlış sonuçlar alınmasına neden olmuşsa da, özellikle Cumhuriyet döneminin başlangıcından bu yana, Türk eğitiminde, kimi dönemlerde daha kapsamlı, kimi dönemlerde ise daha sınırlı olarak, reform niteliği taşıyan çok değerli etkinlik ve uygulamalara yer verildiğine tanık olunmaktadır.

Türkiye’de eğitim, her zaman kalkınma ve Batılaşma için bir anahtar olarak düşünülmüş ve bu anlayışın bir sonucu olarak da imparatorluğun ilk zamanlarından bu yana, Cumhuriyet dönemi boyunca, hükümetler eğitimin gelişmesine, en azından sayısal biçimde yaygınlaşması yönünde çabalar harcamışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, halkın %10’u bile okur- yazar değilken, Atatürk’ün önderliğinde, Öğretim Birliği (Tevhid- i Tedrisat) Yasası ile başlayan eğitim reformunu desteklemek ve yaygınlaştırmak üzere yeni adımlar atılmış ve eğitimde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Atatürk, eğitimi, çağdaşlaşmayı sağlayan başlıca araç olarak görmüştü. O, çağdaş Türkiye’nin yaratılmasında ve sağlıklı biçimde yaşatılmasında etkili olacak eğitim sisteminin temel niteliklerini belirlerken, sistemin ulusal ve laik olmasını, bilime dayanmasını; eşitlikçi ve işlevsel olmasını sürekli olarak vurgulamış ve düzenlenen programlarla gerçekleştirilen eğitim etkinliklerinin bu ilkelere dayandırılmasını öngörmüştü. Gerçekten de Cumhuriyet döneminde sürdürülen eğitim çabaları ile yapılan reformların, ülke kalkınmasının eğitimle sağlanabileceğine inanan Atatürk’ün görüş ve düşünceleri doğrultusunda, çağdaş bilime ve çağın gereklerine dayalı olarak yürütülmesine ayrı bir özen gösterildiğini belirtmek yerinde olur.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti ulusal eğitiminin felsefi temellerinin genel bir değerlendirmesi yapılacak olursa, işe koşulan eğitim sisteminin genelde yararcı (pragmatik) felsefeye ve onun eğitimdeki karşılığı olan ilerlemecilik akımına dayandığı söylenebilir. Günümüze dek gerçekleştirilen bütün eğitim hareketleri, ilerici eğitim akımının özelliklerini benimsemenin yanında, zaman zaman ülkücü (idealist) ve gerçekçi (realist) felsefelere dayalı daimici (perennialist) ve esasici (essentialist ) eğitim akımlarına da bağlılığını sürdürmüştür. Ancak, bugün, kaynağını Türk ulusunun zengin kültüründen, uygarlığından ve büyük önder Atatürk’ ün düşünce sisteminden almış olan ulusal eğitimimizin temel ilkeleri, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında saptanmış olup, bugün, üzerinden 75 yıldan daha uzun bir zaman süresi geçmiş olmasına karşın, gücünü ilerici ve Atatürkçü düşünce sisteminden alarak Türk ulusuna daha iyi, daha çağdaş bir gelecek hazırlama amacına dönük olarak etkisini sürdürecektir.


KAYNAKLAR
  • Bakır,K.,2006,Pragmatizm ve eğitime yansımalar. KKEFD/JOKKEF SAYIINUMBER:14I
  • Erişen, Y. “Eğitimin Felsefi Temelleri”. İlk Günden Başöğretmenliğe. Editör. Prof.Dr. Ş. Şule Erçetin. Asil Yayınları, Ankara: Ekim 2004.
  • Ergün, M. (1996). Eğitim Felsefesi. Ocak Yayınları, Ankara.
  • Kıncal, R. (2001). Öğretmenlik Mesleğine Giriş. Babil Yayınları, Erzurum.
  • Küçükoğlu, A., Bay, E., (Ed: Durmuş EKİZ& Haydar Durukan), 2007, Eğitimin Felsefi TemelleriLisans Yay
  • Özdemir, Ç., Eğitim bilimine giriş, ekinoks yayınları
  • Öztürk, F. “Eğitimin Felsefi Temelleri”. Öğretmenlik Mesleğine Giriş (Ed. Yüksel Özden). Ankara: PegemA Yayıncılık. 2. Baskı, 2002, s. 117-118.
 
Geri
Top