• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

-Türk Felsefecileri-

rehber85

Özel Üye
Özel üye

Bedia Akarsu​

Bedia Akarsu, (27 Ocak 1921 İstanbul)
Çapa İlkokulu ve Çapa Ortaokulu'ndan sonra İstiklâl Lisesi'ni bitirdi. Yükseköğrenimini 1943 yılında mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yaptı. Aynı bölümde Ernst von Aster'in yönetiminde başladığı doktora çalışmalarını Joachim Ritter'in yanında “Wilhelm von Humboldt’da Dil-Kültür Bağlantısı” konulu tezle tamamladı (1954). Arnold Gehlen ve Hans Freyer'in İstanbul Üniversitesi'nde verdiği bir dizi konferansı ve Ritter'in derslerini Türkçe'ye çevirdi.

1956 - 1958 yıllarında Almanya'ya giderek Heidelberg Üniversitesi'nde Gadamer'in fenomenoloji seminerlerine katıldı ve Scheler üzerine araştırmalar yaptı. 1960 yılında "Max Scheler'de Kişilik Problemi" adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1968'de Felsefe Tarihi Kürsüsü'nde profesörlüğe yükseltildi. Bölümde Ahlâk Felsefesi, Çağdaş Felsefe Akımları, Felsefe Tarihi Semineri gibi dersler verdi. Felsefe Bölümü başkanlığı yaptı. 1963 - 1983 yıllarında Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliğinde bulundu ve felsefe terimlerinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında Macit Gökberk'le birlikte etkin rol aldı. Ardından 1984 yılında emekliye ayrıldı.

1988 - 1989'da Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölümü'nün kurucusu olarak görev aldı. 1990 - 1996 yılları arasında ise İstanbul Üniversitesi Atatürk Enstitüsü'nde doktora dersleri verdi.

İstanbul Üniversitesi'nde Takiyettin Mengüşoğlu'nun başlattığı fenomenoloji ve felsefi antropoloji geleneği Nermi Uygur'la gelişirken, Bedia Akarsu, Ernst von Aster'in de etkisiyle daha çok dil, kültür ve ahlâk felsefelerine eğildi. Doktora çalışmasında gerek yöntem gerekse yaklaşım açısından hocası Alman felsefe tarihçisi Ritter'in oldukça etkisinde kaldı. Öğrenciliği sırasında izlediği Mengüşoğlu'nun felsefi antropoloji seminerleri ve daha sonra Heidelberg Üniversitesi'nde katıldığı Gadamer'in fenomenoloji seminerleri ise onun Scheler üzerine çalışmasını olumlu yönde etkilemiştir.

Bedia Akarsu'nun Kant ahlâkına yönelmesiyle, 1933 Üniversite Reformu'ndan sonra Türkiye'de egemen konuma gelen Alman felsefe eğiliminin temelinde yer alan Kant, Mengüşoğlu'ndan sonra bir kez daha öne çıkmıştır. Akarsu, “Çağdaş Felsefe Akımları” adlı eserinde de daha çok Alman felsefe akımlarını ve filozoflarını tanıtır.

Alıntı:Wikipedia
 

Ahmet İnam​

İnam (1947) Türk felsefeci ve eğitimci.
1947 yılında Sandıklı’da doğdu. 1971 yılında ODTÜ Elektri Mühendisliği bölümünde yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi'nde felfese alanında doktora yaptı. 1980 yılında Edmund Husserl'de Mantığın Yeri konulu tezini yazarak doktorasını tamamladı.

1989 yılından bu yana ODTÜ Felsefe Bölümü’nde profesördür. Mantık, bilim felsefesi, kümeler kuramı, endüktif ve model mantık, dil felsefesi, tarih felsefesi, ahlak, estetik, iletişim felsefesi alanlarında dersler vermiş, tez çalışmaları yaptırmıştır. 1994’ten bu yana Gönül Felsefesi adını verdiği bir arayışın içindedir. Çeviri ve telif 10’dan fazla kitabı, 300’e yakın yayımlanmış makalesi vardır.

Ayrıca Uluslararası Schopenhauer Derneği ile Michael Polanyi Derneği, Türkiye Felsefe Kurumu üyesi ve Türk Felsefe Derneği Başkan Yardımcısıdır. Evli ve bir çocuk babasıdır.

Alıntı:Wikipedia
 

Macit Gökberk​

Macit Gökberk, felsefe dilinin yalınlaşması, terim karmaşasının giderilmesi ve kavramların sınırlanması alanlarında önemli çalışmalarda bulunan tanınmış Türk felsefecisidir.

Kurtuluş Savaşı komutanlarından Şükrü Naili Gökberk ile eşi Nezire Hanım’ın oğlu Macit Gökberk, 1908’de Selanik’te doğdu.

İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1932’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü Platon’un Theaitetos Diyaloğu üzerindeki bir çalışmasıyla bitirdi. Aynı yıl bu bölüme asistan oldu ve Hans Reichenbach’ın Logik adı altında verdiği dersleri Türkçe’ye aktardı.

1935 yılında doktora çalışmaları için Berlin Üniversitesi’ne gitti. 1940 yılında Prof. Eduard Spranger’in yanında Hegel ve Auguste Comte’da Toplum Kavramı adı teziyle doktorasını verdikten sonra Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki görevine devam etti. Aynı bölümde önce doçent(1941), daha sonra da profesör(1949) oldu. 1978 yılında emekliye ayrıldı.

Gökberk’in çalışmaları felsefe tarihi ile dil ve bilgi sorunu olmak üzere iki konuda yoğunlaşmıştır. Felsefe tarihi ile ilgili çalışmalarını topladığı Felsefe Tarihi adlı yapıtı bir Türk felsefecisi tarafından kaleme alınmış ilk kapsamlı felsefe tarihidir.

Anadolu-Yunan felsefesinden yola çıkarak 18. yüzyıl Aydınlanmasına, özellikle de Kant ve Hegel’e uzanan çalışmalarında Hegel’in devlet felsefesi, Kant ve Herder’in tarih anlayışları başlıca odağı oluşturur. Herder’le Kant’ın tarih sorununa getirdikleri çözümü Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları adlı yapıtında, Hegel’le ilgili çalışmalarını da Felsefe Arşivi dergisinde yer alan Hegel’in Devlet Felsefesi ve Hegel Felsefesi-Yaşayan Yönleriyle adlı yazılarında sergilenmiştir.

Dil konusunun Gökberk’in felsefe anlayışı içinde özel bir yeri vardır. Düşüncenin üretilmesinde başlıca kaynak olan dil, onu kullananlardan bağımsız değildir; uygarlığın gelişimi ile değişir, kendi kendini yeniler. Gökberk dil ile ilgili bu düşüncelerini Değişen Dünya, Değişen Dil adlı bu yapıtında toplamıştır.

Bu arada felsefe dilinin sadeleşmesi, Türkçe felsefe terimlerinin kurulması, kavramların sınıflandırılması yolunda uğraş vermiştir. 1942 yılında henüz bir öğrenci iken ilk Türk Dil Kurultayı’nı izleyen Macit Gökberk, 1954-1960 ve 1969-1976 yılları arasında Türk Dil Kurumu Başkanlığı yapmıştır.

Macit Gökberk 15 Ağustos 1993 günü İstanbul’da öldü.

Her yıl felsefe ve deneme yazıları alanında Gökberk ailesi ve Türkiye Felsefe Kurumu tarafından anısına Macit Gökberk Felsefe Ödülü verilir.

Başlıca yapıtları; Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları(1948), Felsefe Tarihi(1961), Felsefenin Evrimi(1979), Değişen Dünya-Değişen Dil

Alıntı:Wikipwedia
 

Arda Denkel​

Prof. Dr. Arda Denkel (1949, Ankara - 2000, İstanbul), Türk felsefecidir.

Arda Denkel 1968'de Saint Benoit Lisesi'ni bitirdi. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nden 1972’de mezun oldu. Aynı yıl Oxford Üniversitesi'nde felsefe öğrenimine başladı. Bu üniversiteden felsefe alanında doktora derecesi aldıktan sonra Türkiye’ye döndü ve Boğaziçi Üniversitesi’nde dil ve bilgi felsefesi, felsefe tarihi, bilgi kuramı üzerine dersler vermeye başladı. 1988’de profesörlüğe yükseldi ve ölümüne değin Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevini sürdürdü.

1985 ve 1989’da Wisconsin Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak, 1994’te Uludağ Üniversitesi’nde ve 1995-97 arasında Koç Üniversitesi’nde de dersler verdi.

Türkiye Felsefe Kurumu, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) ve Avrupa Çözümleyici Felsefe Kurumu (ESAP) gibi kurumların üyesi olan Denkel, Philosopher’s Index'e (Felsefeciler Dizini) girmeyi başarmış birkaç Türk felsefecisinden biriydi. Çok sayıda bilimsel makalesi Türkçe ve İngilizce olarak yayınlandı. Felsefe Tartışmaları gibi felsefe dergilerinde yazıları yayımlandı.

Özellikle dil ve bilgi felsefesi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Denkel’in başlıca kitapları arasında;

"Anlaşma: Anlatma ve Anlama" (1981),
"Bilginin Temelleri" (1984),
"Anlamın Kökeni" (1984),
"Nesne ve Doğası" (1986),
"Anlam ve Nedensellik" (1996),
"Reality and Meaning" (Gerçeklik ve Anlam, 1995),
"The Natural Background of Meaning" (Anlamın Doğal Arka Planı, 1999) sayılabilir.


Alıntı:Wikipedia
 

Oruç Aruoba​

Oruç Aruoba, yazar ve felsefecidir. 1948 yılında Karamürsel'de doğdu.
Hayatı [değiştir]Ankara TED Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisansı'nı aldı. Aynı üniversitede Felsefe Bilim Uzmanı oldu. Felsefe doktorasını tamamladı ve öğretim üyeliği yaptı (1972-1983). Tübingen Üniversitesi (Almanya) felsefe semineri üyeliği (1976-1977) ve Victoria Üniversitesi (Yeni Zelanda) konuk öğretim üyeliğinde bulundu (1981). Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yaptı. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlandı. Serbest yazar olarak çalışmaktadır.

Eserleri​

"Tümceler", 1990
"De ki İşte", 1990
"Yürüme", 1992
"Hani", 1993
"OL/AN", 1994
"Kesik Esin-tiler", 1994
"Geç Gelen Ağıtlar", 1994
"Sayıklamalar", 1994
"Uzak", 1995
"Yakın", 1997
"Ne Ki Hiç", 1997, haikular
"İle", 1998
"David Hume'un Bilgi Görüşünde Kesinlik", 1974
"Nesnenin Bağlantısallığı (Hume-Kant-Wittgenstein)", 1979
"A Short Note on the Selby-Bigge Hume", Tebliğ, Edinburgh, 1976
"The Hume Kant Read", Tebliğ, Marburg, 1988

Ayrıca Hume, Rilke, Wittgenstein, Nietzsche ve Celan'dan çevirileri vardır.

Alıntı:Wikipedia
 

Prof.Dr. Süleyman Hayri BOLAY​

(1937 - .... )
Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Siste. Fel.ve Mantık Öğretim Üyesi.1937 Ermenek doğumlu İlkokulu Bolay'da Ortaokulu, Liseyi Konya'da Üniversiteyi Ankara Üniversitesi'nde tamamladı

1961-1969 Öğretmenlik
1969 Askerlik
1971 Felsefe Tarihi Asistanlığı (A.Ü.)
1975 Doktora
1980 Doçentlik
1980 Sorbon'da Araştırma
1982-1983 Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı
1984-1987 Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı
1987 Hacettepe Üniversite'sinde Felsefe Tarihi Profesörlüğü
1996 Gazi Üniversitesi Felsefe Bölümüne nakil ve Bölüm Başkanlığı yapmıştır.
Süleyman Hayri Bolay, bütün bir hayatını felsefeye adamış bir âlimdir. İslam Felsefesi, Batı Felsefesi, Osmanlı Düşünce Hayatı konularında önemli fikri tartışma alanlarında bulunmuştur.
Fransızca ve Arapça bilmektedir, evli ve 4 çocuk babasıdır.

Eserlerinden Bazıları:​

Felsefeye Giriş
Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi
Felsefe Dünyasında Gezintiler
Felsefi Doktrinler Sözlüğü
Kur'an'da İman
Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme
 

Hilmi Ziya ÜLKEN (1901, İsranbul- ; 1974,Istanbul)​

Türkiye'de felsefeden sosyoloji ve psikolojiye, felsefe tarihinden ; mantık tarihine,Islâm felsefesinden Türk- İslâm düşüncesi ve çağdaş Türk düşüncesine, bilim felsefesinden eğitim felsefesine kadar birçok alanda eser veren, özellikle Türk düşünce tarihi araştırmalarının yapılmasında etkili olan felsefecimiz.
1933 Üniversite Reformu öncesinde Istanbul Dârülfünûnu Felsefe Bölümü' nde bir İslâm Felsefesi kadrosu bulunuyordu ve bu isimle anılan dersler uzun yıllar İzmirli İsmail Hakkı tarafından verilmişti. Reform'la birlikte medrese zihniyetinden uzaklaştırılmak istenilen üniversitede ise eski felsefe bölümündeki metafızik anlayışa yer yoktu. Nitekim Reform sonrası Felsefe Bölümü kürsüleri arasında "Islâm Felsefesi" gibi bir kürsü bulunmuyordu. Ancak 1938'de Bölüm Başkanı olan Ernst von Aster, genel felsefe tarihinin belirli bir alam olan İslâm Felsefesi'ne özel bir önem vererek Hilmi Ziya'nın bu dersleri vermesini sağladı. Böylece Felsefe Bölümü'nde Islâm Felsefesi tekrar okutulmaya başlandı.

Hilmi Ziya Ülken, felsefı düşüncesinin gelişiminde oldukça farklı yaklaşımların. etkisinde kalmıştır. 1930'lu yılların başlarında Aşk Ahlâkı ve İnsani Vatanperverlik eserleriyle Spinoza'dan hareketle çoklukta birlik düşüncesini temellendirmeye çalışır. Bu dönemde ruh ve bedeni, birey ve toplumu uzlaştırmaya çalışırken daha çok psikolojizmin (ruhbilimcilik) ve natüralist (doğalcı) felsefenin etkisindedir.

1933 Reformu sonrasında Reichenbach'ın etkisiyle bilimsel felsefe ile ilgilenmeye başlar. Viyana Okulu'nun önde gelen temsilcilerinden Moritz Schlick'ten İlim ve Felsefe'yi çevirir. Felsefe Yıllığı'nın Reform'dan sonra çıkan ikinci ve son sayısında da aynı anlayışla çeviriler yayımlar.

Yirminci Asrın Filozofları adli eserinde Reichenbach ve yeni pozitivizmi de tanıtan Ülken, Ülkü dergisinde yayımladığı "Feylesof ve Fı!olog" (1943) başlıklı yazısında ise Alman fılozofun açıkça etkisi altındadır: Türkiye'de felsefı düşüncenin gelişmesi için "fevlesofun filologla karıştırılmaması" gerektiğini vurgulayarak, felsefecinin araştırmalarında felsefe tarihine ve fılolojik incelemelere odaklanmasını gereksiz bulur. Ona göre fılozof her şeyden önce zamanının bilimine nüfuz ederek onun problemleri içinden yetişmelidir. Çünkü fılozofun problemleri artık bilimden kaynaklanacaktır. Türkiye'de felsefeciler pozitif bilimin problemlerinden oldukça uzak ve yalnız "spekülatif' kalmışlardır. Türkiye'de "gerçek felsefe hareketi", ancak bilimle felsefe arasındaki ayrılığın ortadan kalkmasıyla mümkün olabilecektir. Bu dönemde yayımladığı İnsan dergisinde materyalizme ve hatta sosyalizme eğilim duyarken, 1948 sonrasında tam aksi görüşle Tarihî Maddeciliğe Reddiye'yi yazar. Burada Hegel'den ayrılarak Platon'a dönen Ülken, Amsterdam'da toplanan Uluslararası Felsefe Kongresi'ne sunduğu "Varlikların İki Yüzü" başlıklı bildirisinde ve daha sonra yayımladığı Felsefeye Giriş, Bilgi ve Değer, Varlık ve Oluş adli eserlerinde Platon'un "dyad" kavramından hareketle ontoloji, epistemoloji ve pozitivizmin indirgeyici yaklaşımı yerine Husserl fenomenolojisinin tasvir yöntemini savunur.

Bu çalışmalarında varlık, bilgi ve değer alanlarındaki değişme ve çift kutupluluğun ancak değer alanında "aşkın varlik"la temas ile aşılabileceğini, bu alana ait "hakikat"e dayanmaksızın bilgi ve varlık alanlarının aydınlatılamayacağını ileri sürer. Böylece onun natüralist, pozitivist ve hatta materyalist çerçevedeki görüşlerden idealist metafıziğe doğru bir düşünce gelişimi. gösterdiği söylenebilir. Onu niteleyebilecek önemli özelliklerinden birisi de geniş bir yelpazedeki araştırma ruhuyla herhangi bir görüşü tamamen olumsuzlamaksızın bütüncü bir yaklaşımla konulan irdelemesi ve kendi anlayışını geliştirmeye çalışmasıdır.

Hilmi Ziya Ülken'in etkileri daha çok Türkiye'de felsefe tarihi ve lslâm felsefesi tarihi çalişmalarının yayılmasında aranmalıdır. Özellikle Türk-Islâm düşüncesi ve batılılaşma sonrası Türk düşüncesi tarihinin araştırılmasına yönelik çalışmaların temelinde hep bizzat öğrencilerine bu yönde incelemeler yaptırmış olan Ülken vardır.

Onun Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi'nin gerek kurucu heyetinde yer alması gerekse başlangıçtan itibaren burada dersler vermesi ve daha sonra da kadrolu olarak bu fakülteye geçmesi, Dârülfunûn'da olduğu gibi, İslâm felsefesi ve Türk-İslâm düşüncesi boyutlarında İslâm felsefesi tarihi araştırmalarının yeniden başlamasında temel etkendir. Hilmi Ziya, fakültenin kürsüleri arasında İslâm Felsefesi Kürsüsü' nün yer almasını sağlaması yanında, "fakülteyi ilmi bir zihniyetle kuvvetlendirmek" amacıyla Eski ve Modern Çağ Felsefe Tarihi, Sistematik Felsefe, Mantık ve Sosyoloji gibi derslerin programa temel dersler olarak konulmasını sağladığı için, ilahiyat fakültelerinde felsefe eğitiminin kurumsallaşması açısından önemli bir kişidir
 

DOĞAN ÖZLEM​

Gerek ürettiği özgün yapıtlarla gerekse yapnğı çevirilerle kıta felsefesinin, özellikle de yorumbilgisinin bu topraklarda dar bir çevre dışında da tanınmasına öncülük eden felsefecimiz.

Doğan Özlem'in genel felsefe anlayışı "felsefece yorumbilgisi" ya da anlamayı anlamak çabasını sonuna dek götürülmesi olarak adlandırılabilir. Nitekim felsefi duruşunu biçimlendiren üzerinde yürüdüğü yol da "bilim" ve "tarih" kavramlarının yorumbilgisi açısından derinlemesine soruşturulup kuşatılmasından geçmektedir. Özlem'in yapıtlarında kendisine konu edindiği ana izlek, manak- bilgi-bilim-tasih-kültür ilişkisi ile bunların birbirleriyle olan çok yönlü ilişkilerinin oluşturduğu "anlam yumağı"dır. Özlem, Anglosakson dünyasının çözümleyici felsefesinin ortaya koyduğu "doğa" ve "bilim" odakli olgucu yönelimli "doğa bilimleri felsefesi"nin karşısında, Kara Avrupası'nın kıta felsefesince arka çıktığı "insan" ve "yaşam" odaklı "kültür ya da tin bilimleri felsefesi"nden yana açıkça tavır almaktadır. Özlem'in yorumbilgisine yaklaşımda savunduğu Diltheyci çizgi bağlamında kendi içinde tutarlı bir tavır koymayı barındırır. Sözgelimi Heideggerci, Gadamerci, Derridacı yorumbilgisel yaklaşımlara karşı eleştirel ve mesafeli olunmasını salık verir.

Özlem 'e göre felsefi yorumbilgisinin temellerini atan ve ona en uygun çerçeveyi çizen düşünürler Schleiermacher ile Dilthey ' dır. Heidegger yorumbilgisel kalıtı keyfine göre yorumlayarak yorumbilgisini kendi felsefesine uyarlamıştır. Oysa ki yorumbilgisi herhangi bir felsefeye uyarlanamaz; o, bunun tersine felsefelerin neliği üzerine de gerçekleştirilen bir yorumlama etkinliğinin öğretisi, bu yönüyle de bir anlamda "felsefenin felsefesi"dir. Başka bir deyişle, yorumbilgisi üst felsefece bir konumu ya da duruşu da içinde barındırır.

Yine Heidegger 'in öğrencisi olan Gadamer de, her ne kadar XX. yüzyılda yorumbilgisinin almanca konuşulan ülkelerin dışında da tanınmasına öncülük ettiyse de, yorumbilgisini ana yolundan çıkararak onu bir tür doğruluk ya da hakikat öğretisine dönüştürme çabası içine girmiştir. Nitekim başyapıtının adı da (Doğruluk ve Yöntem) onun bu niyetini açıkça ele verir. Öte yanda, yapı sökümcülüğü ile yorumbilgisi arasındaki çetrefıl ilişki üzerine söylenecek çok şey olmakla birlikte, Derrida 'nın da yorumbilgisine bir amaç olarak değil de bir araç olarak yaklaştığı açıktır.

Doğan Özlem 'e göre, tarihsel olarak düşünüldüğünde her şeyden önce bir yorumlama yordamı ya da sanatı olarak upuzun bir geçmişe sahip olan yorumbilgisi, önce Schleiermacher (1768-1834), ardından Dilthey (1833-1911) tarafından işlenerek, yeniden ve derinlemesine ele alınarak bir felsefeye dönüştürülmüştür.

Özellikle Dilthey 'ın yorumbilgisini felsefeye katma, daha doğrusu felsefeyi yorumbilgisel kılma çabaları, olgucu/doğabilimci bilim anlayışının egemenliği karşısında insana, tarihe ve kültüre yönelen bilimlerin; tin bilimlerinin özerkliğini ya da bağımsızlığını tanıtlamaya yönelik olmuştur.

Özlem, savunduğu Diltheycı çizgide yorumbilgisinden üç şey anlaşılması gerektiğini bildirir:

(ı) binyılların yorum sanatı, yöntemi ve tekniği;

(u) bu sanat, yöntem ve tekniğe ışık tutan bir yorum öğretisi;

(ııı) bu yorum öğretisini temellendiren bir felsefe.

Özlem'e göre bu noktada tartışılması gereken asıl sorun yorumbilgisinin üçüncü görünümü, onun "felsefe" olmak bakımından neliği üzerinedir.

Ana işlevi olan "anlamayı anlamak" çabasını sürdürürken felsefeyi ve "felsefeler"i de anlamayı amaçlayan yorumbilgisi, bu yönüyle "felsefenin felsefesi" görünümüne sahiptir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki enson anlamda "felsefenin felsefesi" de yine bir "felsefe"dir. Özlem içinse yorumbilgisi son çözümlemede bir felsefe olmaktan çok bir felsefe yapma tarzıdır. buna göre yorumbilgisi de diğer felsefe yapma tarzları gibi bir "felsefe yapma tarzı" ve en önemlisi bir "felsefı eleştiri tarzı" olarak görülmelidir.

Özlem ayrıca tanrıbilimsel yorumbilgisi ile felsefece yorumbilgisi arasında sınırları koyuca çizilmiş kesin bir ayrıma giderek, tanrıbilimsel yorumbilgisinin dinsel dogmalar nezdinde gerçekleştirilen bir yorumlama etkinliği olduğunu, bundan öteye geçmesinin de olanaklı olmadığını kesin bir dille vurgular. Ancak bu sınırlar içerisinde dahi tanrıbilimsel yorumbilgisinin (Martin Luther örneğinde olduğu üzere) olumlu işlevler yüklenebilmesi mümkündür; çünkü her şey bir yana yoruma gereksinim duyulduğu yerde artık kimi şeylerden pek emin olunamadığını, hatta bunlardan kuşkulanıldığını, bir şeylere karşı çıkmanın gerekli hale geldiğini rahatlıkla düşünebiliriz.

Son çözümlemede, Özlem'in anladığı biçimiyle yorumbilgisel etkinlik, insan eli ve düşüncesinden çıkmış olan her şeyi anlamak ve yorumlamak gibi yüce bir görevi yerine getirmekle yükümlüdür,

Bu bağlamda yorumbilgisel bilinç de tarihin ve kültürün insan ürünü olduğunun, insanın kendi ütünü olan ve yine insan eliyle sürekli değişime uğratılan bu tarih ve kültürün belirleniminde yaşadığının, "insan" olmanın da bundan başka bir şey olmadığının bilincidir
 

Prof. Dr. Ionna Kuçuradi , (1936 - .... )​

Deger felsefesini temel alan bir yaklasimin öne çikmasini saglayan Kuçuradi, 4 Ekim 1936da Istanbul’da dogdu. Ilkögrenimini Istanbul Merkez Rum Ortaokulunda, ortaögrenimini ise Zapyon Rum Kiz Lisesinde yapti. 1954te girdigi Istanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden 1959 yilinda mezun oldu. Ayni yil Takiyettin Mengüsoglunun asistani olarak bu bölümde göreve basladi. Ancak bir yil sonra görevden ayrildi. 1965te hazirladigi Schopenhauer ve Nietzschede Insan Problemi adli çalisma ile doktorasini tamamladi.1965-68 yillarinda Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe ve Latince dersleri verdi. 1968de Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve Idari Bilimler Fakültesi Egitim Bölümüne geçti. 1969 yilinda yeni kurulan Felsefe Bölümünün baskanligina getirildi. 1970te Insan Felsefesi Bakimindan Deger Problemi adli teziyle doçent; 1978de ise Aristotelesin Ousiasi ve Substans Kavrami adli çalismasiyla profesör oldu. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünün kurulusundan bu yana baskanligini yapmaktadir.Ionna Kuçuradi, 1970li yillarin ortalarindan itibaren ve özellikle de 1980lerden sonra felsefenin ne ise yaradigini gösterebilmek için önemli faaliyetlere giristi.

1973 yilinda Varnada gerçeklestirilen XVI. Dünya Felsefe Kongresine ilk kez katildigi sirada edindigi izlenim sonucunda Türkiyenin ülke olarak bu kongrelerde temsil edilebilmesi için gereken bir mesleki örgütün kurulmasi ihtiyacindan hareketle 1974 yili baslarinda Ankarada Felsefe Kurumu adiyla kurulan dernege öncülük etti. Felsefe Kurumunun adi 1979da Bakanlar Kurulu karariyla Türkiye Felsefe Kurumu olarak degistirildi. Bu degisiklik, ayni yil içinde kurumun Uluslararasi Felsefe Kurumlari Federasyonuna (FISP) üye olmasini sagladi. Türkiye Felsefe Kurumunun 1980 yilina kadar genel sekreterligini yürüten Kuçuradi, o yil Nusret Hizirin ölmesiyle baskanliga getirildi. 1982de Uluslararasi Felsefe Kurumlari Federasyonunun yönetim kurulu üyeligine seçilerek 1988de genel sekreter oldu.

1998de ise federasyonun baskanligina getirildi.Türkiye Felsefe Kurumu, Kuçuradinin gerek genel sekreterlik döneminde gerekse bugüne kadar süren baskanlik döneminde, özellikle Hacettepe Felsefe Bölümünün ögretim üyelerinin katki ve çalismalariyla yurt içinde hem yayin olarak degerli ürünler vermis hem de seminerler, konferanslar, paneller, anma toplantilari gibi çesitli önemli etkinlikler gerçeklestirmis; yurt disindaki çesitli etkinlikler ve kongrelere katilmada da ögretim üyelerine yardima olmustur. Ioanna Kuçuradi, felsefi antropoloji alanindaki çalismalarini yüzyilimiz felsefesi antropolojisine bir katki olarak degerlendirdigi hocasi Takiyettin Mengüsoglunu Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde özellikle felsefi etik açisindan izlemis bir felsefeci olarak dikkati çekmektedir. Yalniz hocasinin çalismalarini izlemekle kalmamis; ayni zamanda felsefi bilginin ancak gerçeklige bakarak üretilebilecegi noktasinda felsefe anlayisi bakimindan da Mengüsoglunun etkisinde kalmistir.

Ioanna Kuçuradinin deger ve degerlere olan ilgisi de Mengüsoglunun Nietzsche üzerine verdigi derslerle baslamistir. Max Scheler ve Nietzschede Trajik adli çalismasinda Schelerden hareketle bir insan fenomeni, bir yasam fenomeni olarak trajigin özünü belirlemeye çalisirken, onun her zaman degerler ya da deger karsilastirmalariyla ilgili oldugunu, mekanik bir dünyada trajik olanin ortaya çikamadigini vurgulayarak trajedinin günlük hayatla olan ayrilmaz iliskisine deginir. Yasanan hayatin olup bitmeleri içinde sanatin ve felsefenin bir araya getirildigi bu çalismasinda, bir fenomen olarak insanin trajik durumunu temellendirmeye çalisir. Doktora asamasinda deger felsefesine dogrudan dogruya egilmeyen Kuçuradi, Mengüsoglunun felsefi antropolojiyi esas alan yaklasimini Schopenhauer ve Nietzschede insan problemini arastirirken de sürdürür. Kuçuradi için daha sonra giderek belirginlesen ve vurgulanan bir görüse, moral ile etiki birbirinden ayirma konusuna ilk kez deginmesi itibariyle Schopenhauerun onun felsefesinde ayri bir önemi vardir.Ioanna Kuçuradinin felsefi antropolojiden etige dogru yol alan düsünce gelisiminin en önemli basamaklarindan biri, aslinda doçentlik tezi olan “Insan ve Degerleri”dir. Her ne kadar tezin adi Insan Felsefesi Bakimindan Deger Problemi olsa da felsefi antropoloji burada artik yalniz bir yaklasim biçimidir. Temel sorun önceki çalismalarinda oldugu gibi bir fenomen olarak insan problemini arastirmak degil, bir fenomen olarak deger problemini ortaya koymaktir. Böylece felsefi etige giden yolda önemli bir problemi açikliga kavusturmak amaçlanir. Ancak Kuçuradi burada da Mengüsoglundan hareket etmistir. Mengüsoglu, “Degismez Degerler ve Degisen Davranislar -Felsefi Ethik Için Kritik Bir Hazirlik-“ adli eserinde etik fenomenleri antropolojik-ontolojik bir yaklasimla ortaya koymaya çalisirken, arastirmasini degisen davranislarla degil degismez degerlerle temellendirmek isterken, antropolojik-ontolojik bir etik kurma amacindadir. Kuçuradinin yaptigi da hocasinin bu girisimini daha sinirli bir alanda, deger problemi çerçevesinde gerçeklestirmektir. Onun da vurgusu, degerlerin ve degerlendirmelerin degismesine karsilik, deger in degismez oldugu üzerinedir.Böylelikle Kuçuradi etik ile ahlâki birbirinden ayirma amacinda oldukça önemli bir mesafe kaydetmis olur. Öte yandan onun deger problemiyle ilgilenmesinde artik salt felsefi bir kaygi degil, ayni zamanda bugünün fenomenlerini kavrama, çagi arilamayi antropolojik bir deger felsefesi çerçevesinde ele alirken bir yandan da yasanan hayattaki deger problemlerini aydinlatma da söz konusudur. Kuçuradi, soyutlamayi esas alan geleneksel etikteki kavram analizi yerine, bugünkü etikte fenomen analizinin deger problemini ortaya koymak bakimindan daha uygun bir yaklasim oldugunu belirtir ve etikle antropoloji arasindaki ilgiyi özellikle vurgular.

Deger konusunda antropolojiyi temele aldigi kadar zaman-üsrü ve evrensel olmaya da önem veren Kuçuradi, hareket ettigi Scheler ve bir ölçüde Hartmannin ve dolayisiyla da Mengüsoglunun görüslerinden ayrilarak ahlâk yasasini evrensel bir ölçü olarak alip numenin metafizigini temellendiren Kanta yönelir. Fakat Kuçuradi, her çaga özgü niteliklerin deger probleminde dikkatten uzak tutulamayacagini da göz ardi etmez. Hatta bu durumu insan gerçekliginin degerlendirilmesindeki çagdan çaga degisen insan anlayislarini isleyen sanat eserlerinden örneklerle açiklar. Ancak yine de çagin insan anlayisinin ve buna dayali olarak yapilan deger biçmelerin antik bir temelden yoksunlugunu dikkate almak gerektigini vurgular. Çünkü Kuçuradi için bütün insanlari asan ama tek tek kisilerin haklarini ve degerini ortaya koyacak bir etigin kurulmasi esas amaçtir. Bu amaçla kurulacak bir deger felsefesinin basarabilecekleri can alici önemdedir.Kuçuradinin eserlerinde karsilasilan insan-deger-çag üçlemesi, onun felsefe yolculugunda oldukça önemli kavramlardir. Öyle ki irdelemelerinde felsefe tarihi bilgisinden çok çaga iliskin problemleri dile getirmeye çalistigi, felsefe tarihine ait bilgilere genellikle bugünü anlamak için basvurdugu görülür. Nitekim hazirladigi Hacettepe Felsefe Bölümünün lisans programindaki hemen hemen tüm sistematik derslerin taniminda, ilgili felsefe problemlerinin tarih içindeki gelisimi yaninda bugünkü durumu da vurgulanmaktadir.Gerçekten de Kuçuradide felsefeye salt kuramsal bir yaklasim ya da düsünce cambazligi gözüyle bakilmaz. Onda felsefi bilgiye dayanarak, yasanan hayatta yapilanlar veya olan bitenler ile degerler bilgisi arasindaki aykiriligi görme anlaminda kazanilacak problem bilinci araciligiyla çagin olaylari”ni anlamak, temel hedef olarak belirginlesmektedir. Böylece onun düsünüsünde felsefenin bu hedef adina ise kosulmasi gibi bir amaçla karsilasilir. Onun felsefeye sanat felsefesiyle baslayip felsefi antropoloji ile devam ettikten sonra etikte karar kilmasinda bu amacinin önemli bir etkisi vardir. Kuçuradinin felsefe egitimi anlayisi da böyle bir felsefe anlayisina dayanir. Bu anlayista felsefi bilgi araciligiyla felsefi bakisi kazanmak, böylelikle de çagin olaylarini ve basta degerlendirmeler olmak üzere her günkü fenomenleri anlamak temel amaç olmaktadir.Basta Goethe Madalyasi olmak üzere birçok uluslararasi ödülü olan Ionna Kuçuradi, 2003 yilinda düzenlenen 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapilmasina öncülük etti. UNESCO, 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin basarili bir sekilde yapilmasina büyük katkisindan ve bu alanda yaptigi bilimsel çalismalardan dolayi, Ioanna Kuçuradi’nin, 2003 Felsefe Ödülü’ne layik görüldügünü bildirdi.
 
Geri
Top