Türk Müziği Tarihi
Türk Müziği Tarihi dolayısıyla bu tarihe ilişkin dönemlerle ilgilenen ilk kişi Rauf Yekta (1871-1935)’dır.
Rauf Yekta 1913 yılında Encylopedie de la Musique et Dictionnaire du Conservatoire adıyla Albert Lavignac (1846-1916) tarafından Paris’te yayınlanan ansiklopediye Turquie başlığı altında Türk Müziği’ni genel hatlarıyla ve çok geniş bir özet şeklinde yazmıştır. 1. Dünya Şavaşı’nın 1914 yılında çıkması nedeniyle ancak 1922 yılında yayınlanan bu uzun yazıda Türk Müziği’nin tarihine de değinen Yekta ‘Türklerde Mûsıkî Tarihine Bir Bakış’ başlığı altında ele aldığı Türk Müziği Tarihi’ni dönemlere ayırma gereği duymadan ve genel hatlarıyla özetlemiştir. Rauf Yekta Şark Mûsıkîsi Tarihi adlı eserinde Türk Müziği Tarihi dönemlerinden söz etmemiştir.
Rauf Yekta’dan sonra müzik tarihiyle ilgili olarak Ali Rıfat Çağatay’ın (1867-1935) yazmış olduğu Mûsıkî başlıklı makale dikkatimizi çekmektedir. Bu makalede de Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin bir dönem anlayışına rastlamıyoruz.
Aynı yıllarda Mahmut Ragıp Kösemihalzade (Gazimihal) (1900-1961) tarafından yazılan Türk Mûsıkîsi Tarihi başlıklı uzun yazıda açıkça belirtilmiş dönemlendirmeye rastlanmasa da yazıda yer alan ‘Elam-Eti-Sümer’ ‘İç Asya Türklerinin Mûsıkî Mazileri’ ‘İlk Çin Saraylarındaki Türk Mûsıkîleri’ Türkistan Havalisinin Mûsıkîleri Hakkındaki İlk Tarihi Kayıtlar’ ‘Onuncu Asırdan Sonra’ İslamiyetten Sonraki Asırların Klasik Türk Mûsıkîsi’ gibi başlıklardan Gazimihal’in bu sıkıntıyı duyan ilk insan olduğu anlaşılmaktadır. Türk Müziği Tarihini dönem anlayışı içinde ele alan ilk kişi ise İhsan Akıner (?-?)’dir.
Mûsıkî Tarihimize Umûmi Bir Bakış başlığı altında Türk Mûsıkîsi Dergisi’ ne yazdığı uzun yazıda Akıner Türk Müziği Tarihini ‘İslamiyetten Önce’ ve ‘İslamiyetten Sonra’ olmak üzere iki döneme ayırmıştır. Kuşkusuz ki İslamiyet’in Türk Müziği üzerindeki çok önemli etkisi dikkate alındığında böyle bir ayrımın sağlıklı olduğu hemen anlaşılmaktadır. Ama İslamiyet’in Türklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edildiği 10. yy’dan günümüze değin geçen bin yılı aşkın zaman içinde oluşan Türk Müziği’ndeki değişim ve başkalaşımların tümünü aynı zaman dilimi içinde yani İslamiyet Sonrası Türk Müziği olarak ele almak gerçekçi olmadığı gibi bilimsel de değildir.
Bu yıllardan sonra seksenli yıllara kadar Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri hakkında yayınlanmış herhangi bir görüşe rastlamıyoruz. 1980 yılında ise Prof. Dr. Gültekin Oransay’ın (1930-1989) eğitim enstitülerinin müzik bölümleri için hazırlamış olduğu Mûsıkî Tarihi adlı kitabında gerçekçi görünümlü bir diğer dönem anlayışına tanık oluyoruz:
Dönem yerine Evre terimini tercih eden Oransay Geleneksel Türk Sanat Müziği’nin tarihini şu üç evreye ayırmaktadır:
1. Oluşum Evresi (1520 öncesi)
2. Doruk Evresi (1520-1826)
3. Unutulma Evresi (1826’dan beri)
Burada kilometre taşı olarak ele alınan tarihlerden 1520 Sultan 1. Süleyman’ın tahta geçişinin 1826 ise Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılış ve Avrupalı geleneğe göre ilk boru takımının kuruluş tarihleridir.
Prof. Dr. Gültekin Oransay daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağımız Türk Müziği Tarihi içinde Geleneksel Sanat Müziği’ne ait 1520 tarihinden önce elimizde hiçbir eser bulunmadığını (?) düşünmesi nedeniyle bu tarihi ele almaktadır. Kuşkusuz ki 1520 öncesi elimizde eser bulunup bulunmadığı bir yana yazılı kaynaklarda bulunan tür çalgı makam usul anlayışındaki değişim ve gelişim gözlendiğinde bırakalım milattan öncesini milattan sonra geçen 1520 yıllık bir zaman dilimi içinde tekdüze değişimsiz bir geleneksel müzik olduğu öne sürülmektedir ki bu hiç de gerçekçi bir görüş değildir. Kaldı ki islamiyet’in kabul edilmesiyle ortaya çıkan müzik günahtır-günah değildir tartışmalarının Türk Müziği üzerindeki etkisi bir yana en azından câmi müziği türlerinin Türk Müziği içine girmesi dahi büyük bir değişimdir.
Benzer şekilde 1826’dan günümüze varolan zaman dilimi içinde de tekdüze bir evre’nin varolduğu görüşü de eleştirilebilir. Hernekadar Oransay yalnızca Geleneksel Türk Sanat Müziği’ni ele alıyorsa da 19.yy’ın sonunda yer alan Zekâi Dede’den (1825-1897) 20.yy’ın ilk yarısında yaşamış Râkım Elkutlu’ya (1872-1948) değin bir çok besteci geleneksel sanat müziğinin uygulayıcısı ve üreticisi olmuşlardır. Dolayısıyla 1826’dan bu yana geçen zaman dilimini bir unutulma evresi olarak nitelemek hiç de gerçekçi değildir.
1984 yılında ise Emin-Bedia-Hakan Ünkan üçlüsünün hazırlamış olduğu Türk Sanat Mûsıkîsinde Temel Bilgiler adlı yayında yeni bir dönem anlayışına tanık oluyoruz. Adı geçen eserde Türk Mûsıkîsinin Dönemleri başlığı altında şu dönemler yer almaktadır:
1. İlk bilimsel dönem (Başlangıç ve hazırlık dönemi) (900-1450)
2. İlk klasik dönem (1450-1720)
3. Son klasik dönem (1700-1880)
4. Yeni klasik dönem (Neoklasik Dönem / 1850-Günümüz)
Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ilk olgu dönemlerin adlandırılmasındaki mantık hatasıdır. Çünkü bilimsel dönem ile klasik dönem arasında hiçbir organik bağ yoktur. Bir başka deyişle klasik kelimesi ezgi anlayışı ve biçimsel kurallarla ilgili olmasına karşın bilimsel kelimesi tümüyle metodoloji ile ilgilidir. Bunun yanında bilimsel dönem’den sonra gelen klasik dönem adlandırması bu dönem içinde bilimsellik olmadığını çağrıştırdığı için bu adlandırmanın yanlış olduğu gerçeği de karşımıza çıkmaktadır. Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ikinci olgu ise klasik kelimesidir. Burada bu kelimenin anlamı üzerinde çok kısa da olsa durmakta büyük yarar vardır:
Bilindiği gibi dilimize fransızcadan geçmiş olan bu kelimenin iki önemli anlamı bulunmakta olup ilk anlamı sanatta kuralcı’lığı içermektedir. Bir başka deyişle bilinen kurallara göre oluşturulmuş olguların genel adı klasik’tir.
Kelimenin ikinci anlamı ise üzerinden çok zaman geçtiği halde değerinden yitirmeyen olgu olarak açıklanmaktadır. Klasik kelimesinin bu anlamlarını müziğe uygulayacak olursak klasik şarkı deyişinden hem bilinen kurallara göre üretilmiş şarkı yani A(a+b)+B(c+b) biçimiyle zemin+ nakarat + meyan+nakarat olarak üretilmiş şarkı hem de çok eski olduğu halde değerinden hiçbir şey yitirmemiş hâlâ hazla seslendirilen ve dinlenebilen şarkı anlaşılır. Buradan hareketle klasik müzik deyişi de aynı anlamları içerir. Yani ya kuralları belli olan müzik ya da eski olduğu halde değerinden yitirmemiş müzik anlamlarını içerir.
Konuyu klasik dönem deyişine yöneltecek olursak bu kez kelimenin ilk anlamıyla karşı karşıya kaldığımızı anlarız. Yani belirtilen dönem içinde müzik anlayışının yansıması olan müzik üretiminde aynı kuralların egemen olduğu anlaşılır. Bir an için adları belirtilen dönemler içinde ezgi ve biçim anlayışında aynı kuralların egemen olduğunu varsayarsak (?) Emin-Hakan-Bedia Ünkan’ın dönem anlayışlarında karşımıza çıkan bir diğer çelişki ilk klasik dönem’ deki ezgi ve biçim anlayışında varolan kuralların son klasik ve yeni klasik dönemlerde değiştiği düşüncesinin ortaya çıkmasıdır ki bu anlayış kökünden yanlıştır. Özellikle neoklasik de denilmiş olan ve 1850’den günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsayan yeni dönem’in kendi içinde dahi biçim ve ezgi anlayışında yoğun bir değişimin varolduğu dikkate alındığında bu adlandırmanın yanlışlığı daha da belirginleşir. Örneğin Rakım Elkutlu-Sadeddin Kaynak-Refik Talat-Şerif Muhiddin Targan aynı ezgi ve biçim anlayışına sahip değildirler. Bunun yanında ilk klasik dönem ile son klasik dönem arasındaki farkı anlamak da olası değildir. Çünkü bu adlandırmanın çağrıştırdığı iki olgu vardır. Birincisi ilk klasik dönem’de var olan ezgi ve biçim anlayışı son klasik dönem’de de devam etmiş ve bu dönemin bitiminde ortadan kalkmıştır ki bu durumda ayrı dönem nitelemesi yanlıştır ya da son klasik dönem’ de ilk’ine göre yeni bir ezgi ve biçim anlayışı vardır. Bu durumda da dönemi yine klasik olarak nitelemek bir başka yanlışlık olarak dikkati çekmektedir.
Kısacası klasik kelimesiyle adlandırılan dönemlerde gerek kelimenin içerdiği anlamdan gerek dönemlerin farklı olması gerekliliğinden kaynaklanan adlandırma yanlışlıkları kaçınılmazdır. Dolayısıyla yanlıştır. Zaten bu adlandırma tümüyle batıdan öykünme bir görünümdedir. Yanlışlığın temelinde yatan asıl çelişki de budur. Ulusal bir müzik türünün tarihsel dönemlerini uluslararası müziğin tarihsel dönemlerine uydurmak büyük bir yanlışlıktır. Kaldı ki uluslararası müzikte varolan barok evre klasik dönem romantik dönem gibi adlandırmalarda temel mantık bu adlandırmaların tüm sanat dallarını kapsamasıdır. Örneğin özü yoğun süslemeye ve gösterişe dayalı barok evrede varolan sanatın tüm alt türlerinde yani resim heykel mimari müzik ve diğer sanat dallarında yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Evlerdeki möbleden perdelere duvarlara kadar yani iç mimaride dahi yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Bundan ötürü bu evre barok evre olarak adlandırılmıştır. Benzer olarak klasik dönemde de aynı mantık vardır. Bu dönemde sanatın tüm alt türlerinde biçim ve biçimi oluşturan kurallar egemendir. Güzellik mutlak biçim anlayışı içinde aranır.
Sonuç olarak ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği’nin dönemlerini uluslararası müzik tarihini belirleyen dönem anlayışıyla açıklamak gerçekçi değildir.
Ercüment Berker’in 1985 yılında yayınlanan Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin dönem anlayışı ise biraz önce sözünü ettiğimiz Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışıyla büyük benzerlikler taşımaktadır.
Ercümet Berker’e göre Türk Müziği Tarihi altı ayrı dönem içinde incelenmelidir. Bu dönemler şunlardır:
1. Başlangıcından Maragalı Abdülkadir’e (1360-1435) kadar uzanan hazırlayıcı dönem.
2. Maragalı Abdülkadir’den Itrî’ye(1435-1712) kadar uzanan ilk klasik dönem.
3. Itrî’den Dede Efendi’ye(1712-1778) kadar uzanan son klasik dönem.
4. Dede Efendi’den Zekâi Dede’ye (1778-1825) uzanan neoklasik dönem.
5. Zekâi Dede’den Hüseyin Sadeddin Arel’e(1825-1955) kadar uzanan romantik dönem.
6. Hüseyin Sadeddin Arel ile başlayıp halen devam etmekte olan reform dönemi (1955-Günümüz).
Görüldüğü gibi bu dönem anlayışı Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışı ile özellikle adlandırmalarla ilgili olarak çok büyük benzerlikler göstermektedir. Bu nedenle bu adlandırmalara ilişkin yaptığımız eleştiri Ercüment Berker’in dönem anlayışı için de geçerlidir. Dolayısıyla Berker’in dönem anlayışları da sağlıkı değildir.
1976 1987 ve 1991 yıllarında yayınlanan Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi ve Türk Mûsıkîsi Teknik ve Tarih adlı kitaplarında Yılmaz Öztuna Türk Müziği Tarihi’ni; XIII. asırda Türk Mûsıkîsi XIV. asırda Türk Mûsıkîsi gibi başlıklar altında yani yüzyıllar içinde incelemiştir. Aynı zamanda değerli bir tarihçi olan Yılmaz Öztuna’nın bu yaklaşımı bu ana kadar eleştirdiğimiz dönemler dikkate alındığında çok daha gerçekçi ve sağlıklı görünmektedir26.
Son olarak 1989 yılında yayınlanan Türk Mûsıkîsi Tarihi/Derleme adlı kitabında Nazmi Özalp’in de önceden eleştirdiğimiz dönem anlayışıyla hareket ettiğini görüyoruz. Özalp’e göre dönemler şu şekilde sıralanmaktadır :
1. Hazırlık dönemi
2. Klasik dönem
3. Romantik edebiyat dönemi
4. Son dönem
Bu dönemlere ilişkin hiçbir tarih vermeyen Özalp’in bu dönem anlayışı önceden andığımız dönem anlayışı ile benzerlikler taşımaktadır. Bu nedenle daha önce yaptığımız eleştiri Özalp’in yanlış olarak nitelediğimiz yukarıdaki dönem anlayışı için de geçerlidir27. Özalp’in dönem anlayışı ile ilişkili olarak dikkatimizi çeken ikinci olgu ise adı geçen eserinde bu dönemlerin adlarını verdikten sonra Başlangıcından XVI. yüzyıl sonuna kadar Türk Mûsıkîsi XVII. yüzyılda Türk Mûsıkîsi gibi başlıklar altında bir bakıma Yılmaz Öztuna’nın belirttiğimiz dönem anlayışı içinde Türk Müziği Tarihi’ni dönemlendirmektedir ki bu olgu Özalp’in bir bakıma önceden adlandırdığı dönemlere kendisinin de inanmadığını gösteren bir çelişkiden başka bir şey değildir.
Böylece bu ana kadar yapılagelmiş dönem anlayışlarını eleştirileriyle birlikte açıklamış olduk. Kuşkusuz ki burada akla gelen soru ‘Madem ki bu dönem anlayışları ya eksik ya da yanlış o halde Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri ve bu dönemleri oluşturan tarihler nelerdir ?’ sorusudur.
Bu soruya sağlıklı yanıt verebilmek için Türk Müziği Tarihi kavramından ne anladığımızı net olarak ortaya koymamız gerekir.
Önceden bir şema halinde de belirttiğimiz gibi ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği birçok alt türü içerir. Dolayısıyla Türk Müziği Tarihi denilince adını andığımız bu türlerin tümünün yer aldığı bir tarih anlaşılmalıdır. Bu nedenle Türk Müziği Tarihi içinde yer alacak dönemler adlarını andığımız bu türlerle ilgili tüm olguları yani; besteci beste öğretim kurumları yazarlar ve eserleri etkileşimler vd olguları içermelidir. Tarih içinde yer alacak dönemler dönemlerin adları ve bu dönemlerin bitiş ve başlangıç tarihleri ise mutlaka yukarıda saydığımız olguların değişmesine yeniden oluşmasına ya da yapılanmasına neden olacak olaylarla ilgili olmalıdır. Çünkü yüzyıllar boyu ezgi ve usûl anlayışı bağlamında geleneksel ölçülerini koyu bir muhafazakârlık hatta akıldışı bir tutuculukla korumuş dolayısıyla 19. yy’ın ilk yarısına kadar ezgisel ve ritimsel olarak kesin çizgili bir değişimi gerçekleştirememiş müzik anlayışımızın bu ana kadar açıkladığımız dönemleri yaratan mantıkların dışında bir mantıkla adlandırılması gerektiği açıktır. Bu mantıkta bulunması gereken temel ilke ise müziğin organik yapısına ilişkin değişimlerin ötesinde kuramsal türsel değişim yayılım ve yeni atılımların dikkate alınmasıdır İşte bu nedenle biz Türk Müziği Tarihi’ni aşağıdaki dönemler içinde ele alarak inceleyeceğiz.
Bu dönem insanın dünya üzerinde ilk ortaya çıkışından Türkler’in İstanbul’u aldığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar. Oluşum dönemi aşağıdaki evreleri içerir :
a) Birinci Evre: İnsanın ilk ortaya çıkışından Türkler’in oluşturduğu ilk devlet olan Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3. yy’a kadar geçen zaman dilimini içerir. Bu evre aynı zamanda tüm ulusların ortak evresi olma özelliğini göstermektedir.
b) İkinci Evre: Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3.yy’dan Türkler’in büyük bölümünün islamiyeti kabul ettikleri 10.yy’a kadar geçen zaman dilimini kapsar.
c) Üçüncü Evre: İslamiyetin Türkler tarafından kabul edildiği 10. yy’dan Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
d) Dördüncü Evre: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılından İstanbul’un Türkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
2. Gelişim Dönemi
1453 yılından Lale Devri’nin bitimi olan 1730 yılına kadar geçen zamanı kapsar.
3. Doruk Dönemi
1730 yılından mehterhane’nin kaldırılarak yerine batılı anlamda boru takımının kurulduğu 1826 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
4. Değişim Dönemi
1826 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar.
5. Atılım Dönemi
1923 yılından Hüseyin sadeddin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuvarı’na atandığı 1943 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
6. Yeni Dönem
1943 yılından günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsar.*
* Kuşkusuz ki bu dönem de ileride doğal olarak evrelere ayrılacaktır. Sözgelimi; 1960'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz arabesk evre 1990'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz pop evre gibi.
Türk Müziği Tarihi dolayısıyla bu tarihe ilişkin dönemlerle ilgilenen ilk kişi Rauf Yekta (1871-1935)’dır.
Rauf Yekta 1913 yılında Encylopedie de la Musique et Dictionnaire du Conservatoire adıyla Albert Lavignac (1846-1916) tarafından Paris’te yayınlanan ansiklopediye Turquie başlığı altında Türk Müziği’ni genel hatlarıyla ve çok geniş bir özet şeklinde yazmıştır. 1. Dünya Şavaşı’nın 1914 yılında çıkması nedeniyle ancak 1922 yılında yayınlanan bu uzun yazıda Türk Müziği’nin tarihine de değinen Yekta ‘Türklerde Mûsıkî Tarihine Bir Bakış’ başlığı altında ele aldığı Türk Müziği Tarihi’ni dönemlere ayırma gereği duymadan ve genel hatlarıyla özetlemiştir. Rauf Yekta Şark Mûsıkîsi Tarihi adlı eserinde Türk Müziği Tarihi dönemlerinden söz etmemiştir.
Rauf Yekta’dan sonra müzik tarihiyle ilgili olarak Ali Rıfat Çağatay’ın (1867-1935) yazmış olduğu Mûsıkî başlıklı makale dikkatimizi çekmektedir. Bu makalede de Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin bir dönem anlayışına rastlamıyoruz.
Aynı yıllarda Mahmut Ragıp Kösemihalzade (Gazimihal) (1900-1961) tarafından yazılan Türk Mûsıkîsi Tarihi başlıklı uzun yazıda açıkça belirtilmiş dönemlendirmeye rastlanmasa da yazıda yer alan ‘Elam-Eti-Sümer’ ‘İç Asya Türklerinin Mûsıkî Mazileri’ ‘İlk Çin Saraylarındaki Türk Mûsıkîleri’ Türkistan Havalisinin Mûsıkîleri Hakkındaki İlk Tarihi Kayıtlar’ ‘Onuncu Asırdan Sonra’ İslamiyetten Sonraki Asırların Klasik Türk Mûsıkîsi’ gibi başlıklardan Gazimihal’in bu sıkıntıyı duyan ilk insan olduğu anlaşılmaktadır. Türk Müziği Tarihini dönem anlayışı içinde ele alan ilk kişi ise İhsan Akıner (?-?)’dir.
Mûsıkî Tarihimize Umûmi Bir Bakış başlığı altında Türk Mûsıkîsi Dergisi’ ne yazdığı uzun yazıda Akıner Türk Müziği Tarihini ‘İslamiyetten Önce’ ve ‘İslamiyetten Sonra’ olmak üzere iki döneme ayırmıştır. Kuşkusuz ki İslamiyet’in Türk Müziği üzerindeki çok önemli etkisi dikkate alındığında böyle bir ayrımın sağlıklı olduğu hemen anlaşılmaktadır. Ama İslamiyet’in Türklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edildiği 10. yy’dan günümüze değin geçen bin yılı aşkın zaman içinde oluşan Türk Müziği’ndeki değişim ve başkalaşımların tümünü aynı zaman dilimi içinde yani İslamiyet Sonrası Türk Müziği olarak ele almak gerçekçi olmadığı gibi bilimsel de değildir.
Bu yıllardan sonra seksenli yıllara kadar Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri hakkında yayınlanmış herhangi bir görüşe rastlamıyoruz. 1980 yılında ise Prof. Dr. Gültekin Oransay’ın (1930-1989) eğitim enstitülerinin müzik bölümleri için hazırlamış olduğu Mûsıkî Tarihi adlı kitabında gerçekçi görünümlü bir diğer dönem anlayışına tanık oluyoruz:
Dönem yerine Evre terimini tercih eden Oransay Geleneksel Türk Sanat Müziği’nin tarihini şu üç evreye ayırmaktadır:
1. Oluşum Evresi (1520 öncesi)
2. Doruk Evresi (1520-1826)
3. Unutulma Evresi (1826’dan beri)
Burada kilometre taşı olarak ele alınan tarihlerden 1520 Sultan 1. Süleyman’ın tahta geçişinin 1826 ise Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılış ve Avrupalı geleneğe göre ilk boru takımının kuruluş tarihleridir.
Prof. Dr. Gültekin Oransay daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağımız Türk Müziği Tarihi içinde Geleneksel Sanat Müziği’ne ait 1520 tarihinden önce elimizde hiçbir eser bulunmadığını (?) düşünmesi nedeniyle bu tarihi ele almaktadır. Kuşkusuz ki 1520 öncesi elimizde eser bulunup bulunmadığı bir yana yazılı kaynaklarda bulunan tür çalgı makam usul anlayışındaki değişim ve gelişim gözlendiğinde bırakalım milattan öncesini milattan sonra geçen 1520 yıllık bir zaman dilimi içinde tekdüze değişimsiz bir geleneksel müzik olduğu öne sürülmektedir ki bu hiç de gerçekçi bir görüş değildir. Kaldı ki islamiyet’in kabul edilmesiyle ortaya çıkan müzik günahtır-günah değildir tartışmalarının Türk Müziği üzerindeki etkisi bir yana en azından câmi müziği türlerinin Türk Müziği içine girmesi dahi büyük bir değişimdir.
Benzer şekilde 1826’dan günümüze varolan zaman dilimi içinde de tekdüze bir evre’nin varolduğu görüşü de eleştirilebilir. Hernekadar Oransay yalnızca Geleneksel Türk Sanat Müziği’ni ele alıyorsa da 19.yy’ın sonunda yer alan Zekâi Dede’den (1825-1897) 20.yy’ın ilk yarısında yaşamış Râkım Elkutlu’ya (1872-1948) değin bir çok besteci geleneksel sanat müziğinin uygulayıcısı ve üreticisi olmuşlardır. Dolayısıyla 1826’dan bu yana geçen zaman dilimini bir unutulma evresi olarak nitelemek hiç de gerçekçi değildir.
1984 yılında ise Emin-Bedia-Hakan Ünkan üçlüsünün hazırlamış olduğu Türk Sanat Mûsıkîsinde Temel Bilgiler adlı yayında yeni bir dönem anlayışına tanık oluyoruz. Adı geçen eserde Türk Mûsıkîsinin Dönemleri başlığı altında şu dönemler yer almaktadır:
1. İlk bilimsel dönem (Başlangıç ve hazırlık dönemi) (900-1450)
2. İlk klasik dönem (1450-1720)
3. Son klasik dönem (1700-1880)
4. Yeni klasik dönem (Neoklasik Dönem / 1850-Günümüz)
Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ilk olgu dönemlerin adlandırılmasındaki mantık hatasıdır. Çünkü bilimsel dönem ile klasik dönem arasında hiçbir organik bağ yoktur. Bir başka deyişle klasik kelimesi ezgi anlayışı ve biçimsel kurallarla ilgili olmasına karşın bilimsel kelimesi tümüyle metodoloji ile ilgilidir. Bunun yanında bilimsel dönem’den sonra gelen klasik dönem adlandırması bu dönem içinde bilimsellik olmadığını çağrıştırdığı için bu adlandırmanın yanlış olduğu gerçeği de karşımıza çıkmaktadır. Bu dönem anlayışı içinde dikkatimizi çeken ikinci olgu ise klasik kelimesidir. Burada bu kelimenin anlamı üzerinde çok kısa da olsa durmakta büyük yarar vardır:
Bilindiği gibi dilimize fransızcadan geçmiş olan bu kelimenin iki önemli anlamı bulunmakta olup ilk anlamı sanatta kuralcı’lığı içermektedir. Bir başka deyişle bilinen kurallara göre oluşturulmuş olguların genel adı klasik’tir.
Kelimenin ikinci anlamı ise üzerinden çok zaman geçtiği halde değerinden yitirmeyen olgu olarak açıklanmaktadır. Klasik kelimesinin bu anlamlarını müziğe uygulayacak olursak klasik şarkı deyişinden hem bilinen kurallara göre üretilmiş şarkı yani A(a+b)+B(c+b) biçimiyle zemin+ nakarat + meyan+nakarat olarak üretilmiş şarkı hem de çok eski olduğu halde değerinden hiçbir şey yitirmemiş hâlâ hazla seslendirilen ve dinlenebilen şarkı anlaşılır. Buradan hareketle klasik müzik deyişi de aynı anlamları içerir. Yani ya kuralları belli olan müzik ya da eski olduğu halde değerinden yitirmemiş müzik anlamlarını içerir.
Konuyu klasik dönem deyişine yöneltecek olursak bu kez kelimenin ilk anlamıyla karşı karşıya kaldığımızı anlarız. Yani belirtilen dönem içinde müzik anlayışının yansıması olan müzik üretiminde aynı kuralların egemen olduğu anlaşılır. Bir an için adları belirtilen dönemler içinde ezgi ve biçim anlayışında aynı kuralların egemen olduğunu varsayarsak (?) Emin-Hakan-Bedia Ünkan’ın dönem anlayışlarında karşımıza çıkan bir diğer çelişki ilk klasik dönem’ deki ezgi ve biçim anlayışında varolan kuralların son klasik ve yeni klasik dönemlerde değiştiği düşüncesinin ortaya çıkmasıdır ki bu anlayış kökünden yanlıştır. Özellikle neoklasik de denilmiş olan ve 1850’den günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsayan yeni dönem’in kendi içinde dahi biçim ve ezgi anlayışında yoğun bir değişimin varolduğu dikkate alındığında bu adlandırmanın yanlışlığı daha da belirginleşir. Örneğin Rakım Elkutlu-Sadeddin Kaynak-Refik Talat-Şerif Muhiddin Targan aynı ezgi ve biçim anlayışına sahip değildirler. Bunun yanında ilk klasik dönem ile son klasik dönem arasındaki farkı anlamak da olası değildir. Çünkü bu adlandırmanın çağrıştırdığı iki olgu vardır. Birincisi ilk klasik dönem’de var olan ezgi ve biçim anlayışı son klasik dönem’de de devam etmiş ve bu dönemin bitiminde ortadan kalkmıştır ki bu durumda ayrı dönem nitelemesi yanlıştır ya da son klasik dönem’ de ilk’ine göre yeni bir ezgi ve biçim anlayışı vardır. Bu durumda da dönemi yine klasik olarak nitelemek bir başka yanlışlık olarak dikkati çekmektedir.
Kısacası klasik kelimesiyle adlandırılan dönemlerde gerek kelimenin içerdiği anlamdan gerek dönemlerin farklı olması gerekliliğinden kaynaklanan adlandırma yanlışlıkları kaçınılmazdır. Dolayısıyla yanlıştır. Zaten bu adlandırma tümüyle batıdan öykünme bir görünümdedir. Yanlışlığın temelinde yatan asıl çelişki de budur. Ulusal bir müzik türünün tarihsel dönemlerini uluslararası müziğin tarihsel dönemlerine uydurmak büyük bir yanlışlıktır. Kaldı ki uluslararası müzikte varolan barok evre klasik dönem romantik dönem gibi adlandırmalarda temel mantık bu adlandırmaların tüm sanat dallarını kapsamasıdır. Örneğin özü yoğun süslemeye ve gösterişe dayalı barok evrede varolan sanatın tüm alt türlerinde yani resim heykel mimari müzik ve diğer sanat dallarında yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Evlerdeki möbleden perdelere duvarlara kadar yani iç mimaride dahi yoğun bir süsleme anlayışı egemendir. Bundan ötürü bu evre barok evre olarak adlandırılmıştır. Benzer olarak klasik dönemde de aynı mantık vardır. Bu dönemde sanatın tüm alt türlerinde biçim ve biçimi oluşturan kurallar egemendir. Güzellik mutlak biçim anlayışı içinde aranır.
Sonuç olarak ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği’nin dönemlerini uluslararası müzik tarihini belirleyen dönem anlayışıyla açıklamak gerçekçi değildir.
Ercüment Berker’in 1985 yılında yayınlanan Türk Müziği Tarihi’ne ilişkin dönem anlayışı ise biraz önce sözünü ettiğimiz Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışıyla büyük benzerlikler taşımaktadır.
Ercümet Berker’e göre Türk Müziği Tarihi altı ayrı dönem içinde incelenmelidir. Bu dönemler şunlardır:
1. Başlangıcından Maragalı Abdülkadir’e (1360-1435) kadar uzanan hazırlayıcı dönem.
2. Maragalı Abdülkadir’den Itrî’ye(1435-1712) kadar uzanan ilk klasik dönem.
3. Itrî’den Dede Efendi’ye(1712-1778) kadar uzanan son klasik dönem.
4. Dede Efendi’den Zekâi Dede’ye (1778-1825) uzanan neoklasik dönem.
5. Zekâi Dede’den Hüseyin Sadeddin Arel’e(1825-1955) kadar uzanan romantik dönem.
6. Hüseyin Sadeddin Arel ile başlayıp halen devam etmekte olan reform dönemi (1955-Günümüz).
Görüldüğü gibi bu dönem anlayışı Emin-Hakan-Bedia Ünkan üçlüsünün dönem anlayışı ile özellikle adlandırmalarla ilgili olarak çok büyük benzerlikler göstermektedir. Bu nedenle bu adlandırmalara ilişkin yaptığımız eleştiri Ercüment Berker’in dönem anlayışı için de geçerlidir. Dolayısıyla Berker’in dönem anlayışları da sağlıkı değildir.
1976 1987 ve 1991 yıllarında yayınlanan Türk Mûsıkîsi Ansiklopedisi ve Türk Mûsıkîsi Teknik ve Tarih adlı kitaplarında Yılmaz Öztuna Türk Müziği Tarihi’ni; XIII. asırda Türk Mûsıkîsi XIV. asırda Türk Mûsıkîsi gibi başlıklar altında yani yüzyıllar içinde incelemiştir. Aynı zamanda değerli bir tarihçi olan Yılmaz Öztuna’nın bu yaklaşımı bu ana kadar eleştirdiğimiz dönemler dikkate alındığında çok daha gerçekçi ve sağlıklı görünmektedir26.
Son olarak 1989 yılında yayınlanan Türk Mûsıkîsi Tarihi/Derleme adlı kitabında Nazmi Özalp’in de önceden eleştirdiğimiz dönem anlayışıyla hareket ettiğini görüyoruz. Özalp’e göre dönemler şu şekilde sıralanmaktadır :
1. Hazırlık dönemi
2. Klasik dönem
3. Romantik edebiyat dönemi
4. Son dönem
Bu dönemlere ilişkin hiçbir tarih vermeyen Özalp’in bu dönem anlayışı önceden andığımız dönem anlayışı ile benzerlikler taşımaktadır. Bu nedenle daha önce yaptığımız eleştiri Özalp’in yanlış olarak nitelediğimiz yukarıdaki dönem anlayışı için de geçerlidir27. Özalp’in dönem anlayışı ile ilişkili olarak dikkatimizi çeken ikinci olgu ise adı geçen eserinde bu dönemlerin adlarını verdikten sonra Başlangıcından XVI. yüzyıl sonuna kadar Türk Mûsıkîsi XVII. yüzyılda Türk Mûsıkîsi gibi başlıklar altında bir bakıma Yılmaz Öztuna’nın belirttiğimiz dönem anlayışı içinde Türk Müziği Tarihi’ni dönemlendirmektedir ki bu olgu Özalp’in bir bakıma önceden adlandırdığı dönemlere kendisinin de inanmadığını gösteren bir çelişkiden başka bir şey değildir.
Böylece bu ana kadar yapılagelmiş dönem anlayışlarını eleştirileriyle birlikte açıklamış olduk. Kuşkusuz ki burada akla gelen soru ‘Madem ki bu dönem anlayışları ya eksik ya da yanlış o halde Türk Müziği Tarihi’nin dönemleri ve bu dönemleri oluşturan tarihler nelerdir ?’ sorusudur.
Bu soruya sağlıklı yanıt verebilmek için Türk Müziği Tarihi kavramından ne anladığımızı net olarak ortaya koymamız gerekir.
Önceden bir şema halinde de belirttiğimiz gibi ulusal bir müzik türü olan Türk Müziği birçok alt türü içerir. Dolayısıyla Türk Müziği Tarihi denilince adını andığımız bu türlerin tümünün yer aldığı bir tarih anlaşılmalıdır. Bu nedenle Türk Müziği Tarihi içinde yer alacak dönemler adlarını andığımız bu türlerle ilgili tüm olguları yani; besteci beste öğretim kurumları yazarlar ve eserleri etkileşimler vd olguları içermelidir. Tarih içinde yer alacak dönemler dönemlerin adları ve bu dönemlerin bitiş ve başlangıç tarihleri ise mutlaka yukarıda saydığımız olguların değişmesine yeniden oluşmasına ya da yapılanmasına neden olacak olaylarla ilgili olmalıdır. Çünkü yüzyıllar boyu ezgi ve usûl anlayışı bağlamında geleneksel ölçülerini koyu bir muhafazakârlık hatta akıldışı bir tutuculukla korumuş dolayısıyla 19. yy’ın ilk yarısına kadar ezgisel ve ritimsel olarak kesin çizgili bir değişimi gerçekleştirememiş müzik anlayışımızın bu ana kadar açıkladığımız dönemleri yaratan mantıkların dışında bir mantıkla adlandırılması gerektiği açıktır. Bu mantıkta bulunması gereken temel ilke ise müziğin organik yapısına ilişkin değişimlerin ötesinde kuramsal türsel değişim yayılım ve yeni atılımların dikkate alınmasıdır İşte bu nedenle biz Türk Müziği Tarihi’ni aşağıdaki dönemler içinde ele alarak inceleyeceğiz.
Türk Müziği Tarihi’nde Dönemler
1. Oluşum DönemiBu dönem insanın dünya üzerinde ilk ortaya çıkışından Türkler’in İstanbul’u aldığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar. Oluşum dönemi aşağıdaki evreleri içerir :
a) Birinci Evre: İnsanın ilk ortaya çıkışından Türkler’in oluşturduğu ilk devlet olan Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3. yy’a kadar geçen zaman dilimini içerir. Bu evre aynı zamanda tüm ulusların ortak evresi olma özelliğini göstermektedir.
b) İkinci Evre: Hun Devleti’nin kurulduğu MÖ 3.yy’dan Türkler’in büyük bölümünün islamiyeti kabul ettikleri 10.yy’a kadar geçen zaman dilimini kapsar.
c) Üçüncü Evre: İslamiyetin Türkler tarafından kabul edildiği 10. yy’dan Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
d) Dördüncü Evre: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılından İstanbul’un Türkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
2. Gelişim Dönemi
1453 yılından Lale Devri’nin bitimi olan 1730 yılına kadar geçen zamanı kapsar.
3. Doruk Dönemi
1730 yılından mehterhane’nin kaldırılarak yerine batılı anlamda boru takımının kurulduğu 1826 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
4. Değişim Dönemi
1826 yılından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar geçen zaman dilimini kapsar.
5. Atılım Dönemi
1923 yılından Hüseyin sadeddin Arel’in İstanbul Belediye Konservatuvarı’na atandığı 1943 yılına kadar geçen zaman dilimini içerir.
6. Yeni Dönem
1943 yılından günümüze kadar geçen zaman dilimini kapsar.*
* Kuşkusuz ki bu dönem de ileride doğal olarak evrelere ayrılacaktır. Sözgelimi; 1960'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz arabesk evre 1990'lı yıllarda başladığını kabul edebileceğimiz pop evre gibi.