Türk resim sanatı 9. yy.dan itibaren Türk hükümdarların orta ve yakın doğu bölgelerinde egemen duruma geçmeleri Türk resim sanatının bu bölgelerde etkin olmasını sağlamıştır. İslam öncesi dönemde ise Çin, Hint ve İran etkileriyle karışmıştır. Türk Resim Sanatındaki gelişimi, milletimizin yaşantılarına, yaşadığı yerlere, bağlı bulunduğu dinle ilgili hayat anlayışına ve kurmuş oldukları siyasi birliklere göre şekil almıştır.
Bu nedenle Türk Resim Sanatı’nı, üç dönemde incelemek yerinde olacaktır.
* İslam’dan Önce Türk Resim Sanatı
* İslam’dan Sonra Türk Resim Sanatı
* Batı Etkisinde Türk Resim Sanatı
1. İslam’dan Önce Türk Resim Sanatı
İslam’dan önce Türklerde resim biliniyor ve yapılıyordu. Çadır medeniyetine sahip gezici Türk boylarından günümüze pek fazla eser kalmamıştır. Fakat belli yörelere yerle şen kavimlerde resim sanatı ile ilgili eserlere rastlanır. Halı, kilim, kumaş ve derilerdeki işlemelerle, kullanılan günlük eşya ve silahların yüzeylerindeki motifler. Türklerin resim sanatına olan yakınlığını ve bu alandaki yeteneklerini gösterir. Uygur Türkleri zamanında yazılan kitaplarda, minyatür tekniğine uygun resimler bulunmaktadır.
2. İslam’dan Sonra Türk Resim Sanatı
Türklerin İslam dinini kabul etmesinden sonra, resim sanatı daha çok dinsel etkilerin altına girmiştir. Putperestliğin tamamen karşısında olan İslam dini, bazı yasaklarla heykel ve resim sanatının karşısına çıkmıştır. Aslında yeniliklere ve sanat gelişime açık olan İslamiyet, yanlış yorumlarla bu amaca hizmet edememiştir. Bu etkiler altında kalan Türkler de, ruhundaki resim yapma isteklerini, süsleme ve güzel yazı yazma yolunda (hüsnühat) bulmuşlardır. Selçuklular devrinde süsleme sanatı mimar? yapıtlara da girmiş, taş üzerine kabartma olarak yapılan bu çalışmalarda insan, hayvan ve bitki motifleri süs unsuru olarak kullanılmıştır. Önceki devirlere göre büyük bir gelişme gösteren minyatür resimlerde de, genellikle din dışı konular ele alınmıştır. Osmanlılar zamanında ise minyatür alanında gerçek bir gelişme görülür. Bu devirde minyatür ve duvarlara süsleme yapanlara nakkaş denilirdi.18. asırda yaşamış olan Levni, minyatür sanatın en güzel örneklerini vermiştir. Bu yüzyılda İmparatorluğun batıya doğru yönelmesi Levni’nin minyatürlerinde de görülmüştür. Önceleri çok figürlü konular ele alındığı halde Levni, az figürlüleri hatta tek figürleri işlemiştir. Çalışmalarında kişilerin karakterlerini belirtmeğe çalışmış; o yıllarda memlekete gelen batılı ressamların etkisi ile, az da olsa perspektif kurallarına uymaya çalışmıştır. Il. Mahmud’un kendi portresini yağlı boya yaptırarak çoğaltması, resim tarihimizde minyatür devrin hemen hemen sonu sayılır. Batılı ressamların memleketimize gelmesi, askeri okullara resim derslerinin konmuş olması ve bu okullarda yetişen yetenekli öğrencilerin Avrupa’ya gidip, sanatlarını geliştirmesi ile Türk resminde Batı etkisi görülmeğe başlar.
3. Batı etkisinde Türk Resim Sanatı
Batı resmi ile ilgimiz, Fatih Sultan Mehmet’in saltanatı zamanında (1451–1481) başlamıştır. Bu devirde İstanbul’a davet edilen Gentile Bellini adındaki İtalyan ressamı, Fatih’in bir portresi ile bir madalyonunu yapmış; saraydaki bazı odaların duvarlarını da resimlemiştir. Fatih’in yaptığı bu hamle ancak saray duvarları arasında kalmıştır. Hâlbuki bu zamanlarda, Avrupa resim sanatı yağlı boya tekniğine dayalı en büyük sanat ustalarını yetiştirme çabası içinde idi. (Rönesans Devri).Batı resim sanatına karşı ikinci ilgi III. Ahmet zamanında (1703–1730) olmuştur. Avrupa’dan İstanbul’a gelen ressamlar, çalışmalar yapmışlar ve resimlerini Dolmabahçe Sarayında sergilemişlerdir. Bu olaylar, batı resim zevkinin toplumumuza yayılmasını sağladığı gibi, o zaman ki Türk ressamlarında da yağlı boya resme karşı bir ilgi uyandırmıştır. Türk resim sanatında batı anlamı ile ilk çalışmalar III. Selim (1793) ve II. Mahmud (1835) zamanında mühendis ve harp okullarına konulan resim dersleri ile başlamıştır. Bu okullardan yetişen yetenekli gençler Avrupa’ya resim sanatı öğrenimine gönderilmiş, dön düklerinde de kendilerinden büyük yarar sağlanmıştır. Bu devirde yetişen ressamlarımız, kendilerine özgü realist çalışmalarla dikkati çekmişlerdir. Bunlardan Şeker Ahmet Paşa (1841–1906), Türkiye’de ilk resim sergisini açmıştır. Osman Hamdi Bey’de (1842–1913) Eski Eserler Müzesi’ni kurarak ilk defa memleketimize müzecilik fikrini getirmiştir. Genel kültür bakımından da kendini yetiştirmiş olan Osman Hamdi Bey, bugünkü Güzel Sanatlar Akademi’sinin de kurucusudur. Güzel Sanatlar Akademi’sinden ve diğer okullardan yetişen değerli ressamlarımız, çağımıza kadar süregelen resim sanatı akımlarını toplumumuza aktarma çabası içindedir. Bunlardan Nazmi Ziya Güran (1881–1937) empresyonizm ilkelerini en yakın şekilde ülkemize getirmiş, Sami Yetik (1876–1945) milli harp sahneleriyle ün salmış, İbrahim Çallı’da (1882–1960) Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sanat kurucularından olup uzun süre Güzel Sanatlar Akademisi’nde görevler almıştır. Namık İsmail (1890–1935), Ruhi (1883–1931), Avni Lifij (1889–1927), Ali Sami Boyar (1880–1967)- Şevket Dağ (1876–1944), Feyhaman Duran (1886–1970), Hikmet Onat da (1885–1977), 1950 sonrası dönemde Nuri İyem( 1915), Neşet Günal (1923), Orhan Peker (1927–1978), Adnan Çoker (1928), Neşe Erdok (1940), ülkemizin önemli resim sanatı ustalarındandır.
Cumhuriyetimiz, geçmişindeki altı asırlık bir devletin maddî ve manevî deneyimlerinden yararlanarak çok sağlam temellere oturtulmuştur. Bu durum, devletin kuruluşundan günümüze birlik ve beraberliğe verdiği önemden, çağdaş uygarlıklar düzeyi ve ötesi hedeflere odaklanmasından, tüm insanların barış ve refahı adına seçmiş olduğu tam demokrasi yolundan ve diğer ülkelerle barış üzerine temellendirdiği ilkelerden de anlaşılmaktadır. Çağdaş dünyada sanat eğitimi, artık hükümetlerden öte devletin bir politikası olarak desteklenmektedir. Çünkü sanat eğitimi, genel eğitim içinde önemli bir yere sahiptir. Milletlerin tarihine bakıldığında da yine bu gerçek fark edilecektir. Bu nedenle günümüz insanının “ömür boyu” eğitime gereksinimini belirtirken, sanat eğitimini bu eğitimin odağında düşünmek durumundayız. Aksi takdirde hayat damarlarından biri kopmuş olan bir milletin ne denli yaşayabileceği kuşkuludur. Konuya ilişkin gerçekleştirilen literatür incelemesinde, Türkiye’deki sanat eğitimi uygulamalarının, uluslar arası standartlara çok yakın olmadığı anlaşılmıştır. Ancak, dünden bugüne gelinen noktanın da küçümsenmemesi ve gelişim seyrinin bilinmesiyle bu ivmenin daha da yükseleceği gerçeğine de inanılmaktadır.
Osmanlıda resim sanatının kendini hissettirmesinden önce sanat alanındaki hareketler süslemecilik ile sınırlıydı. Bu dönemde süslemecilik o kadar ileri gitmişti ki 3. Ahmet zamanında Sebi isimli sanatçı çekmeceleri lakeli manzaralarla bezemişti. Çeşitli dönemlerde sanatçılar en küçük objeyi bile resim yaparak süsleme yoluna gitmiştir. Süslemecilik ve duvar resimlerinin daha sonra tuval resimlerine bırakması çok da kolay olmamıştır. Resmin temelini oluşturan minyatür resmi zamanını doldurmuş ama Osmanlı resmi için önemini devam ettirmiştir. Ve zamanla yerini modern resme bırakmaya başlamıştır.1Resim sanatımızdaki ilk primitiflerle birlikte pentür, yağlı boya ressamları da sanat tarihimizdeki yerini alarak şimdiki modern Türk resim sanatının temelini atmışlardır. 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet, İtalyan sanatçı Gentile Bellini’yi bugün Londra National Gallery’de sergilenen kendi portresini yaptırtmak üzere çağırmasına rağmen Batı tarzı resim, Osmanlı İmparatorluğu’nda benimsenmemiş bunun yerini genelde minyatür sanatı almıştır. Geçen süre zarfında Osmanlı İmparatorluğu’na gelerek çalışmalarda bulunan Batılı bazı sanatçıların olduğu bilinse de bu sanatçıların saray ve çevresinden büyük destek gördükleri dönem, Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkilerini arttırdığı Batılılaşma dönemi olmuştur. Ayrıca Osmanlı minyatür sanatının geleneksel çizgisinden ayrılmaya başlaması da yine aynı döneme rastlamaktadır. 18. yüzyıl, Osmanlı sanatı açısından bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bu yüzyılda ülkemizde yabancı sanatçıların resim ve mimari alanında etkinlikleri sürerken III. Selim (1789-1807) dönemi ıslahatları arasında Batı yöntemlerine uygun eğitim yapan askeri okulların kurulması kararlaştırılmıştır. Bunlardan 1794 yılında eğitime başlayan Mühendishane-i Berîi Hümayun adını taşıyan askeri okulda askeri amaçlı ilk resim dersleri verilmeye başlanmış, fakat bu dersler içinde perspektif, ışık-gölge gibi kurallar da yer almıştır. III. Selim’in başlattığı ıslahata II. Mahmud (1808-1839) devam etmiş ve yine çağdaş anlamda eğitim veren Harbiye, Tıbbiye, Bahriye gibi askeri okullar açılmıştır. II. Mahmud, aynı zamanda kendi resmini çoğaltarak devlet dairelerine astırarak yeni bir geleneğin başlatıcısı da olmuştur. Askeri okullarda eğitim gören ve resim yapmaya ilgi duymuş olan sanatçılarımız çağdaş Türk resim sanatının bir bakıma öncülüğünü yapmışlardır. Genel olarak Asker Ressamlar Kuşağı olarak adlandırılan bu dönem ressamları arasında en etkin olanları Kolağası Hüsnü Yusuf Bey, Ferik Tevfik Paşa, Osman Nuri Paşa, Ferik İbrahim Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey, Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa’dır. Resimlerinde genel olarak peyzaj, natürmort gibi konulara ağırlık veren asker ressamlardan Şeker Ahmet Paşa’nın kendini paleti ve fırçasıyla resmetmiş olduğu Kendi Portresi ise bu dönem için figür alanında yapılmış en önemli çalışmadır. Bu arada İstanbul’da gerçek anlamda ilk resim sergisi Şeker Ahmet Paşa’nın çabalarıyla 27 Nisan 1873 tarihinde açılmıştır.
Atatürk bir Ortaçağ imparatorluğundan, çağdaş bir ulusal devlet yaratma çabasını simgelemiştir. Atatürk’ün tarih, dil ve güzel sanatlara önem vermesinin sebebi de bunun içine girer. Bu toplumunda kültürünü oluşturan temel öğeler ise ulusal beraberliği sağlayan dili, tarihi ve sanatıdır. Sanat bir toplumun kültürünün ürünüdür. Kültür kelimesi “Bir toplumun yaşam düzeyini oluşturan bilgi, duygu, düşünce, dil, sanat ve yaşayış biçimlerinin tümü”dür. Kısacası tek sözcükle “Uygarlık”tır. Atatürk düşünce sistemi Cumhuriyet ile birlikte yeni kültür döneminin başlamasıdır. Atatürk Türk toplumunun Batı dünyasınca kabul edilmiş kültürel değerlere kavuşmasını istiyordu. Kültürleşme süresince güzel sanatlara önem veren Atatürk, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilişinden 1938 tarihine kadar son nefesini verinceye dek, 15 yıl Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda her yönü ile çağdaş bir devlet olması için çabalamıştır. 1924’de resim konusunda yetiştirilmek üzere, Güzel Sanatlar Akademisinden Avrupa sınavını kazanan beş ressam Paris’e gönderilmiştir. Bunlar Cevat Dereli (1900-1989), Mahmut Cuda (1904-1988), Refik Ekipman (1902-1974), Muhittin Sebati (1991-1935) ve Şeref Akdik (1898-1972)’dir. Akademiden ayrılıp Münih’e gidenler 1922’de Mahmut Cuda ve Ali Çelebi (1904) olmuştur. 1923’de Zeki Kocamemi (1900-1959) Türk Ocağı tarafından Münih’e gönderilmiştir. 1925’de Hale Asaf (1902-1938) izlemiştir. 1924’den itibaren, her yıl Akademi Resim ve Heykel bölümü mezunlarından Avrupa sınavını kazananlar, Avrupa sanat merkezlerine gönderilmişti. İlk grup sanatçılar, 1927-1928’de Türkiye’ye döndüler.
Modern Sanat Eğilimleri
Bugüne kadar olan kısa zaman diliminde Türk resminin modern devresi, hareket ve mana itibari ile dikkate değerleri göstermekte ve resim tarihimizin en zengin bir kısmını teşkil eder. Bunun niçin böyle olduğunu anlamak için resim sanatının sosyal yapımız içinde yüzyılına yakın bir zamanda göz önünde bulundurmak gerekir. Türk resminde en önemli gelişme, 1928 kuşağı sanatçılarının uyguladıkları Kübizm ve Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) sanat akımlarıyla meydana gelmiştir. Türk resminde 1927’den sonra görülebilmiştir. Münih’ten dönen Zeki Kocamemi ve Ali Çelebi, Avrupa modern sanat akımlarını getiren iki öncü sanatçı olmuşlardır. Resim sanatımızda ilk düşünsel eğilim onlarla başlamıştır. Çalışmalarında görülen desen (sert, neşeli ve eğri çizgilerle geometrik kuruluş, biçim ve planların değerlendirilişi ile ortaya çıkan konstrüksiyon, Türk resmine katkıda bulunmuştur. Zeki Kocamemi Kübist anlayışında hacimlerinin geometrik düzenini aradı. Tabloda derinliği; yakın uzak planlarının ve kitlelerin birbiri ile olan ilişkisini, çizginin yönlerinde zıtlıklar ve renklerle vermeye çalışmıştır. Ali Çelebi ise Kübist düşüncede, nesneleri niteliklerini kaybettirmeden geometrik anlayışta betimlerken; kübizmin geometrik inşacı yanı ile Ekspresyonist anlayışı kişiliğine göre başarılı olarak birleştirmiştir. Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’nin getirdiği modern sanat akımları, bu gruptan Cemal Tollu (1899-1964), Refik Epikman, Mühittin Sebati ile 1924’de Paris’ten sonra Münih’te Hofmanın ile çalışan Hale Asaf ve daha ileriki yıllarda Cevat Dereli tarafından uygulanmaya başlanılmıştır. Zeki Kocamemi Kübist anlayışında hacimlerinin geometrik düzenini aradı. Tabloda derinliği; yakın uzak planlarının ve kitlelerin birbiri ile olan ilişkisini, çizginin yönlerinde zıtlıklar ve renklerle vermeye çalışmıştır. Ali Çelebi ise Kübist düşüncede, nesneleri niteliklerini kaybettirmeden geometrik anlayışta betimlerken; kübizmin geometrik inşacı yanı ile Ekspresyonist anlayışı kişiliğine göre başarılı olarak birleştirmiştir. Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’nin getirdiği modern sanat akımları, bu gruptan Cemal Tollu (1899-1964), Refik Epikman, Mühittin Sebati ile 1924’de Paris’ten sonra Münih’te Hofmanın ile çalışan Hale Asaf ve daha iler ki yıllarda Cevat Dereli tarafından uygulanmaya başlanılmıştır.
Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği (1929)
Çağdaş Türk resim sanatının gelişmesinde sanatçı gruplarının, birlik ve desteklerinin çok önemli rolü vardır.
Bu dönem, resim sanatında önemli hareketlere tanık olagelmektedir. Avrupa sanatının çağdaş akımlarına paralel eğilimler, D grubu adı altında toplanan ressamların karma ve tek sergilerinde göze çarpmaya başlar. Ama dikkat edilirse, Cumhuriyet dönemi ressamlarında idealist bir şekilde de olsa, Anadolu halkına ve rengine bir yaklaşma görülür. Birçoklarını, folklor sorunlarıyla atbaşı giden bir nakış ilgisi sarar. 1950'lere kadar Cumhuriyet döneminin önemli ressamları Turgut Zaim (1906-1974), Zeki Kocamemi (1901-1959), Cemal Tollu (1899-1968), Nurullah Berk (1906-1982), Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975), Sabri Berkel (1909), Cevat Dereli (1901-1989), Ali Avni Çelebi (1904), Eşref Üren (1897-1984), Muhittin Sebati (1901-1935), Hale Asaf (1905-1938) ve Zeki Faik İzer (1905-1989)'dir. Bu sanatçılar arasında Batı resminin etkilerini yerel bir duyuşla karşılaması ve Anadolu temalarındaki başarısıyla Turgut Zaim, kazandığı ünü hak etmiştir. Resimde folklorcu eğilimleri aşırı ölçüde gerçekleştiren Bedri Rahmi Eyüboğlu ise gücü artan değil eksilen bir gelişme gösterir. Bu dönem süresince Avrupada kalıp o hava içinde çalışmakta direnen sanatçılar arasında yalnız bir tanesi,. Fikret Muallâ (1903-1967) büyük basarı göstermiş ve hayatı memleketinden uzak bir acıyla sona ermiştir. Fikret Muallâ çağdaş dünya resmini Türk görsel duyarlığının katkısıyla yorumlamıştır. 1950'den sonrası, yeni eğilimleri gerçekleştiren resim sanatçılarının dönemidir. Nuri İyem (1915), Neşet Günal (1923) gibi toplumcu eğilimde görülen sanatçıların yanı sıra Orhan Peker (1927-1978), Nedim Günsür (1924), Adnan Çöker (1928) kişisel üsluplarını başarıyla ortaya koyan sanatçılardır. Bu sanatçılara Eren Eyüboglu (1913-1989), Aliye Berger (1906-1974), İhsan Cemal Karaburçak (1897-1969), Leyla Gamsız (1921) gibi, resim ilgilerini özgün biçimlerde geliştiren ressamları da kuşak farkına rağmen katmak gereklidir. Ama kuşkusuz, 1959'dan sonraki Türk resim sanatında özgün kişilikleriyle değer kazanan birkaç sanatçıyı unutmamak, hatta bu resim yükünün pek çoğunu onların omuzlarında görmek de kaçınılmazdır. Cihat Burak (1915), Yüksel Arslan (1933), Ömer Uluç (1931), yerel bir resim anlayışını başarıyla ortaya koyan kişiliklerdir. (Resim Sanatının Tarihi, Sezer Tansağ, sy; 161,162,163)
Resimde Yeni Üslup Arayışı
1975 yılından bu yana, XX. yüzyılın son çeyreğindeki ana eğilimler, yansıtan çabalar, resim sanatı alanında ürün veren gençlerle temsil olunmaktadır. Daha önce ana çizgileri belirlenmeye çalışılan figür ve soyut resim yaklaşımları, kavramsal sanata dönük biçim araştırmaları bir yana bırakılırsa, karşılıklı ilintileri çokça sürdüren bir oluşum içinde bulunmaktadırlar. Ahmet Öktem, Serhat Kiraz, Alpaslan Baloğlu gibi genç sanatçılar kavramsal düzenlemelerinde fotoğraf, resim ve diğer objelerin yer aldıklar, yerleştirildikleri ya da "installé” edildikleri, mekanı, da değerlendiren bir özellik taşımasına özen göstermektedirler. Çevrenin sanatsal bir yönde düzenlenmesi, sorununa, ancak geçici bir katkı, olma özelliği taşıyan bu çalışmaların kendilerini,zihinsel bir içerik bağlamında temellendirme istekleri de görülmektedir. Serhat Kiraz'ın 1984 başında düzenlediği bir sergide kavramsal ilişkilere sokulan yüzey ve nesne biçimlerinin açıklanabilmesi için şu türden kaynak metinlere de başvuruluyordu:
"Kendisini algılayan biri bulunduğu sürece, devingen bir ufuktur dünyamız; bizim algıladığımız ya da tasarladığımız dünyadır, nesnel ve değişmez bir dünya değil; belli bir anda, belli birinin dünyası olmayan dünya yoktur. Bunun sonucu olarak, dünya konusunda her türlü bilginin en azından üç etkenin işlevi olduğu söylenebilir; dünyanın kendisi (uzam), onu ele alan özne (belli biri) ve her ikisinin de yer aldığı zaman (belli bir an). Bu üç öğeden birinde en ufak bir değişiklik olmuşsa, dünya aynı dünya değildir artık. İster bizi çevreleyen gerçek evren söz konusu olsun, ister betimlenmiş ya da düşlenmiş öyküsel bir evren, üç öğeden biri için doğru olan, öbür ikisi için de doğrudur; yerlerin evrensel tarihe ya da bireyin özgeçmişine göre her zaman bir tarihselliği olduğundan, uzam içindeki her yer, değiştirme, zamansal yapının yeniden düzenlenmesini gerektirecek aynı biçimde, zaman içinde her yer değiştirme de uzamsal ve bireysel yapıların yeniden düzenlenmesini zorunlu kıldı."