Adsızlar, ortaçağın seyyar şövalyeleri gibi yollara düşen, talihlerini denemeye çıkan Türk şövalyeleridir. Adlarını gizlerler ve birbirlerini adsız çağırırlar. Bir adsız, kılıcını kuşanır, ok mahfazasını beline, yayını omzuna takar, kargısını eline alır, atına biner obasına veda eder. Cesaretini ve askeri maharetini kiraya verir. Çin müfrezelerini eğitir. Adsız yine de her şeyden önce kendine bir ad arar. Ama ad verilmez kazanılır.
Türk Şövalyeleri Adsızlar başlığı altında Türk akıncılarını anlatan aşağıdaki metin Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilminin Öksüz Turgut adlı eserine dayanmaktadır.Yazar Batı emperyalizminin etkin olduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun çözüldüğü bir dönemde yaşamıştır. Dünya harbinin başladığı yıl vefat eder. Fransız İhtilalinin ardından imparatorlukların dağılmasında önemli bir rol oynayan milliyetçilik akımının yükseldiği bir dönemde Şehbenderzadenin dilinden 19. yüzyıl Osmanlı aydınının Türk atalarına bakışına, leziz ve enteresan bir konu eşliğinde bakalım.
Türklerin kendilerine mahsus miras taksimi usulleri vardı. Görenekler gereğince baba ocağını nasıl varisi en küçük oğuldu. Oba, çadır küçüğe kalırdı. Yani ailenin başı büyük oğul değil, küçüğü olurdu. Yalnız Türklerde görülen bu görenek ilk önce kulağa biraz garip gelsede, iyi düşünülürse dedelerimizin gayet doğru bir iş yaptığını itiraf etmek gerekir. Bir ailenin büyük oğlu bir dereceye kadar kendini kurtarmış ve yaşamanın yolunu bulmuş demektir.Çünkü büyük oğullar, genellikle babalarının kanatları altında büyüdükleri, babalarından birçok sermaye aldıkları ve yardım gördükleri halde, küçük oğullar bunlara nail olmaya vakit bulamadan babaları vefat eder. Küçük oğul kendisine yuva ve geçim kuramadan rehberini kaybetmiş olur. Demek ki ona hazır bir ocak vermek yerinde olacaktır. İşte Türkler bu düşünceler sebebiyle obalarını en küçük oğullarına bırakırlardı. Büyük oğul babasının silahlarına ve kavga atına sahip olurdu. Ortancalar ise çok kere büyük bir şeye nail olamayarak kendi çalışmasıyla, kendi gücüyle bir şeyler yapmaya mecbur kalırdı.
Bunlar ortaçağın seyyar şövalyeleri gibi vukuat ve servet aramaya, talihlerini denemeye çıkarlardı. Bu tür şövalyeler adlarını gizler ve kendilerini adsız çağırırlardı. Adsız, kılıcını kuşanır, ok mahfazasını beline, yayını omzuna takar, kargısını eline alır, atına biner, obasına veda ederdi.
Adsızlar genellikle Çin sınırlarına ve çok kere Çin içlerine kadar gider, her türlü vukuata karışırdı.Adsız muhtaç olanlara cesaretini ve askeri maharetini kiraya verirdi. İntizamdan yoksun Çin asker müfrezelerini talim ve terbiye ederdi.Zengin bir Çin derebeyinin muhafızı, muhafız bölüğü kumandanı olurdu. Adsız, çok kere bulunduğu yerde evlenir ve kendi oba halkından birçok kişiyi oraya getirirdi. Bu şekilde Türkler Çinin kuzeyindeki ahalinin bir kısmını meydana getirmiş oldu.
Osmanlının son döneminde yaşamış olan önemli mütefekkirlerden Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Adsızlardan bahsettiği Öksüz Turgut isimli eserini 1909da kaleme aldı.
Biraz dolaştıktan ve dövüş fenninde usta olduktan sonra genç adsız, kahramanlıkla meşhur ve obası halkı arasında hatırlı beylerden birinin çadırına gider, beyin orada olmadığı bir sırada karısının yanına varıp bir ad isterdi. Hanım ile adsız arasında şöyle bir konuşma geçerdi:
Adın ne? Kimsin?
Türküm, adsızım.
Ne istersin?
İsterim ki sen benim anam olasın, isterim ki kocan bana bir ad versin.
Burada adsız, kadının ellerini öper, kadın adsıza himaye verir ad vaat eder. Bey çadıra geldiği vakit bu yabancıyı görür, karısına kim olduğunu sorar. Kadın adsızın ne istediğini söyler,bey karısının sorduğu soruları tekrarladıktan sonra der ki:
Ad, verilmez, kazanılır.
Kazanacağım.
Benim adım, lekesiz şanlı bir addır, çok pahalıdır.
Ben de ona göre çalışacağım.
Peki, hele bakalım.
O günden itibaren adsız çadırın en fedakârve en çalışkan adamı olur. Artık adsız,beyin kölesi ve sahip olduğu eşyasından bir şey hükmüne girmiştir. Gece ve gündüz vaktini hizmetle, atlara bakmakla, koyunları gütmekle, süt sağmak ve kımız yapmakla geçirir. Şurasını da unutmamalı kibir adsız kendi soyunun temizliğinden ve ehemmiyetinden daha üstün bir beye; kendi kabilesinden daha itibarlı ve temiz bir kabileye müracaat etmez, mesela alelade bir Kâlâç adsızı, bir Barlasa bir Kayı Kanıklıya gidip ad istemez. Adsızların çadırlarda geçirecekleri asude çoban hayatı çok sürmez. Günün birinde han ya Çine yahut komşu memleketlerden birine akın etmek lüzumu görür. Oba ve ulus beylerine buyruk yollar, beyler kendi kabile efradını alıp hanın yanına gider. Böyle bir gün, adsız için bayram sayılır. Artık yararlık göstereceği,kılıcıyla bir ad satın alacağı zaman gelmiştir. Adsız adını almak istediği beyins ilahşorü demektir.
Türklerin akını dehşetli olurdu. Ölümseli gibi akıp giden Türk kahramanlarının önünü kesecek, onları yolundan çevirecek milletler pek az görülmüştür. Akınlar, düzenli bir savaş anlamına gelmez. Amaçları,toprakları verimsiz olan, bir şey yetiştirmeyen Türklere yiyecek ve giyecek tedarik etmektir. Onun için Türklerin akını dehşetli bir kasırgaya, şiddetli bir fırtınaya benzerve lakin çok defa uzun sürmezdi. Fakat bu akınlarda kan dökülmediği nadir olurdu. İş bittikten, yurda dönüldükten sonra şayet ölmemiş ve ölü gibi söz söyleyemeyecek bir hale gelmemiş, yaralanmamış ise adsız,akından kazandığını efendisine takdimederdi. Oysa akından, kavgadan yarasız dönen adsız görülmemiş bir şeydi. Beyin gözü önünde aslan oğlu aslan olduğunu ispateden bir adsız, artık beyin adını taşır, onun evlatlığı olurdu. Bütün bu hale çok kere aşkda karışırdı. Çadırın kızı adsızı severdi ama Türklerde fuhuş bilinmediğinden bu aşkın ilk tezahürü kız tarafından, adsızın yaralarının tımar edilmesinden ibaret kalır ve ölümden kurtulabilen adsız, çok kere beyin damadı olurdu
Türk Şövalyeleri Adsızlar başlığı altında Türk akıncılarını anlatan aşağıdaki metin Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilminin Öksüz Turgut adlı eserine dayanmaktadır.Yazar Batı emperyalizminin etkin olduğu ve Osmanlı İmparatorluğunun çözüldüğü bir dönemde yaşamıştır. Dünya harbinin başladığı yıl vefat eder. Fransız İhtilalinin ardından imparatorlukların dağılmasında önemli bir rol oynayan milliyetçilik akımının yükseldiği bir dönemde Şehbenderzadenin dilinden 19. yüzyıl Osmanlı aydınının Türk atalarına bakışına, leziz ve enteresan bir konu eşliğinde bakalım.
Türklerin kendilerine mahsus miras taksimi usulleri vardı. Görenekler gereğince baba ocağını nasıl varisi en küçük oğuldu. Oba, çadır küçüğe kalırdı. Yani ailenin başı büyük oğul değil, küçüğü olurdu. Yalnız Türklerde görülen bu görenek ilk önce kulağa biraz garip gelsede, iyi düşünülürse dedelerimizin gayet doğru bir iş yaptığını itiraf etmek gerekir. Bir ailenin büyük oğlu bir dereceye kadar kendini kurtarmış ve yaşamanın yolunu bulmuş demektir.Çünkü büyük oğullar, genellikle babalarının kanatları altında büyüdükleri, babalarından birçok sermaye aldıkları ve yardım gördükleri halde, küçük oğullar bunlara nail olmaya vakit bulamadan babaları vefat eder. Küçük oğul kendisine yuva ve geçim kuramadan rehberini kaybetmiş olur. Demek ki ona hazır bir ocak vermek yerinde olacaktır. İşte Türkler bu düşünceler sebebiyle obalarını en küçük oğullarına bırakırlardı. Büyük oğul babasının silahlarına ve kavga atına sahip olurdu. Ortancalar ise çok kere büyük bir şeye nail olamayarak kendi çalışmasıyla, kendi gücüyle bir şeyler yapmaya mecbur kalırdı.
Bunlar ortaçağın seyyar şövalyeleri gibi vukuat ve servet aramaya, talihlerini denemeye çıkarlardı. Bu tür şövalyeler adlarını gizler ve kendilerini adsız çağırırlardı. Adsız, kılıcını kuşanır, ok mahfazasını beline, yayını omzuna takar, kargısını eline alır, atına biner, obasına veda ederdi.
Adsızlar genellikle Çin sınırlarına ve çok kere Çin içlerine kadar gider, her türlü vukuata karışırdı.Adsız muhtaç olanlara cesaretini ve askeri maharetini kiraya verirdi. İntizamdan yoksun Çin asker müfrezelerini talim ve terbiye ederdi.Zengin bir Çin derebeyinin muhafızı, muhafız bölüğü kumandanı olurdu. Adsız, çok kere bulunduğu yerde evlenir ve kendi oba halkından birçok kişiyi oraya getirirdi. Bu şekilde Türkler Çinin kuzeyindeki ahalinin bir kısmını meydana getirmiş oldu.
İsmi yok, mahareti çok
Adsız, çok kere kendi nefsini birine satardı.Bağdat halifelerine çok kere köle namıyla gidip, sonra hükümet ve saltanatı zapt edip yönetici olan Türklerin bir kısmını adsızlaroluşturuyordu. Lakin bir Türk adsızı herşeyden evvel bir ad arardı.Osmanlının son döneminde yaşamış olan önemli mütefekkirlerden Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Adsızlardan bahsettiği Öksüz Turgut isimli eserini 1909da kaleme aldı.
Biraz dolaştıktan ve dövüş fenninde usta olduktan sonra genç adsız, kahramanlıkla meşhur ve obası halkı arasında hatırlı beylerden birinin çadırına gider, beyin orada olmadığı bir sırada karısının yanına varıp bir ad isterdi. Hanım ile adsız arasında şöyle bir konuşma geçerdi:
Adın ne? Kimsin?
Türküm, adsızım.
Ne istersin?
İsterim ki sen benim anam olasın, isterim ki kocan bana bir ad versin.
Burada adsız, kadının ellerini öper, kadın adsıza himaye verir ad vaat eder. Bey çadıra geldiği vakit bu yabancıyı görür, karısına kim olduğunu sorar. Kadın adsızın ne istediğini söyler,bey karısının sorduğu soruları tekrarladıktan sonra der ki:
Ad, verilmez, kazanılır.
Kazanacağım.
Benim adım, lekesiz şanlı bir addır, çok pahalıdır.
Ben de ona göre çalışacağım.
Peki, hele bakalım.
O günden itibaren adsız çadırın en fedakârve en çalışkan adamı olur. Artık adsız,beyin kölesi ve sahip olduğu eşyasından bir şey hükmüne girmiştir. Gece ve gündüz vaktini hizmetle, atlara bakmakla, koyunları gütmekle, süt sağmak ve kımız yapmakla geçirir. Şurasını da unutmamalı kibir adsız kendi soyunun temizliğinden ve ehemmiyetinden daha üstün bir beye; kendi kabilesinden daha itibarlı ve temiz bir kabileye müracaat etmez, mesela alelade bir Kâlâç adsızı, bir Barlasa bir Kayı Kanıklıya gidip ad istemez. Adsızların çadırlarda geçirecekleri asude çoban hayatı çok sürmez. Günün birinde han ya Çine yahut komşu memleketlerden birine akın etmek lüzumu görür. Oba ve ulus beylerine buyruk yollar, beyler kendi kabile efradını alıp hanın yanına gider. Böyle bir gün, adsız için bayram sayılır. Artık yararlık göstereceği,kılıcıyla bir ad satın alacağı zaman gelmiştir. Adsız adını almak istediği beyins ilahşorü demektir.
Türklerin akını dehşetli olurdu. Ölümseli gibi akıp giden Türk kahramanlarının önünü kesecek, onları yolundan çevirecek milletler pek az görülmüştür. Akınlar, düzenli bir savaş anlamına gelmez. Amaçları,toprakları verimsiz olan, bir şey yetiştirmeyen Türklere yiyecek ve giyecek tedarik etmektir. Onun için Türklerin akını dehşetli bir kasırgaya, şiddetli bir fırtınaya benzerve lakin çok defa uzun sürmezdi. Fakat bu akınlarda kan dökülmediği nadir olurdu. İş bittikten, yurda dönüldükten sonra şayet ölmemiş ve ölü gibi söz söyleyemeyecek bir hale gelmemiş, yaralanmamış ise adsız,akından kazandığını efendisine takdimederdi. Oysa akından, kavgadan yarasız dönen adsız görülmemiş bir şeydi. Beyin gözü önünde aslan oğlu aslan olduğunu ispateden bir adsız, artık beyin adını taşır, onun evlatlığı olurdu. Bütün bu hale çok kere aşkda karışırdı. Çadırın kızı adsızı severdi ama Türklerde fuhuş bilinmediğinden bu aşkın ilk tezahürü kız tarafından, adsızın yaralarının tımar edilmesinden ibaret kalır ve ölümden kurtulabilen adsız, çok kere beyin damadı olurdu