Atın Türkler Tarafından Evcilleştirilmesi ve Kullanılması
Batılıların Ari ırkın üstünlüğünü kanıtlamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre, Hint-Avrupalıların çok eski dönemlerde Çin’in Kansu bölgesine değin bütün Orta Asya’ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı) oldukları, atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yüceltmeye dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım kökenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asalak ekonomiye (avcılık ve toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yüceltmek ve kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı evcilleştirip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle olmasından ileri gelir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki (Türklerin yarattığı kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları “Przewalsky Atı” nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Bozkır Atı” nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı.
Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü (MÖ 2500-1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde (MÖ 1700-1200) görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini temsil etmektedir.
Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türklerin yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştirildiğini, Türklerin yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.
Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece GökTürk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.
Çin belgelerine göre, Hun Türklerinden önce Çin’in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türklerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.
Güreşen Atlar
Bozkır Türk‘ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya’daki en eski atlı defin, Andronovo Kültürü’nde görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü’nden dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen ve İslav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında GökTürk orduları başkomutanı Köl Tigin’in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i'de Çin ağzına uydurularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hunca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.
Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği’nin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.
Kurıkanlar ve Türk At Kültürü
GökTürk Yazıtları’nda adları sık sık geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün batısında yaşarlardı. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimleri arasında GökTürk yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bulunması, Kurıkanların bir Türk boyu olduğunu göstermektedir. Kimi araştırmacılarca Oğuz Türklerinin bir boyu sayılan Kurıkanlar, GökTürk döneminde Sahaların (Yakutların) güneyinde,
GökTürklerin de kuzeyinde bulunuyorlardı. Çin kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve boynuna benzeyen atlarının bulunduğunu yazarlar. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimlerinde de uzun boyunlu güzel atların bulunması Çin kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resimlerinde atların yeleleri tarak ağzına benzer bir biçimde kesilerek süslenmiş, boyunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri Altaylardaki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bulunduğu gibi,Hunları temsil eden Çin kabartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler, atın yelelerine astıkları bu süslere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi.
Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça yüksektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani “ön eyer kaşı, arka eyer kaşı” diye adlandırılırdı. Resimlerde, atların bazılarının kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak derlerdi. Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde “tügdi atnın kuyrugın” şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağlama geleneği Kırgızlarda, Hunları temsil eden Ho-Chü-P’ing dikilitaşında, Çin ressamı Han-Kan’ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Moğollara da geçmiştir.
Kurıkan Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen üç kişinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı. Türkler, at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.
MS 983-985 yıllarında Uygur başkentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur Türklerinde mülkiyetin at renklerine göre düzenlendiğini belirtir. Peçenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle vurgulanır. Sekiz boydan oluşan Peçenekler’in atlara bağlı olarak aldıkları adlar şöyledir:
1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem. Parlak atları olan Erdem boyu.
2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor. Gök (mavi) atları olan Çor’un boyu.
3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula’nın boyu.
4) Suru Kül-Bey: Boz atları olan Kül-Bey’in boyu.
5) Kara Bay: Kara atları olan Bay’ın boyu.
6) Boru Tolmaç: Koyu renkli atları olan Dilmaç’ın boyu.
7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir).
8) Bula Çoban: Alaca atları olan Çoban’ın boyu.
Yukarıda Peçenek boylarının adlarında geçen Çor, Yula, Bay, Dilmaç, Çoban (Çaban) terimleri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden anlamında değildir.
Batılıların Ari ırkın üstünlüğünü kanıtlamağa çalışan İndo-Germen kuramına göre, Hint-Avrupalıların çok eski dönemlerde Çin’in Kansu bölgesine değin bütün Orta Asya’ya yayıldıkları ve aslında göçebe (bozkırlı) oldukları, atın ilk kez onlarca evcilleştirildiği, dünyanın ata binme sanatını onlardan öğrendiği öne sürülür. Bu aslında Batılıları yüceltmeye dayanan köksüz bir kuramdır. Bugünkü Batılıların ataları ne tarım kökenli, ne de göçebe kökenli olmayıp asalak ekonomiye (avcılık ve toplayıcılık) bağlı olduklarından, Batılılar atalarını yüceltmek ve kendilerine daha yüksek bir kültür kökeni sağlamak için bu kuramı icat etmişlerdir. Batılıların atın üzerinde önemle durması, bu hayvanı evcilleştirip binmenin insanlığın kültür geçmişinde çok ileri bir hamle olmasından ileri gelir.
Evcil atın kökeninin kuramsal olarak kalıntıları Orta Asya’daki Cungarya’da ortaya çıkarılan kısa kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik başlı “Equus Przewalsky” olduğu öne sürülmüştür. Ancak, eski çağlarda bir değil birçok türden yaban atı yaşamış olup, bunlar arasında Bozkır Kültürü’ndeki (Türklerin yarattığı kültür) savaşçı çobanlarca binek ve savaş atı olarak kullanılan at, “Przewalsky” cinsi değil, küçük gövdeli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı batı bozkırları cinsidir. Asya Hunları “Przewalsky Atı” nı bilir ama bu atı yalnızca araba ve yük hayvanı olarak kullanırlardı. Kalın bacaklı, hantal gövdeli “Przewalsky Atı” koşu sırasında çeşitli yönlere doğru hızlı dönüş yapmağa elverişli değildi. “Bozkır Atı” nın ise, özellikle savaşlardaki seri ve karmaşık manevra hareketlerine kolayca alışabilen bir gövde yapısı vardı.
Asya’daki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afanasyevo Kültürü (MÖ 2500-1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronovo Kültürü’nde (MÖ 1700-1200) görülmüş ve Andronovo Kültür Çevresi’ne giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Çeşitli bilginlerin araştırmalarının ortaya koyduğu kanıtlara göre bu iki kültür, Türklerin eski ataları tarafından yaratılmış olup Andronovo ve Afanasyevo kültürlerine ait insan iskeletleri Türk = Turan tipini temsil etmektedir.
Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türklerin yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştirildiğini, Türklerin yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türklerin öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültürü’nde rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültürü’nde duyulacağı açıktır. Bozkır Kültürü’nde, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türklerin çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.
Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeğe geçek ilk ırk Türklerdir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türklerle birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece GökTürk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.
Çin belgelerine göre, Hun Türklerinden önce Çin’in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türklerle ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.
Güreşen Atlar
Bozkır Türk‘ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya’daki en eski atlı defin, Andronovo Kültürü’nde görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültürü’nden dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türklerince de Germen ve İslav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında GökTürk orduları başkomutanı Köl Tigin’in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunları’nın evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i'de Çin ağzına uydurularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hunca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.
Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliği’nin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.
Kurıkanlar ve Türk At Kültürü
GökTürk Yazıtları’nda adları sık sık geçen Kurıkanlar, Baykal gölünün batısında yaşarlardı. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimleri arasında GökTürk yazısı ile yazılmış Türkçe yazıtların bulunması, Kurıkanların bir Türk boyu olduğunu göstermektedir. Kimi araştırmacılarca Oğuz Türklerinin bir boyu sayılan Kurıkanlar, GökTürk döneminde Sahaların (Yakutların) güneyinde,
GökTürklerin de kuzeyinde bulunuyorlardı. Çin kaynakları, Kurıkanların çok büyük ve güçlü olan, boyunları deve boynuna benzeyen atlarının bulunduğunu yazarlar. Kurıkanlar’dan kalmış kaya resimlerinde de uzun boyunlu güzel atların bulunması Çin kaynaklarını desteklemektedir. Kurıkan kaya resimlerinde atların yeleleri tarak ağzına benzer bir biçimde kesilerek süslenmiş, boyunlarına da bir püskül asılmıştır. Bu tarak biçimindeki at yeleleri Altaylardaki Gök Türk, Kırgız çevrelerinde bulunduğu gibi,Hunları temsil eden Çin kabartmalarındaki at yelelerinde de bulunur. Türkler, atın yelelerine astıkları bu süslere bonçuk, monçuk (boncuk) derlerdi.
Kurıkan kaya resimlerindeki kimi atların eyerlerinin arka kaşları oldukça yüksektir. Türklerde eyerlerin bu ön ve arka yastıklarına köpçük adı verilirdi. Bazen de öngdünki yalıg, kidinki yalıg, yani “ön eyer kaşı, arka eyer kaşı” diye adlandırılırdı. Resimlerde, atların bazılarının kuyrukları düğümlenmiştir. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Alp Arslan da, Malazgirt Meydan Savaşı’nda atının kuyruğunu bağlamıştı. Türkler, at kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak derlerdi. Harezmşahlar döneminde yazılmış Türkçe sözlüklerde “tügdi atnın kuyrugın” şeklinde deyimlere rastlanır. At kuyruğunu bağlama geleneği Kırgızlarda, Hunları temsil eden Ho-Chü-P’ing dikilitaşında, Çin ressamı Han-Kan’ın yapmış olduğu bir Hun portresinde ve sair Türk boylarında da görülür. Bu gelenek daha sonra Moğollara da geçmiştir.
Kurıkan Türklerinin kaya resimlerinde atlara bazen üç kişinin bindiği görülür. Birden çok kişinin ata binmesi adeti öteki Türk boylarında da vardı. Türkler, at üzerine ikinci bir kişinin binmesi için ayrılan yere sugarsuk, atın arkasına binene de köçük derlerdi.
MS 983-985 yıllarında Uygur başkentine giden Çinli elçi Wang Yente, Uygur Türklerinde mülkiyetin at renklerine göre düzenlendiğini belirtir. Peçenek Türklerinde de benzer biçimde, boylar atların renkleriyle vurgulanır. Sekiz boydan oluşan Peçenekler’in atlara bağlı olarak aldıkları adlar şöyledir:
1) Yavdı Erdim: Parlak Erdem. Parlak atları olan Erdem boyu.
2) Kürekçi Çor: Gök (Mavi) Çor. Gök (mavi) atları olan Çor’un boyu.
3) Kabukşın Yula: Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula’nın boyu.
4) Suru Kül-Bey: Boz atları olan Kül-Bey’in boyu.
5) Kara Bay: Kara atları olan Bay’ın boyu.
6) Boru Tolmaç: Koyu renkli atları olan Dilmaç’ın boyu.
7) Yazı Kaban: Kaban boyu (net değildir).
8) Bula Çoban: Alaca atları olan Çoban’ın boyu.
Yukarıda Peçenek boylarının adlarında geçen Çor, Yula, Bay, Dilmaç, Çoban (Çaban) terimleri kişi adı değil, unvandır. Mesela Çoban, koyun güden anlamında değildir.