• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Türkiye'de Felsefe

Suskun

V.I.P
V.I.P
Konferanstan alıntı...
Türkiye'ye, eskiden beri çeşitli zamanlarda, yabancı uzmanlar ve profesörler gelip ders vermişlerdir, tik zamanlarda daha çok askerî eğttimdeki yenilikleri öğretmek için çağrıldığını gördüğümüz bu uzmanlar, daha sonra sivil öğretim kurumlarında da görev aldılar. Bunlar arasında, 1950'lere kadar, özellikle Almanlar'ın bulunduğu dikkati çekmektedir. Bizdeki felsefe öğretiminde hangi Alman profesörler görev aldı? Ben şimdi, bu konu üzerinde duracağım, konferansımın konusu budur.

Bir an için. Birinci Dünya Savaşı yıllarına uzanalım, İstanbul'da Edebiyat Fakültesi'nde 1914 -1919 yılları arasmda Jacoby Gunther adında bir Alman profesörün felsefe dersi verdiğini biliyoruz. Bu profesörün, yeni ontoloji alanında çalışmaları olduğu, Schopenhauer felsefesindeki uzmanlığıyla tanındığı, anlaşılmaktadır. 1927 yılında, yani buradan ayrıldıktan epeyce sonra, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nda, «Henri Bergson ve Arthur Schopenhauer Kısaca söyleyecek olursak, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, üniversitemizde Ziya Gökalp «sosyoloji Bu saptamayı yaptıktan sonra, Birinci Dünya Savaşı yıllarından, ikinci Dünya Savaşı yıllarına doğru gelelim.

Sayın dinleyiciler, her milletin tarihinde, aydınlık dönemler olduğu gibi, karanlık ve korkunç dönemler de vardır.
1930'lann ilk yıllarından başlayarak, 1945'e kadar süren dönem, Almanya ve Avusturya için, İşte böyle karanlık bir dönemdir.

Bu yıllarda, Almanya ve Avusturya'daki, felsefe, biiim ve sanat adamları arasında, gerçekten de büyük bir kıyım yapıldığını görüyoruz

Naziler, üniversitelerdeki, kendi görüşlerini paylaşmayan profesörlerle Yahudi profesörleri, işlerinden atıyorlar, ya toplama kamplarına gönderiyorlar, ya da göçe zorluyorlardı.

Almanya ve Avusturya'daki bu korkunç kıyım, ikinci Dünya Savaşı yıllarında da sürüp gitti. Herkesin saygı ve sevgisini kazanan hümanist Alman kültürü böylece büyük darbe yemişti. Fakat, garip bir raslantıdır, Almanya ve Avusturya'nın bu şanssızlığı, Dünya'nın o kötü günlerini, savaşa girmeyerek, az zararla atlatan Türkiye için bir bakıma şans oldu.

Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışayım:​

Türkiye'de, bilindiği gibi, 1933'ten sonra, yüksek öğretim, de önemli değişiklikler yapılmaya başlanmıştı. Medrese hayatının etkisinden kurtulamayan eski üniversiteden, yeni üniversiteye, hümanist eğitime geçilmekte idi.

Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite için, Avrupa'dan bilim adamı getirmeye hazırlanıyordu. Türk makamları, Almanya ve Avusturya'daki birçok değerli profesörün işine son verildiğini, bunların göçe zorlandığını haber alınca, bu bilim adamlarını Türkiye'ye çağırdı, onlara sığınma hakkı tanıdı ve çoğunu, üniversitemizdeki kürsülerin başına geçirdi.

İlk gelenler ile son gelenler arasındaki, aşağı yukarı 15 yıllık bir süreyi kapsayan bu dönem, Türk bilim ve kültür hayatı içtn-çok ilginç ve verimli bir dönem oldu.

1933 ile 1945 arasında Türkiye'ye sığman, Alman ve Avusturyalı bilim adamlarının sayısı 98'e ulaşmaktadır.
Ben bu konferansımda, yalnızca felsefe profesörleri üzerinde duracağım ve bunları geliş sıralarına göre anlatacağım.

Burada size anlatacağım felsefeciler şunlar olacak;​

Hans Reichenbach, Ernst Von Aster, YValter Krartz, Heinz Heimsoeth ve Joachim Ritter,
Hemen söyleyeyim, adı geçen son iki profesör, 1946'dan sonra gelmişlerdir ve sığınma denilen acı olayın sorunlarıyla bir ilgileri bulunmamaktadır. .Ancak, J. Ritter'in savaşla ilgili başka dramı vardır. Onu sırası gelince söyleyeceğim.

. Sayın dinleyiciler, felsefenin, İstanbul'daki çok ilginç öyküsü Reichenbach'la başlıyor.

H. Reichenbach, Türkiye'ye, Üniversite Reformu'nun yapıldığı yıl, yani 1933'te çağrılmıştı. Kendisi bu sırada Almanya' da, yeni pozitivist (yeni - olgucu) felsefeciler grubu arasında bulunuyordu. Ün yapmış bir felsefeci İdi. Bilimsel felsefenin temelini atarak, metafiziğe karşı ilk çıkışlarını yapmıştı.

Naziler O'mı Berlin Üniversitesindeki işinden çıkarmışlardı. Soyunda Yahudilik olduğunu öne sürüyorlardı.
Reichenbach, Türkiye'ye gelince, İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde Felsefe Bölümü başkanlığına getirildi ve kendisine asistan olarak Macit Gökberk verildi. (Hocamız Prof. Macit Gökberk şu anda emeklidir). O zaman Almanca bilen pek az felsefeciden biri olan Macit Gökberk, Reichenbach'm birçok derslerini ve konferanslarını çevirdi,

Reichenbach'm verdiği dersin konusu «lojistik îdi. «Aristoteles mantığından ayrı, yeni bir mantıktı bu, matematiksel mantıktı. Felsefecilerimiz, bizde hiç geleneği olmayan bu konuyla ilk kez karşılaşmış oluyorlardı.

«Lojistik Nusret Hızjr, daha Önceki yıllarda, Almanya'da felsefe ve matematik dersleri izlediği için, konuya yabancı değildi, Macit Gökberk, o günleri anlatırken diyor ki: «Reichenbach'la şöyle bir yöntemimiz vardi: Derse girmeden bir saat önce onun odasına giderdim. O gün anlatacağı d8rsi ya bana özetlerdi ya da bu özeti yazılı olarak verirdi. Anlamadığım yerleri sorardım. Derste nasıl bir çeviri yapacağımı düşünürken, özellikle terimler üzerinde dururdum. Ne var ki, lojistik için. Öğrencinin en başta matematik bilmesi gerekiyordu. Bu nedenle, Macit Gökberk ve Öğrenciler matematik dersi almaya başladılar. Gökberk şöyle sürdürüyor konuşmasını.«Matematik bilgimi geliştirmek için, Fen Fakültesi'ne yeni gelen ünlü Matemtik Profesörü Von Mieses'in derslerini izlemeye başladıysam da başarı elde edemedim, Bu güçlüğe karşın, Gökberk, Reichenbach'a ve öğrencilere yararlı olma çabasını sürdürdü. Bu arada, Reichenbach'ın bağlı olduğu, Viyana Çevresi felsefecilerinden Carnap'ın bir yazısını çevirerek yayınladı.

Macit Gökberk, öğrenimi, düşünce hazırlığı ve felsefi eğilimlerinin, mantık ve özellikle lojistik gibi yepyeni bir mantığa göre olmadığını, her geçen gün daha iyi anlıyordu. Tam o sırada askerliğini yapmak üzere üniversiteden ayrılması gerekti ve yeniden döndüğünde Reichenbach'ın kürsüsünde görev almak istemedi. Doktorasını yapmak üzere Almanya'ya gitti.

Reichenbach Fransızca da biliyordu. Almanca çevirmen bulunmadığı zamanlar derslerini Fransızca olarak verirdi. Böyle zamanlarda onun çevirmenliğini, çok iyi Fransızca bilen asistan Halil Vehbi Eralp yapardı.

Nitekim, Reichenbach'ın, İstanbul'dan ayrılmasından sonra yaymlanabilen Lojistik adlı kitabını, Halil Vehbi Eralp, Fransızca'dan çevirmiştir. Bu kitap, Prof. Reichenbach'ın, İstanbul'da verdiği derslerin bir özetini içermektedir. , Eralp, çeviriye yazdığı önsözde şöyle demektedir:

«Bu kitapta, eski mantık ile yeni mantık arasında bir karşılaştırma yapılmakta, ikincisinin, birinciye üstün olduğu noktalar belirtilmektedir. Reichenbach'ın asistanlığına, Macit Gökberk'ten sonra Nusret Hızır getirildi. Gökberk bu konuda da şunları söylüyor:

«Nusret Hızır, Reichenbach için biçilmiş kaftandı, çünkü matematik biliyordu, ayrıca fizik kültürü vardı. Bu nedenle, Reichenbach'ın, Nusret Hızır'la işbirliği daha verimli oldu.

Reichenbach'ın bu sıralarda İstanbul'da bilimsel bir derneğe üye olduğunu görüyoruz. 1934'te kurulan, «Türk Fiziksel vs Doğal Bilimler Demeği Bildirilerinden birinin konusu şudur: «Zaman ve mekâna ilişkin felsefi sorunlar Bu bildirinin özeti, derneğin 1935'te yayınladığı kitapta çıkmıştır. Aynı kitapta, İstanbul'da bulunan, öteki yabancı bilim adamlarıyla, Türk bilim adamlarının bUdirileri de yer almaktadır.

Reichenbach, İstanbul'da konferanslar da vermiştir. Onun geldiği yıllarda, üniversitedeki yeni etkinliklerden biri şu idi: Profesörler, her hafta salı günleri, Beyazıt'ta, Fen Fakültesi' nin Konferans Salonu'nda, halka açık konferanslar veriyorlardı. Bu etkinliklerden
olmak üzere, Reichenbach da, 1934 yılından başlayarak, beş konferans vermiştir ki, konuları şunlardır:
  • Descartes ve Rasyonalizm.
  • Kant ve Eleştiri Felsefesi.
  • Hume ve Deneycilik.
  • Bilimsel Felsefenin Bugünkü Sorunları.
  • Doğa Yasası Sorunu.
Reichenbach, «Doğa Yasası Sorunu «Determinizm denilince artık, bir kesinlik değil, bir olasılık söz konusudur. Determinizm yasalarıyla, istatistik yasalarının arasındaki ayrılığın bir derece ayrılığı olduğu bilinmelidir. Doğada öyle bir sınır vardır ki, o sınıra gelince artık deney yapamaz oluruz. Bu sınırın varlığını bize, atoma ilişkin olaylar öğretmiştir. Heisenberg'in belirlenemezcüik ilkesi bu sınırla ilgilidir. Reichenbach'ın yine bu konudaki bir yazısını 1939'da yayınlanan Felsefe Semineri dergisinde görüyoruz.

İlliyet ve İstikra, yani, bugünkü terimlerimizle, «Nedensellik ve Tümevarım «En büyük bir ağ bile, balık avcısına, balık tutacağını garantilemeyeceği gibi, bilim de bizim için bir başarı garantisi veremez. Elimizde yapacak başka bir şeyimiz yoktur. Biz ancak tahminlerin koşullarım ve bunlar arasında, olsa olsa, en iyi koşulları gerçekleştirebiliriz. Bilimsel yöntemin anlamı, işte bu koşulları gerçekleştirmektir. Ama bunun bize başarı sağlayıp sağlayamayacağı, istemimizin ve gücümüzün dışındaki koşullara bağlıdır. Biz, bilgi denizindeki avcılar gibiyiz, ağlarımızı atalım ve bekleyelim; bakalım ağımıza balık takıîacak mı, takılırsa kaç balık takılacak?

Sayın dinleyiciler, şimdi, bizim felsefecilerimizin Reichenbach'la ilgili düşüncelerine geçiyorum. Size iîkin, hocamız Hilmi Ziya Ülken'in görüş ve düşüncelerini anlatacağım;

Reichenbach, İstanbul'a geldiğinde, Hilmi Ziya, Üniversite'de genç bir doçent olarak ders veriyordu. Reichenbach'm, hocamızı epeyce ilgilendirdiği anlaşılıyor. Nitekim, Yirminci Asır Filozofları adıyla yayınladığı kitabında bu Alman felsefeciye büyük yer ayırmıştır;

Şöyle demektedir Hilmi Ziya; «Reichenbach, bir yandan Viyana fiîozoflarıyla Ernst Mach'm pozitivizmine, bir yandan da İngiltere'de başlayan yeni mantık hareketine bağlıdır. O, bu iki felsefe akımını birleştirmekte, birleştirirken de, Einstein' m fizikteki devriminin savunmasını yapmaktadır. Ona göre, deneycilikle mantıkçılığın ayrılmaz bir bütün oluşturduğunun tam kanıtı, Einstein'm görecelik (izafiyet) kuramıdır. Hilmi Ziya Ülken'den Öğrendiğimize göre, Reichenbach'm ilk mesleği mühendislikti. Fizik alanında kuramsal çalışmalar da yapmıştı. Onun bu çalışmaları, ünlü bilgin Einstein'm dikkatini çekmişti. Daha sonra Einstein'm İsteği üzerine, Berlin Üniversitesinde fizik profesörü oldu.

Ülken, Reichenhach'ın felsefi görüşlerini açıklarken, O'nun, yöntem olarak, Kant'ta gördüğümüz «akim çözümlemesi Yine Ülken'den öğrendiğimize göre, Reichenbach'm 1928' de yayınladığı Fiziksel Bilginin Amaçlan ve Yollan adındaki küçük kitabı, bizde de ilgi çekmiş ve bu kitabı, fizikçi Nusret Şükrü, özetleyerek İz dergisinde yayınlamıştır.

Reichenbach'm, evrenin İçeriği hakkındaki önemli kitabı Atom ve Kozmos'dur. Bir ara, bu kitabın Türkçe'ye çevrildiği, basılıp yayınlanacağı söylendiyse de, yayın işi şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.

Ülken'den öğrendiğimiz bir bilgi de, Reichenbach'm 1915'te doktora konusu olarak «olasılık hesabının uygulanması Nitekim O'nun, «Olasılık Hesabının Mantıksal Temelleri Hilmi Ziya Üiken'den sonra, Nusret Hızır'ın Reichenbach' la ilgili düşüncelerine geliyorum,
Hızır'ın yazılarını okuduğumuzda, Reichenbach konusunda kimi bilgüer edinebilmekteyiz. Reichenbach'ın ünlü kitabı, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, Amerika'da yayınlandığında bir tanıtma yazısı yazan Hızır, şöyle demektedir:

«Viyana Çevresi filozoflarına olduğu gibi, Reichenbach'a da, sık sık, ve başta memleketimiz olmak üzere, «pozitivist Nusret Hızır'ın bu yargısı kuşkusuz tartışılabilir. Ben burada tartışmaya girmeyeceğim.

Nusret Hızır, yukarda sözü geçen yazısında şu bilgileri yermektedir ki bizim için ilginçtir:
«Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu'ndaki zaman bölümünü yazarken, İstanbul Üniversitesi'nde bulunduğu yıllardaki çalışmalarından esinlenmiştir. Yine ilginçtir, Hızır, üstadının kitabını övdükten sonra eleştirmekten de geri kalmıyor; şu satırları yine onun yazısından aldım:

«Peki, her şey İyi ama, yaşam felsefelerinin, existence felsefelerinin durumu nedir? Bunlar sistemli bilgi vermeseler bile, bilgi vermek iddiasında bulunmaksızın, bir anlayış öne sürmüyorlar mı? Reichenbach, birçok felsefeleri eleştiriyor, onlar hakkındaki düşüncelerini söylüyor ama, yukardaki soruya cevap vermiyor. Nusret Hızır'ın, Reichenbach'ın kitabmda haklı olarak eleştirdiği ikinci nokta da şudur:

«Modern bilimsel felsefeye, yalnız matematikten ve doga bilimlerinden geçilebileceği düşüncesi yanlıştır Hızır ve şu sözleri ekliyor: 4nsan bilimleri de, Reichenbacb'ın anladığı anlamda bir bilimsel felsefeye pek âlâ veri olabilirler. Şöyle bitiyor tanıtma yazısı: «Reichenbach'm ölümünden az önce yazılmış olan, dolayısıyla onun bilimsel vasiyetnamesi karakterini taşıyan bu kitap, okuyucuya eski sistemleri vs yeni olduğu halde, zihniyeti eski olan öğretileri, modern görüş açısından görmeyi ve bunları, modern felsefe ile karşılaştırmayı sağlamaktadır. Nusret Hızır, Bilimsel Felsefenin Doğusu'nu, yalınlığın ve pedagojik virtüözlüğün bir örneği olarak nitelendirmektedir.

1951'deki bu tanıtma yazısı, bizdeki baş öğrencisinin, Reichehbach'ı ve onun eserini değerlendirmesi açısından Önemlidir. Ne var ki, bu yazının etkisi, o günlerin ortamında az oldu ve Reichenbach, Türkiye'de uzun yıllar unutuldu. Bilimsel Felsefenin. Doğuşu, ancak 1981'de çevrilebildi. Prof. Cemal Yıldırım, çevirdiği bu kitap ve Reichenbach hakkında şun lan söylüyor: «Yazar, bu kitabıyla, felsefenin metafizikten çıkıp, bilime geçtiğini kanıtladığı savmdadır. Cemal Yıldırım, 1973'te yayınladığı, Bilim Felsefesi adlı kitabında da, Reichenbach'a oldukça geniş bir yar vermiş, onun yazılarından önemli parçalar almıştır.

Yine Nusret Hızır'a donelim: Hızır, 1976'da yayınladığı Felsefe Yazıları'nda şu açıklamayı yapıyor:
«Ben Nusret Hızır'ın, gerçekten de Reichenbach'm yolundan ayrılmadığım, matematiksel mantıkla, bilimsel felsefe ile ilgisini; derslerinde ve yazılarında sürdürdüğünü görüyoruz.

Fakat, bizdeki sembolik mantık, modern mantıkla ilgili çalışmaların, daha çok, 1960'larda başladığını ve bu alandaki asıl başanya, Prof. Teo Grunberg'le ulaşıldığını, «bilim felsefesi Türkiye'de, Reichenbach'la aynı yıllarda ders veren ünlü Alman Tıp Profesörü Nissen, anılarında şöyle diyor;

«Reichenbach'ın anlattıkları, birçok kimse için anlaşılması güç şeylerdi. Onun ders konularından, öğrencilerden çok, profesörler yararlanıyordu. Nİssen'in, böylece, bir gerçeği vurguladığını rahatlıkla söyleyebiliriz, Türkiye'de o yıllarda, Reichenbach'ın düşüncelerinin, bağh olduğu Heisenberg ve Einstein şöyle dursun, daha Kant ve Newton bile yeni Öğreniliyordu. Böyle olması da doğaldı.

Felsefe ortamı kadar, bilim ortamı da, lojistik gibi yeni bir mantığı anlayıp sindirmeye henüz hazır değildi.

Felsefe yayınları ve bilimsel kitaplar yetersizdi. Üniversitenin ve M.E. Bakanhğı'nm yayınları bilimsel düzeyden oldukça uzaktı, O yıllarda yayınlanan «Dün ve Yarın Külliyatı Reichenbach'ın bir kitabı da, bu «külliyat Kitabı çeviren felsefe öğretmeni Ziya Somar, bir dipnotunda şunları söylüyordu.

«Bu çeviriyi, içinde yetiştiğim bir kuruma (yani Felsefe BÖlümü'ne) karşı borcumu ödemek, bilimsel felsefenin sahibini (yani Reichenbach'ı) yakından kuşatan mutlu kimselere (yani, üniversitedeki hocalarla öğrencilere) yardım etmek isteği ile yaptım Ne var ki, bu çeviri, doğru' ve anlaşılır türde bir şey değildi. İyi çevrilse, işe yarayabilecek bu kitap, kötü bir çeviriye kurban gitmişti.
Böylece, sayıları az ve niteliği kötü yayınlarla, felsefeyi, özellikle felsefedeki yenilikleri izlemenin güçlüğü, apaçık belli oluyordu.
Bir başka önemli, engel de, o günlerin üniversite kadrosunda, Almanca bilenlerin azlığıdır.

Bütün bu nedenlerle, Reichenbach, Türkiye'de gereğince değerlendirilemedi.

Sayın dinleyiciler,
Bu konunun bir ilginç yönü de, kimi aydınlarımızın, Reichenbach'ı ve onun durumunu eleştirmesidir.
örneğin, tanınmış sosyoloji profesörü Ziyaettin Fahri Fm-dıkoğlu, taş dergisinde bir yazı yazdı. «Bizde felsefe öğrenimi tarihçesinden bir sayfa, ya da Reichenbach sorunu Yine Fmdıkoğlu'nun üstü kapalı olarak yaptığı suçlamalara göre «Raichenbach, felsefe tarihi bilmiyordu ve onun için de felsefe tarihi dersleri vermiyordu... Oysa Reichenbach felsefe tarihi uzmanı değildi, dolayısıyla onu böyle suçlamanın bir anlamı yoktu. Kaldı ki, O, bir boşluğu doîdurabilmek için, sürekli değilse bile, derslerinde zaman zaman, felsefe tarihine yönelerek öğrencilerine yararlı olmaya çalışmıştı.

Aynca, O'nun İstanbul'da verdiği konferansları dinleyenler, felsefe tarihi kültürünün, belli alanlarda ne kadar iyi olduğunu yakından görmüşlerdi.

Konu gerçekten ilginçtir ve meraklı bir araştırıcının ortaya çıkaracağı noktalar vardır. Ben burada bu noktalardan yalnızca birine değinmek İstiyorum:

Reichenbach, Türkiye'ye geldiği gün, Felsefe 3ölümü'ne başkan olmuş, o zaman bu bölümde görevli bulunan Fındıkoğlu hakkında ve başka bir hoca hakkında daha aleyhte rapor vererek «bunların bilimsel yeterlilikleri yoktur Bu nedenle Fmdıkoğlu'nun suçlamalarının duygusal olduğu anlaşılıyor.

Aynı Fındıkoğlu, az sonra, Prag'da toplanan Uluslararası Felsefe Kongresi'ne gitmiş9, kongre izlenimlerini yazarken, Türk heyeti başkanı Reichenbach'm (bildirilerinin ve tartışma düzeyinin) orada gördüğü büyük saygı ve ilgiyi belirtmek dürüstlüğünü de göstermiştir.
Reichenbach'ı başkaları da eleştirmişti, örneğin, ünlü bilim tarihçimiz Adnan Adıvar, ona karşı eleştiri ve ironi dolu bir yazı yazmıştı.
Adıvar'm düşüncelerini öğrenmek isteyenler, onun Bilgi Cumhuriyeti adındaki kitabına bakabilirler. Ünlü bilim tarihçimiz bu yazısında, Paris'te bir felsefe toplantısında karşılastiği Reichenbach'la neler konuştuğunu iğneleyici bir dille anlatıyor.
Sayın Dinleyiciler,

O yıllarda, İstanbul'da Fen Fakültesi'nde bir Alman profesör daha vardı: Von Mieses.

Az önce Macit Gökberk'den söz ederken adı geçmişti bu profesörün. Adnan Adıvar; yine Bilgi Cumhüriyeti'ndekt bir yazısında, Von Mieses'in yalnızca matematikçi değil, pozitivist yönü bulunan bir düşünür de olduğunu belirtiyor. Bu profesörün, yeni pozitivizm konusunda oldukça tanınmış bir de kitabı var.
1937 yılında, İstanbul Üniversitesi'nin genel açılış dersini, yüzlerce öğrenci karşısında bu Von Mieses vermişti. Sonradan yayınlanan bu ders, onun bilim felsefesine yatkın kültürünü çok iyi gösteriyor.
Reichenbach'la, Von Mieses'in, dünya çapında ünlü bu iki profesörün, aym yıllarda İstanbul'da bulunup ders vermeleri iyi sonuçlar doğurabilirdi, ama, beklendiği gibi olmadı.
Türkiye'deki bilim ortamının henüz gelişememesi, felsefe .uğraşı içinde olanların bir takım dogmalarla adeta koşullanmış bulunmaları yüzünden, Reichenbach ve Von Mieses kendilerinden umulan verimli çalışmaları yapamadılar.

İstanbul Felsefe Bölümü'nün o günlerdeki zihniyetini anlatan Nusret Hızır şöyle demektedir: «Ben İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde iken, felsefeye bir mistiklik atfediliyor ve bu mistik yönün etkisi altında kalmıyordu. Reichenbach'ın felsefe anlayışına, benim de ona uymama direnç (altım ben çizdim) gösteriliyordu. Evet, bilim ve düşünce ortamı böyle idi. Maddî koşullar nasıldı? Onlar da doyurucu değildi Reichenbach için. Akıl almaz bir bürokrasi yüzünden kendisine emeklilik hakkı tanınmamıştı. İki çocuğu vardı, biri sekiz, biri on yaşında. Bunlar ne olacak, diye soruyordu. Nasıl okuyacaklar? Nasıl yetişecekler? İş bulabilecekler mi?

Aslına bakılırsa, Reichenbach'ın Türkiye'ye gelişi de, kendisinin pek istediği bir şey değildi, rastlantıların zorlamasıyla olmuştu, Nazizm'den kurtulmak için sığınmıştı Türkiye'ye. Burasını, bir ara durak, rahat karar verebilmek için bir süre oturulabilecek bir yer diye seçmişti.
İşte yukardan beri anlatmaya çalıştığım bütün bu nedenlerle Amerika'dan yapılan bir çağndan yararlanarak, 1938 yılında Los Angeles Üniversitesine gitti,
Reichenbach'm, bir ara, İstanbul'da Amerikan Koleji'nde ders verdiği de söylenmektedir. Yeni işini bulmakta, bu kolejin aracılık ettiği düşünülebilir.
Bu profesörle ilgili sözlerimi bitirmeden bir bilgi daha vermek isterim:
Reichenbach İstanbul'da iken, onun isteği ile Avrupa'dan pek çok felsefe kitabı getirtilmiştir, öyle ki, bugün, İstanbul Üniversitesinin Merkez Kitaplığı'nda pek az üniversitede bulunan, yeni pozitivizmle ilgili bir koleksiyon vardır.

İktisat profesörü Neumark'm anılarında belirttiği gibi, yabancı profesörlerin hemen hepsi, Türkiye'de kitap sıkıntısı çekerken, Reichenbach'a böyle bir olanak sağlanması onun için her halde büyük bir kazanç olmuştu. Bu sayededir ki, Türkiye'den ayrıldıktan kısa süre sonra yayınladığı eserlerini hazırlayabilmiştir.

Reichanbach'ı tanıyanlar onun, sporu, yürüyüşü, bu arada dağcılığı da sevdiğini söylüyorlar. Sık sık, Uludağ'a kayak yapmaya gidermiş. Bu değerli profesörün, kendisinden çok şey beklendiği bir sırada Los Angeles'de ölmesi, felsefe için,. gerçekten büyük şanssızlık olmuştur. Öldüğünde 62 yaşında idi.

Sayın dinleyiciler,
Şimdi, ikinci felsefeciye, Von Aster'e geçiyorum, Reichenbach, İstanbul'a geldikten üç yıl sonra, yani 1936'
da, Almanya'dan bir felsefeci daha çağrılmasını önermişti. O ve, Felsefe Bölümü'nün öteki hocaları, her halde şöyle
düşünmüşlerdi:
Reihhenbach, matematiksel mantık ve bilimsel felsefe dersleri veriyordu fakat felsefe tarihi derslerine de gereksinme duyuluyordu. Bu nedenle bir felsefe tarihi profesörünün getirilmesi çok iyi olacaktı.
Ünlü Alman felsefe tarihçisi Von Aster'in, böyle bir düşünce ile yurdumuza çağrıldığı anlaşılmaktadır.
Hocam T. Mengüşoglu, özel görüşmemizde, kendisinin Reichenbach'ı pek tutmadığını söyledikten sonra İstanbul'da yayınlanan Fransızca gazetelerin O'nu özellikle tuttuğunu söylerrtfsti. Araştırmaya değer.
«Aster Von Aster'in getirtilmesini Özellikte Reichenbach istemişti. Reichenbach, felsefi görüşleri ve bilgi kuramı anlayışı kensîninkine benzeyen bu yeni - pozitivist profesörü, yakından tanıyordu.

Aster de bir Nazi kurbanı idi. Naziler onu, sosyal demokrat olduğu için, Giessen Üniversitesi'ndeki kürsüsünden uzak-laştırmışlardı. Baskılar yüzünden herhangi bir îş bulmasına olanak yoktu.

Prusyalı bir ailenin çocuğuydu Aster, «von öğrencisi Cavit Orhan Tütengil, onun için yazdığı yazıda şöyle diyor: «Düşünceleriyle dinç, hareketleriyle çevik, gözünün gülümseyişieriyle çocuk ve çenesinden aşağı doğru uzanan sakalıyla ihtiyar... İşte hocamız Aster. Evet, bu hocamız, sarkık pos bıyıkları, sivri sakalı ve gözlükleriyle, 20. yüzyılın başlarım simgeleyen tipik bir Batı aydını, bir felsefeciydi.
Ben Reichenbach'ı görmedim, bir resmini gördüm, o kadar. Ama Aster'in derslerini beş yıla yakın bir süre izledim. Biz öğrenciler, konusunu iyi'bilenlerin büyük rahatlığı ile konuşan bu hocamızı çok seviyorduk.

Aster, Türkiye gibi, Batı kültürüne daha yeni yaklaşan bir ülkede ders vermenin bilincinde idi. En zor konulan anlaşılır kılmak için, elinden gelen her şeyi yapıyordu. Burada yayınladığı kitaplar, verdiği konferanslann metinleri, bunu açıkça göstermektedir.
Aster'in başarılı olması biraz da Macit Gökberk'le işbirliği yapmasından doğuyordu.

Gökberk, Prof. Aster'in İstanbul'a gelişinden bir yü kadar sonra Almanya'dan dönmüştü. Onun tarihe eğilimi, bu yeni profesörle çalışmasını kolaylaştırdı. Reichenbach zaten gitmişti, Aster'in doçentliğini ve çevirmenliğini buradan ayrılışına kadar Gökberk yaptı.
Mazhar Şevket İpşİroğİu ve Takiyettin Mengüşoğlu gibi Almanca bilen genç hocaların da az sonra bölümde görev almaları, Von Aster'den daha çok yararlanılmasını sağladı.

Sayın dinleyiciler,
Prof. Von Aster'in felsefi kişiliğini merak ettiğinizi tahmin ediyorum, şimdi bunu açıklamaya çalışacağım, Hocam Prof. Macit Gökberk kendisiyle yaptığım söyleşide şunları söylüyor;

«Aster'in, 1913'te Almanya'da bilgi kuramı konusunda bir kitabı yayınlanmıştı: Bilgi Kuramının İlkeleri. Kitabın alt başlığı da şöyle; Nominalizmi Yeniden Kurmak İçin Bir Deneme. Bu kitap o sırada birden ün kazanan fenomenolojinin kurucusu Husserl'e karşı bir kitaptı. Aster, kitabının, böyle bir zamanda yayınlanmasının kendisi için talihsizlik olduğunu söylerdi; Oysa onu başyapıtı sayıyordu. Fakat Aster, Husserl'in ünüyle baş edemeyeceğini anlayınca, kendisini daha çok felsefe tarihine verdi. Ve bu bağlamda bir çalışma yapmaya başlayarak, Bilgi Kuramının Tarihi'ni hazırlayıp yayınladı. Onun birçok kitapları daha var; Fransız Devriminin Politik ve Top*lumsal Düşünceleri adlı kitabı dilimize de çevrilmiştir (1927).
Sözlerini şöyle sürdürüyor Gökberk:

«Aster, felsefe tarihi derslerinde, felsefenin mantığım, felsefenin gidişini nesnel olarak anlatmak, felsefe sorunlarının içindeki mantığı bulmak, bunların, birbirinin içinden nasıl' doğduğunu göstermek isterdi. Kendi görüşlerini bir yana bırakırdı. Felsefe sorunlarının diyalektiğini de göstermeye çalışırdı. Büyük özelliği çok aydınlık olması idi. Eski Darülfünun'umuzla karşılaştırılınca, onun öğreümindeki aydınlığı çok daha açık görürdüm. Aster'in kendisi de İstanbul'da yayınladığı bir yazısında felsefe tarihi konusundaki görüşlerini şöyle dile getiriyor:

«Matematik tarihinden vazgeçerek matematik sorunları çözümlenebilir. Ama, felsefe tarihinden vazgeçerek felsefe sorunları çözümlenemez. Felsefe sorunlarının bu özelliği, bu sorunların, ebedi bir karakter taşımasından doğuyor. Bu nedenle felsefe tarihi, ölünün değil, canlının, yani aynı zamanda bugünün tarihidir. Felsefe tarihinin kendisi bir felsefedir (aitmı be'n çizdim. 30'lu yılların sonlarıyla 40'lı yılların başlarında, İstanbul' da değerli yabancı profesörlerin ders vermesi, bilim ve felsefe hayatında, bizim için olduğu kadar, bütün dünya için de dikkati çekici olaylara sahne olmuştur. Böyle söylerken sözü şuraya getirmek istiyorum:
Bu yıllarda, İstanbul'da özellikle, psikoloji alanındaki çalışmalarıyla ün yapmış bir Alman profesör daha vardı: Wilhehn Peters.
Feters de Türkiye'ye sığınanlardandı. Edebiyat Fakültesi'nde, Deneysel Psikoloji Bölümü Başkanlığı'nda bulunuyordu. Aster'le ikisi Almanya'dan beri arkadaş idiler.

Peters, Aster'in ölümünden sonra yazdığı yazıda bakın neler söylüyor: .
«Aster, bütün hayatıyla, insanlığın ve kültürün ilerlemesi, milletlerin anlaşması ve birlikte çalışması ve uluslararası bir. düşünüşün meydana gelmesi idesine bağlanmıştı. Bu idenin gerçekleşmesindeki en büyük engeli, Alman orta sınıfının, doymuş küçük burjuvazi zihniyetinde görüyordu, İşte bu zihniyete karşı olması yüzünden Sosyal Demokrat Partisi'ne bağlanmıştı, Von Aster'in her zaman sözünü ettiği birkaç dostu arasında, felsefe tarihçisi ve denemeci Groethuysen, ahlak filozofu ve pedagog Friedrich Wilheim Forster ve Katolik filozof ve sosyal reformcu Steinbuchel vardı.

Peters bu yazısında, Aster'in, Freud ve «geştalt psikolojisi Yine İstanbul Üniversitesfnde görev alan. Alman profesör Walter Kranz da «Ernst Von Aster'in Kişiliği

«Biz Aster'de eski bir Elen bilginini ve bilgesini buluyorduk. Ne var ki, keskin nükteleri artık seyrekleşmiş, sevinç dolu toplantıları yapılmaz olmuştu, Yaşlüık onu sessizleştirmişti, yalnızlıktan ve sessiz yapılan ikili buluşmalardan hoşlanıyordu. Kendisinin bir banş inşam, zıtlıkları uzlaştırmaya çalışan bir sentez insanı olduğunu söylerdi, Almanya'daki görevinden uzaklaştırışını anlatırken, oradaki meslektaşlarım arasında kimse bana düşman değildi, der ve anlamlı bir biçimde susardı. Bir armoni filozofu olan Leibniz'i Özellikle sayar ve severdi. Kahraman fakat kavgacı olan Martin Luther'i değil, sessiz bir hümanist olan Erasmus'u tutardı. Onun, bir Demokritos ile bir Aristoteles'i, bir Hobbes ile bir Spinoza'yı, bir Freud ile bir Brentano'yu, birbirinden ayrı hatta zıt olan bu filozoflar, aynı güzellikte anlatma yeteneğinin kaynağı, zekâsmdaki uyma özelliğinden geliyordu. Şöyle derdi; Her filozofun kişiliğine bürünebilirim, yine de kendi felsefi görüşlerimden ayrılmam Öğrencilerinin ve başkalarının düşüncelerine hoşgörü ile bakar, çeşitli görüş noktalarının, olabildiğince açık ve seçik ortaya çıkmasına Önem verirdi...

Prof. Aster, Edebiyat Fakültesi'ndeki derslerinden başka, Hukuk Fakültesinde «hukuk felsefesi Derslerinin yanında, düzenli olarak seminerler yapardı. Bu seminerler arasında şunları sayabiliriz;

Kant Felsefesi, İngiliz Felsefesi, Kari Marks, Leibniz, Spi-noza, Eksistansiyalizm.
Seminerlerinde, bilgi açısından olduğu kadar, pedagojik açıdan da pek yararlı sonuçlar elde edilirdi. Gerçekten de, öğretmesini bilen, bilgjli ve geniş kültürlü bir hoca idi Aster. Bu kültürünü derslerine her an yansıtırdı.
Şimdi anımsıyorum: Bize bir dersinde Spinoza'yı anlatırken, ilkin, «barok Hamlet'in «to be or not to be Aynı zamanda iyi bir konferansçı idi Aster, İstanbul'da şu konferansları vermiştir:
  1. Hegel Sisteminin Felsefe Tarihindeki Yeri 11936)
  2. Zamanımızın Felsefe Akımları ve Doktrinleri (1937)
  3. Nietzsche (1938)
  4. Aristoteles ve Galilei (1939)
  5. Faust (1940)
  6. Felsefe Tarihinde Ölüm Meselesi (1941)
  7. Kant'm Ahlakı (1942)
  8. Sokrat (1943)
 
Üniversite'de, halka açık olarak verileri bü konferanslar daha sonra yayınlanmıştır.

Sayın Dinleyiciler,
Aster'in İstanbul'da verdiği ürün, Reichenbach'ınkinden daha çoktur. Bunu Macit Gökberk'in hazırladığı bibliyografyada açıkça görüyoruz. Gökberk bu bibliyografyayı, önce Felsefe Arkivi'nde daha sonra da İş Mecınuası'nda yayınladı. Bu bibliyografyaya baktığımızda şu kitapları ve yazılan görüyoruz:

Felsefe Tarihi Dersleri (îlk ve Ortaçağ Felsefesi), 1943 (Kitap! .
Felsefe Tarihinde Türkler, 1938. T.T.K.'na sunulmuş bildiri.
Felsefe ve İstanbul Üniversitesi'nde Felsefe Öğretimi, 1940 (Makale).
Felsefi Antropoloji, 1940 (Makale).
Felsefe Tarihinde İlerleme Kavramı, 1940 (Makale).
Hukuk Felsefesi Dersleri, 1943 (Kitap).
Bilgi Teorisi ve Mantık, 1945 (Kitap); ikinci baskı 1972.
Descartes ve Felsefesi, 1945 (Makale),
Bireşim ve Uyum Filozofu Leibniz, 1947 (Makale).
Mimesis, 1947 (Auerbach'ın kitabı için tanıtma yazısı).

Aster'in, Reichenbach'İa ilgili düşüncelerine de değinmek İsterim. Konuşmamın başlannda, Nusret Hızır'ın, Reichenbach'ı, yeni pozitivist saymadığını, onu böyle kabul edenleri eleştirdiğini söylemiştim, Aster, Nusret Hızır'ın bu görüşüne katılmıyor.
O, İstanbul'da verdiği ve dinleyicileri arasında Reichenbach'ın da bulunduğu bir konferansta şu düşünceleri Öne sürüyor:

«Yeni pozitivizm, genetik mekanik düşüncelere dayanan eski pozitivizmin gelişmiş bir biçiminden çok daha fazia bir şeydir, (...) Bu konuda burada fazla söz söylemeye gerek görmüyorum. Yeni pozitivizmin değerli temsilcilerinden biri aramızda bulunuyor. Onun bizi bu konuda, daha büyük bir yetki ile aydınlatacağını umuyorum. Aster'in, yine İstanbul'da yayınlanan bir yazısında, aynı konuda şunlan okuyoruz:

«Aramızdan ayrılarak Los Angeles'e giden Reichenbach, relativite ve kuanta kuramlarını çok yakından tanımış, matematik ve fizik alanlarındaki bilgileriyle öne geçmiş bir düşünürdür. Reichenbach, İstanbul Üniversitesi'nde bulunmadan 'önce, Einstein'ın, Laue'nin ve Planck'm isteği ile Berlin Ünivsrsitesi'nde çalışmakta idi. Kitapları, özellikle, mekân ve zaman kavramlarının axiomatiği üzerine yazmış olduğu kitabı, birçok sorunların tartışılmasında ve aydınlanmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Kendisinin, istanbul Üniversitesi'nde, doğa bilimleriyle felsefe arasında kurmaya çalıştığı bağların, onun buradan ayrılmasıyla kopmayacağım ummak isterim (...) Bugün, olasılık kavramı, doğa bilimlerinin temel kavramı olarak gelişmekte, öte yandan felsefe tarihinin en eski sorunlarından biri olan nedensellik sorunu, yeni bir ışığm altına girmektedir. Gerçekten de bu iki sorun, Reichenbach'ın İstanbul'da yayınladığı geniş bir araştırmaya konu olmuştu.

Aster, Reichenbach'a, onun düşüncelerine ve felsefeye katkısına her zaman saygı duymuş, bunu her fırsatta belirtmiştir. Philosophia dergisine, 1938'de yazdığı yazı da bu saygının güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilir.

Von Aster, Türkiye'de, 1936'dan başlayarak tam 12 yıl ders verdi, sayın dinleyiciler. Son yıllarında hasta olduğu halde, derslerini aksatmadan sürdürmeye çalıştı.

Eşi tanınmış bir romancıydı ve İsveçliydi. Aster, 1948 yılında, İsveç'e eşinin yanına gitti, Türkiye'ye dönemeyerek orada Öldü.
Ölümü duyulunca, İstanbul'da Felsefe Böîümü'nde bir ama töreni yapıldı. Törendeki konuşmalar sonradan yayınlandı.
O zaman rektör, olan Prof. Sıddık Sami Onar yaptığı konuşmada, Aster için şöyle diyordu:

«Üniversiteler, büyük bir ailenin parçalarıdır. Bir üniversitenin profesörü başka bir üniversite için yabana sayılmaz. Üniversitemiz, Von Aster'i aramıza girdiği günden beri, kendisinin aziz ve sevimli bir elemanı saymış, ona güvenmiş, onunla övünmüştü. Von Aster de üniversitemize karşı aynı ilgiyi göstermiş, derin bilgisinden, her fakültemizi, her öğrencimizi yararlandırmaya çalışmış, kendisinden yardım istenilen her alanda yardımını esirgememişti... Felsefe Böîümü'nde yayımlanan Felsefe Arkivi dergisinin bir sayısı Aster'in anısına ayrıldı, bu dergide, onun kişiliği, hizmetleri ve felsefi görüşleriyle ilgili yazılar yer aldı.

Prof. Ziyaettin Fahri Fmdıkoğlu da yayınladığı İş Mecmuasının birkaç sayısında Aster'îe ilgili yazılara yer verdi, Basında da yazılar çıktı. Oy Ularda yayınlanan Aylık Ansiklo-pedi'de bu felsefeci hakkında bilgi verildi.

Sayın dinleyiciler, Aster konusunu burada keserek, üçüncü felsefeciye, VValter Kranz'a geçiyorum.

Walter Kranz konusuna. Profesör Mengüşoğlu hocamızın ilginç bir anısıyla girmek istiyorum; Efendim, Mengüşoğlu, liseyi bitirip de, yüksek öğrenim yapmak İçin 1929'da Almanya' ya gönderildiğinde Thuringen'de bir okula yazılmak ister. Okulun müdürü VValter Kranz'dır. Kranz, hiç Almanca bilmeyen,, biraz Fransızca bilen Mengüşoğlu'nu okula almak istemez. Mengüşoğlu inat eder, ısrar eder, Türk öğrenci müfettişliği de dayatır ve kayıt yapılır.

! Mengüşoğlü'nun bu okulda çok başarılı bir öğrencilik hayatı olur ve bildiğiniz gibi, öğrenimi bitince İstanbul'a gelir, Felsefe Bölümü'nde görev alır.

Aradan birkaç yıl geçer. Naziler, Kranz'ı, hümanist olduğu, kendi düşüncelerine uymadığı için baskı altında tutarlar, tedirgin ederler. Okuldaki görevinden ayırırlar, o da sonunda Türkiye'ye sığınmak zorunda kalır.

Kranz'ı, İstanbul'da karşılayıp Felsefe Bölümü'ne buyur etme işi, kime düşer biliyor musunuz? Onun 1929'da Thuringen'deki okuluna' girmesini istemediği Takiyettin Mengüşoğ-lu'na. Kaderin böyle cilveleri vardır.

W. Kranz, özellikle eski,Yunan Filolojisinde uzmanlaşmış bir biüm adamı idi. Eski Yunanca'yı ve Yunan Mitolojisini çok iyi biliyordu. Onun bu Özellikleri, bizim Felsefe Bölümümüz için büyük şans oldu.

Suat Baydur gibi, eski Yunan ve Latin dilleri ve edebiyatları üzerinde çalışan bir asistanla işbirliği yapması, derslerini, Suat Baydur'un çevirmesi, bizim için ayrı bir kazanç olmuştu.

Baydur, aynı zamanda, öztürkçe'den yana idi. Çevirilerinde ve terim karşılıklarında Türkçe kullanmaya özellikle önem veriyordu. Bu bakımdan, onun yaptığı çevirilerde, Kranz'm derslerini daha kolay anlıyor, daha çok yararlanıyorduk.

Kranz ozanlık yanı da olan bir kimseydi. Derslerinde güzel espriler yapar, ilk çağla zamanımız arasında, ilgimizi çeken bağlantılar kurardı.

Her şeyden önce iyi bir pedagogdu VValter Kranz, bir öğretim uzmanı idi. Seminerlerinde güzel bir tartışma ortamı yaratır ve konuyu iyi bellememiz için, eiinden gelen her şeyi yapardı. Seminerleri arasında, özellikle şu ikisini belirtmek isterim: Nîetzsche ve Goethe ve Schiller'in, Felsefeleri Eski Yunan filozofu Herakleitos'a adeta âşıktı. Onu anlatırken çok duygulanır, böyle bir filozof ölmemeliydi, daha çok eseri kalmalıydı, derdi; bunu söylerken gözleri yaşarır, ağlamaklı olurdu.

Bir ilginç yöntemi de şu idi: Platon'un diyaloglarım bize, sahneye konmuş bir oyun gibi oynatırdı. Biz öğrenciler, her birimiz, Sokrates, Protagoras, Alkibiades, Adeimanthos ve başkaları olurduk, diyaloglarda sıramız gelince, o eski Yunanlılar' m karakterine bürünür, onları seslendirirdik. Çoğumuz, onun etkisiyle, Eurfpides'den, Sophokles'in trajedilerinden parçalar ezberlemiştik.
Sayın dinleyiciler, Kranz'm dersleri, Antik Felsefe Dersleri adıyla yayınlamıştır. Bu hoca, Alman Filolojisi Böîümü'nde de ders vermişti. Onun burada yayınladığı yazılar arasında şunları gösterebiliriz: ,

Atomculuğun Doğuşu
Eflatun, ve Devlet
Ernst Von Aster'in Kişiliği
Leibniz ve Platon
Kranz'm, İstanbul'da bir de konferans verdiğini saptadım.

Belki başka konferanslar da vermiştir, benim saptadığım şu:
Greklerin İnsan Hayatıyla İlgili Olarak Kullandığı Benzetmeler. Bu konferansını 1944 yılında vermişti.
Walter Kranz'm, ünlü Herman Dils ayarında bir eski Yunan felsefesi uzmanı olduğu söylenir. Nitekim, Herman Dils'in başlattığı, «Vor Sokratiker Kranz, bu sevimli ve değerli hocamız, 1952'de Türkiye'den ayrüarak Bonn'a dönmüş ve Türkiye'ye sığınan felsefeciler dönemi böylece sona ermiştir.

Şimdi, dördüncü Alman profesörü anlatmaya başlıyorum:

Felsefe Bolümü'ne yabancı hoca olarak 1950 yılında Heinz Heimsoeth geldi ve iki yıl kaldı. Bu hoca İstanbul'a geldiğinde 64 yaşındaydı.

Heimsoeth, Kant'ı ve fenomenolojiyi ilgilendiren araştırmalarıyla tanınmıştı. Felsefe tarihi çalışmaları da vardır; bu bakımdan Prof. Von Aster'e benzer. Metafiziğe ve insan felsefesine ilişkin tarihsel nitelikli çalışmalarından, Heimsoeth' un, sistematik bir düşünür kimliği ortaya çıkmaki&dır. Yirmi kadar kitabm ve pekçok bilimsel incelemenin yazarıdır. Türk okuyucuları için kaleme aldığı Ahlak Denen Bilmece adlı kitabı, ahlak felsefesine bir giriş niteliğindedir. Bu kısa fakat özlü kitap, ahlak felsefesi ve ahlak tarihi konusunda birçok bilgi ve sorunu birden kapsamaktadır.

Kant felsefesi uzmanı olan Heimsoeth'un, İstanbul'da iki kitabı daha yayınlanmıştır:
Felsefenin Temel Disiplinleri (1952)
İmmanuel Kant'ın Felsefesi (1957)
Heimsoeth'un; derslerini ve seminerlerini, önce Macit Gökberk ve Takıyettin Mengüşoğlu, sonra da Nermi Uygur çevirmistir. Bu hocanın İstanbul'da verdiği dersler arasında şunla n görüyoruz;
20. Yüzyıl Felsefesi
Nietzsche'niıı Felsefesi
Kant'a Kadar Yeni Çağ Felsefesi Tarihi
İnsan ve Tarih
İmmanuel Kant

Sosyolojiye Giriş adlı bir kitabı daha vardır
Sonra, 1953'te İstanbul'da Edebiyat Fakültesinde 6 konferans daha verdi. Bu konferanslar, İndustri Çağı başlığı altm da toplanarak fakültece yayınlanmıştır. Ayrıca onun Ankara'da yayınlanmış.

Yaptığı seminerler de şunlardır: Bilgi Teorisi Semineri

Platon'un tdealar Öğretisi Üzerinde Çalışmalar
Heimsoeth hakkında, Nermi Uygur balon ne diyor: «İstanbul'da olsun, Köln'de olsun, yıllar boyu yakın oldum kendisine. Doktoramı onun yanında yaptım. Doçentliğe onunla başladım. Kendisinden edindiklerim saymakla bitmez. Çok şey borçluyum ona,.. Heinz Heimsoeth, Türkiye'ye gelmeden önce, Amerika Birleşik Devletleri, İspanya, Fransa, Yugoslavya, Hindistan gibi yeryüzünün çeşitli ülkelerinde ders ve konferanslar vermişti. Mengüşoğlu, özel görüşmemizde, Heimsoeth'la, 1950'de «Hartmann Kongresinde tanıştıklarını söylemiş ve «İstanbul'a gelmesini kendisinin istediğini

Sayın dinleyiciler,
Heimsoeth'den az sonra. Prof. Joachim Ritter geldi İstanbul'a. 1953'te gelen bu profesör, bir yıl kadar kalarak ders verdi.
Ritter'in eğilimleri «varoluşçuluk Hitter'in Varoluş Felsefesi konusunda verdiği ilgi çekici üç konferans, sonradan yayınlandı.
Bu profesör derslerini, «Avrupa felsefesinin idesi ve tarihi Ayrıca onun, Felsefe Arkivi dergisinde, Aristoteles und Vor Sokratİker (Aristoteles ve Sokrates'ten Öncekiler) başlığı altında yayınlanmış bir yazısı vardır.

Sayın dinleyiciler,
Konuşmamın başında, Ritter'in, savaşla ilgili bir başka dramı vardır, onu da sırası gelince anlatırım, demiştim. Şimdi onun bu acıklı öyküsünü Bedia Akarsu'dan dinlediğim biçimiyle aktarıyorum «Ritter, İkinci Dünya Savaşı'nın Öncesi ve sonrasının çok sıkıntılarım çekmişti. Yedi yıl İngilizler'e tutsak olmuştur. En ağırıma giden şey ("numarayla çağrılmak") oluyordu, derdi hep. Esirdiler, kişilikleri kaldırılmıştı, birer sayı idiler yalnızca. Bedia Akarsu, bu profesör konusundaki düşünce ve anılarını şöyle sürdürüyor: «Ben kendi adıma, felsefe bakımından, hocam von Aster'den sonra en çok Rİtter'den yararlandım. Von Aster'Ie başladığım doktora çalışmam sonuna yaklaşmışken, hocanın ölümüyle ortada kaldı. Birkaç yıl önce bıraktım Humboldt üzerindeki çalışmamı. Sonra Prof. Ritter gelince yeniden başladım. Derslerini ben çeviriyordum Ritter'in, bu yüzden daha bir yakından tanıma olanağı buldum kendisini. Yeni bir yöntem ve yeni bir yaklaşımla ele aldım Humboldt'u. Gerçekten çok yararlandım Rİtter'den, gerek düşüncelerinden, gerek yönteminden. Yeni bîr bakış açısı getirdi bizlere. Dersleri ve seminerleri çok canlı oluyordu. En çok üzerinde durduğu süreklilik kavramı idi. «Phiiosophia perennis Sayın dinleyiciler, İstanbul'a gelen sonuncu Alman profesör Loringhoftur. Bu profesörün 1959 yılında Edebiyat Fakültesinde verdiği Mantık Derslerini Takiyettin Mengüşoğlu çevirmiş ve bu dersler 1973 yılında fakülte tarafından yayınlanmıştır. Onun Felsefe Arkivi'nde yayınlanmış iki de makalesi var.

Profesörlerin gelişi bundan sonra Ankara'ya yöneliyor. 1955 ve 1957 arasında Ankara'da bir profesör görüyoruz: Hans Freyer.
Freyer, akademik yaşamına önce felsefe ile başladıysa da, sonra sosyal bilimlere yönelmiş ve bu alanda karar kılmış bir profesördür.
Onu, ilkin, Ankara'da, 1950'lerde verdiği bir konferansla tanıyoruz. Konferansının konusu «Yunan Felsefesinin Kökeni idi ve bu konferansı Nusret Hızır çevirmişti.

Hans Freyer'in, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde verdiği derslerin Endüstride Hareketlilik başlığı altında yayınlanması düşünüldüyse de, bu düşünce şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.

Ankara'ya ders vermeye gelen iki profesör daha görüyoruz: Bunlardan biri yine Loringhof. Bu profesör, 1970 -1971'de gelerek Hacettepe. Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde bir yıl kadar ders verdi.

İkinci profesör Alexius Bucher'dir, 1976 yılında Ankara'ya gelen bu profesör de bir yıl ders vermiştir. Alexius Bucher'in Ankara'da Heidegger konusunda bir de konferans verdiği anlaşılmaktadır.

Ders verme faslı böylece sona eriyor, sayın dinleyiciler.
Bir de konferansçılar var, yalnızca konferans vermek için gelenler var. Onlardan da kısaca söz etmek isterim:
Örneğin, hemen Arnold Gehlen'le Erich Rothacker'in adlarını söyleyeceğim. Bu iki profesör kültür felsefesi konusunda Batı'da çok tanınmış kimselerdir.

Rothacker, daha Önce Almanya'da Prof. Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun hocalığını da yapmıştı. İstanbul'a konferans vermek için geldiği halde uzunca bir süre kaldı. Prof, Nermi Uygur'un onunla ilgili görüşleri ilgi çekici olduğu için aktarıyorum
«Felsefeye yürekten bağlı, konuşkan, gezmeyi, yemeyi seven bir insandı Rothacker. Almanya'da Bonn'da başkanlığını yaptığı Felsefe Böîümü'nün canıydı. Sık sık toplantılar düzenlerdi. Dehaca bir şey vardı onda. Çağımızın önde gelen bir tarih ve kültür filozofuydu... Bu profesörün 1951 yılında İstanbul'a gelerek, kültür ve kültür felsefesi konusunda verdiği beş konferans, 1955 yılında yayınlanmıştır.

1954 yılında İstanbul'a gelen Arnold Gehlen'in ise, «insan, insanın nereden geldiği, eylem ve zekâ içgüdüleri, dil, algı, kültür, teknik ve uygarlık konularında, sekiz konferans verdiğini görüyoruz.

İstanbul felsefe çevresinde, Prof. Von Aster'in 1940 yılında yayınladığı Philosophische Anthropologie başlıklı yazısından beri bilinen Gehlen'in konferansları İlgiyle izlenmiş ve metinleri yayınlanmıştır (1954 ve 1970 yıllarında iki baskı yaptı.)

Gehlen'in burada sevildiği güzel anılar bıraktığı anlaşılmaktadır2".
Son konferansçıya geliyoruz: Son konferansçı Prof. Her-mann VVein'dır. Bu profesör İstanbul'a 1957 yılında geldi. «Tarih, insan ve dil felsefesi üzerine Sayın dinleyiciler, size böylece, felsefenin Türkiye'deki öyküsünün, 1933'ten 1957'e kadar süren 24,yıllık önemli bir yönünü anlatmış bulunuyorum.

Bize ve bizden sonraki öğrencilere ders veren, felsefe yo*lunda ışık tutan hocalarımızı sevgi ve saygı ile andım. Umarım anlattıklarımı siz de ilgi çekici bulmuşsunuzdur.

Sonuç olarak şu noktaları belirtmek istiyorum:
1) Almanya'dan arka arkaya geien bu felsefeci hocalar, felsefenin Türkiye'de öğrenilip sevilmesinde, felsefeci kuşakların yetişmesinde oldukça büyük katkılarda bulunmuşlar, Önemli roller oynamışlardır.
2) Böylece, Aîman ve Türk felsefecilerin arasında iyi bir diyalog, belirli bir iletişim kurulmuş, bu diyalog ve iletişim, bugüne' değin sürerek gelmiştir.
3) Alman felsefecilerle bu yakın ilişki, özellikle 1930'larda yetersiz olan, Batı ve Alman felsefesi bilgimizin gelişmesini sağlamış ve bizi, bugün bir Kant'ı, bir Nietzsche'yi, bir Witt genstein'ı ve başka filozofları yorumlayacak ve oldukça rahat çevirebilecek bir duruma getirmiştir.
4) Öte yandan, Türkçemiz de 1930'lardan bu yana, özellikle 1960'tan sonra felsefe dili olarak gelişmeye başlamış, terimlerin Türkçe karşılıklarını bulmakta ve bunların uygulanmasında başarı sağlanmış, yapılan çevirilerin dili anlaşılırlığa kavuşmuştur. Dolayısıyla, Alman-Türk felsefecilerinin işbir*liği gittikçe daha verimli olabilmiştir.
Şimdi artık yurt dışından hoca getirmiyoruz. Sanırım konferansçılar da gelmiyor. Burada bunun nedenleri, iyiliği, kötülüğü üzerinde duracak değilim.
Ancak son olarak söylemek istediğim bir şey var:
Ne olursa olsun, kültür ilişkileri, şu ya da bu yolla, az ya da çok sürer gider.
Dileğim odur ki, dün biz, nasıl Alman felsefecileri arıyorsak, onların bizde ders vermelerini istiyorsak, Almanlar da bizim felsefecilerimizi arasınlar, biz de artık onların üniversitelerinde ders verebilelim. Türkler, ürettikleri yeni ve özgün felsefi düşüncelerle, eleştirileriyle, dünya felsefesine katkıda bulunabilsinler.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.

KAYNAKLAR
(1) M&zhar Şevket İpstroğlu, Bunalımdan Çıkış Yolu, İst, Üniv. Bülteni sayı 7. (1976)
(2) Arslan Kaynardağ, Felsefecilerle Söyleşiler, sayfa 13. (1986) (3; Felsefe Yıllığı II. 1934 -1935.
(4) A. Kaynardağ, Felsefecilerle Söyleşiler s. 14. ( 5 ) a.g.y,, s. 14,
( 6 ) Türk Fizikî ve Tabiî Bilimler Sosyetesi Yıllık Bildirimleri, 1935.
(7 ) Üniversite Konferansları 1934,1935,1938,1931.
(8) Ank. Üniv. Dil ve Tarih Coğrafya Dergisi, Cilt XIV, sayı 1 -2. (1956)
(9) Felsefe Kongrelerinde Türkiye, 1937, Ülkü Mecmuası, sayı 50.
(10) a.g.y. '.
(11) S. 126. «Bir Kongre, Bir Filozof ve Bir Kitap (12) Sayfa 128.
(13) Üniversite Konferansları 1937.
(14) Bilimin Işığında Felsefe, S. 14. (1965)
(15) Çev.: M, Nermi.
(16) Felsefe Arkivİ, Cilt II, sayı 3, 1949.
(17) Arslan Kaynardag, Felsefecilerle Söyleşiler, s. 20.
(18) Felsefe Semineri Derffİsî, 1939.
(19) Felsefe Arkivİ, Cilt II, sayı 3, 1949.
(20) Felsefe Arkivİ, Cilt II, sayı 3, 1949.
(21) Aylık Ansiklopedi, Cilt V, s. 1621'de Arslan Kaynardasın yazısı.
(22) Arslan Kaynardag, Felsefecilerle Söyleşiler, s. 79.
(23) a.gj., s. 23.
(24) a.g.y., s. 112.
(25) a.g.y., s, 157.
(26) a.g.y., s. 128.
(27) Üç baskı yaptı bu kitap. Son baskı: 1967,
(28) Arslan Kaynardag, Felsefecilerle Söyleşiler, s. 113.
(29) Tarihte Gelişme ve Krizler, 1954.
 
Bu metinde Türkiye'deki felsefe eğitimi tarihine ve özellikle Alman profesörlerin Türkiye'ye etkisine odaklanılmış. Türkiye'deki felsefe eğitimine yabancı profesörlerin getirilmesi, bu süreçteki değişiklikler, Alman profesörlerin ders verdiği konular ve öğrenciler üzerindeki etkileri detaylı bir şekilde ele alınmış. Alman profesörler Hans Reichenbach ve Ernst Von Aster'in Türkiye'deki felsefe eğitimine katkıları, ders verdiği konular, öğrenciler üzerinde bıraktığı izlenimler ve etkileri açıklanmış. Ayrıca, Türkiye'deki felsefe eğitim ortamının o dönemki durumu ve yetersizlikleri de vurgulanmış. Alman profesörlerin Türkiye'ye getirilmesinin felsefe alanında nasıl bir canlılık ve ilerleme getirdiği ve bu sürecin öğrenciler üzerindeki etkileri ayrıntılı şekilde anlatılmış.
 
Geri
Top