İç Borç Nedir? Türkiye’de İç Borçlanmanın Gelişimi
İç borçlanma devletin yurtiçindeki kişi, özel kurum ya da kamu kuruluşlarından zorunlu ya da gönüllü olarak belirli vade ve faiz karşılığında ödünç para almasıdır. Bu suretle tasarrufu olan kişi ya da kuruluşlardan devlet borçlanarak ekonomi içinde atıl olan tasarrufların yatırımlara kanalize olmasını sağlar. Genellikle kamu bütçesindeki hizmetlerin finansmanı için, hükümetlerin, ülke sınırları içinde kişi ve kurumlara ulusal para cinsinden borçlanmasıdır. İç borçlanmanın iktisadi niteliği, satın alma gücünün özel ve kamusal kesimler arasında el değiştirmesidir. 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun"da, "Devlet İç Borcu; Hazine Müsteşarlığı tarafından yurt içinde ihraç olunan Devlet iç borçlanma senetleri, Hazinenin geçici nakit ihtiyacını karşılamak için yurt içi piyasalardan yaptığı borçlanmalar ve senede bağlı olup olmadığına bakılmaksızın Müsteşarlık tarafından üstlenilen her türlü mali yükümlülükler" olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de iç borçlanmaya ilişkin esas mesele, seksenli yılların sonlarına doğru hızla artmaya başlayan, doksanlı yıllara gelindiğinde ise iyice kontrolden çıkan kamu açıklarıdır. Borçlanmada esas mesele kamu açıkları olmakla ile bu açıkların kapatılması amacıyla alınan borçlar zamanla daha büyük mesele olmaya başlamıştır. Nitekim 1995 yılına gelindiğinde destekli bütçe toplam finansman ihtiyacının %18'inin bütçe nakit açığından %82’sinin ise borç anapara ödemelerinden kaynaklandığını görmekteyiz. Bunun yanında, iç ve dış borç faiz ödemelerinin bütçeye getirdiği yük de devamlı artmaktadır. Kısır bir döngüye girilmiş; bütçe açıkları faiz ödemelerini, faiz ödemeleri ise bütçe açıklarını besler hale gelmiştir. 1994 ve 1995 yılları bütçeleri faiz ödemeleri hariç çok vermektedir. Bu yıllarda vergi gelirlerinin %50 sinden fazlası borç faiz ödemelerine ayrılırken, toplam faiz ödemeleri bütçe açıklarının iki katına yaklaşmıştır. Şayet faiz ödemeleri bu biçimde sürek ederse, devlet bütçesi gelecekte bugünkünden epey daha büyük bir faiz yükü birlikte karşı karşıya gelerek, bir nevi aktarma bütçesi haline dönüşecektir. Kamu açıklarının finansmanında 1985 yılından sonraları iç borçlanma giderek ağırlık kazanmıştır. 1995 yılı Aralık ayı geçici verilerine göre iç borç stoku 1,3 katrilyonu geçmektedir. Bu stok içinde vadesi bir yıldan dar olan Hazine bonolarının payı %40’a yakındır. Ekonomide fiyat istikrarının sağlanamaması nedeni birlikte Hazine yalnız epey dar vadeli borçlanabilmektedir. 1992 yılından itibaren ortalama vade önce yaklaşık bir yıla 1994 ve 1995 yıllarında ise 9 aya kadar gerilemiştir. Bu nedenle, kamu iç borçlanma kâğıtlarını sermaye piyasası aracı bir şekilde kabul etmek yerinde olacaktır. Devlet iç borçlanmasının maliyeti, 1991 yılından itibaren reel faiz oranlarının da hızla artmasıyla hayli yüksek düzeylere ulaşmıştır ve bu durum bugün içinde geçerliliğini korumaktadır. Gelişmiş ekonomilerde, devlet içi borçlanma kâğıtlarının faiz oranları; risk, likidite ve vergi muafiyetleri için diğer yatırım araçlarına göre daha düşük iken, maalesef ülkemizde bütün bu ilave avantajlarına rağmen kamu kesimi hala yüksek faizle borçlanabilmektedir. Bu durum doğal bir şekilde hususi yatırım araçlarının da faiz oranlarının yükselmesine ve fonların reel yatırım alanlarından spekülatif alanlara kaymasına, dolayısıyla da ulusal gelirin düşmesine niçin olmaktadır. Günümüz çağdaş borç yönetimi anlayışında, borçlanma politikası makro ekonomik amaçlara ulaşmada bir vasıta bi şekilde kabul edilmektedir. Bu anlamda, ekonomik konjonktür çerçevesinde borcun vade ve faiz yapısı birlikte borçlanılacak kesimlerin tespiti ehemmiyet arz etmektedir. Yalnız ülkemizde konjonktürel bir borçlanma politikası izlenmemektedir. Hazine kamu finansman açıklarını karşılamak üzere Merkez Bankası kaynaklarına başvurmak yerine epey dar vadeli ve yüksek faizli borçlanmayı tercih ederek parasal genişlemeyi (dolayısıyla enflasyonu) dar süreli bir şekilde denetim altında tutmaya çalışmaktadır. yalnız, devlet iç borçlanma senetleri vadelerinin dar olmasından dolayı piyasada likit kıymet bir şekilde kullanılmaları ve buna bağlantılı bir şekilde da bireylerin ve iş çevrelerinin likidite tercihini de düşürmeleri nedeniyle genişletici tesirler göstermektedirler. Böylelikle hem borçlanma aşamasında, hem de yüksek oranlı faizler birlikte borç anaparalarının ödenmesi aşamasında devlet iç borçlanma senetleri enflasyonist tesirler oluşturmaktadır. Özellikle enflasyon dönemlerinde toplam talebin denetim altına alınması bakımından tasarruf sahiplerinden borçlanma müspet bir şekilde değerlendirilirken, Türkiye’de bu kesimlere yalnız son yıllarda doğrudan bono ve tahvil satılmaya başlanılmış, bu da ekonomide büyük ölçüde tesir oluşturacak düzeylere ulaşamamıştır. Diğer taraftan ise, ülkemizde fiyat istikrarsızlığı, gelir dağılımında bozukluk, düşük oranlı büyüme hızı gibi yapısal ekonomik meseleler yaşanırken kaydi para oluşturma imkânına sahip ve kar oranları yüksek, bankacılık kesiminin iç borçlanma senetleri alıcıları içinde %80in üzerinde bir hisse birlikte birinci sırada mekân almasının ekonomik izahını yapmak epey güçtür. Devamlı yükselen kamu açıklarını kapatmak ve vadesi gelen borç anapara ve faiz ödemelerini yapmak amacıyla, günü kurtarma anlayışı içerisinde ülkenin ekonomik gerçeklerinin epey uzağında, yüksek faizle bankalardan borçlanılması sonucu piyasa faiz oranları da yükselmiş, hususi kesim sebebiyle yatırım karlı olmaktan çıkmış, ellerinde bol miktarda atıl fon bulunduran bankalar sebebiyle yüksek faizli, vergiden muaf ve riski düşük, kamu kâğıtları hayli cazip hale gelmiştir. 1989 yılından itibaren Hazinece, bütçe kanunlarının verdiği yetkiye dayanılarak, KİT’lerin birtakım kamu kurum ve kuruluşlarına olan borçlarının devralınması nedeniyle ve KİT’lere, Sosyal Sigortalar Kurumu birlikte fonlara ikrazen verilmek üzere, borçlanma limiti dışında ihraç edilen hususi tertip devlet tahvilleri gerek bütçe gerekse borçlanma politikasında disiplinin azalmasına yol açmıştır. Nakit dışı tahviller bir şekilde da adlandırılan bu çeşit tahviller zamanla artarak iç borç servisinin hızla yükselmesine yol açmış, faiz oranlarını yükseltmiş ve borçlanma vadelerini kısaltmıştır. İlave kamu harcamalarının finansmanı sebebiyle doğrudan Merkez Bankası kaynaklarının kullanılması ya da ihale yöntemiyle Devlet iç borçlanma senetlerinin satılmasının ekonomik etkilerini dar zamanda görmek mümkündür. Merkez Bankası kaynağının kullanılması konusunda kanuni limitler bulunmakta, buna ilave olarak bu metot ekonomideki parasal genişleme ve enflasyonist bekleyişler üzerinde dar zamanda etkisini göstererek, politik otoritenin ek harcama kararı almasını güçleştirmektedir. Eşdeğer biçimde, ek kamu harcamalarının, ihale yöntemiyle Devlet iç borçlanma senetlerinin satılması suretiyle finanse edilmesi de, faiz oranları ve enflasyonist bekleyişler üzerinde doğrudan dar sürede etkisini gösterebilmektedir. Yalnız, ihale dışında hususi tertip Devlet tahvili verilerek ek kamu harcamalarının finanse edilmesi, kamuoyu denetimi söz konusu olmadığı sebebiyle, dar sürede doğrudan faiz oranları ve parasal genişleme üzerinde olumsuz tesir oluşturmadığından, vakit içinde gittikçe artan ölçüde kullanılmaya başlanılmıştır. Bugün kamu kuruluşlarına ek bir şekilde Devletten alacaklı olan yüklenici, ihracatçı, yatırımcı da Devlet kâğıdı birlikte alacağını tahsil etmek istemekte, bu durum ise harcamaların kontrolünü güçleştirmektedir. Buna ilave olarak, bu kâğıtların ikinci el piyasasında nakde çevrilmesi dolaylı bir şekilde faiz oranları ve parasal büyüklükler üzerinde etken olurken, gelecek dönemde bütçenin iç borç servislerini arttırarak devletin mali piyasalar üzerindeki baskısının sürmesine de yol açmaktadır. Ekonominin Genel Dengesi yönünden bakılacak olursa, iç borçlanma yurtiçi kaynaklardan sağlanır ve GSMH’nın bir bölümünden alınır, ödenmesi ise GSMH’da bir azalma veya artış meydana getirmez, sadece transfer anlamını taşır. İç borçlanmada sağlanan kaynakta olduğu gibi, geri ödemelerdeki faiz ve anapara ödemeleri de para cinsinden gerçekleşir. Devlet, iç borçlanmayı değişik kaynaklardan yapabilir. İç borçlanma için seçilecek kaynağın yaratacağı ekonomik ve mali etkiler birbirinden çok ayrıdır. Bu nedenle devletin iç borçlanma yapacağı kaynak ve kaynaklar bileşimini çok iyi seçmesi gerekir. Tercih edilene kaynaklar ekonomik ve mali açıdan ulaşılmak istenilen amaca uygun değilse, ileride çok büyük bunalımlara yol açabilir.