Türklerde Ölüm ve Ölü İle İlgili inanç ve uygulamalar
Ölüm olgusu Türk kültüründe geniş bir yer işgal eder. Hem İslam öncesi hem de günümüzde, günlük hayatta ölüm, çok önemli bir konudur. Bu makalede, ölümün Türkiye’deki dini ve kültürel yönü incelenecektir. Bu konular şunlardır: ölümü haber veren ve ölümü engelleyen inanç ve uygulamalar, ölüm anında gözlemlenen inanç ve uygulamalar, ölünün defne hazırlanması, defin sonrası inanç ve uygulamalar.
Ölüm; doğum ve evlenme gibi kişinin hayatında karşılaştığı en önemli olaylardan bir tanesidir. Bu olgu, kişisel olmakla birlikte, toplumu ilgilendiren bir olay olmasından dolayı da, değişik bilim dallarında değişik yöntemlere göre konu edilip incelenmektedir. Örneğin, tıp, din, arkeoloji, etnoloji, antropoloji, folklor, edebiyat vs.
Bu olgunun etrafındaki inanç ve uygulamaları olgunun bağlamındaki milletin gelenek ve görenekleri etkilemiştir (Nirun ve Özönder, 1990:251-264). Biz bu çalışmada, günümüz Anadolu’sunda geleneğin şekillendirmiş olduğu ölüm ve ölü etrafında oluşan inanç ve uygulamaları önce tasvir edecek, daha sonra da
Halk Bilimi yöntemlerine göre analizini yapıp mümkün olduğunca, her bir olgunun anlamını bulmaya çalışacağız.
Bu anlama işine, ilk önce Türk Kültür tarihi boyunca Türklerin sahip olduğu ölüm anlayışı ile başlayacağız. Ardından da günümüzde, Anadolu’da gözlemlenen inanç ve uygulamaları tasvir, tasnif ve bunların analizi ile devam edeceğiz.
A- Türklerde Ölüm
Kaçınılmaz olan ölüm gerçeği karşısında Türkler de “ölüm” olayının nasıl gerçekleştiğine dair, kendilerince bir takım inanca sahip olmuşlardır. Değişik din ve kültür çevresine girmiş olan Türkler, değişik zaman ve coğrafyada değişik ölüm anlayışlarına sahip olmuşlardır, ancak bunların temelini Tengrici-lik (Tanyu, 1978, 9-12; Eroğlu, 2000, 1-21) veya Tengrizm ya da Geleneksel Türk Dini (Günay-Güngör, 1998, 33-44) şekillendirmiştir.
Bu bağlamda geleneksel inançtaki Türkler ölümü, ruh veya canı ifade eden “tm”m bedenden çıkması biçiminde anlamışlardır.
Altay ve Yakut Türkleri ruh-can kavramını tın, süne (ya da sür) ve kut kelimeleri ile ifade etmişlerdir. Tın, bütün canlılarda; süne, sadece insanlarda; kut ise, canlı cansız her şeyde bulunur ve bulunduğu şeye kutsallık kazandırır.
Bu anlayışa göre, kut’un bedenden ayrılması ile ölüm gerçekleşmez ama kişideki kutsallık kalkar, sıradanlasın Kut, insan için kesinlikle bir güç ve uzun ömrün vazgeçilmez bir dayanağıdır. Birey onsuz hayatını sürdüremez (insanın kutsalla iç-içe olma durumu ile ilgili inanç ve uygulamaları ileride örneklendireceğiz). Ancak tın bedenden ayrıldığı vakit, bedenin ölümü hemen gerçekleşmiş olur (İnan, 2000, 176).
Kut kelimesi üzerine yapılan açıklama ve tartışmalara Jean-Poul Roux “Altay Türklerinde Ölüm” adlı eserinde geniş yer vermiş olup, bu açıklamada kut’u şu şekilde izah eder;
1. Çadırın açıklığından düşen jelati-nimsi bir madde,
2. Zihin, ruh, hayati güç,
3. Şans,
4. Sürüleri koruyan bir muska ya da nazarlık anlamlarını taşımaktadır (Roux, 1999:36).
Bu tasnifin en büyük özelliği, şimdiye kadar kut kavramının izahında ilk akla gelen “mutluluk” ve “saadetli olma” (Arat, 1979:xxıv-xxvm) ifadelerini göremiyoruz. Bununla birlikte eski metinlerde karşımıza çıkan “ülüg” kelimesinin karşılığı “şans” anlamına yer verilmiştir. “Çadırın açıklığından düşen jelâtinimsi bir madde” ifadesi ile de, bize göre, aileye kutsallık atfedilmektedir.
Türkler, hastalık sonucunda ölümün vuku bulacağına inanmışlar, ancak bunun yanında ölüme karşı direnme ve ölmeme arzusu ile hayata bağlanmışlardır. Şöyle ki, hayattan daha fazla öteki dünyaya değer verip sürekli ölümden bahseden değişik dönemlerde hatta bazen aynı devirde değişik dinlere bağlanan Türkler, sürekli olarak hayata bağlılığı vurgulamışlardır. Bu düşünce çerçevesinde, hastalık zamanlarında hastaya bir tür karantina sistemi uygulamışlar, hastayı tedavi çadırına almışlar, ona, görevlilerin haricindeki kimseleri yaklaştırmamışlardır. Bu uygulama aslında, fiziki hastalığın, başkalarına geçmemesi için düşünülen akli bir tedbirdir. Bizim için buradaki uygulamalardan daha ziyade, olayın inanç tarafı önemli olduğu için, bu konuya bu kadar temas etmekle yetineceğiz.
Türkler sadece Tanrının ebedi olduğuna, insanın ise faniliğine inanır. Orhun Yazıtlarında bu anlayış şu şekilde anlatılmaktadır: “öd tengri yasar, kişi og-lı kop ölüglü törümüş” yani “zamanı Tanrı takdir eder; kişi oğlu hep ölmek için türemiş” (KT-Ş10)® Bu inanç çerçevesinde karşılaşmış oldukları ölüm olayını Türkler tip ve biçimine göre ayrı ayrı kelimeler kullanarak anlatmaya çalışmışlardır. Eski Türk Yazıtlarında, geçen ölümle ilgili kelimeler şunlardır:
Saygı duyulan şahsiyetlerin ölümünü “vefat etmek” anlamında saygılı bir biçimde anlatmak için “kergek bolmak”, “uçabarmak” ile “adrılmak” kelimeleri kullanılırken, düşman ya da avamdan olanların ölümünü ifade etmek için de “ölti”, bazen de “adrılmak” kelimeleri kullanılmıştır.
“Kergek bolmak” ifadesi bilim adamlarınca saygılı bir tarzda, vefat etmek olarak algılanırken O. Nedim Tuna, bu ifadeye daha farklı yaklaşır ve “kergek bolmak” sözcüğünü “uçmak” ile öz-deşleştirip kelimenin etimolojik yorumunun yamsıra kavram bütünlüğü içerisinde ve Geleneksel Türk inancı doğrultusunda Barthold’u da kaynak göstererek şu yorumu yapmaktadır:
“Orhun Yazıtlarından ancak şu kadarı malum oluyor ki Türk halk itika-dınca, insanın ruhu öldükten sonra, kuş yahut böcek suretinde tenasüh edermiş. Vefat eden hakkında “uçdı” deniliyor. Malumdur ki Batı Türklerinde de hatta İslamiyet’i kabul ettikten sonra da öldü yerine “şunkar boldı” yani “şahin oldu” ibaresi kullanılıyordu.” (Tuna, 1960, 131-148).
Aynı konuda A. İnan da benzer bir ifade kullanmaktadır: “… Manas’ın sineğe benzer canı çıktı, gerçek evine gitti.” (İnan, 2000, 182). Fuat Köprülü ise, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde, Yesevilik ve Bektaşilikteki “kuş olmak” menkıbelerini Şamanizm’e bağlayan mühim yorumlar yapmıştır.
Bugün Türkiye’de halk arasında yaşayan Ölümle ilgili bazı deyimler (canı çıktı, ömür kuş gibi gelir gider, hasta zayıf ama canı içinde, kuş gibi uçtu vb.) Geleneksel Türk Dininden günümüze ulaşan kalıntılar olmalıdır.
Şimdi, bu aşamadan sonra günümüzdeki ölüm ve ölü ile ilgili inanç ve uygulamalara geçebiliriz.
B- Günümüzde Ölüm
Anadolu Türklerinde ölüm ile ilgili inanç ve uygulamalar, doğal olarak, değişen coğrafya ve ortamdan etkilenmiş, ancak bir takım noktalarda, kendisim koruyacak ortamları da bulmuştur. Anadolu inanç coğrafya ve ortamının ağırlığını, şüphesiz İslam dini oluşturmaktadır. Bu durumda, ilgili Geleneksel Türk inanç ve uygulamalarının, İslam’ın vermiş olduğu ruhsatlar sayesinde, kendine bir yer bulabildiğini söyleyebiliriz. En azından, ölüm ile deyim ve kavramlar is-lamileştirilmiştir. Ruh, ecel, vade, ahi-ret, cennet, cehennem, defin, sırat köprüsü, Azrail, Münker-Nekir vb. ad ve kavramlar bunlardandır. Bununla birlikte, hemen az önce söylediğimiz gibi, Geleneksel Türk inancının Anadolu İslam coğrafya ve çevresinde kendini korumuştur. Bunun en belirgin örneğinin ölüm fenomeninin her adımında çok açık bir şekilde görülebileceğini söylüyoruz ve bunu da aşağıda örnekleriyle göstermeye çalışacağız.
Bu bölümde ölüm ve ölüyle ilgili inanç ve uygulamalardan kökenleri olanların geçmişten günümüze bir değerlendirmesini yapacağız. İlk önce, çalışmada kullanacağımız tasnifi verelim.
1- Ölümün Belirtileri ve Bunları Uzaklaştırma ya da Sakınmalarla İlgili İnanç ve Uygulamalar
* Fizyolojik belirtiler
* Psikolojik belirtiler
* Rüyada görünenlerle ilgili belirtiler
* Hayvanlarla ilgili belirtiler
* Nekronıantik belirtiler
* Doğal olaylarla ilgili belirtiler
2- Ölüm anı ile ilgili inanç ve uygulamalar
3- Devir ve Iskat Uygulaması
4- Ölünün Defni
5- Yas Tutma ve Başsağlığı
6- Anma Günleri ve Bunlarla İlgili İnançlar
* ölünün ilk akşamı
* ölünün ilk cuması
* ölünün ilk haftası
* ölünün kırkıncı günü
* ölünün elli ikisi
* ilk bayramı
* yıldönümü
Şimdi, bu tasniften sonra, bunların tasvirine geçebiliriz. Bunu yaparken, ilgili tasvirlerde, makale sınırları içerisinde bir-iki örnek vererek yetinmeye çalışacağız. Anadolu’daki inanç ve uygulamaların son şeklindeki örneklerden yola çıkarak belirli bir süreci olanların tarihi kökenlerine inerek anlamlandırmaya çalışacağız.
1- Ölümün Belirtileri ve Bunlardan Sakınma ile İlgili İnanç ve Uygulamalar
Anadolu halkı arasında bir takım olay ve durumlar, muhtemel ölümün ön-belirtileri olarak kabul edilmektedir. Bu olaylar, yukarıdaki tasnifte de görüldüğü gibi şu şekildedir.
a- Fizyolojik Belirtiler:
Bu belirtiler, tarih boyunca insanın kişisel olarak tecrübe etmiş olduğu belirtiler olup, tarihsel anlamda belli bir olaya dayandırılması imkansız görünmektedir. Bu husus, halk biliminden daha ziyade tıp bilimini ilgilendirmektedir. Örneğin, ölümcül hastanın konuşamaz oluşu, gözlerini bir noktaya dikmesi, ağzının tuhaf tuhaf hareket etmesi, bedenin şişmesi, uzuvların katılaşmaya başlaması vb. (Örnek, 1979:31-34)
b- Psikolojik Belirtiler:
Bu türden belirtiler toplumdan topluma değişiklik göstermekte olup, ülkemizdeki görüntüleri, ölümcül hastanın bir şeyi vasiyet etmesi, uzaktaki akrabalarını yanına çağırması ve onlarla vedalaşması, helalleşmesi biçimindedir. Bu tezahürler, insanların uzun bir tecrübesi sonucunda ölümün ön belirtisi olarak kabul edilmekte olup, yukarıda anlatılan fizyolojik belirtiler gibi, tarihsel olarak belli bir olaya dayandırılması imkansız gibidir (Örnek, 1979:30-31).
c- Rüyada Görünenlerle İlgili Belirtiler:
Ülkemizde belki de en yaygın ölüm belirtileri, rüyalarda görülen olay ve nesnelerin muhtemel ölüm ile ir-tibatlandırılması biçimindedir. Bu türden rüyalar beş kategoride ele alınabilir:
* Şahıslarla İlgili Rüyalar: Bu türdeki rüyalarda, rüya gören kişi, rüyasında ölmüş bir kimse tarafından çağrılırsa, rüya gören kimsenin yakın bir sürede öleceği şeklinde yorumlanır (Kişisel Gözlem; Örnek, 1979:25-30).
Böyle gelecek olan muhtemel ölümü uzaklaştırmak veya bundan sakınmak için ülkemizde yaygın olarak, ailecek veya topluca en yakın evliya kabrine gidilir ve orada Kuran’dan ayetler ve dualar okunur, para, yiyecek-içecek veya giyecek türünden sadaka dağıtılır. Bunlar yapılırsa, rüyadan dolayı muhtemelen gelecek olan ölüm uzaklaştırılmış olur.
* Hayvanlarla İlgili Rüyalar: Bu türden rüyalarda kişi at, kurt, köpek, çakal, tavuk, karga-kartal, yılan gibi hayvanları görürse kendisi ya da aileden birisinin öleceğine inanılır. Örneğin, kişinin rüyasında at sırtında bir yerden başka bir yere gitmesi. At sırtında kim var ise, onun muhtemelen öleceğine inanılır. Bu durumda, yukarıdaki paragrafta anlatılan korunma şekli burada da geçerlidir.
* Eşyalarla İlgili Rüyalar: Kişi rüyasında ölü bir kimsenin eşya ya da eşyalarını görür ise, rüya gören kimsenin yakında öleceğine inanılır. Korunma biçimi yukarıdaki gibidir.
* Bitkilerle İlgili Rüyalar: Kişi rüyasında bir ağacın kırılmasını veya yetiştiği mevsim haricinde meyve-sebze görürse, kendisinin ya da aileden birisinin öleceğine inanır. Bundan korunma biçimi de aynen yukarıda anlatıldığı gibidir.
* Diş ile İlgili Rüyalar: Rüyada ağrıyan dişin çektirilmesi, azı dişin kırılması yakın bir akrabanın öleceğine işaret olarak inanılır. Azı dişin kırılması, yakınlardan yaşlı birinin öleceği inancını canlandırır.
Şüphesiz, yukarıda verdiğimiz örneklerin sayısı çok fazla arttırılabilir. Bunun için folklorik ve antropolojik alanlardaki derlemelerin incelenmesi, bunlara ek olarak da bu tür çalışmaların sürdürülmesi gerekmektedir.
Elimizdeki bu bilgilerin genel bir analizini şu şekilde yapmamız mümkün görülmektedir. Rüyadaki olayların muhtemel ölümü çağrıştırmasının temeli ne olabilir? Bu sorunun cevabını bulabilmek için, Anadolu insanının içinde bulunduğu dini ve kültürel coğrafyaya bir göz gezdirmek gerekir. Geleneksel Türk Kültür çevresi içerisinde yaşayan Türklerin günlük hayatı ile ilgili bilgileri ihtiva eden kaynaklardan olan sözlü gelenek ürünleri Türk Destanları ile Yazıtlarda rüya ile ilgili inanış ve uygulamalara pek rastlanmaz. Sadece, Oğuz Destanında kahramanların görmüş olduğu rüyalar vardır, ama bunlar da devlet idaresi ile ilgilidir (bir altın yay ile üç gümüş ok) (Ögel, 1971:203). Bunun haricinde günlük hayatla ilgili rüyalar hakkında bir bilgi göremiyoruz. Bu türden inancın, yani günlük hayatla ilgili rüyaların temeli büyük bir ihtimalle İslami (veya Sami) geleneğe dayanmaktadır. Çünkü Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat ile İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da ve Peygamberin hadislerinde bu konuyla ilgili inanç ve uygulamalar bolca görülmektedir.
Tevrat’ın Tekvin bölümünün 37. Bab, 5-11. Ayetleri arasında Hz. Yusufun gördüğü rüya ve babası Yakub’un bu rüyayı yorumlaması, yine aynı bölümün
41.Bab 1-36. Ayetlerinde de Hz. Yusufun, Mısır Firavununun görmüş olduğu rüyayı yorumladığı haberi verilmektedir.
Kur’an’da da (Yusuf: 4-6) yine Hz. Yusufun görmüş olduğu rüyanın babası tarafından yorumlanışı görülmektedir. Rüya şöyledir: “Yusuf babasına “Babacığım! Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” demişti. Babası şunları söyledi: “Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek…” Bu yorumda vurgulandığı gibi Hz. Yusuf, rüya yorumlamayı öğrenmiştir. Bu sonucu biz yine Tevrat ve Kuran’da görmekteyiz: Hz. Yusufun Mısır macerası sırasında, hapishanede iken, hapis arkadaşlarının rüyasını yorumlaması neticesinde (Kur’an, Yusuf:36, 37, 41) Onun bu konudaki uzmanlığı Firavun’un kulağına gider ve Firavun da görmüş olduğu rüyayı yorumlaması için Yusufu çağırtır ve yo-rumlattırır (Kur’an, Yusuf:43-50). Ayrıca Hz. İbrahim’in rüyası ile ilgili bilgiler de yine Kur’an’da geçmektedir (Kur’an, Saf-fat:102-106).
Hz. Peygamber de çevresindeki sahabeden insanların görmüş olduğu rüyaları yorumlamıştır. Onun yorumlarında beyaz, yeşil ve kırmızı gibi renkler temel olarak alınır.
Buraya kadar yapılan tahlilimizde görüldüğü gibi, Geleneksel Dönem Türk inancında, günlük olaylarla ilgili rüya yorumlamaları görülmezken, İslami etkinin neticesinde, Müslüman Türkler de günlük olayları değişik biçimlerde yorumlamaya başlamışlardır. Şöyle ki, ilk İslami dönem Türk eserlerinde de benzer yorumlamalar bulunmaktadır. Örneğin, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bi-lig’inin (1070), 4366-4375. Satırlarında rüya tabircilerinden bahsedilmekte olup uykudan önce yenen yiyeceğin cinsine göre, mevsime göre, günlük işlere göre ve şeytani olup olmadıklarına göre rüya yorum ve tasnifi yapılmıştır (Hacib, 1991:-satır sayısı- 6005-6288).
Ancak burada bizim için önemli olan esas mesele, ayet ve hadislerde çok az sayıda rüya motifleri kullanılırken, nasıl oluyor da Anadolu insanı çok sayıdaki rüya motiflerini ölüm belirtisi olarak kullanmaktadır? Bunları nereden almışlardır? Neye dayanarak söz konusu motifleri uğursuz ya da ölüm belirtisi olarak kabul etmişlerdir?
Bu soruların cevabını biz, bazı motiflerle ilişki kurmak suretiyle, Türk Destanlarında bulabiliriz. Ancak günümüzdeki bazı motiflerin temeline ulaşmamız imkansız olabilir. Bu türden olanları ise, kişisel tecrübelerin, zamanla toplumsallığa dönüşmesi prensibine göre anonimleştirebiliriz.
Türk Destanlarından birkaç örnek verecek olursak, Yakut mitolojisinde karga ya da kartal motifi, yukarıda anlattığımız ölüm belirtisi motifi ile benzerlik göstermektedir. Hikayeye göre, kahraman Er-Sogotoh, insanları korumak için cehennem zebanisi Buura Doh-sun ile savaşır ve zebaninin başını keser, vücudunu da paramparça edip göklere savurur. Yalnız, zebaninin kalbinin bir ucu kalmış, o da bir karga olup uçmuştur. Bundan dolayı karganın sesi kötü, işareti uğursuz imiş (Öğel, 1971: 106).
Yılan motifimizi de Altay Türklerinin mitolojisinde geçen bir olayla açıklayabiliriz: İlk erkek Törüngei ve ilk kadın Eci’nin cennette Tanrı’nın yasakladığı meyveyi yemeleri için şeytan, yılanı aracı olarak kullanmış ve bu iki kişinin tanrı tarafından ebedi hayattan fani hayata gönderilmeleri suretiyle cezalandırılmasına sebep olmuştur ve aynı zamanda yılan da insanlığın düşmanı olarak lanetlenmiştir (Ögel, 1971:453-456). Bu konuda M. Eliade da değişik kültürlerden derlediği yılan motifi değerlendirmesinde, yılanın insanın ebedi hayatına son veren bir sembol olduğunu ifade etmiştir (Eliade, 1971:164-167).
Eşya, bitki, diş ve şahıslarla ilgili rüyalardaki diğer motifler de, yukarıda da söylediğimiz gibi, kişisel tecrübelerin yaygınlaşması sonucunda kültürdeki yerini almıştır denilebilir.
d- Hayvanlarla İlgili Belirtiler
Hayvanlar Türk kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Biz bunu kültürel ve edebi kaynaklarda görmekteyiz (Gülensoy, 1989; Çay,1983). Eski Türk Yazıtları’nâaki Irk Bitiğ adlı bölüm, Türklerin günlük hayatlarında hayvanlarla ne denli iç içe olduğunu anlatmaktadır.
Günümüzde Anadolu insanı, konumuzla ilgili olarak, bazı hayvanların davranışlarını ölümle irtibatlandırmış ve muhtemel ölüme işaret saydıkları davranışları hayatlarına sokmuşlardır. Söz konusu davranışlar hayvan çeşidine göre değişiklik göstermektedir. Bunlar;
* Evcil hayvanlar: Kedi, köpek, at, koyun, keçi, inek, öküz.
Köpek, uzun uzun ulursa, acı acı ulursa, sabaha karşı ulursa, bir eve yakın ulursa, kapı önünde ulursa vs. ölümün ön belirtisi olarak kabul edilir. Geleceğine inanılan bu muhtemel ölümü uzaklaştırmak için, ya kovalanır ya taşlanır ya da “başını ye” denir.
Köpeğin bu gibi durumlara girmesinin nedeni olarak, insanlar tarafından “Azrail’i görür ve sahibine haber verir” şeklinde anlatılır (Örnek, 1979: 15-17).
Örneğimizdeki hayvanlardan atm ölüm önbelirtisi sayılan davranışı, ön ayaklarıyla yeri kazar ve kişnerse; ağlarsa; bulunduğu yerde yersiz tepinir, huysuzlaşırsa; hasta olan evde kişnerse; öküz ve inek örneğinde ise, hayvan birdenbire değişirse; sahibinden uzaklaşır-sa; alışılmamış sesler çıkarırsa; insan önüne çıkarak dikkat çekecek bir şekilde böğürürse vb. şeklindedir.
* Yabanıl Hayvanlar ve Kuşlar: Tavşan, tilki, kurt, çakal, yarasa, yılan, horoz-tavuk, kaz, baykuş, karga-kartal, leylek.
Tavşan, yolcu önüne çıkarsa; tilki, anormal sesle ulursa-pavlarsa; kurt, gece ulursa; köstebek, eştiği toprak mezara benzerse; kaz, tüyünü dökerse; yarasa, gece öterek uçarsa; horoz, vakitsiz ya da (bölgelerimize göre) değişik zamanlarda (öğleyin, ikindi, akşam namazından sonra, gece yarısı) öterse; tavuk, horoz gibi uzun uzun öterse; baykuş, “viran viran” diye öterse, bacaya tünerse, acı acı öterse, ulursa; karga-kartal, sürekli öterse, bahçede öterse, kapıda öterse; leylek, ağzında ya da ayağında kara çaput getirirse, zamansız görünürse, muhtemel ölümün ön belirtisi olarak değerlendirilirler (Örnek, 1979:16-20). Bu davranışlar sonucunda, yakında vuku bulacağına inanılan ölümü uzaklaştırmak ya da bundan sakınmak için hayvan uzaklaştırılır veya kötü söz söylenir veyahut ta bir miktar yiyecek verilir. Bu sakınma ve tedbirlerden başka Anadolu’da en yaygın olarak görülen sakınma biçimi, fert ya da aile olarak en yakında bulunan evliya kabrine ziyaret gerçekleştirilir ve orada Kuran’dan ayetler, dualar okunur, kurban ya da sadakalar dağıtılır.
Buraya kadar verdiğimiz tasvirlerin tarihsel sürecine göz atacak olursak, değişik dönem ve bölgelerde izlerine rastlayabiliriz. Köpeğin bu şekildeki motifi, İslami literatürde bulunmamaktadır, ancak, İslami dönem kaynaklarından Cüveyni’nin eserinde, atların şiddetli bir biçimde kişnemesi, develerin böğürmesi, köpek ve yırtıcı hayvanların havlaması ve uluması, öküzlerin böğürmesi, koyun sürüsünün tedirgin tedirgin meleşmesi ve kuşların tedirgin olması sonucunda, Uygurların, felaket işareti kabul etmelerinden dolayı, bulundukları yerden göç ettiklerinden bahsedilmektedir (Cüveyni, Ünal, 1996′dan naklen).
Aslında, buna benzer örneklerin temeli, her ne kadar zorlama bir yorum gibi görülse de, Türk kültürünün kaynaklarından sayılan Türk Destanlarında görülebilir. Altay ve Sibirya destanlarında köpek motifi, bazı durumlarda lanetlenmiş olarak gösterilse de Altay destanlarında (hatta günümüz Altaylıları arasında) köpek, insan canının dostu olarak görülür. Bu inanç şöyle anlatılır: ruh denilen süne, bazen bulunduğu bedenden ayrılır ve dağa, ormana veya bozkıra gezmeye gider. Dönüşünde eğer bu süne kendi bedenine değil de başka bir bedene giderse, yöneldiği o kişinin ölümüne neden olur. Böyle bir durumda süneyi ancak köspökçü7 denilen ruhani kimseler ya da köpekler görebilir. Köpeğin bu haberi, sahibine ulumak suretiyle bildirir (Anohin, 1924:404-453). Örneğimizdeki yılan motifine benzer bir örnek de Altay yaratılış destanında bulunur. Bu destanda, Tanrı, cennetteki ölümsüzlük ağacının altındaki ilk insan Torüngei ile eşi Eci’ye bekçilik yapsınlar diye köpek ile yılanı görevlendirir ve kendisi oradan uzaklaşır. Gitmeden önce Tanrı, köpek ile yılana sıkı sıkı tembih eder ki, o ağaca şeytan Erlik’i yaklaştırmasınlar. Ama yılan ile köpek görevlerini ihmal ederler ve Erlik o ağaca yaklaşır ve meyvesinden Eci’nin yemesini sağlar. … böylece ölümsüzlük diyarından çıkan bu iki insan ölümlü hayata girmiş olurlar (Ögel, 1971:451-458). Buradaki yılan motifi, insanın ölümüne sebep olan hayvan şeklindedir. Yılanın bu özelliği, Anadolu’da rüyada yılan görülürse muhtemel ölüm anlamı çıkartma şekline dönüşmüş olabilir. Köpekle ilgili benzer inanca, Türklerin komşuları olan Moğol ve Tibet destanlarında da rastlanır (Ögel, 1971:564-568).
Kurt örneğinde olduğu gibi, Türk Yaratılış Destamndaki Bozkurt motifi de benzer işaretleri insanlara bildirmektedir.
Hıtay Türklerinde, inanca göre tilki, sahibi ile aynı kadere sahipti. Tilki ölünce sahibi de ölüyordu. Bunun tersi de oluyordu (Ögel, 1971:558-560). Yukarıdaki örneklerimizdeki tilkinin bazı davranışlarıyla, ölümü haber vermesi inancı, belki de Hıtaylar arasında var olan inancın değişik motiflere girmesinin bir devamıdır.
Biz bu gibi davranışların tümünün tarihsel ve kültürel temeline inerek bir anlamını bulma imkanına sahip değiliz. Ancak, daha başka örnekleri de bütün Türk Dünyasının kültürel ve tarihi bilgileri toplanabilirse, yukarıda yaptığımız gibi, zorlama bir yorumla da olsa, bulabiliriz. Bununla birlikte, bütün davranışların, bu şekilde temellendirümesi de söz konusu olamaz, çünkü bir takım davranışlar, kişisel tecrübelerden sonra yaygınlaşıp toplumsallık derecesine çıkmış olabilir.
Bu konuyu burada keserek, diğer örneklerimizin tasvirine geçelim.
e- Nekromantik Belirtiler
Cenaze töreni boyunca kullanılan eşyaların kullanılması veya ölüm olayının gerçekleşmesi anında görülen bazı olaylarla ilgili olan inançlara nekromantik inançlar denir. Bu tür inançlar ve sakınma biçimlerine bazı örnekler şöyledir:
Tabut taşınırken sallanırsa, geri geri gelirse, sağa-sola dönerse, gıcırdarsa; definden sonra tabut yerde sürünürse, üzerine oturulursa, orada bulunanlar arasında yeni bir ölümün vuku bulacağına inanılır. Bundan korunmak için ise, örneklerde anlatılan durumların olmaması için tedbir alınır.
Mezar eşilen kazma-kürek, eve sokulursa, üst-üste bırakılırsa, mezar eşerken bu malzemeler elleşerek kullanılırsa yeni bir ölümün vuku bulacağına inanılır.
Bunlardan başka su ısıtılan kazan veya kullanılan başka eşyalarla ilgili inançlar da vardır (Örnek, 1979:30).
Bu inanç ve uygulamalara benzer örneklerin çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Eski ve Ortaçağda Altaylarda yaşayan Türkler cenaze törenlerinden sonra karşılıklı iki ateş yakarak ve bunların her birinin yanına altından insanların, hayvanların ve eşyaların geçirilmesi için birbirine uçlarından iple bağlı iki mızrak yerleştirerek bunların aralarından geçmek suretiyle kendilerini arıttıklarından söz etmektedirler. (Roux, 1999:155) Günümüz Yakut Türklerinin cenaze törenlerinden sonra dönüş yolunda yaktıkları bir ateşin üzerinden atlamaları ve ölünün ateşten geçemeyeceğine inanmaları Altay Türklerinin adetle-riyle örtüşmektedir. Altay ve Uygur Türklerinde ölen kişinin adının anılma-ması ölüm mekanizmasına karşı alman önlemlerden kabul edilmektedir.
Geleneksel Türk dinindeki bu inanç ve uygulamalar farklı biçimlere bürünerek varlığını İslam dininin şekillendirdiği Anadolu Türklüğünde de devam ettirmiştir. Anadolu Türklüğünde herhangi bir ölümün gerçekleştiği esnada ölümden korunma için yapılan bazı uygulamalardan bahsedecek olursak: Ölüevin-deki yemekler boşaltılır (ölüm bulaşmıştır endişesiyle) mahallede ölen olursa, o mahalledeki su dolu kaplar boşaltılır. Ölü yıkanırken uyuyan kimseler uyandırılır cenaze evden çıkınca ardından su dökülür. Ölü yıkandıktan sonra su ısıtılan kazan ters çevrilir. (Örnek, 1979:9) Görüldüğü gibi temelde aynı gaye için yapılan uygulamaların milletin içerisinde bulunduğu inanç coğrafyasına göre şekillenerek devam ettiğini görmekteyiz. Bu konudaki uygulamaların, performans teorisi bağlamında ele alınması gerektiği kanaatindeyiz (Çobanoğlu, 1999:258).
f- Doğal Olaylarla İlgili İnanç ve Uygulamalar
Günümüz Anadolu Türklüğünde kökeni eskilere dayanan inanç ve uygulamalardan bir kaç örnek verelim. Ay ve güneş tutulması olayının geniş anlamıyla ölümü kapsadığı ve büyük adamlardan biri ya da birkaçının öleceğini, kıyametin kopacağını, ortalığın karışıp savaş olacağını belirten ön tabiat olayları olarak inanılır. (Örnek, 1979:24) Diğer bir olayı ise yıldız kaymasıyla ilgilidir. Nasıl ki ay ve güneş tutulması yeryüzündeki bir takım uğursuz olaylara ön belirti sa-yılıyorsa yıldız kayması da aynı biçimde yorumlanmaktadır. Gökyüzü ile yeryüzü arasında kurulan dinsel, büyüsel ilişkilerden biri de insanların gökyüzünde birer yıldızı olduğu inancında yatmaktadır. Böylece insanlarla yıldızlar arasında kayma göçme ve sönme yönünden benzerlikler kurulmaktadır. Bu inanç değişik bölgelerde şu ifadelerde kendini bulur: Yıldız kayması ölüm belirtisidir, gökten düşen yıldızın sahibi öldü demektir, yıldız kayması görülünce birinin öleceğine inanılır, kuyruklu yıldızın görülmesi ölümün çok olacağı biçiminde yorumlanır (Örnek, 1979:24).
Tabiatla iç içe yaşayan Türkler arasında bir takım doğa olaylarının, kültürlerinde de yer aldığı, Türk kültür tarihinde bolca görülmektedir. Eski ve Orta çağda Altaylarda yaşayan Türkler arasında yıldırım düşmesi olayına Tanrının bir laneti olarak bakılmaktaydı. Uygur-larda ise yıldırım düştüğü zaman göğe doğru ok atılır ve bulundukları yeri terk ederlerdi (Roux, 1999:78). Buna karşın Altaylarda yaşayan Türkler gök gürle-mesinin kötü ruhları kovduğuna inandığı için hayırlı bir olay olarak karşılamaktadır (Roux, 1999:80). Yukarıda bahsetmiş olduğumuz uygulamalar, bu inanç ve uygulamaların tezahür etmiş hali olsa gerek.