Ulubatlı Hasan'ın çocuklara uygun bir masalı

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE

Ulubatlı Hasan ve Surların Sırrı

Evvel zaman içinde, güzel mi güzel, şirin mi şirin bir köyde, Hasan adında bir çocuk yaşarmış. Hasan, diğer çocuklardan biraz farklıydı. Hem çok cesur, hem de meraklıydı. Gözleri hep ufukta, kalbi ise macera dolu atardı. Köylerinin hemen yanı başında, gökyüzüne doğru yükselen heybetli surlar vardı. Bu surlar, köyü dış tehlikelerden koruyan güçlü birer bekçi gibiydi. Hasan, her gün surlara bakar, onların ardında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını çok merak ederdi.

Ulubatlı Hasan'ın çocuklara uygun bir masalı

Bir gün, Hasan'ın merakı dayanılmaz bir hal aldı. Surlara doğru koştu. Elini taştan örülmüş duvarlara sürdü. Taşlar soğuk ve sertti, sanki binlerce yıllık bir hikayeyi saklıyorlardı içlerinde. O an, Hasan bir karar verdi: Surların sırrını çözmeliydi!

Hasan, ertesi gün erkenden uyandı. Annesinin hazırladığı küçük bir azığı çantasına koydu ve surlara doğru yola çıktı. Surların dibinde dolaşırken, gözüne küçük bir delik ilişti. Delik, sanki özel olarak saklanmış gibiydi. Kalbi heyecanla çarpan Hasan, dikkatlice deliğin yanına yaklaştı. Delikten içeri baktığında, gözlerine inanamadı. Karşısında, gizli bir geçit uzanıyordu!

Hiç tereddüt etmeden geçide girdi. Geçit karanlıktı ve duvarlar nemliydi. Hasan, el yordamıyla ilerledi. Arada bir ürperiyor, ama merakı korkusunun önüne geçiyordu. Uzun bir süre yürüdükten sonra, geçit aydınlandı. Hasan kendini, yemyeşil bir bahçenin içinde buldu. Bahçe, sanki büyülü bir diyardan kopup gelmiş gibiydi. Her yer rengarenk çiçeklerle, meyve ağaçlarıyla doluydu.

Bahçenin ortasında, yaşlı bir adam oturuyordu. Adamın sakalları bembeyaz, gözleri ise yıldızlar gibi parlıyordu. Hasan, saygıyla yaşlı adama yaklaştı.

"Merhaba efendim," dedi. "Ben Hasan. Bu bahçenin neresi olduğunu merak ediyorum."

Yaşlı adam gülümsedi. "Hoş geldin Hasan," dedi. "Burası Surların Saklı Bahçesi. Burası, kalbi temiz ve meraklı olanlar için özel olarak saklanır."

Hasan çok şaşırmıştı. Yaşlı adamla sohbet etti, onun hikayelerini dinledi. Yaşlı adam, Hasan'a surların nasıl inşa edildiğini, içinde yaşayanların ne kadar cesur ve fedakar olduğunu anlattı. Hasan, surlara bambaşka bir gözle bakmaya başlamıştı artık. Onlar sadece taş yığınları değil, kahramanlık ve özveri abideleriydi.

Yaşlı adam, Hasan'a bir de sır verdi: "Unutma Hasan, cesaret her zaman zafer getirir. Ama asıl önemli olan, cesaretini doğru yönde kullanmaktır."

Hasan, yaşlı adamla vedalaşarak, aynı gizli geçitten geri döndü. Köyüne döndüğünde, içinde bambaşka duygular vardı. Artık surları sadece dışarıdan değil, içinden de tanıyordu. Onların sırrını öğrenmiş, kalbi cesaret ve bilgiyle dolmuştu.

Hasan, büyüdükçe daha da cesurlaştı. Köyünün ve ülkesinin zor zamanlarında, hep en ön saflarda yer aldı. Surların ona öğrettiği cesaret ve özveri derslerini hiç unutmadı. Tıpkı o surların kahramanları gibi, o da bir kahraman oldu.

Ve böylece, Ulubatlı Hasan adı, dilden dile dolaşmaya başladı. Onun cesareti ve fedakarlığı, sadece kendi köyünde değil, tüm ülkede örnek gösterildi. Çocuklar ona hayranlık duydu, yetişkinler ona saygı gösterdi. Ulubatlı Hasan, tıpkı o heybetli surlar gibi, bir kahramanlık sembolü olarak tarihe geçti.
 
Ulubatlı Hasan ve Şaşkın Şövalyeler

Ulubatlı Hasan, surların sırrını öğrenmiş, cesareti ve merakı daha da artmıştı. Köyüne döndükten sonra, bir gün yine surların dibinde dolaşırken, garip sesler duydu. Bu sefer sesler ne bahçeden, ne de gizli geçitten geliyordu. Sanki surların tepesinden, acayip bir gürültü kopuyordu. Merakına yenik düşen Hasan, hemen bir ağaca tırmanmaya başladı. Tırmanırken, bazen dalı tutmayı unutup kayıyor, bazen de ağacın dalları saçlarını karıştırıyordu. Sonunda, zor bela surların tepesine ulaştı.

Gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamadı! Surların tepesi, sanki bir karnaval alanına dönmüştü. Etrafta, zırhları parlayan şövalyeler vardı. Ama bu şövalyeler, Hasan'ın gördüğü diğer şövalyelere hiç benzemiyordu. Bir tanesi zırhını ters giymiş, diğeri kılıcını bir türlü kınından çıkaramıyordu. Bir başkası ise, kalkanını şapka niyetine takmış, etrafta komik komik dolaşıyordu. Şövalyelerin en tuhafı ise, sürekli horoz taklidi yapan, kocaman sakallı bir şövalyeydi.

Hasan, gülmekten kendini zor tutuyordu. Şövalyeler, sanki bir komedi oyununun içindeydiler. Ama bu şövalyelerin, surları korumakla görevli oldukları da belliydi. Hasan, dayanamadı ve onlara doğru seslendi:

"Merhaba şövalyeler! Ne yapıyorsunuz böyle?"

Şövalyeler, Hasan'ı gördüklerinde önce bir şaşırdılar, sonra telaşlandılar. Zırhını ters giyen şövalye, telaşla zırhını düzeltmeye çalışırken yere yuvarlandı. Kılıcını çıkaramayan şövalye ise, Hasan'a kılıcını uzatıp "Bana bir yardım etsene yiğit delikanlı" dedi. Şapka kalkanlı şövalye, dengesini kaybedip sendeledi. Ve tabii ki, horoz taklidi yapan sakallı şövalye, her zamanki gibi "Üürüüüü!" diye bağırdı.

Hasan, şövalyelerin bu hallerine daha fazla gülmeden edemedi. Ama aynı zamanda onlara yardım etmesi gerektiğini de biliyordu. Önce zırhı ters giyen şövalyeye yardım etti. Sonra, kılıcını çıkaramayan şövalyenin kılıcını kınından çıkardı. Kalkanı şapka yapmış şövalyenin kalkanını düzeltti ve horoz taklidi yapan şövalyeye de biraz su verdi.

Şövalyeler, Hasan'ın yardımları sayesinde biraz olsun toparlanmışlardı. Hasan'a minnettarlıkla baktılar.

"Sen kimsin böyle yiğit delikanlı?" dedi, kılıcını sonunda çıkarabilen şövalye.

Hasan, gülümseyerek kendini tanıttı: "Ben Ulubatlı Hasan. Sizler de surları korumakla görevli şövalyeler olmalısınız."

Şövalyeler, hep bir ağızdan "Evet! Biz surları koruyan kahraman şövalyeleriz!" dediler. Ama dedikleri anda, horoz taklidi yapan şövalye yine "Üürüüü!" diye bağırdı ve diğer şövalyeler kahkahaya boğuldu.

Hasan, bu komik şövalyeleri çok sevmişti. Onlara, surların gizli bahçesini anlattı. Şövalyeler, duyduklarına inanamadılar. Hasan, şövalyelerle birlikte bahçeye gittiler. Şövalyeler, o kadar şaşırmışlardı ki, bir ara horoz taklidi yapmayı bile unuttular.

O günden sonra, Hasan ve şaşkın şövalyeler çok iyi arkadaş oldular. Hasan, şövalyelerin komikliklerine her zaman güldü, ama onlara surları koruma görevlerinde de yardım etti. Şövalyeler de Hasan'dan çok şey öğrendiler. Artık zırhlarını düzgün giyiyor, kılıçlarını ustalıkla kullanıyorlardı. Horoz taklidi yapan şövalye bile, bazen horoz taklidi yapmayı unutup, çok ciddi oluyordu. Tabii sonra yine dayanamayıp, "Üürüüü!" diye bağırıyordu.

Ve böylece Ulubatlı Hasan, hem surların sırrını çözmüş, hem de komik şövalyelerle tanışmıştı. Onun maceraları, hep neşeyle ve kahkahayla doluydu. Ve unutmayın, cesaret ve merakın yanı sıra, biraz da gülmek, her zaman iyidir!

Bu hikaye de burada bitti ama Ulubatlı Hasan'ın maceraları daha bitmedi. Belki bir gün, yeni bir macerayla yine karşınıza çıkarız! Ne dersiniz?
 
Geri
Top