Minik Ayıcık Uykucu, adından da anlaşılacağı gibi, uyumayı çok severdi. Ama bu sevgi, bazen sorun oluyordu. Güneş batmadan uyuyakalıyor, sabah güneş doğduğunda da hala uyuyor, arkadaşlarının oyunlarına, baloya, ormanın neşeli telaşına yetişemiyordu. Annesi, “Uykucu yavrum, biraz daha az uyusak, hayatın güzelliklerini kaçırmıyoruz.” dese de, Uykucu her şeye rağmen, uykunun büyülü kollarında kaybolmaya devam ediyordu.
Bir gün, ormanın en yaşlı bilgesi Baykuş, Uykucu'nun uykusuz bir gün geçirdiğini fark etti. Uykucu'nun gözleri pörtlemiş, uykudan mahrum, halsiz ve huzursuzdu. Baykuş, ona yaklaştı ve yumuşak sesiyle, “Küçük arkadaşım, neyin var?” diye sordu.
Uykucu, bitkin bir sesle, “Baykuş Amca, bugün hiç uyuyamıyorum. Gözlerim açık kalsa da vücudum tamamen yorgun.” dedi. “Akşam hep uyumaya çalışıyorum, ama uyuyamazsın diyen küçük bir ses beni rahatsız ediyor.”
Baykuş Amca, derin düşüncelere daldı. Aklına yıllar önce yaşlı ağaçlardan öğrendiği bir sır geldi. “Uykucucuğum,” dedi, “Sen uykunun sırrını bilmiyorsun. Uyku, yalnızca gözlerini kapatıp kendini karanlığa bırakmak değildir. Uykunun, gönlünde bir bahçesi var. O bahçeyi güzel çiçeklerle, tatlı kokularla doldurmalısın.”
Baykuş, Uykucu'yu, karanlıkta ışıldayan, küçük bir mağaraya götürdü. Mağaranın duvarları, pırıl pırıl taşlarla süslüydü. Her taş, bir düşünce, bir hayal, bir duyguyu temsil ediyordu. Baykuş, “Bu taşlardan, uyumadan önce, sevdiklerini düşünerek birini seç ve gönül bahçene dik.” dedi.
Uykucu, ilk önce annesini düşündü. Annesinin yumuşak ellerini, sıcak kucaklamasını hatırlayarak, parıldayan pembe bir taşı seçti ve gönül bahçesine dikti. Taş, annesinin gülüşünün sesini andıran bir ışık saçtı. Sonra babasını düşündü. Babasının güçlü kolları, keyifli hikayeleri aklına gelince, güçlü bir mavi taşı seçip dikti bahçesine. Mavi taş, babasının kahkahalarıyla titreşen bir dalga gibi yayıldı. Sonra da oyun arkadaşı Tavşan'ı, onunla oynadıkları oyunları hatırladı. Tavşan'ı düşündükçe, neşeli bir sarıyı seçti ve onu bahçesine ekledi. Sarı taş, onun neşeli sesini, oyunlarının heyecanını yansıtıyordu.
Uykucu, her taş diktiğinde, gönlünde huzurlu bir dinginlik hissetti. Bahçesi rengarenk çiçeklerle, güzel kokularla dolmaya başlamıştı. Artık her şey, korku veya endişeden uzak, tatlı ve huzurluydu.
Baykuş, "İşte Uykucu, uykunun sırrı bu! Gün içinde yaşadıklarınla dolu olan gönül bahçeni sevgi, mutluluk ve güzel düşüncelerle düzenlediğinde uyku seninle birlikte bu bahçeye akacak ve seni kendine çekecektir." dedi.
O gece, Uykucu rahat ve huzurlu bir uykuya daldı. Gözlerini kapattığında, gönül bahçesindeki çiçeklerin ışıltılı renkleri, tatlı kokuları, ruhuna yayılıyordu. Artık uyuya kalmak istemiyordu. Yeterince uyuyup güneşte oynamanın güzelliğini keşfetmeyi arzu ediyordu. Uykunun, yalnızca göz kapamak olmadığını, gönül bahçesinin huzurunda buluştuğunu öğrenmişti. Uykusundan uyanıp günün güzelliklerine koşmayı özlemişti artık. Uyku artık, kaçınması gereken bir düşman değil, her zaman onu bekleyen güzel bir dinlenme arkadaşının güzel kucağı olmuştu.
Bir gün, ormanın en yaşlı bilgesi Baykuş, Uykucu'nun uykusuz bir gün geçirdiğini fark etti. Uykucu'nun gözleri pörtlemiş, uykudan mahrum, halsiz ve huzursuzdu. Baykuş, ona yaklaştı ve yumuşak sesiyle, “Küçük arkadaşım, neyin var?” diye sordu.
Uykucu, bitkin bir sesle, “Baykuş Amca, bugün hiç uyuyamıyorum. Gözlerim açık kalsa da vücudum tamamen yorgun.” dedi. “Akşam hep uyumaya çalışıyorum, ama uyuyamazsın diyen küçük bir ses beni rahatsız ediyor.”
Baykuş Amca, derin düşüncelere daldı. Aklına yıllar önce yaşlı ağaçlardan öğrendiği bir sır geldi. “Uykucucuğum,” dedi, “Sen uykunun sırrını bilmiyorsun. Uyku, yalnızca gözlerini kapatıp kendini karanlığa bırakmak değildir. Uykunun, gönlünde bir bahçesi var. O bahçeyi güzel çiçeklerle, tatlı kokularla doldurmalısın.”
Baykuş, Uykucu'yu, karanlıkta ışıldayan, küçük bir mağaraya götürdü. Mağaranın duvarları, pırıl pırıl taşlarla süslüydü. Her taş, bir düşünce, bir hayal, bir duyguyu temsil ediyordu. Baykuş, “Bu taşlardan, uyumadan önce, sevdiklerini düşünerek birini seç ve gönül bahçene dik.” dedi.
Uykucu, ilk önce annesini düşündü. Annesinin yumuşak ellerini, sıcak kucaklamasını hatırlayarak, parıldayan pembe bir taşı seçti ve gönül bahçesine dikti. Taş, annesinin gülüşünün sesini andıran bir ışık saçtı. Sonra babasını düşündü. Babasının güçlü kolları, keyifli hikayeleri aklına gelince, güçlü bir mavi taşı seçip dikti bahçesine. Mavi taş, babasının kahkahalarıyla titreşen bir dalga gibi yayıldı. Sonra da oyun arkadaşı Tavşan'ı, onunla oynadıkları oyunları hatırladı. Tavşan'ı düşündükçe, neşeli bir sarıyı seçti ve onu bahçesine ekledi. Sarı taş, onun neşeli sesini, oyunlarının heyecanını yansıtıyordu.
Uykucu, her taş diktiğinde, gönlünde huzurlu bir dinginlik hissetti. Bahçesi rengarenk çiçeklerle, güzel kokularla dolmaya başlamıştı. Artık her şey, korku veya endişeden uzak, tatlı ve huzurluydu.
Baykuş, "İşte Uykucu, uykunun sırrı bu! Gün içinde yaşadıklarınla dolu olan gönül bahçeni sevgi, mutluluk ve güzel düşüncelerle düzenlediğinde uyku seninle birlikte bu bahçeye akacak ve seni kendine çekecektir." dedi.
O gece, Uykucu rahat ve huzurlu bir uykuya daldı. Gözlerini kapattığında, gönül bahçesindeki çiçeklerin ışıltılı renkleri, tatlı kokuları, ruhuna yayılıyordu. Artık uyuya kalmak istemiyordu. Yeterince uyuyup güneşte oynamanın güzelliğini keşfetmeyi arzu ediyordu. Uykunun, yalnızca göz kapamak olmadığını, gönül bahçesinin huzurunda buluştuğunu öğrenmişti. Uykusundan uyanıp günün güzelliklerine koşmayı özlemişti artık. Uyku artık, kaçınması gereken bir düşman değil, her zaman onu bekleyen güzel bir dinlenme arkadaşının güzel kucağı olmuştu.