Tanrıları insanın tasarlayabileceği en yüksek yetkinlik idealini temsil etmez. Her tanrı kendi alanında bir güçtür ama başka tanrılarla sınırlıdır ve yaradılış sırasında konulan kozmik yasalara tabidir. Tanrısal doğa ruhun ancak zaman zaman yakaladığı yeniden doğuş fırsatlarında değerlendirebildiği imrenilecek bir durumdur. Ne var ki ruhun uzun yolculuğunda son durak da değildir. Gerçek bilgeler düşünme güçleri ile bireysel sınırların ötesine geçerek tanrıları bile aşmışlardır. Hiçbir koşula bağlı olmayan büyük “bütün”e kesinkes ulaşanlar yalnız onlardır. Dolayısı ile bilgeler bu durumda Civanmukta yani yaşarken kurtulmuşlar diye anılır ve Mahatma yani “büyük ruh” adıyla kutsanırlar. Bu kavramlar Tanrı ile insan arasında öz bakımından tektanrılı semavi dinlerden farklı bir anlayışı yansıtır. Tanrısal olanla insani olan birbirinden sadece bir derece farkı ile ayrılır.
Dinsel duygunun gelişimi bölgelere göre farklılık gösterir. Antikçağda Çin’de ilk ibadet Shangdi denilen tek bir büyük Tanrıya en üstün hükümdara yönelir. Sevgi ve günah korkusu uyandıran bu tanrının meskeni gökyüzüdür. Japonya’da “tanrı” veya “yaratıcı” olarak tercüme edilen “kami” terimi gerçekte korku uyandıran bütün olayları belirtir. Bu terim özellikle Sinto dininin (Sinto "kamillerin yolu" anlamına gelir) tanrısal figürlerini kapsar. Bunlardan biri olan güneş tanrıçası Amaterasu özellikle vurgulanır. Onun torunu yeryüzüne inip Japon hanedanını kurmuştur .O halde Japon imparatoru “kami”dir.
Bütün Doğuda tanrısal olanın gücü ve insan üzerindeki etkisi en iyi ifadesini Hindistan’da bulur.
Hinduizm eskiyen Brahman dinini üçüncü yüzyılda yenilenen halidir. Hinduizmde yaklaşık 2-3 yüz milyon civarında tanrı vardır ama bütün bu tanrılar tanrısallığın tek bir kavramına birleşiyorlardı. Mutlak. Ait oldukları kast hangisi olursa olsun Hindular Mutlak’a “Brahman” adını vermişlerdi. Yani saf varlık, sınırsız olan, sonsuz olan, biçimi olmayan bir bütün. Ve günümüzde Yunus Emre ve Mevlana gibi mistiklerinde anlatmak istediği gibi her bireyin içinde kendine özgü bir mutlaklık vardı ve buna “Atman” diyorlardı. Yani kişinin kendisi. Brahmanlıktan önce Hindistan’da tek bir tanrıça vardı:Aditi. Ana yaşam kaynağı. Sonradan Brahmanlar Hindistan’ı ele geçirince bu büyük Tanrıça sayısız erkek tanrıların arasında kayboldu gitti. Ama Hindular doğanın düzenine saygılıydılar ve her tanrıya bir tanrıça ve her birine de bir görev verdiler. Yani her etkinlik için ya bir tanrı ya da bir tanrıça vardı. Zenginlik için Tanrıça Lakshmi, sanat için Tanrıça Sarasvati, aile ve iş için Tanrı Ganesh gibi. Çoğu diğer dinlerin aksine, Hinduizm tek bir ilaha tapınmayı öngörmez. Bir Hindu, Shiva, Vishnu, Rama, Krishna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan Yüce Ruha veya Yıkılmaz Ruha inanabilir ve hala Hindu olarak anılabilir. Bu Hinduizmin ne derece çelişkiler içerdiğinin bir işaretidir. Terazinin bir yanında Nihai Gerçek yolunda bir arayış, diğer tarafında ise ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. Hinduizm’de sadece tanrı ve tanrıçalarla ilgili değil, güneş, ay, gezegenler, nehirler, okyanuslar, ağaçlar, ve hayvanlarla da ilgili festivaller ve törenler vardır. En popülerleri Deepawali, Holi, Dussehra, Ganesh Chaturthi, Pongal, Janamasthmi ve Shiva Ratri festivalleridir. Hinduizmi ilginç kılan ve Hint geleneğini zenginleştirip renklendiren bu sayısız festival etkinlikleridir. Hint Mitolojisi ve Yaşayan Tanrılar Mahabharata ve Ramayana gibi epik kahramanların ölümsüz olduğuna ve insanlar gibi hayatta olduklarına inanılır. Hinduizm tanrıları hem insanüstü hem de insan gibidir ve onlara karşı ayrı bir sıcaklık ve aşinalık duygusu vardır. Ramayana kahramanı Rama, onur ve cesaret gibi nitelikleri temsil eder ve bir erkeklik modeli olarak görülür. Karısı Sita tipik bir Hint kadınıdır ve kocasıyla beraber sürgünde iken Lanka Kralı Ravana tarafından kaçırılmıştır. Sita’nın Rama ve kardeşi Lakshmana ve sadık maymunu Hanuman tarafından kurtarılışı bu son derece ilginç hikayenin etrafında örülmüştür. Bu epikten çeşitli hikayeler nesilden nesile anlatılagelmiştir. Dini fuarlar, festivaller, ve ayinler bu efsaneleri canlı tutmuştur ve her etkinlik eski hikayelerin yeniden anlatılması için bir fırsat olmaktadır. Mahabharata’daki heyecan verici metinler yakın akraba olan Pandavalar ve Kauravalar arasındaki hanedan kavgasının hikayesini anlatır. Lord Krishna bu büyük epikte çok önemli bir rol oynar. Kendisi Pandavalardan Arjuna’nın arkadaşı, rehberi ve filozofudur ve Arjuna savaş alanlarında akrabalarını öldürmekte tereddüt gösterdiğinde ona bu tereddüdü aşmasında yardımcı olur. Krishna’nın hikmetli felsefesi ve öğretileri Bhagwad Gita’da yazılmıştır. Krishna, çocukken tereyağ çalan, gençken de flüt çalıp yaramazlık yapan bir tanrı olarak bilinse de yetişkin yıllarında daha ciddi tarafının ön plana çıktığı hikmetli bir filozof olarak tasvir edilmiştir. Hindistan’ın tamamında Hinduların taptığı birçok tanrı ve tanrıça vardır. Bunların arasında Hinduizm için en önemli olanı sırasıyla yaratıcı, koruyucu ve yok edici olarak bilinen Brahma, Vishnu ve Shiva üçlemesidir. Brahma’nın pusuladaki dört yöne tekabül eden dört başı vardır. Hayatı ve tüm evreni yarattığına inanılır. Vishnu doğum ve yeniden doğum devr-i daimini yöneten koruyucudur. Ayrıca dünyayı kötü güçlerden korumak için çok defa dünyaya geldiğine dair bir inanış vardır. Rama ve Krishna’nın Vishnu’nun enkarnasyonu olduğu düşünülür. Genellikle boynuna sarılı bir kobra yılanı ile görülen Shiva tüm kötülükleri yok eder ve bir çok enkarnasyonu vardır. Görülemeyen tanrılar ilahi güçleri sembolize eden bir çok imaj ve idollerle temsil edilir. Birçok idol tanımsız güzelliğe ve ihtişama sahip süslü tapınaklarda korunur.
Sekizinci yüzyılda bilge kişiler Aranyaka ve Upanişadlar adlı risalelerde bu konuları işlemeye başladılar. Upanişadlar M.Ö. beşinci yüzyılın sonuna gittikçe yaygınlaştı ve sayıları bu tarihlerde 200 civarına ulaştı. Upanişadlar tanrıları aşan ama varolan her şeyde mevcut kendine özgü bir tanrısallık kavramı geliştirmiştir.
“Bütün bilgiler ve bütün hikmetler tıpkı alev alev yanan bir ateşten sıçrayan kıvılcımlar gibi Tanrıdan zuhur eder. Ölümsüzlüğün sırrı, kalbin arınması, derin düşünme ve insanın manevi aleme dönük gerçek Ben’inin (Atman) Tanrı (Brahman) ile aynı varlık olduğunu idrak etme yoluyla bulunabilir. Çünkü ölümsüzlük Tanrıya ulaşmaktır. O’ndan başka gören, işiten, düşünen, bilen yoktur. O görünmez ama görür, işitilmez ama işitir, düşünülmez ama düşünür, bilinmez ama bilir. Bu manevi yönetici senin kendi özünde gizli olan gerçek Ben’dir, senin Atman’ındır. Mutlak Atman Tanrının kendisidir.” Bütün dünya bütün varoluşun derindeki anlamı olan Brahman’ın gizemli varlığından yükselen tanrısal etkinlik olarak görülmüştür. Upanişadlar insanları herşeye bir Brahman anlayışı içerisinde yaklaşmaya teşvik etmiştir.
M.Ö. 538 yıllarında Siddharta Gautama isimli genç bir adam şahane evini, güzel karısı ve oğlunu terketti ve dilenci keşişliğe başladı. Etrafındaki ıstırabın boyutları karşısında dehşete düşmüş bir halde çevresinde her şeyde gördüğü varoluşun ıstırabını sona erdirecek gizi keşfetmek istedi. Altı yıl boyunca değişik Hindu gurularının kapılarında dolaştı, kendine korkunç işkenceler yaptı, ama bir sonuca ulaşamadı. Bilgelerin öğretileri onu etkilemedi. Çektiği acılar onu daha da umutsuzluğa itti. Bu yöntemleri tamamen terk edip vecd haline geçtiği bir gece aydınlanmaya ulaştı. Bütün evren şenlendi, yeryüzü sallanmaya başladı, gökten çiçekler yağdı, hava tatlı esintilerle doldu ve kendi alemlerindeki tanrılar sevindiler. Pagan anlayışında olduğu gibi tanrılar doğa ve insanoğlu bir kez daha sevgiyle kenetlendiler. O aydınlanmış kişi yani Buda olmuştu. Geleneksel panteonun iki tanrısı Maha Brahma ve Sakra Buda’ya gelerek yöntemini dünyaya açıklaması için yalvardılar. Öğretinin Tanrıyla bir alakası yoktu. Buda, kendi kültürel donanımının bir parçası olması nedeni ile kısmen de olsa tanrıların varlığına inanmaktaydı ama onların insanlara pek faydası olduğunu düşünmüyordu. Buda’ya göre onlar da diğer bütün varlıklar gibi yeniden doğuş döngüsü içindeydiler ve eninde sonunda kendileri de yok olacaklardı. Ama diğer yandan da yaşamının en önemli anlarında tanrıların kendisini etkilediğini ve üzerinde etkin rol oynadıklarını düşünüyorlardı. Dolayısı ile Buda tanrıları reddetmemekte ama edebi Gerçek Nirvana' nın tanrılardan yüksek olduğunu düşünmekteydi. Nirvana' ya kavuşmanın 8 yolu vardır; doğruyu görmek, doğruyu bilmek, doğru söz söylemek, doğru iş yapmak, doğru çalışmak, doğru yaşamak, doğru meditasyon (ibadet) ve doğru mistik tecrübe.
Görüldüğü gibi, Uzakdoğu dinlerinin tümünde ortak pekçok özellik vardı. Hepsi, Kainat'ın sürekli değiştiğini ve içindeki her şeyin birbiri ile ilişki içinde olduğunu öğretiyordu. Evren' deki tüm şekiller ve cisimler aynı Bütün'den gelen parçalardı.
2.500 yıl sonra, bilim de aynı noktaya gelmiştir. Dünyanın bir yüzünde kanat çırpan bir kelebek diğer yüzünde bir fırtınaya neden olabilir (Butterfly Effect) denmektedir.
Dinsel duygunun gelişimi bölgelere göre farklılık gösterir. Antikçağda Çin’de ilk ibadet Shangdi denilen tek bir büyük Tanrıya en üstün hükümdara yönelir. Sevgi ve günah korkusu uyandıran bu tanrının meskeni gökyüzüdür. Japonya’da “tanrı” veya “yaratıcı” olarak tercüme edilen “kami” terimi gerçekte korku uyandıran bütün olayları belirtir. Bu terim özellikle Sinto dininin (Sinto "kamillerin yolu" anlamına gelir) tanrısal figürlerini kapsar. Bunlardan biri olan güneş tanrıçası Amaterasu özellikle vurgulanır. Onun torunu yeryüzüne inip Japon hanedanını kurmuştur .O halde Japon imparatoru “kami”dir.
Bütün Doğuda tanrısal olanın gücü ve insan üzerindeki etkisi en iyi ifadesini Hindistan’da bulur.
Hinduizm eskiyen Brahman dinini üçüncü yüzyılda yenilenen halidir. Hinduizmde yaklaşık 2-3 yüz milyon civarında tanrı vardır ama bütün bu tanrılar tanrısallığın tek bir kavramına birleşiyorlardı. Mutlak. Ait oldukları kast hangisi olursa olsun Hindular Mutlak’a “Brahman” adını vermişlerdi. Yani saf varlık, sınırsız olan, sonsuz olan, biçimi olmayan bir bütün. Ve günümüzde Yunus Emre ve Mevlana gibi mistiklerinde anlatmak istediği gibi her bireyin içinde kendine özgü bir mutlaklık vardı ve buna “Atman” diyorlardı. Yani kişinin kendisi. Brahmanlıktan önce Hindistan’da tek bir tanrıça vardı:Aditi. Ana yaşam kaynağı. Sonradan Brahmanlar Hindistan’ı ele geçirince bu büyük Tanrıça sayısız erkek tanrıların arasında kayboldu gitti. Ama Hindular doğanın düzenine saygılıydılar ve her tanrıya bir tanrıça ve her birine de bir görev verdiler. Yani her etkinlik için ya bir tanrı ya da bir tanrıça vardı. Zenginlik için Tanrıça Lakshmi, sanat için Tanrıça Sarasvati, aile ve iş için Tanrı Ganesh gibi. Çoğu diğer dinlerin aksine, Hinduizm tek bir ilaha tapınmayı öngörmez. Bir Hindu, Shiva, Vishnu, Rama, Krishna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan Yüce Ruha veya Yıkılmaz Ruha inanabilir ve hala Hindu olarak anılabilir. Bu Hinduizmin ne derece çelişkiler içerdiğinin bir işaretidir. Terazinin bir yanında Nihai Gerçek yolunda bir arayış, diğer tarafında ise ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. Hinduizm’de sadece tanrı ve tanrıçalarla ilgili değil, güneş, ay, gezegenler, nehirler, okyanuslar, ağaçlar, ve hayvanlarla da ilgili festivaller ve törenler vardır. En popülerleri Deepawali, Holi, Dussehra, Ganesh Chaturthi, Pongal, Janamasthmi ve Shiva Ratri festivalleridir. Hinduizmi ilginç kılan ve Hint geleneğini zenginleştirip renklendiren bu sayısız festival etkinlikleridir. Hint Mitolojisi ve Yaşayan Tanrılar Mahabharata ve Ramayana gibi epik kahramanların ölümsüz olduğuna ve insanlar gibi hayatta olduklarına inanılır. Hinduizm tanrıları hem insanüstü hem de insan gibidir ve onlara karşı ayrı bir sıcaklık ve aşinalık duygusu vardır. Ramayana kahramanı Rama, onur ve cesaret gibi nitelikleri temsil eder ve bir erkeklik modeli olarak görülür. Karısı Sita tipik bir Hint kadınıdır ve kocasıyla beraber sürgünde iken Lanka Kralı Ravana tarafından kaçırılmıştır. Sita’nın Rama ve kardeşi Lakshmana ve sadık maymunu Hanuman tarafından kurtarılışı bu son derece ilginç hikayenin etrafında örülmüştür. Bu epikten çeşitli hikayeler nesilden nesile anlatılagelmiştir. Dini fuarlar, festivaller, ve ayinler bu efsaneleri canlı tutmuştur ve her etkinlik eski hikayelerin yeniden anlatılması için bir fırsat olmaktadır. Mahabharata’daki heyecan verici metinler yakın akraba olan Pandavalar ve Kauravalar arasındaki hanedan kavgasının hikayesini anlatır. Lord Krishna bu büyük epikte çok önemli bir rol oynar. Kendisi Pandavalardan Arjuna’nın arkadaşı, rehberi ve filozofudur ve Arjuna savaş alanlarında akrabalarını öldürmekte tereddüt gösterdiğinde ona bu tereddüdü aşmasında yardımcı olur. Krishna’nın hikmetli felsefesi ve öğretileri Bhagwad Gita’da yazılmıştır. Krishna, çocukken tereyağ çalan, gençken de flüt çalıp yaramazlık yapan bir tanrı olarak bilinse de yetişkin yıllarında daha ciddi tarafının ön plana çıktığı hikmetli bir filozof olarak tasvir edilmiştir. Hindistan’ın tamamında Hinduların taptığı birçok tanrı ve tanrıça vardır. Bunların arasında Hinduizm için en önemli olanı sırasıyla yaratıcı, koruyucu ve yok edici olarak bilinen Brahma, Vishnu ve Shiva üçlemesidir. Brahma’nın pusuladaki dört yöne tekabül eden dört başı vardır. Hayatı ve tüm evreni yarattığına inanılır. Vishnu doğum ve yeniden doğum devr-i daimini yöneten koruyucudur. Ayrıca dünyayı kötü güçlerden korumak için çok defa dünyaya geldiğine dair bir inanış vardır. Rama ve Krishna’nın Vishnu’nun enkarnasyonu olduğu düşünülür. Genellikle boynuna sarılı bir kobra yılanı ile görülen Shiva tüm kötülükleri yok eder ve bir çok enkarnasyonu vardır. Görülemeyen tanrılar ilahi güçleri sembolize eden bir çok imaj ve idollerle temsil edilir. Birçok idol tanımsız güzelliğe ve ihtişama sahip süslü tapınaklarda korunur.
Sekizinci yüzyılda bilge kişiler Aranyaka ve Upanişadlar adlı risalelerde bu konuları işlemeye başladılar. Upanişadlar M.Ö. beşinci yüzyılın sonuna gittikçe yaygınlaştı ve sayıları bu tarihlerde 200 civarına ulaştı. Upanişadlar tanrıları aşan ama varolan her şeyde mevcut kendine özgü bir tanrısallık kavramı geliştirmiştir.
“Bütün bilgiler ve bütün hikmetler tıpkı alev alev yanan bir ateşten sıçrayan kıvılcımlar gibi Tanrıdan zuhur eder. Ölümsüzlüğün sırrı, kalbin arınması, derin düşünme ve insanın manevi aleme dönük gerçek Ben’inin (Atman) Tanrı (Brahman) ile aynı varlık olduğunu idrak etme yoluyla bulunabilir. Çünkü ölümsüzlük Tanrıya ulaşmaktır. O’ndan başka gören, işiten, düşünen, bilen yoktur. O görünmez ama görür, işitilmez ama işitir, düşünülmez ama düşünür, bilinmez ama bilir. Bu manevi yönetici senin kendi özünde gizli olan gerçek Ben’dir, senin Atman’ındır. Mutlak Atman Tanrının kendisidir.” Bütün dünya bütün varoluşun derindeki anlamı olan Brahman’ın gizemli varlığından yükselen tanrısal etkinlik olarak görülmüştür. Upanişadlar insanları herşeye bir Brahman anlayışı içerisinde yaklaşmaya teşvik etmiştir.
M.Ö. 538 yıllarında Siddharta Gautama isimli genç bir adam şahane evini, güzel karısı ve oğlunu terketti ve dilenci keşişliğe başladı. Etrafındaki ıstırabın boyutları karşısında dehşete düşmüş bir halde çevresinde her şeyde gördüğü varoluşun ıstırabını sona erdirecek gizi keşfetmek istedi. Altı yıl boyunca değişik Hindu gurularının kapılarında dolaştı, kendine korkunç işkenceler yaptı, ama bir sonuca ulaşamadı. Bilgelerin öğretileri onu etkilemedi. Çektiği acılar onu daha da umutsuzluğa itti. Bu yöntemleri tamamen terk edip vecd haline geçtiği bir gece aydınlanmaya ulaştı. Bütün evren şenlendi, yeryüzü sallanmaya başladı, gökten çiçekler yağdı, hava tatlı esintilerle doldu ve kendi alemlerindeki tanrılar sevindiler. Pagan anlayışında olduğu gibi tanrılar doğa ve insanoğlu bir kez daha sevgiyle kenetlendiler. O aydınlanmış kişi yani Buda olmuştu. Geleneksel panteonun iki tanrısı Maha Brahma ve Sakra Buda’ya gelerek yöntemini dünyaya açıklaması için yalvardılar. Öğretinin Tanrıyla bir alakası yoktu. Buda, kendi kültürel donanımının bir parçası olması nedeni ile kısmen de olsa tanrıların varlığına inanmaktaydı ama onların insanlara pek faydası olduğunu düşünmüyordu. Buda’ya göre onlar da diğer bütün varlıklar gibi yeniden doğuş döngüsü içindeydiler ve eninde sonunda kendileri de yok olacaklardı. Ama diğer yandan da yaşamının en önemli anlarında tanrıların kendisini etkilediğini ve üzerinde etkin rol oynadıklarını düşünüyorlardı. Dolayısı ile Buda tanrıları reddetmemekte ama edebi Gerçek Nirvana' nın tanrılardan yüksek olduğunu düşünmekteydi. Nirvana' ya kavuşmanın 8 yolu vardır; doğruyu görmek, doğruyu bilmek, doğru söz söylemek, doğru iş yapmak, doğru çalışmak, doğru yaşamak, doğru meditasyon (ibadet) ve doğru mistik tecrübe.
Görüldüğü gibi, Uzakdoğu dinlerinin tümünde ortak pekçok özellik vardı. Hepsi, Kainat'ın sürekli değiştiğini ve içindeki her şeyin birbiri ile ilişki içinde olduğunu öğretiyordu. Evren' deki tüm şekiller ve cisimler aynı Bütün'den gelen parçalardı.
2.500 yıl sonra, bilim de aynı noktaya gelmiştir. Dünyanın bir yüzünde kanat çırpan bir kelebek diğer yüzünde bir fırtınaya neden olabilir (Butterfly Effect) denmektedir.