Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından biri de, Kılıç Ali idi.
Kılıç Ali’nin asıl adı Asaf’tır. 1888 yılında, İstanbul’da Beşiktaş Valideçeşme Kılıç Ali Mahallesi’nde doğmuştu.
Gedikli Küçük Zabit Mektebi’nden 1906 yılında mezun oldu. Harp Okulu mezunu olmamasına rağmen, başarılı hizmetleri nedeniyle 1909’da Teğmenliğe, 1915’te Üsteğmenliğe yükseldi. Balkan Savaşı sırasında Çanakkale Cephesi’nde görev yaptı. Bu sırada bacağından yaralandı.
1918 yılında Yüzbaşılığa terfi etti. Bu arada “Birinci Sınıf Harp Nişanı” ile ödüllendirildi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın yaveri olarak İslâm Ordusu’yla Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gitti.
Savaştan sonra İstanbul’a döndü.
1 Eylül 1919’da Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa’ya katıldı. Bu görüşme sırasında, Yüzbaşı Asaf’a doğum yerinden dolayı “Kılıç Ali” adını veren Mustafa Kemal Paşa, onu iki arkadaşıyla birlikte Ayıntab(Gaziantep) ve Maraş bölgesinde mücadeleyi örgütlemek üzere görevlendirdi.
Maraş, Antep ve Urfa'da bulunan Fransız kuvvetlerine karşı yapılan çatışmalardaki başarısı ona, Antep kahramanı olarak ün sağladı.
Kurtuluş Savaşı’nın en kritik döneminde Yozgat’ta çıkan Çapanoğlu isyanının bastırılmasında etkin rol oynadı.
4 Nisan 1920’de yapılan Büyük Millet Meclisi seçimlerinde Ayıntab (Antep) Milletvekili seçilmişti, Atatürk 1938’de vefat edene kadar Milletvekilliğine devam etti.
22 Eylül 1920’ de Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne üye seçildi. Bu görevini, İstiklâl Mahkemesi devam ettiği sürece, aralıklarla yürüttü.
İş Bankası’nın kurucu üyesiydi. Banka Yönetim Kurulu’nda 1960 yılına kadar görev yaptı.
1970'de Yeni Türkiye Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı.
14 Temmuz 1971’de İstanbul’da vefat etti. Saygı ve rahmetle anıyorum.
1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya katıldıktan sonra, 1938’deki vefatına kadar yanından hiç ayrılmayan Kılıç Ali, Atatürk’ün vefatını anılarında şöyle anlatır:
***
8 Kasım (1938) günüydü. Nöbetçiydim. Yine Nöbetçi Doktoru olan Abravaya ile birlikte salonun Atatürk’ün yattığı odaya yakın penceresi önünde oturuyorduk. Saat 06 30 sularıydı. Atatürk’ün berberi Mehmet koşarak yanımıza geldi ve heyecanla, Atatürk’ün fenalaştığını, istifra etmekte (kusmakta) olduğunu haber verdi.
8 Kasım (1938) günüydü. Nöbetçiydim. Yine Nöbetçi Doktoru olan Abravaya ile birlikte salonun Atatürk’ün yattığı odaya yakın penceresi önünde oturuyorduk. Saat 06 30 sularıydı. Atatürk’ün berberi Mehmet koşarak yanımıza geldi ve heyecanla, Atatürk’ün fenalaştığını, istifra etmekte (kusmakta) olduğunu haber verdi.
Bu istifra olayı önemliydi. Zira doktorlar istifra etmesini tehlikeli buluyorlardı. Bu haber üzerine hemen Hasan Rıza Bey’e bilgi verdim. Ayrıca bir kişiyi de Neşet Ömer Bey’e haber vermeye gönderdim.
Abravaya ve Hasan Rıza Beylerle birlikte yanına girdiğimizde Atatürk, yatağın içinde doğrulabilmişti. İki eliyle yanlarına dayanıyor ve ağzına doğru tutulan tasa istifra edebilmek için büyük bir güç harcadığı açıkça anlaşılıyordu. İyice istifra edemediği için bulantının etkisinden sıkıntı duyarak sürekli söyleniyordu:
“Hay Allah kahretsin!”
Bu şekilde safra çıkarmakla uğraşırken bir ara Hasan Rıza Bey ile bana doğru bakarak sordu:
“Saat kaç?”
Hasan Rıza Soyak cevap verdi:
“Saat 7 00 efendimiz.”
Artık Atatürk sürekli “Saat kaç?” diye soruyor, Hasan Rıza Bey de “Saat 7 00 efendimiz” diye saati tekrar ediyordu. Bu karşılıklı konuşma birkaç kez tekrarlandı.
Biz bunu şöyle yorumlamıştık: Henüz komaya girmemişti. Fakat o anda belki gözleri kararıyor, saati göremiyordu. Onun için aklının yerinde olup olmadığını, saati öğrenmek suretiyle anlamak ve kendini kontrol etmek istiyordu.
Son “Saat kaç?” sorusunun ardından birdenbire kendini arka üstü yatağa attı. Aynı anda da fena halde bir titreme başladı. O kadar titriyordu ki, adeta dişleri birbirine vuruyordu. O sırada yetişmiş olan Neşet Ömer Bey’le Abravaya, gereken müdahaleyi yapıyorlardı. Neşet Ömer Bey bir ara Atatürk’e seslendi:
“Dilinizi göreyim efendim!”
Atatürk, dilini yarıya kadar dışarı çıkardı.
Neşet Ömer Bey tekrar seslendi:
“Biraz daha uzatınız efendim!”
Atatürk, Neşet Ömer’e baktı.
“Vealeykümüsselâm!” diyerek gözlerini kapatıverdi.
Sevgili Atatürk’ümüz artık kendinden geçmiş ve bu kez açılması maalesef mümkün olmayan bir komaya girmişti. Doktorlar telâş ve çaresizlik içinde, olağanüstü bir çaba gösteriyor ve koşuşturup duruyorlardı. Bütün bu didinmelere rağmen artık tedaviye hiçbir cevap vermiyordu.
Atatürk dakika dakika soluyor, sönüyordu. Hepimiz ümitsizlik ve çaresizlik içindeydik. Artık hiç kimsede gözyaşlarını saklamak imkânı kalmamıştı. Nihayet meşum 10 Kasım 1938 Perşembe günü geldi çattı… Saat tam dokuzu beş geçiyordu. Atatürk birdenbire gözlerini açtı. O güzel mavi gözlerini son olarak bize yönetti. Ve hemen kapadı. Başını hemen eski durumuna getirdi. O güzel gözler artık ebediyen kapanmıştı.
(Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulûsi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, 9 ncu Baskı, İstanbul, 2007, Sayfa 658- 659)
***
Atatürk’ün ölmeden önce ağzından çıkan son sözleri bilmeyen okuyuculara hatırlatmak istedim.
Derler ki:
Kur'an ve Hadislerde kişinin ölüm halleri hakkında verilen bilgilerden bir parça haberi olan her Müslüman bilir ki, bir Mümin için en önemli şey işte bu "son nefes"tir.
Yüce Allah(c.c.), Atatürk’e, işte böyle, " Vealeykümüsselâm!” diyerek son nefesini vermeyi lütfetmiştir.
Demek ki Melek Azrail Atatürk’ün yanına gelince selâm vermiştir. Doğrusunu elbette Allah(c.c.) bilir, ama olay ancak böyle yorumlanabilmektedir..
Bu da Cenab-ı Hakk'ın O'nu ne kadar sevdiğinin bir başka ispatıdır.
Bugün eğer Türkiye Cumhuriyeti topraklarında hür ve bağımsız yaşıyorsak; Türk Bayrağı dalgalanan camilerimizde özgürce ibadet edebiliyorsak bu başta Atatürk olmak üzere onun yakın çalışma arkadaşlarının büyük katkılarıyladır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline harç koyan şehit ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.
Atatürk’ün ölmeden önce ağzından çıkan son sözleri bilmeyen okuyuculara hatırlatmak istedim.
Derler ki:
Kur'an ve Hadislerde kişinin ölüm halleri hakkında verilen bilgilerden bir parça haberi olan her Müslüman bilir ki, bir Mümin için en önemli şey işte bu "son nefes"tir.
Yüce Allah(c.c.), Atatürk’e, işte böyle, " Vealeykümüsselâm!” diyerek son nefesini vermeyi lütfetmiştir.
Demek ki Melek Azrail Atatürk’ün yanına gelince selâm vermiştir. Doğrusunu elbette Allah(c.c.) bilir, ama olay ancak böyle yorumlanabilmektedir..
Bu da Cenab-ı Hakk'ın O'nu ne kadar sevdiğinin bir başka ispatıdır.
Bugün eğer Türkiye Cumhuriyeti topraklarında hür ve bağımsız yaşıyorsak; Türk Bayrağı dalgalanan camilerimizde özgürce ibadet edebiliyorsak bu başta Atatürk olmak üzere onun yakın çalışma arkadaşlarının büyük katkılarıyladır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline harç koyan şehit ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.
Ahmet AKYOL
10 Kasım 2010