• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Ya Habiballah!.. Ya Rasulallah!..

zemheri

Usta

Çeyrek asırdan ziyadedir Divan şiiriyle akademik seviyede ilgiliyim. Eski şairlerin söyledikleriyle yaptıkları arasındaki ayrımları, ne zaman samimi, ne zaman temenni dolu olduklarını kestirebiliyorum.
Bazı beyitlerinde çok içten konuşan o adamların hemen takip eden beyitlerinde nasıl yapmacıklı davrandıklarını da görebiliyorum. Pek çoğunun divanlarını dolduran şiirlerde bu tavırları aynı kalıyor. Bir tek naatları müstesna...

Bir şair ne zaman naat yazsa, orada bambaşka bir şair oluyor, dili ve üslubu değişiyor, kendisini aşan bir şairanelik içinde yükseliyor, yükseliyor... Şairlerin edebi kişiliklerini tahlil ederken naatlardan yola çıkmıyorum ben bu yüzden. Çünkü bir şair naat söylemeye başladığı vakit artık kendisi olmaktan çıkıyor, teşne bir ümmet kimliğine bürünüyor, anlatılan konu, anlatıcının çok önüne geçiyor; o arada bir şeyler oluyor ve şair kendisini de şaşırtacak bir üslupta yüksek sözler söylüyor. Eğer şiirin bir ilham perisi var ise, ben artık onun, tam da naat yazarken şaire merhaba dediğine inanıyorum. Yoksa sıradan bir şairin naat söylemeye başladığında bunca erişilmez olmasını nasıl izah edebilirim?!.. Burada şairin gücünden ziyade konunun gizemidir artık devreye giren. Galiba kainatın efendisi, mahlukatın en şereflisi, o şairin ağzından kendisi için söylenen sözlere bizzat şeref veriyor, sözün değeri artıyor.

Türk edebiyatında yalnızca naatlarıyla ünlü şairler vardır. Divanlar dolusu hasret ile sevgililer sevgilisine iltica edip dururlar. Öyle ki adları anılınca Rasulullah akla gelir.

Türk edebiyatında onun ümmeti olmakla iftihar eden, şiirlerinde adını anmakla kutlu sözler söyleyen şairler de vardır. Divanları içinde en az birkaç manzumeyi ona hediye olsun diye yazmış şairlerdir bunlar. Öncekilerle bunların ortak yanları, Efendiler Efendisi'ne ithaf edilen şiirlerin çoğunda "(...) ya Rasûlallah!" nidasının redif yapılmasıdır. Her beytin sonunda böylesi bir nida, biraz da şairin sevgili peygamberi ile arasındaki mesafelerin kalkması, ümmet ile rasul arasında doğrudan ruhaniyetine seslenme imkânının belirmesi anlamına gelir. Sizinle bu türden iki şiiri paylaşacağız. Birincisi yalnızca naatlarıyla ünlü olup diğer şiirleri önemsiz bulunan Nazîm'den (ö. 1727); diğeri şiirleriyle edebiyat tarihlerine bile girememiş bir mutasavvıf olan Zekaî Mustafa Efendi'den (ö.1812). Her iki şair de konu Hz. Peygamber olunca nasıl bir şairane üslup yakalamışlar ve ne muhteşem aşk sözleri söylemişler bakınız.


ZEKAÎ'NİN İLTİCASI
Garîk-i bahr-i isyanım şefâat yâ Rasûlallah

Esîr-i nefs-i nâdânım şefâat yâ Rasûlallah

Reh-i gurbette nâçârım, gam-ı hicrinle bîzârım

Aceb derde giriftârım şefâat yâ Rasûlallah

Benim cürm-i firâvânım harâb etti dil ü cânım

İnâyet eyle sultânım şefâat yâ Rasûlallah

Zekâî hicr ile mahzûn onu vaslınla kıl memnûn

Yolunda can fedâ olsun şefâat yâ Rasûlallah

Günah denizine battım, şefaat kıl ey sevgili! Cahil nefsimin tutsağı olmuşum, şefaat kıl ey sevgili!

Gurbet yolunda çaresiz ve ayrılığının derdiyle inlemekteyim... Çaresiz bir derde tutulmuşum, şefaat kıl ey sevgili!..

Şu benim sayısız suçlarım, canımı ve gönlümü harabeye döndürdü. Bana yardım ancak sendendir, şefaat kıl ey sevgili!..

Zekai ayrılık içinde hüzünlenmiş... Onu vuslatınla memnun etsen!.. Yolunca canlar feda olsun, şefaat eyle ey sevgili!..

NAZÎM'İN HASRETİ
Reh-i aşkında bî-sabr u şekîbim yâ Rasûlallah

Seni her kim severse ben rakîbim yâ Rasûlallah

Kabûl eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbet

Bilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlallah

Gözüm yaş ile mâlâmâl gönlüm aşk ile memlû

Baîdim sûretâ, mânen karîbim yâ Rasûlallah

Debistân-ı hakîkatte olup şâkird-i nâkâbil

Velî fenn-i mecâzîde edîbim yâ Rasûlallah

Nola şerh eyledikçe vasfını cezb-i kulûb etsem

Senin bîmârın olmuşken tabîbim yâ Rasûlallah

Sevgili! Aşkının yolunda dur durağım kalmadı, sabrım tükendi. Seni her kim severse artık ben ona rakîbim, ey sevgili!..

Beni de ümmetlerin arasına kabul eyle de kutlu yurdunda gurbet çekmeyeyim artık. Bilirsin, (sensizlik yüzünden) kendi şehrimde de garibim ey sevgili!...

Gözümün yaşları taştı, gönlüm ise aşkının ateşiyle dopdolu. Suretâ (akan göz yaşı gibi) uzağına düşüyorum, ama mânâ itibariyle (kalbimde yanan ateş gibi) sana yakından da yakınım ey sevgili!..

Hakikat mektebinde yeteneksiz bir öğrenci durumundayım; amma mecaz ilminde (senin aşkını çekmekte) bir üstat sayılırım ey sevgili!..

Senin medhini dile getirdikçe çevremde gönüller toplansa ne çıkar; değil mi ki senin aşkının hastalığına tutuldum, artık bir tabip sayılırım ey sevgili!..
İskender Pala
 
Geri
Top