Yakınçağda Japonya
Yakınçağların Japonya'sı, 19. yüzyılın ortalarına kadar dünyaya iki farklı özellik sunan yüzüyle incelemeye değer bir ülkedir.
Japonya da tıpkı Çin gibi, 1850'lere kadar yabancı ülkelere onların insanlarına kapalı bir toplum olarak yaşamıştır. Sadece Portekizliler 1542'de Japon kıyılarına kadar gelmişler "Cizvitlerini" (Hıristiyan misyoner tarikat- Jesuit) Japon topraklarma sokabilmişlerdir. Ancak bunlarm, hem iç siyasi olaylara karışmaları hem de Hıristiyanlık propagandası yapmaları sonucu, aynm gözetilmeksizin bütün Hıristiyanların öldürülmesine yol açtı. Bu olaydan sonra (1641) ülkeye Katoliklerin girmeleri yasaklandı. O tarihten itibaren yalnızca ticaret yapmayı amaç edinenler (HollandalIlar ve Çinliler) ülkeye kabul edilmiştir. Japonya'nm dış dünyaya kendini kapatması 1853- 1854 tarihine kadar sürdü. Bu tarihte, Büyük Okyanus'a çıkan (ele geçiren) Birleşik Devletler, Japonlarla bir ticaret antlaşması yapmak istediler. Derebeylerinin (daimyo) şiddetle muhalefetlerine rağmen, Birleşik Devletler 1854'te iki liman açtırmaya ve 1858'den sonra siyasi başkent olan Tokvo'da bir temsilci bulundurmaya hak kazandılar. Bunu diğer devletler izledi. İngiltere, Rusya, Hollanda, Fransa da peşi sıra benzer ayrıcalıklar elde ettiler. Böylece birçok liman açılmış oldu ki, bunlarm arasmda, Nagazaki, Osaka, Kanazava limanlan da vardı.
Japonya, yüzyıllar boyunca toprak beylerinin (daimyo) ve aristokrat bir şövalye -savaşçı- sınıfının (samurai) oluşturduğu, merkezileşmemiş bir feodal oligarşi tarafından yönetilmişti. Kendisini asla halka göstermeyen Mikado ise (Japon imparatoruna verilen isim) sembolik bir kral durumunda olup, tüm yetkiler ve yönetim gücü Şogun (Shogoun) adı verilen saray yetkilisi/yetkilileri tarafından kullanılırdı. Doğal kaynaklarının bulunmaması ve ancak % 20'si tanma elverişli dağlık arazisi yüzünden engellenmiş olan Japonya, ekonomik gelişme için gereken şartların hiç birine sahip görünmüyordu.
Karmaşık ve zor bir dile ve kültüre sahip olması da Japon halkının içe dönük kalmasmı ve yabancı etkilere karşı direnmesini sağladı. Tipik bir kapalı feodal toplum yapısı yüzünden Japonya politik yönden olgunlaşmamış, ekonomik yönden geri kalmış ve askeri açıdan zayıf kalmaya mahkûm bir görüntü çiziyordu.
Ancak 1868 yılında yeni bir Mikado (Mutsu Hito) iktidara geçti. Bütün yeniliklere düşman olanlarla mücadeleye girişti, gerek savaşarak gerekse siyasi manevralarla rakiplerini püskürttü ve iki kuşak sonra uluslararası arenada, Japonya'nın Uzakdoğu'da önemli bir aktör haline gelmesini sağladı.
Kaynak:
Kürşat Gökkaya ve Cemil Cahit Yeşilbursa'nın YENİ VE YAKIN ÇAĞ TARİHİ kitabı
Yakınçağların Japonya'sı, 19. yüzyılın ortalarına kadar dünyaya iki farklı özellik sunan yüzüyle incelemeye değer bir ülkedir.
Japonya da tıpkı Çin gibi, 1850'lere kadar yabancı ülkelere onların insanlarına kapalı bir toplum olarak yaşamıştır. Sadece Portekizliler 1542'de Japon kıyılarına kadar gelmişler "Cizvitlerini" (Hıristiyan misyoner tarikat- Jesuit) Japon topraklarma sokabilmişlerdir. Ancak bunlarm, hem iç siyasi olaylara karışmaları hem de Hıristiyanlık propagandası yapmaları sonucu, aynm gözetilmeksizin bütün Hıristiyanların öldürülmesine yol açtı. Bu olaydan sonra (1641) ülkeye Katoliklerin girmeleri yasaklandı. O tarihten itibaren yalnızca ticaret yapmayı amaç edinenler (HollandalIlar ve Çinliler) ülkeye kabul edilmiştir. Japonya'nm dış dünyaya kendini kapatması 1853- 1854 tarihine kadar sürdü. Bu tarihte, Büyük Okyanus'a çıkan (ele geçiren) Birleşik Devletler, Japonlarla bir ticaret antlaşması yapmak istediler. Derebeylerinin (daimyo) şiddetle muhalefetlerine rağmen, Birleşik Devletler 1854'te iki liman açtırmaya ve 1858'den sonra siyasi başkent olan Tokvo'da bir temsilci bulundurmaya hak kazandılar. Bunu diğer devletler izledi. İngiltere, Rusya, Hollanda, Fransa da peşi sıra benzer ayrıcalıklar elde ettiler. Böylece birçok liman açılmış oldu ki, bunlarm arasmda, Nagazaki, Osaka, Kanazava limanlan da vardı.
Japonya, yüzyıllar boyunca toprak beylerinin (daimyo) ve aristokrat bir şövalye -savaşçı- sınıfının (samurai) oluşturduğu, merkezileşmemiş bir feodal oligarşi tarafından yönetilmişti. Kendisini asla halka göstermeyen Mikado ise (Japon imparatoruna verilen isim) sembolik bir kral durumunda olup, tüm yetkiler ve yönetim gücü Şogun (Shogoun) adı verilen saray yetkilisi/yetkilileri tarafından kullanılırdı. Doğal kaynaklarının bulunmaması ve ancak % 20'si tanma elverişli dağlık arazisi yüzünden engellenmiş olan Japonya, ekonomik gelişme için gereken şartların hiç birine sahip görünmüyordu.
Karmaşık ve zor bir dile ve kültüre sahip olması da Japon halkının içe dönük kalmasmı ve yabancı etkilere karşı direnmesini sağladı. Tipik bir kapalı feodal toplum yapısı yüzünden Japonya politik yönden olgunlaşmamış, ekonomik yönden geri kalmış ve askeri açıdan zayıf kalmaya mahkûm bir görüntü çiziyordu.
Ancak 1868 yılında yeni bir Mikado (Mutsu Hito) iktidara geçti. Bütün yeniliklere düşman olanlarla mücadeleye girişti, gerek savaşarak gerekse siyasi manevralarla rakiplerini püskürttü ve iki kuşak sonra uluslararası arenada, Japonya'nın Uzakdoğu'da önemli bir aktör haline gelmesini sağladı.
Kaynak:
Kürşat Gökkaya ve Cemil Cahit Yeşilbursa'nın YENİ VE YAKIN ÇAĞ TARİHİ kitabı