Yazan yazmayan herkesin aşk hakkında ittifak ettiği bir nokta var. “Aşkın anlatılabilen değil yaşanabilen bir şey olduğu.” Fakat yine de onu anlatmaya çalışmaktan kimse geri durmaz. Ve bu o kadar çok anlatılagelmiş ki aşkı yaşamayan biri dahi aşık kadar o hali anlatır olmuş, her ne kadar o duyguyu yaşamasa da.
Ben bugün farklı bir konu üzeride durmak istiyorum: “Aşk öncesi” Buradaki “öncesi”nden kasıt avare şekilde aşktan bîhaber gezilen kısım değil. Bilakis aşk durağına gelmek üzere bir önceki duraktan yola çıkmış olan kimsenin yaşadığı o ara yolculuk.
O yolculuk ki;
Leyla’nı aramak, belanı (aşk) aranmak…
Yalnızlık cenderesinde sıkışıp kalmak…
Aşk denilince ümit dolup çok geçmeden hayal kırıklığının acımasız bir darbesiyle cam gibi tuz-buz olmak. Sonra eritilip eski haline gelerek tekrar kırılmak ve tekrar tekrar parçalanmak…
Gönlündekini sadece ve sadece bakarak anlatabileceği bir çift göz aramak…
O’na baktığında kendi dahil her şeyi unutacağı bir güzel yüz hayal etmek…
Duygusal bir şarkıyı dönüp dönüp yeniden dinlemek; bir filmin duygusal sahnesini geri sarıp bir daha ve bir daha izlemek…
Cevabını bulamayacağını bildiği halde “neden, nasıl, ne zaman” sorularını suyu boşalmış beyninden medet umarak şuursuzca düşünmek…
Düşündüğünü zannederken aslında düşlemek…
Tüm bunları bildiği halde utanma-kınanma, gurur-onur gibi su birikintilerinde boğulup duygularını açıklayamamak…
Etrafında aşkı bulan kişilere sevinmek; sevinirken kıskanmak; kıskanırken bir şey yokmuş gibi davranmak; böyle davranırken açık verip kendini belli etmek
Ben bugün farklı bir konu üzeride durmak istiyorum: “Aşk öncesi” Buradaki “öncesi”nden kasıt avare şekilde aşktan bîhaber gezilen kısım değil. Bilakis aşk durağına gelmek üzere bir önceki duraktan yola çıkmış olan kimsenin yaşadığı o ara yolculuk.
O yolculuk ki;
Leyla’nı aramak, belanı (aşk) aranmak…
Yalnızlık cenderesinde sıkışıp kalmak…
Aşk denilince ümit dolup çok geçmeden hayal kırıklığının acımasız bir darbesiyle cam gibi tuz-buz olmak. Sonra eritilip eski haline gelerek tekrar kırılmak ve tekrar tekrar parçalanmak…
Gönlündekini sadece ve sadece bakarak anlatabileceği bir çift göz aramak…
O’na baktığında kendi dahil her şeyi unutacağı bir güzel yüz hayal etmek…
Duygusal bir şarkıyı dönüp dönüp yeniden dinlemek; bir filmin duygusal sahnesini geri sarıp bir daha ve bir daha izlemek…
Cevabını bulamayacağını bildiği halde “neden, nasıl, ne zaman” sorularını suyu boşalmış beyninden medet umarak şuursuzca düşünmek…
Düşündüğünü zannederken aslında düşlemek…
Tüm bunları bildiği halde utanma-kınanma, gurur-onur gibi su birikintilerinde boğulup duygularını açıklayamamak…
Etrafında aşkı bulan kişilere sevinmek; sevinirken kıskanmak; kıskanırken bir şey yokmuş gibi davranmak; böyle davranırken açık verip kendini belli etmek