• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Yeni ve Yakın Çağ'da eğitim (ayrıntılı)

Yeni ve Yakın Çağ'da eğitim

Genel olarak 14. yüzyıldan itibaren bilim, felsefe, eğitim ve sanat gibi alanlarda, değişik faktörlerin etkisiyle yenilik ve gelişmelerin vönü Batı’va kavmış ve bu yüzyıldan sonra her konudaki önemli ilerlemeler öncelikle.~Avrupa.-da~ gerçekleşmiştir.Batı,nın kültür hayatında 14. yüzyılda başlayan yeni düşünce filizlenmeleri 15. ve 16. yüzyıllarda Rönesans adıyla bilinen sanat, bilim ve felsefe alanlarında çok köklü ve kapsamlı bir kültür hareketini meydana getirmiştir. Rönesans düşünce ye bilimde, yeni ilkeler, yöntemler ve akımların başlatıldığı yeni bir kültür ve uygarlık oluşumudur. Rönesans’la'birlikte “insan” ve “doğa” somut olarak, gerçekçi bir biçimde ele alınmıştır. Bu iki varlık alanı dini çerçevenin dışında, özgürce, yeniden insan düşüncesinin merkezine yerleştirilmiştir. Aynı zamanda yeni bir akılcılık ve hümanizm doğmuştur. Rönesans’ı izleyen Reformasyon da Orta Çağ’dan farklı olarak, dinin (Hıristiyanlığın) ilke ve kurallarının yeniden ele alınıp yorumlanmasını gündeme getirmiştir.

Batı’da Rönesans ve^ Reform hareketleri eğitim anlayış ve pratiğinde önemli değişmelere yol açmıştır. Eğitimde de doğaya yönelme ve hümanizma yeni eğitim felsefeleri olarak ortaya çıkmıştır.

Bu dönemde daha özgür, gerçekçi yaklaşımlar, ilkeler ortaya koyan, insanı bedensel ve zihinsel nitelikleriyle daha iyi kavrayan, Orta Çağ’daki eğitim anlayış ve uygulamalarını kıyasıya eleştiren belli başlı eğitimci-düşünürler olarak örneğin Erasmus, Rabelais, Montaigne, Fenelon ve Ratke sayılabilir.

HollandalI bir filozof olan Erasmus (1469-1536), Rönesans’ın ilk büyük hümanisti kabul edilir. Erasmus eğitime dolaylı olarak yer vermiştir. Eski Yunan klasiklerinin okullarda okutulmasını, insanın dolayısıyla çocuğun iyi incelenmesini, tanınmasını savunmuş, eğitimde görgü kurallarının öğretilmesine büyük önem vermiş, güzel sanatlar, felsefe ve klasik dillerin programlara alınıp öğretilmesini istemiştir. Standart hale getirilmiş, dogmatik bilgilere ve ezberciliğe karşı çıkmıştır.
Bir Fransız düşünürü olan Rabelais de (1494-1555) Öncelikle skolastik düşünce ve yöntemlere karşı tavır almıştır. Ona göre skolâstik eğitim-öğretim insanın ruhsal yapısını, körleştirir, kısırlaştırır. Onun için eski öğretim yöntemlerinin düşmanı olmuştur, Orta Çağ ^dogmatizmine, taassuba savaş açmıştır. Rabelais’ye göre eğitimde ezbere dayalı, temelsiz, deneysiz bilgiler değil, insanı tüm varlığı ile kavrayan, doğal gözlem ve deneylere yönelen dolayısıyla doğaya dair somut bilgileri içeren bir öğretim gereklidir. Düşünce özgürlüğünü ve hoşgörüyü savunur. İnsan bedeninin, yaşamının, özgürlüklerinin eğitimde göz ardı edilemeyeceğini, deneysel ve yaşantıyı esas alan yöntemlerin kullanılmasını belirtmiştir. Yenileştirici, yaratıcı, geliştirici bir eğitim felsefesini savunmuştur. Rabelais bu düşünceleri ile Özellikle Locke ve Rousseau üzerinde etkili olmuştur. Eğitim konusundaki düşüncelerini “Gargantua” adlı eserinde sergilemiştir. Gargantua’da (romanda kahramanın adı) skolâstik yöntemlerle yetiştirilmiş bir gencin budalalıkları, yanlışlıklan çok çarpıcı bir dille anlatılmaktadır (Rabelais, 1973). \

Ünlü bir Fransız hümanisti olan MontaignWl 533-1592) çok bilinen “Denemeler” inde “Her şeyden önce ben kendimi araştınyorum” diyerek tüm düşünceye incelemelerinin odak noktasına kendisini dolayısıyla “insan” ı yerleştiriyohhkJBöyleGerKendisi aracılığıyla inşam anlamak, kavramak ve açıklamak istiyordu. Montaigne’inin düşünce dünyasında eğitime büyük bir yer ayrılmıştı. Ona göre erdem, doğal yaşama, doğaya uymadır. Bireyin doğal nitelikleri akıl ve toplumsal zorunluluklardan önce gelir. Kum, köksüz, insana yarar sağlamayan bilgiler önemli değildir. Dersler birer araçtır, temel amaç inşam yoğurmak, geliştirmektir. Ona göre çocuk soyut bilgilerle doldurulacak bir kap değil, harekete geçirilecek veya belki yakılacak bir ateştir.

Montaigne, genel eğitimi (okul eğitimi) verimsiz bulmuş, bireysel, özel eğitimi savunmuştur. Çocuğun kendisine özgü nitelikleri ancak özel eğitimle dikkate alınabilir. Amaç standart kimseler yetiştirmek değil, bireyi tüm yönleriyle kavramak, işlemek, geliştirmek ve zenginleştirmektir. Rabelais’de olduğu gibi bilgiler deneysel yollarla, yaşamayla kazamlabilir (Montaigne, 1974).

Fénelon (1651-1715) ve Ratke (1571-1635) daha çok 17. yüzyıl eğitimine katkıda bulunmuşlardır. Fénelon, eğitimin ilk yaşlardan başlatılmasının zorunluluğunu, eğitimde merak ve taklit duygularının önemini, ailedeki mutluluk ve uyum açısından kız çocuklarının da eğitilmesinin gerekliliğini vurgulamıştır. Ratke, eğitim tarihinde özellikle yöntem alanındaki katkıları ve Alman ulusal eğitiminin programlanması konusundaki çalışmalarıyla tanınmıştır. En orijinal yanı da (yaşadığı çağa göre), Batı’da ilk kez “anadiP’le öğretim yapmanın fayda ve gereğini savunmuş olmasıdır. O da eğitimde ezbere karşı koymuş, deney ve tümevarımla öğrenmeyi esas almış, eğitimde zor ve baskıyı reddetmiştir.

17. yüzyılda eğitim tarihindeki katkılarıyla tanınan iki büyük isim daha vardır: Locke ve Comenius. Doğu Avrupalı bir eğitimci olan Comenius (Komensky, 1592-1670), eğitim tarihinde çok ayrı ve önemli bir yere sahiptir. Pedagojinin kurucularından sayılır. Eğitimde özellikle “yöntem” konusundaki eserleri ve çalışmalarıyla tanınmıştır. Onun pedagojinin kurucuları arasında sayılmasında en önemli neden yazdığı “Didacdica Magna” (Büyük öğretim Metodu) adlı eserdir (Comenius, 1964). Bu, öğretimde ilk sistemli, kapsamlı ve ayrıntılı metot kitabıdır. Çok üretken bir yazar olan Comenius en çok eğitimde yöntemle ilgili eserler vermiştir.

Comenius, ilköğretimin tüm yurttaşlar için gerekli olduğunu, dolayısıyla eğitimde eşitlik ilkesini savunmuştur. Comenius bilgileri üç grupta toplamıştır: 1) Bilimsel bilgiler, 2) Ahlak ve erdemle ilgili bilgiler, 3) Tanrı sevgisi ve bilgisi. İnsanoğlu bu bilgilerle dünyaya gelmez fakat onları edinecek potansiyele sahiptir ki, bu da eğitimle olabilir.

Comenius, ilk kez bugünküne benzer biçimde olmak üzere, öğretim basamaklarını dörde ayırmıştır: 1) Anaokulları (bugünkü okul öncesi), 2) Genel ilkokullar, 3) Jimnazlar
(ortaöğretim), 4) Akademiler (üniversite ve yüksekokullar). Comenius’a göre eğitim süreci böylelikle 24 yıl sürecektir.

Öğretim ilke ve teknikleri açısından , “somuttan soyuta”, ’’bilinenden bilinmeyene”, gibi ilkeler önermiş, kelimeleri eşyalar veya onların resimleriyle birlikte gösterip kavratmak, bilgileri şekil ve resimlerle somutlaştırmak istemiş, dolayısıyla ders kitaplarının bu ilkeye göre yazılmasını ileri sürmüştür. Bu bakımdan, halen ilköğretimdeki kitaplar Comenius’un üç yüz yıl önce ortaya koyduğu ilkeye göre yazılıp basılmaktadır. Comenius’un bu önerileri o dönem için çok yeni, ileri düşünceler içeriyordu.

Eğitim yöntemleri, ilkeleri üzerinde en çok kafa yoran düşünürlerden birisi de Locke’dur. Locke’un eğitim alanında en ünlü ve etkili olmuş yanı, bilgi elde etme konusundaki duyumculuğu (sansüalizm) ile insan zihnini başlangıçta üzerine hiçbir şey yazılmamış, boş, temiz bir levhaya benzetmesidir (Tabula Rasa). Ona göre insan zihninde depolanmış olarak doğuştan hiçbir bilgi yoktur, kazanılan tüm bilgilerin temeli yaşantılardır, deneylerdir. Doğuştan gelen bilgi ve düşüncelere karşı çıkmıştır. Duyular yoluyla alınan bilgiler bu boş, beyaz levha üzerinde iz bırakır. Dıştan ve içten gelen etkiler, izlenimler oraya yerleşir. İşte öğrenme denilen olay da budur. Locke eğitimde önceden yaygın olarak kabul gören akımlara karşı (idealizm, dogmatizm gibi) deneyciliği (eksperimantalizm), görgücülüğü (ampirizm) dolaylı olarak savunmaktadır. Çünkü bu akımların temelinde duyumculuk yatmaktadır. Tüm varlıklan, nesneleri duyu organlan kanalıyla algılayıp kavrayabiliriz. Zihnimizdeki her şeyin kaynağı dışarıdan aldığımız duyumlardır. Bu nedenle eğitimde zengin yaşantılar, gözlemler esas alınmalıdır. Locke, eğitimde fayda kavramını da ön planda tutmuştur.

Aynca Locke eğitime, öğretimden daha fazla önem vermiştir. Eğitsel ve ahlaki gelişim soyut olarak bilgilenmeden daha değerlidir. Ahlak eğitiminde de “örnek davranışlar önemlidir. Çocuklara yeni öğretilenler daha önce öğrendiklerine dayandırılmalıdır. Ona göre çok bilmek yerine “doğru düşünmek” ve “doğru bilmek” daha önemlidir.

18. yüzyılda eğitim alanındaki en önemli düşünür Rousseau’dur (1712-1778). Rousseau, Ratke, Montaigne, Rabelais ve Locke gibi eğitimci düşünürlerin başlattığı çizgi üzerinde bulunmaktadır. Bunlara nazaran Rousseau eğitimde kesin bir dönmeci temsil etmektedir. Pedagojide çok köklü değişiklere yol açmıştır. Bu nedenle onun yaptıklarım bazılan pedagojide ihtilal, devrim olarak ifade etmişlerdir.

Rousseau’ya gelinceye kadarki eğitim (yukarıda bahsettiğimiz düşünürlerin görüşleri ayn tutulursa) genel hatlanyla insanı bedenen ve ruhen belli bir kalıba “modef’e göre yetiştiren, onu bu kalıp içinde görmek isteyen, dolayısıyla insanın gelişmesini bir bakıma engelleyen ezberci, baskıcı, şekilci, otoriter bir eğitimdir. Rousseau, bireyin bedenen ve zihnen tam anlamıyla özgürlük içinde eğitilmesini, bireyliğin gelişmesini esas almıştır. Ona göre eğitim çocuğun doğallığını yitirmesine yol açmamalıdır. Geçmişte eğitim sırasında çocuğun doğallığı ve duygu dünyası hiç hesaba katılmamıştır. Çocuğu hep kendimiz gibi görmüş ve nasıl olmasını istemişsek öyle olmasına çalışmtşızdır. Hâlbuki çocuk büyüklerin nicelikçe küçültülmüş bir biçimi, modeli değildir. O, bizden örneğin algılama, duygu özellikleri bakımından çok farklıdır. Çocuğun dünyası ile bizimki arasında nitelik farkı vardır. Onun için eğitimde ilk yapılacak iş, bilgi, öğüt vermeye kalkmadan önce, çocuğu tanımaktır. Bu, eğitimde daha sonra “çocuğa görelik ilkesi” adını alacak bir temel öğretim ilkesidir kî, Rousseau’dan sonra günümüze kadar eğitimin en önemli ilkesi kabul edilmiştir.

Aynca Rousseau, insanın yaradılışta kötü, günahkâr olmadığım (Adem’le Havva olayına dayalı olarak Hıristiyanlığın ve kilisenin kabul ettiği doğal günah kavramı hatırlanmalıdır), “iyi” olduğunu ileri sürmüştür, İnsan yaradılışta “özgür” ve iyidir. Bozulması toplumdan gelen etkilerle veya aldığı eğitime dayalı olarak söz konusu olur.

Bilgiler, yaşantılardan, varlık ve eşyalardan yani doğrudan doğruya doğadan, yaşayarak elde edilmelidir. Çocuğu kısıtlayan tüm baskılar, cezalar kaldın imalıdır, Ahlak da nasihatle değil, ancak yaşayarak öğrenilir. Klâsik eğitim “kitap” ı ön plana alıyordu. Rousseau’da ise kitap çok gerilerde kalan bir araçtırNOna göre en eğitici araç kitap değil, doğadır. Çünkü insanlar yalan söyleyebilir, kitaplar yaîan^ şeyleri yazabilir, ama nesneler yalan söyleyemezler. Bu nedenle Rousseau, kitaptan başlayân~4nr^egitim yerine eşya ve gözlemlerden başlayan bir eğitim anlayışı ortaya koymuştur.

Rousseau, eğitim anlayışını bir coşku ile insanın kendi değerleri ve zenginliği içinde ele almakta ve bazen de romantik yaklaşımlar sergilemektedir. Rousseau bu coşkulu düşüncelerine 1762’de yayımlanan “Emile” adlı pedagojik romanda yer vermiştir (Rousseau, 1966). Emile bu coşkulu yapısı ile yayımlandığı yıllarda büyük bir heyecan yaratmış eğitim konusunda yeni ufuklar açmıştır. Bu nedenle bazı eğitim tarihçileri pedagojiyi “Rousseau’dan önce” ve “Rousseau’dan sonra” diye ayırmışlardır. Gerçekten eğitim tarihinde onun kadar derin izler bırakan eğitim düşünürü yok gibidir. Rousseau, “çocuk merkezli eğitim”i açık seçik ve etkili bir biçimde ilk kez geliştiren pedagog sayılır.

Özetle, Rousseau çocuk ve gençlerin eğitimi konusunda üç ana ilke getirmiştir denilebilir:

1. Eğitimde öncelikle çocuk doğasını dikkate alma ve bilgilenmede doğaya yönelmek, doğayı kullanmak,

2. Özgürlük ilkesi, yani çocuğu olabildiğince baskı ve şiddetten uzak ve özgür bir ortamda eğitmek,

3. Çocuğa görelik ilkesi, yani eğitimde her ne yapılacaksa çocuğun ihtiyaç ve özelliklerini, gelişim düzeyini dikkate alarak yapmak.

Daha önce bir ölçüde değinildiği gibi, pedagojinin düşünce düzeyinde bir etkinlik ve sadece bir teknik olmaktan kurtularak bir “bilim” karakteri kazanması en yoğun biçimde 19. yüzyılda hızlanmıştır diyebiliriz. Çünkü insan fizyolojik, anatomik yapısıyla bu yüzyılda daha bir netlik kazanmıştır. Bu bilgilerden hareketle bireyde “davranış değişikliği” olgusu daha bilinçli ve bilimsel bir çaba olarak gündeme getirilmiştir. İnsanın bedensel ve ruhsal açıdan “keşfi” hızlanmış, birey oldukça rasyonel, nesnel bir çerçevede ele alınabilir bir varlık olmuştur.

Bu yüzyılda Batı’da, ayrıntılara girmeden, anahtar üç isimden bahsedeceğiz. Bunlardan İsviçreli Pestalozzi (1746-1827) ilke olarak Rousseau’nun öğrencilerinden ve onun devamcılanndan sayılır. Ama o da çalışmalarıyla pedagojinin baş isimlerinden ve çığır açanlarından birisi olmuştur. Pestalozzi, gençliğinde değişik bilgi alanlarına yönelen, sonra eğitimcilikte karar kılan ve çok ilgi çekici eğitim deneylerine, uygulamalarına girişen bir pedagogdur. Hem kuramsal alanda hem de uygulama bakımından birçok yeniliğe imza atmıştır. İnsanların ve toplumlann mutluluklarını doğrudan doğruya eğitim ve öğretim görmelerine bağlamıştır.

Pedagojiye katkıları şu noktalarda belirmektedir: Pestalozzi hem güçlü bir pedagog (eğitim konularında yeni düşünceler üreten bir insan olarak) hem de iyi ve yaratıcı bir öğretmendir. Aym zamanda idealist bir insan ve inanç adamıdır. Eğitimde böylesine yüce bir inanç ve özveri olmazsa başarıya ulaşılamayacağı da kesindir. O, çocuk sevgisini öğretim yönteminin bir parçası haline getirmiştir, özellikle ilköğretim düzeyinde geniş ve ilginç uygulamalarda bulunmuştur. Pedagojinin bir “sosyal bilim” olarak bilimler ailesine katılmasını sağlayanlardandır. Bilhassa kimsesiz ve güçsüz çocuklara yönelik Özverili çalışmalarıyla (bu amaçla okullar kurmuştur) tam bir halk adamı ve eğiticisi olmuştur. Kendisinden sonrakiler için düşünceleri ile bir rehber, uygulamaları ile de bir örnek eğitimci olarak algılanmıştır.

Pestalozzi, çocuk gelişimi ile seçilecek yöntemi birbirine uydurmak istemiş* çocuğun doğal yapısı ve olgunluğuna göre yöntem belirlemenin gereğini ileri sürmüştür, öğretimde yetenekli, bilgili Öğretmenlerin yetiştirilmesi üzerinde durmuştur. Çünkü başarılı, mükemmel insanlar ancak öğretmenlerin çabalarıyla yetiştiriiebikecektir.

Pestalozzi’de “auto-éducation” (kendi kendine eğitim) kavramı da temel ilkelerden biridir. Eğitimin sosyal boyutuna da önem vermiş, aile ve sosyal çevrenin insan kişiliğinin oluşmasındaki değeri üzerinde durmuştur. Bu yönü ile tam bir halk eğitimcisidir. Eğitimde eşitlik ilkesine, yani fakir-zengin tüm bireylerin eğitilmesinin gereğine inanmıştır. Pestalozzi’deki anahtar kavramlardan biri de “sezgi”dir. Fakat bu sezgi bir etkinliğe, eyleme dayandırılmıştır. Böylece düşünce harekete dönüşmüş olmaktadır. İnsandaki ayn ayn yetenekler bu etkinliklerle gelişecektir (burada fakülte psikolojisi hatırlanmalıdır). Eğitimde etkinlik kavramına çok önem vermesinden dolayı “iş eğitimi”nin, “iş ilkesi”nin öncülerinden sayılır. İnsan kendi kendisine etkin olmalıdır. “Yetenekleri geliştirmenin en emin yolu onları harekete geçirmekten ibarettir” (Burger, 1956: 4). Pestalozzi’ye göre en iyi öğrenme yaşamın kendisidir.

Comenius’un ifade ettiği “somuttan soyuta”, “yakından uzağa”, “basitten karmaşığa” ilkelerini o da aynen benimsemiştir. Eğitimde yaşantıların, uygulamaların zorunluluğunu vurgulamıştır. Ona göre öğrenme dediğimiz olay, bu yaşantılar üzerine oturan genellemelerdir. Pestalozzi insanda üç öğe görüyor: Düşünmek, hissetmek ve yapmak. Bunları da sırasıyla “kafa” (beyin), “kalp” ve “el” kavramlarıyla sembolize etmiştir. Böylece eğitimde kafa, kalp (duygular) ve el (eylem) işbirliği biçiminde bir formül ortaya çıkmıştır. Eğitimin temeli işte bu organların eğitimi yani bunların birlikte geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Bu arada kafaya, yüreğe ve ele aynı oranda (birinin önceliği yok) değer verilecektir. Eğitimdeki başarılar buna bağlıdır.

Pestalozzi’ye göre eğitim sorunları toplumsal sorunlardan yani ülkenin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlarından soyutlanmamalıdır (Pestalozzi,1962: 27).
 
19. yüzyılın önemli eğitim düşünürlerinden birisi de Herbart’dır (1776-1841). Herbart felsefe, metafizik, mantık ve estetik gibi alanlarda yoğun incelemeler yapmakla birlikte genelde eğitim sorunlarına ağırlık vermiş ve pedagojiye yeni katkılarda bulunmuştur. Herbart eğitimin psikolojik boyutu üzerindeki çalışmaları ile tanınmıştır. Dolayısıyla eğitim biliminin en önemli dallarından sayılan Eğitim Psikolojisinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasında katkısı oldukça fazladır. Zihnin işleyişine bağlı basamaklı bir öğretim tekniği ileri sürmüştür, öğrenme olayımn psikolojik analizini yapmıştır. Öğretimde zihin ve zihnin işleyişine verdiği önemden dolayı “zihniyetçi” (anlıkçı) ekol içinde değerlendirilir. O, psikolojiyi, düşünceleri yer yer kanşık olmakla birlikte, dolayısıyla pedagojiyi bilimsel bir temele oturtmak istemiştir. “Onun pedagojisi, psikoloji ve ahlak gibi iki sağlam temel üzerine kurulmuştur (Kansu, 1948: 205). Burada öğrenmede, öğrencinin ilgileri, algılan zihinde belirli tasanlar meydana getirmeleri açısından önemli etkenlerdir. Bilgiler duyu organlan vasıtası ile algılanacak, eski bilgilerle karşılaştmlıp gerekirse birleştirilecek ve böylece yeni bilgiler üretilmiş olacaktır. Herbart, insan aklını * aldığı izlenimlerle birtakım şeyler üreten bir mekanizma' olarak tanımlamıştır (Oğuzkan. 1985: 16). Onun çağdaş öğretim programlarının düzenlenmesi ve geliştirilmesinde çok önemli katkılan olmuştur. Herbart bu psikolojik temelin yanında eğitimi, çok anlamlı ve gerekli gördüğü ahlaki erdemlerle, olumlu kişilik özellikleriyle (doğruluk, hakseverlik, iyilikseverlik ve sorumluluk gibi) güçlendirmek ve tamamlamak istemiştir. Eğitimin esas amacı, bireyin erdemli ve yüksek ahlak sahibi bir varlık haline getirilmesidir. Ona göre insanın değeri bilgi ile değil, iradesiyle ölçülür. Bilgi ve erdem, ahlak birlikteliğini öncelikle vurgulamıştır.

Herbart, Pestalozzi1 den etkilenmekle birlikte, ondan özellikle “Fakülte Psikolojisî”ni reddetmesiyle ayrılır.

Pedagojide “ilgi” kavramı ve bu kavramın öğrenme sürecindeki yerini, önemini en etkili biçimde ilk kez o vurgulamıştır. Ona göre ilgi öğretimin ana öğelerindendir.

Herbart1 un “biçimsel basamaklar" diye anılan öğretim yöntemi, daha sonra öğrencilerinden birisini (Rein) yaptığı ek ve açıklama ile birlikte, beş aşamalı bir sistemden oluşmaktadır: l) Hazırlık, 2) Sunma (açıklama), 3) Karşılaştırma (çağrışım, bilgiler arasında fe&glantı kurma, soyutlama), 4) Genelleme (soyutlamaya bağlı olarak zihinsel genellemeler yapma), 5) Uygulama (öğrenilenlerin kalıcı hale gelmesini sağlamak açısından alıştırmalar ve uygulamalar yapma).

Herbart’da disiplin kavramı da ayn bir önem taşır. Onda disiplin eğitimin ilk basamağıdır. Zihinsel düzen, disiplin Öğrenme açısından, bireysel ve sosyal disiplin de ahlak bakımından gereklidir. Bu nedenle disiplinsiz öğretim olamaz.

Fröbel (1782-1852) 19. yüzyılda eğitimde yenilikçi düşünürlerden olan ve pedagojide saygın bir yeri bulunan birisidir. Pestalozzi gibi o da hem kuramsal açıdan (eserleriyle) hem de yeni okullar kurması, yönetmesi ve öğretmenliği ile tam bir eğitimcidir. Pestalozzi’nin yakın izleyicilerindendir. Aynca Comenius’un da görüşlerinden etkilenmiştir. Dolayısıyla çağdaş eğitime biçim verenlerden sayılır.

Fröbel, klasik, yerleşmiş eğitim anlayış ve uygulamaları ile yaşamı boyunca mücadele etmiştir. Fröbel’in eğitim görüşü eğitim felsefesi, eğitim psikolojisi ve eğitim teknolojisi alanlarını kapsamaktadır.

Ona göre, insan yaşamı belli evrelerden geçmektedir (bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık). Eğitimin işlevi, insanda her evrede bulunan bedensel ve zihinsel yeteneklerin gelişimini hızlandırmak ve kolaylaştırmaktır. Bunu başarmanın yolu çocuğun fiziksel ve ruhsal bakımdan yaratıcı, etkin olmasını sağlamaktır. O, her insanda yaratıcı bir özün olduğunu savunur. Eğitim insandaki yaratıcılığı kösteklememen, artırmalı, harekete geçirmelidir. Fröbel’e göre insanlığın evrimi düşünceden harekete doğru değil, hareketten, eylemden düşünceye doğru yürümüştür (Kanad, 1948: 487).

O, Rousseau’dan farklı biçimde çevre olarak sosyal çevreyi de gerekli görmektedir. Toplumsallaşma için sosyal çevreye ihtiyaç vardır. Doğal çevreye toplumu da katmaktadır.

Özetle söylemek gerekirse, Fröbel eğitime üç önemli katkıda bulunmuştur. 1) Okul öncesi eğitime önem vermiş ve dünyada anaokullanmn kurucusu olmuştur. 2) Çocukluk çağında öğrenmede “oyun”un işlevini vurgulamıştır. 3) Yaparak-yaşayarak öğrenme kavramı ilk kez o formüle etmiştir. Fröbel pedagojide anaokullanmn, çocuk bahçelerinin, oyun alanlannın kurucusu sayılır. Fröbel okul öncesi eğitimi bir temel problem olarak ele almıştır. Fröbel için eğitim, küçük yaşlardan itibaren hayata hazırlık değil, hayata bizzat katılmaktır. Bu nedenle okul yapay bir kurum değil, küçük ama doğal bir toplum olmalıdır.

“Fröbel öğrenme sürecinde oyunun önemli bir işlevi olduğunu kanıtlamaya ve bu süreçte ilginin önemli bir yeri bulunduğunu belirtmeye çalışmıştır (Oğuzkan, 1985: 17). Çünkü oyun sırasında çeşitli araç ve gereçlerin, etkiliklerin zihni açma ve çalıştırmadaki rolleri çok fazladır. Oyun çocuklar için son derece önemli bir özgürlük, gelişme, rahatlama ve mutluluk kaynağıdır. Oyun somut bir yaşama, hareket ve sezgilerin, ilgilerin geliştiği bir alan ve ortamdır. Fröbel çocuğu bir bütün olarak ele alır, öğrenme yukarıda belirtildiği gibi yaparak-yaşayarak sağlanmalıdır. Dolayısıyla okul, uygulamalı derslerle birlikte, değişik sanat etkilikleri, eğlenceleri, sosyal programlan ile tam bir toplumsal yaşayışı sergilemelidir. Bu çerçevede öğrenmede doğanın da yeri inkâr edilemez. “Fröbel’in en büyük kitabı doğadır, eğitimde doğadan çok şeyler öğrenmek mümkündür. Çocuk zihnini geliştiren kaynaklar, öğeler doğada bulunmaktadır” (Kanad, 1948: 481). Eğitim açısından bir anlamda en büyük kitap doğadır. Bu düşünce Rousseau’dan beri vurgulanmaktadır.

20. yüzyıldaki eğitim (modem eğitim), yukarıda bahsettiğimiz düşünürlerin döşediği kilometre taşlanyla ve çeşitli teknolojik, ekonomik sosyal ve kültürel aşamaların senteziyle oluşmuştur. Burada endüstrileşmenin, kentleşmenin ve demokratikleşmenin birer sosyal faktör olarak etkileri Özellikle belirtilmelidir. Dünyadaki teknolojik, ekonomik ve diğer sosyal süreçler olduğu gibi eğitim felsefelerine, ilke ve yöntemlerine yansımaktadır. Eğitimi bu oluşumlar belirlemektedir. Dolayısıyla çağdaş eğitim anlayıştan, ilke ve yöntemleri birdenbire ortaya çıkmamıştır. Düşünce ve uygulama düzeyinde bu sonuçta, sentezde çok insanın emeği bulunmaktadır

20. yüzyılda eğitim bilimine, özellikle deneysel psikolojinin, sosyolojinin katkıları dmp ve bu alanlardaki her somut gelişme insan davranışlarına dolayısıyla eğitime yansımıştır. Gene bu nedenlerle eğitimle ilgili görüşlerde, akımlarda çeşitlilik dikkati çekmektedir. Ayrıca çağımızda eğitim bilimi birçok disiplini içeren kapsamlı bir sosyal bilim haline gelmiştir. Bu yüzyılın ayırt edici özelliği deneysel araştırmaların artması ve her türden düşünceleri etkilemesidir. 20. yüzyılda pedagojik açıdan bilimsel hizmetleri ve eğitime katkılarıyla dikkati çekenlerden kısa kısa söz etmek istiyoruz. Böylece çağdaş pedagojinin vardığı aşama ve ilgi alanları daha iyi anlaşılmış olacaktır. Son kısımda da Türkiye’deki gelişmelere özetle yer vereceğiz.

Bu yüzyılın başlarında ilk kez uygulanan zekâ testleri (Binet ve Simon testleri, 1905) “bireysel farklar” kavramını önemli bir eğitim sorunu olarak gündeme getirmiştir. Bu tür deneysel çalışmalar eğitim sorunlarının (öğretim, öğrenci davranışları, başarısızlıkları, zekânın geliştirilmesi, özel eğitim, eğitim programlan, okullann örgütlenmesi, yönetimi vb.) akılcı bir görüş açısından ve daha nesnel bir biçimde incelenebilmesini hızlandırmıştır. Eğitimde yeni tutumlann belirlenmesi de bu sayede olmuştur. Geleneksel eğitim felsefeleri yeniden yorumlanmıştır (Piaget, 1969: 13-43).

Böylelikle birçok yeni eğitim akımlan meydana gelmiş, yeni öğretim modelleri, okul tipleri, programlan önerilmiştir. Bu gelişme zinciri içinde ilk akla gelenler şöyle sıralanabilir: Dewey (1859-1952), çağımızda eğitim bilimine düşünceleri ile en çok katkılarda bulunmuş ve derin etkileri olmuş bir filozof-eğitimcidir. Türkiye dâhil tüm ülkelerin eğitim sistemlerine az çok katkı yapmıştır. Dewey’in eğitim görüşü, felsefi temeli bakımından “pragmatik” ve “experimental” nitelikler taşır. Dolayısıyla "progressivizm" içinde yer almaktadır. Bu kavramlar üzerinde ileride eğitimin felsefi temelleri açıklanırken ayrıntılı olarak durulacaktır.

Dewey, 1896 yılında Chicago kentinde “Laboratuvar Okulu” adım verdiği ve yönettiği bir okul kurmuştur. Sonraları bu okul “Dewey Okulu” diye anılacaktır. Dewey’in eğitsel görüşleri bu okuldaki deneylerinden, izlenimlerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, Dewey’in görüşlerinin oluşmasında Amerikan toplumunun bu yüzyılın ilk yansında içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, kültürel ve politik koşullar, sorunlar da rol oynamıştır. Dewev’in | pragmatizmi Amerika’da hızla gelişen endüstrinin istediği pratik, üretken insan tipini yetiştirmeyi amaçlıyordu.

Dewey’in eğitim sisteminde vurguladığı, gerçekleştirilmesini istediği temel kavramlar olarak, "yaparak-yaşayarak öğrenme”, “uygulama”, “etkinlik” (fiziksel ve toplumsal), “çocuk ilgileri”, “yaratıcılık”, “yaşantı”, “deney”, “sosyal çevre”, “eğitim süreci”, “demokrasi” ve “sorun çözme” öncelik taşımaktadır.

Dewey, pedagojide 19, yüzyılda az çok filizlenen eğitsel uğraşılar olarak yapma, bulma, araştırma, deneme, yaratma, üretme gibi psiko-sosyal davranışları kapsayan yaparak - yaşayarak Öğrenmeyi sistemieştirmiştir. Okulda öğretim sırasında belirleyici öğeler kitap, statik bir program değil, Öğrencilerin ilgileri, eğilimleri, aktiviteieri, sorunları ve çevre koşullandır.

okulunda sosyal içerikli programlar, ders dışı çalışmalar (örneğin sosyal kol çalışmaları) dersler kadar önemli ve gerekli eğitim etkinlikleridir. Ona göre eğitim, hem doğal hem de sosyal çevreyi tanıma ve ona uyum sağlamaktır. Rousseau’dan birçok düşünce birlikte, Rousseau‘nun savunduğu “doğayı . - \erme, "topluma

II göre insan yetiştirme” tikesini benimsemiştir. Dewey, eğilmiş “bireyin çevresi İle bir etkileştin H I olarak tanımlamaktadır. Eğitim toplum^ > aşama h.ı ıhk deed, o mm ta kendisidir.

1 Okul toplumun gerçek bir parçası olmalıdır Her türlü sosyal etkinlik okulda biduasBaWtr I |H olarak örgütleıımeteri büyük önem taşır

Dewey'de eğitimin demokrasiye hizmet etmesi, yani demokratik davranışları, zihniyeti, yaşamı özümseyen, bunu bir dünya görüşü haline dönüştüren bireyler yetiştirmesi gerekir. Amaçlardan biri de bu olmalıdır.

Dewey’de eğitim aynı zamanda bir süreç ve gelişmedir. İnsandaki güçlerin serpilip gelişmesine yardım etmelidir. Dolayısıyla eğitim okulla sınırlı değildir.

Dewey eğitimde “zihinsel bütünlük”ü savunur. Fakülte psikolojisine karşılık, işlevsel bir psikolojiyi savunmuştur. Ona göre zihin bir bütündür.

Dewey’in sisteminde çocuk öğretimin merkezindedir. Böylece Dewey, Öğretmen merkezli eğitim yerine öğrenci merkezli eğitimin çağımızda en büyük savunucusu olmuştur (Dewey, 1966, Dewey, 1930, Dewey, 1938, Dewey, 1982).

Kerschensteiner’in (1854-1932) pedagojiye katkıları iki noktada toplanmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kerschensteiner bireyin eğitimine politik bir boyut eklemiştir. Çünkü onun için eğitim, karakter sahibi “iyi yurttaşlar yetiştirmelidir. Eğitim ve sosyal bir kurum olarak okul, devlet hayatı açısından çok önemli işlevleri olan, toplumun refah ve mutluluğunu gerçekleştiren kurumdur. O, eğitimin sosyal ve siyasal işlevini vurgulamış, “ulusal eğitim” kavramının oluşmasına hizmet etmiştir.

İkinci olarak Kerschensteiner, eğitimde “iş” kavramına büyük ağırlık vermiş, “iş ilkesi”ni ve bu ilkeye dayalı olarak “faaliyet okulları” diye adlandırılan okul tipini geliştirmiştir. Ona göre bu ilke (iş, etkinlik ilkesi) birinciye bağlıdır. Kerschensteiner, bireylerin iyi yurttaş olmalarını sağlam ahlak ve karakter kazanmalarını insanın bütün varlığı ile kendisini verdiği bir işe bağlamaktadır. Karakter sahibi yurttaşlar ancak bu şekilde yetiştirilebilir. Bu amaca, soyut sözlerle, öğütlerle ulaşılamaz. Eğitimde, somut olan pratiğin yaranna inanmıştır. Bir etkinliğe dayanmadan öğrenilen soyut bilgilerin öğrencileri ezberciliğe ittiğini kabul etmiştir. Karakter, psikolojik açıdan bireydeki irade kuvvetinden, sağlıklı yargı ye kararlardan oluşur.

Pestalozzi’nin “kendi kendine etkinlik ilkesi”ni kabul etmekle birlikte, onu daha anlamlı, somut bir işe, mesleğe dönük hale getirmiştir. Onun iş ilkesine dayalı etkinlik okulu özel derslikler, işlikler, laboratuvarlar, atölyeler, uygulama bahçeleri gibi öğelerden oluşan çok yönlü, hareketli bir sosyal kurumdur. Ona göre eğitim, çocukların yeteneklerini ayrı ayn değil, bir bütün halinde ele almalı, işlemelidir. İnsan değişik potansiyel güçlerle dünyaya gelmektedir. Eğitim bunları bir bütünlük içinde geliştirmelidir. İnsan ancak bir eylemde bulunursa kendisini gerçekleştirir, başarılı ve mutlu olur. Bu eylem bir iş yapma, meslek edinme (tarımsal, endüstriyel ve ticari alanlarda) yani üretimde bulunma, yaratma, yapma demektir. Buna hem devlet, ekonomi hem de bireyin mutluluğu açısından ihtiyaç vardır. Son yüzyıllık dönem içinde Almanya’nın hızlı sanayileşmesinde, daha önce bahsettiğimiz pedagoglarla birlikte Kerschensteiner’in iş ilkesine dayalı okul tipinin büyük payı vardır (Kerschensteiner, 1931, Kerschensteiner, 1974).

Decroly (1871-1932) tıp doktoru olmasına karşılık, zihnen arızalı olan çocukları incelemek ve onlarla ilgili özel okul açmak suretiyle pedagoji alanına yönelmiştir. Çocuk psikolojisi konusundaki deneysel araştırmaları ve bunlara dayalı bulguları, düşünceleri eğitim dünyasına büyük faydalar sunmuştur. Decroly*nin eğitim ilkesi “yaşam aracılığıyla yaşam için eğitim” cümlesi ile ifadesini bulmuştur ( L’éducation pour la vie par la vie). Onun eğitim görüşleri, ilkeleri bir bütün halinde olmak üzere bio-psiko-sosyal öğeler içermektedir. Çünkü Decroly çocukları bio-psişik ve sosyal açıdan yaşayan, dinamik, gelişen varlıklar olarak algılamaktadır. Çocuklar ve aynı çocukta yaşlar arasındaki olgunluk, yetenek farklılıklarına dikkat çekmiştir. Okullar yapay nitelikler taşımamalı, doğal birer sosyal ortam olarak örgütlenmelidir. Decroly, öğretimde çocuk ilgilerinin, ihtiyaçlarının, yaratıcılık ve hayal güçlerinin önemini vurgulamıştır. Bu ilkelere dayalı eğitim programlan önermiş, okullar kurmuştur.

Aydın KAYA
izmir-2012


yeni çağda eğitim anlayışı
yakın çağda eğitim anlayışı
yeni ve yakın çağda eğitim dünyası nasıl bir profil izlemiştir
yeni ve yakınçağ filozoflarının eğitim hakkındaki görüşleri nelerdir
yeni ve yakın çağdaki ünlü eğitimciler kimlerdir
eğitimin tarihsel gelişim sürecinde yeni ve yakın çağ döneminde ne gibi değişimler gözlenebilir
ayrıntılı olarak yeni ve yakın çağ dönemi eğitim anlayışı hakkında bilgi
 
Geri
Top