Türkiye’nin en kuzeyindeki ince bir yarımada üzerine kurulan Sinop, zamanı telaşsızca tüketen sokakları ve neşeli insanlarıyla Karadeniz’de bir ada gibi.
İğneada’dan Hopa’ya kadar Türkiye’nin kuzey kıyılarını adım adım gezmiş biri olarak Karadeniz’de bu denli farklı bir kentle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Samsun – Sinop yolundaki son yeşil tepeler geride kaldığında hiç bilmediğim bir adaya geldiğimi sandım. Yanılmamışım. Avrupa’nın en yaşlı ormanlarının ev sahibi Küre Dağları’nın vahşi doğasının ardında açılmamış bir istiridyeyi anımsatan Sinop’un her köşesi, sakin bir adanın huzuruyla doluydu. Onu keşfetmek için kendimi hemen sokaklara attım…
AVUÇ İÇİ KADAR KENT
İnsanın üzerindeki şehir yorgunluğunu alan bir havası var Sinop’un. Rıhtım boyu uzun bir yürüyüşe çıkıp seslere kulak verin yeter ki: Balıkçı takalarının pat patları, kayalıkları döven dalgalar, esnaf selamlaşmaları ve bitmeyen martı çığlıkları… Zamanı telaşsızca tüketen sokak aralarında manzara farklı değil. İnsanı her daim sarıp sarmalayan rehavet duygusu hep baki. Şehrin üzerine kurulduğu minik yarımadanın kuzeyinde bulunan Boztepe’deki mahallelere ada deniyor ama Sinop’un her yeri ada gibi. Çevreye bakarak bile zamanı anlayabilirsiniz burada. Pastanelerden yayılan mis gibi nokul (yöreye özgü bir tür çörek) kokusu kahvaltı vaktini işaret eder. Otomobil seslerinin artması nasıl işe gitme saatlerini anlatıyorsa, sahil kahvehanelerinin hareketlenmesi de öğle paydosunu hatırlatır. Denizden dönen teknelerden kasa kasa balığın lokantalara taşınmasıyla akşamüstü saatleri gelmiştir artık. Mendirekteki ışık çakar gemilere selam durduğunda ise güneş denizin üzerini kızıla boyamıştır çoktan. Günbatımından önce kaleye tırmanıp Karadeniz’in sonsuzluğuna karşı seyre daldıysanız uzun uzun, akşam ziyafeti için liman çevresindeki restoranlara uzanmanın vaktidir.
SİNOP’UN HUZUR MEKÂNLARI
Çok değil 20 yıl önceye kadar bir sürgün yeri olarak anılan Sinop, havaalanı ve Karadeniz otoyoluyla bambaşka bir çehreye bürünüyor bugünlerde. 1990’lı yılların sonuna kadar yüz yılı aşkın süre pek çok şair, yazar ve düşünüre zindan olan Tarihi Sinop Cezaevi, bir müze ve film platosuna dönüşmüş. Artık fikirlerin tutsak edildiği bir hüzün kenti olarak anılmak istemiyor Sinop. Hoşgörülü, rahat ve yaşama bağlı yöre insanı en çok da gençlerine güveniyor. Kentin bir eğitim, kültür ve turizm şehrine dönüşmesini gönülden destekliyorlar. Sinop Üniversitesi’nin Karadeniz’in en büyük üniversitelerinden biri haline getirilmesi projesi, kentte en çok konuşulan konular arasında. Sinop’un dev bir üniversite kenti olmasına daha zaman var belki ama burası bir sanat şehri olmuş bile çoktan. Gençlerine sağladığı hoşgörülü ortam sayesinde sanatçı ruhları kendine çekmeyi başaran Sinop, ilkini 2006’da gerçekleştirdiği uluslararası bienalin üçüncüsünü düzenlemeye hazırlanıyor. Yöre insanı, Karadeniz’in en güzel kumsallarına ev sahipliği yaptıkları konusunda da hayli iddialı. İskandinavya fiyortlarını anımsatan kıyılarıyla Hamsilos Koyu, dalgalı deniziyle sörfçüler için eşine az rastlanır güzellikte olanaklar vaat eden ada manzaralı Akliman ve siyah kumlarıyla ünlü Karakum Plajı’yla Sinop, yaz aylarında kuzeyin Bodrum’u nicedir. Yakın çevresinde de beklenmedik zenginlikler saklı kentin. Sarıkum’un kayın ormanlarında gezinen yılkı atları ile dalgalı denize açılan pudra kıvamındaki kumullar gibi… Dilerseniz, Sarıkum Gölü’nden yaban kuşlarının havalanmasını izleyip zakkum ve zambak tarlalarının kokusunu içinize çekebilir, doğal koruma alanı seçilmiş ahşap evlerden oluşan eski köyleri ziyaret edebilirsiniz.
EN KUZEYE YOLCULUK
Sinop’un en heyecanlı keşif noktalarından biri de, Türkiye’nin en kuzeyinde bulunan deniz feneri. Şehir merkezinden 22 kilometrelik yolculukla ulaşılan fenere, ‘Türkiye’nin en kuzey ucunu görünüz’ levhalarını izleyerek varmak mümkün. Yolun son beş kilometresinde yerleşim iyice seyrekleşip, yerini pastoral manzaralara bırakıyor. Tahta çitlerle çevrili yeşil tepeler, keçi sürüleri ve alabildiğine yalnızlık duygusu eşliğinde denize doğru kıvrılıp giden yolun ucunda müthiş bir fotoğraf saklı: Hırçın dalgaların dövdüğü bazalt kayalıkların hemen üzerinde bembeyaz zarif gövdesiyle yükselen İnceburun Deniz Feneri. Asırlardır ekmeğini denizden çıkaran yöre insanının koruyucu meleği. Denize uzak olmasına rağmen, rüzgârın savurduğu tuzlu damlacıkların ruhunuzu yenileyeceği anlarla yetinmek istemezseniz, çevre turuna çıkmanız gerek. Taş kiremitli köy evleri, iskelesi, mağarası, el dokumaları ve doğa hazinesi Akgöl’ü ile anılan Ayancık; Beyaz Balina Aydın’ın meşhur ettiği Gerze; 1990’lı yıllarda turizme açılan Tatlıca Şelaleleri’yle ünlü Erfelek ve kalesiyle öne çıkan Boyabat gibi ilçeler de, seyahatinizin durakları olmaya aday yerler arasında.
SU PERİSİNE VEDA
Kentin girişinde karşılaştığımız, dönemin en kudretli imparatoru Büyük İskender’e söylediği “Gölge etme başka ihsan istemem” sözüyle ünlü filozof Diyojen’in altı metrelik mermer heykeli, Sinop’un tarihini hatırlatıyor bizlere. Adını mitolojideki su perisi Sinope’den aldığı rivayet edilen kentteki yaşam izleri, 5 bin yıl öncesine kadar iniyor. Geçmişi Amazon Kraliçesi Sinova’dan Denizci Arganotlara kadar uzanan Sinop, Karadeniz’in çalkantılı sularından kaçan gemiler için güvenli bir sığınak olmuş yüzyıllarca. İstanbul gibi büyük şehirlerden gelenler için şaşırtıcı ölçüde mütevazı görünen Sinop’un şehir merkezi de keyifli bir gezi seçeneği. Tarihi Sinop Cezaevi’nden yarımadanın ucuna doğru devam eden ana yolun bağlandığı Sakarya Caddesi, kentin ticari merkezi. Caddenin ortalarındaki 1214 tarihli Alaaddin Camii, kentin en eski İslam eseri. Adliye ve Valilik binalarının bulunduğu meydandaki Sinop Müzesi, ülkemizdeki en eski müzecilik girişimlerinden biri. Sinop’un simge isimlerinden biri olan Rıza Nur’un adını taşıyan kütüphane için, İç Liman tarafındaki Aşıklar Yolu’nu Karakum yönünde takip etmeniz yeterli. Kurtuluş Savaşı’nda doktor olarak görev yapan, ilk meclisin de kurucu mebuslarından biri ve ilk eğitim bakanı olan Nur’un çalışma odası görülmeye değer. Yarımadanın Karadeniz’e bakan Kuzey Kale Surları’nı gördüyseniz, Sinop’la vedalaşmak için mendirek çevresindeki sahil kahveleri sizi bekliyor olacak. Püfür püfür Karadeniz rüzgârları yüzünüzü okşarken, Sinop’un ‘adalı ruhu’ dediğimiz huzur dolu kollarının sizi de sarmaladığını hissedeceksiniz.