• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Atatürk Konulu Şiirler

İSTİKLAL SAVAŞINDAN

Ağlamakla gözlerin kızarmıştı akların, Büyük yas karartmıştı kırmızı bayrakları. Boyunlar bükülmüştü, başlar durmuyordu dik,
Kendi vatanımızda vatansızlar gibiydik. Anayurda dört yandan saldırmıştı düşmanlar,
Türk' ün büyük derdini Türk olmayan ne anlar?
Halife olanlarla bir, Sultan olanlarla birlik;
Prensleri ediyor düşmana habercilik.
O günlerde bir ünlü ayak bastı Samsun' a. Yürüdü, etrafına umutlar suna suna;
Bu ateşler içinden geçip gelmiş bir erdi, Göğsünde toplanmıştı milyonla Türkün derdi.
Bu milyonlarla dert ona veriyordu başka hız
Yürüyordu: arkasında genç, ihtiyar, kadın, kız....
O kimdir? Bakışları deniz kadar yumuşak, Saçı, güneşi emmiş bir demet başak.
O kimdir? Bir ulusun sesi var ağzında, Onbeş milyonun nabzı çarpıyordu nabzında.
O kimdir? Gözlerinde, bir tılsım gizleniyor Bastığı topraklardan bahar filizleniyor... Alev saçlı bir volkan, bazı bir dağ başında Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında. Güneşten birer oktu ondan gelen her emir, Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir. O kimdir?.. milyonla Türk birleşip bir tek olmuş.
Yıkılan memlekete kolları destek olmuş... Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu
Bir yandan da yürüdü halifenin ordusu. Birisi gök yüzünden bombalar atıyordu, Öbürü ^^tekbir^^ çekip ^^fetva^^ dağıtıyordu.
Bunların karşısında göğsü acık bir dölen, Süngüye, topa diyor : -biz olacağız yenen! Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna, Dağılan kuvvetleri topladı avucuna. Kurşunlar gülle oldu, sopalar süngü oldu, sınırlar baştan başa bir çelik örgü oldu. Bir kale heybeti var vatanın her taşında, Her işin başında o, her iş onun başında. ulusun iradesi, azmi ona verilmiş,
bütün yöney elinde bir yay gibi gerilmiş.

 
10 KASIM 1952

Sabahlar, her zaman güzel değildir,
Her zaman ayrılık akşamla gelmez.
Al atlar sırtında hoyrattır fecir,
Hoyrattır, ne kalbler kırmıştır, bilmez.
Sabahlar her zaman güzel değildir.

Vakti, bir yerinden bölünce şafak
İri ve rüyalı gözlerle müphem;
Nur olmuş içimde sanırım ak pak
Ayrı bir mânada korktuğum adem,
Eski düşüncemde, rahat ve uzak.

Fethe çıkmış gibi duyarım birden
Eşsiz gururunu bir cihangirin.
Ufuklar üstünde yüzen tekbirden
Vatanca büyümüş asil ve derin
Bir matem tütmekte şimdi fecirden

Nefti yalnızlığı başlar zamanın
Mağfiret ürperir, dağılır, uçar.
Ölüm korkusuyle dolu bir anın
Müphem uzletinde ebedî ruhlar;
Nefti yalnızlığı başlar zamanın.

Rüzgar esmez olmuş, sular durgundur,
Bir garip hali var Dolmabahçe'nin;
Hala içimizde yüzen gecenin
Aydınlık bilmeyen devamı durur,
Rüzgar esmez olmuş, sular durgundur.

Ruh için, ölümsüz, derler cihanda,
Her mevsim onunla güzel her seher
Bütün esatiri parçalasan da
Atatürk önünde mağlupsun kader!
Ruh için, ölümsüz derler cihanda.


Vehbi KIZILGÜL



"1919-1933"TEN BİR PARÇA

O günlerde bir ünlü ayak bastı Samsun'a,
Yürüdü etrafında ümitler suna suna.
Bu, ateşler içinde geçip gelmiş bir erdi,
Göğsünde toplanmıştı milyonla Türk'ün derdi,
Bu milyonla dert ona veriyordu başka hız,
Yürüdü arkasında genç, ihtiyar, kadın, kız.


O kimdir? Bakışları deniz kadar yumuşak,
Saçı güneşi emmiş bir demet altın başak.
O kimdir? Bir milletin sesi vardı ağzında,
Ondört milyonun nabzı çarpıyordu nabzında.
O kimdir? Geçtiği yer dönüyor gün vurmuşa,
Can veriyor sararmış ota, yaralı kuşa.

O kimdir? Gözlerinde bir tılsım gizleniyor,
Bastığı topraklarda bahar filizleniyor.
Alev saçlı bir volkan bazı bir dağ başında,
Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında.
Güneşten birer oktu ondan gelen her emir,
Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir
O kimdir? Milyonla Türk birleşip bir tek olmuş,
Yıkılan memlekete kolları destek olmuş.

Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu,
Bir yandan da yürüdü Halife'nin ordusu.
Birisi gökyüzünden bombalar atıyordu,
Biri elinde salip, biri elinde Mushaf,
İçli dışlı düşmanlar geliyorlardı saf saf.
Bunların karşısında göğsü açık bir azim,
Süngüye, topa karşı diyordu: Zafer bizim!

Bunların karşısında ikişimşekli nazar
Diyordu: Bu topraklar size olacak mezar!
Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna,
Dağılan kuvvetleri topladı avucuna.
Topladı avucuna yıldırımı, şimşeği,
Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi.
Kurşunlar gülle oldu, sopalar süngü oldu,
Sınırlar baştan başa bir çelik örgü oldu.
Şimşek yüklü bulutlar ufku kaplarsa nasıl
Bir süngü ormanıyle dağlar doldu muttasıl.
Bir kale heybeti var vatanın her taşında,
Her işin başında O, her iş O'nun başında

Faruk Nazif ÇAMLIBEL



AĞIT

"Tanrı'yı düşündü de kendisi gibi yüce
Türk, göğe Tanrı dedi seni görmeden önce
Yeryüzünde bu adı yalnız dağlara verdi."

Göçen bir ordu değil, bir milletin başbuğu,
Bu millet Türk milleti, gökten alındı tuğu!
Suçunu gizlemesin kızıl günahkâr doğu.

Işıklar yanmaz ola; gün, ay yasa bata Türk,
Ey tanrı milletinin en büyüğü Atatürk!.

Ne tat kaldı acunun baharında, güzünde;
Ne heybet var gökünde, ne ışık gündüzünde,
En büyük gücü sendin Tanrı'nın yer yüzünde,

Dağlar, taşlar ağlaya; gün, ay yasa mata Türk
Ey tanrı milletinin en büyüğü Atatürk!.

Destanını haykırdım bu yurda âşık diye,
Dünya Türk'e, Türk ona acısın yazık diye,
Tanrı kıskandı seni, kendinden ışık diye.

Gözler yoluna dala; gün ay yasa bata Türk,
Ey tanrı milletinin en büyüğü Atatürk!.

Ne doğudan sel gibi kopan Atillâ, Cengiz,
Sana eş olamadı ne yel, ne dağ, ne deniz,
Bunak din büyükleri!. Nerede mahşeriniz?

Yedi kat gök yıkıla, gün, ay yasa bata Türk,
Ölüm olam kavuşam sana nola Atatürk!.

Şükrü KURGAN



AĞIT

Yok gayri bizlere uyku dünek vay
Kime bel bağlayak kime dönek vay
Vay amansız ecel alçak felek vay

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağyasın gayrı

Ağla gözüm ağla yaşlar dil olsun
Kurumuş dereler baştan sel olsun
Çiçek kara açsın çayır kül olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

En büyük en güzel en yiğit kayıp
Dereler denizler çağlar ağlayıp
Rabbim de gözyaşı dökmezse ayıp

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Her gittiği yerde o şan verirdi
Aslan bakışını görse erirdi
Kaşları yeleden nişan verirdi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Bakışları şimşek gibi çakardı
Yarını görürdü düne bakardı
Kürsüye çıktı mı, arşa çıkardı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Her belâyı önler arda atardı
Dermandı her dalda hemen yeterdi
Babamızdı elimizden tutardı


Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Kaybını yıldızlar bile bileler
Kırıla kanatlar sola yeleler
Kurt kuş duyup cenazene geleler

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Millet Atan gitti başın sağ olsun
Ölümü devr açsın yeni çağ olsun
Dağlar birer birer yanar dağ olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gitti her ocağın söndü alevi
Yeryüzü dediğin bir ölü evi
Cihan türbe olsa almaz o devi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Dönmüş denizler gözyaşı taşına
Dünya ortak çıkmış Türk'ün yasına
Her evden bir ölü çıkmışcasına

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Gökler ağıtlardan titriyor kat kat
Düştü üstümüze gerilen kanat
Onsuz dünya yarım, insanlık sakat


Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

O hep dolu tuttu boş atmadıydı
Söz verince yaptı aldatmadıydı
On beş yıl tek burun kanatmadıydı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Bizdendi sevinci bizdendi derdi
Biz uyurduk o bizleri beklerdi
Uyudu nöbeti bizlere verdi


Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Kuru yapraklara benzedik bu güz
Her göz kan içinde sapsarı her yüz
Milyonlarız bir babadan öksüzüz

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı


Gök düşsün toprağa toza belensin
Mezarına gece yıldız elensin
Şehitler doğrulsun nöbet dolansın

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Dünya hem kahr olur hem onu gömer
Yıldızlar kandildir semalar kemer
Sus boğulayazdın sus Aşık Ömer

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Behçet Kemal ÇAĞLAR




AĞIT

Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı.
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel, can ağladı.

Doğu, batı, cenup, şimal!
Aman Tanrı bu nasıl hal?
Atatürk'e erdi zeval,
Memur, meb'usan ağladı.

Atatürk'ün eserleri,
Söylenecek bundan geri,
Bütün dünyanın her yeri,
Ah çekti, vatan ağladı.

Fabrikalar icat etti,
Atalığın isbat etti.
Varlığın Türke terk etti
Döndü çarh, devran ağladı.

Bu ne kuvvet, bu ne kudret,
Varıdı bunda bir hikmet
Bütün Türkler, inön'İsmet,
Gözlerinden kan ağladı.

Tiren hattı, tayyareler...
Türkler giydi hep karalar,
Semerkant'la Buhara'lar
İşitti her an ağladı.

Siz sağ olun Türk gençleri,
Çalışanlar kalmaz geri,
Meraşalin askerleri,
Ordular, teğmen ağladı.

Zannetme ağlayan gülmez,
Aslan yatağı boş kalmaz.
Yalnız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı.

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin gözü
Koruyalım yurdumuzu,
Dost değil düşman ağladı.


Aşık VEYSEL
 
Ağıt - Destan / (Orhan Şaik GÖKYAY)

Bir ağıt söyleyeyim, dağlar dilinden
Dumlu'dan Ağrı'ya ün gitsin gelsin!...
Destanlar duyulsun tarih yolundan,
O günden dünlere şan gitsin gelsin...

Çekin küheylanın atlasın binsin,
Al yelelerinde yankılar dönsün.
Afyon'dan İzmir'e ordular insin.
Süngü uçlarından can gitsin gelsin...

Neymiş yarım?! Sancak çekilsin uca,
Şılasın göklerde yüceden yüce
Sormak lüzum değil, halimiz nice?
Yanan yüreklerden kan gitsin gelsin...

Sen ey yayda bir ok gibi kurulu!
Bir ok değdi, düştün yere yaralı!
Dört yanında ak mermerler örülü,
Sars devir bunları, sin gitsin gelsin...

Gökyay'ım neylesin ıssız çağlarda!
Bir ağlar bir güler, durmaz kararda,
Bir başka dağ gibi sen dur dağlarda,
Akşamdan sabaha gün gitsin gelsin...




Asırlarca / (Behçet Kemal ÇAĞLAR)

-Dünyanın en büyük ölmezine-

Ufkunda doğacağım, ufkunda batacağım;
Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım.
Ben de giyersem eğer bir gün deha tacını
"İstersen çiğne" diye önüne atacağım...

Söndüğünü görsem de bin "meşale emel"in
Ebediyet yolumuz, öyle elimde elin...
Ak düşen saçlarınla nur kattığın heykelin
Hamuruna harç diye kanımı katacağım.

Yansam da masalların "Aşık Kerem"i gibi,
Bu aşk ölmez öyle her gönül veremi gibi!
Şöhretin okyanuslar aşarken gemi gibi;
Ben dalga gibi ayak ucunda yatacağım

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım!



Atam / (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

Bir yüz tanıdım ruhuma nakşoldu zamanla,
Bir yüz ki bütün hatları şimşekle doluydu,
Ben yalnız onun resmine daldım heyecanlı,
Benden çocuğum yalnız onun şi'rini duydu.
Bir hüzne bürünmüştü cenazeyle düğünler,
Bir damla yaş olmuştu denizler gözümüzde.
Hasretle bakarken gecenin rengine günler,
Seyretti yanan gözleriniz fecri o yüzde.

Tarih onun emriyle kımıldandı yerinden,
Birkaç yıla toplandı hemen birçok asırlar.
İsa eli geçmiş sanılır yurt üzerinden,
Gül bahçesi olmuş dün ayak bastığı yerler.

Ondan geliyor, her günümüz başka baharsa,
Ondandır, ufuklarda ne ürperme, ne gam var...
Kalbim nefesim dursa, düşüncem sona varsa,
Dünyayı unutsam da unutmam bir Atam var.



Atama Ağıt / (Kemalettin KAMU)

I.
Sırma sarısını yay saçlarına,
Gözüne rengini koy denizlerin;
Düşün dudakların en incesini,
Yüzüne tuncunu ver benizlerin.

Onda yürüyüşün en yiğitçesi,
Onda bükülmezi vardı dizlerin
Gezerdi ülkede bir hızır gibi
Em olup derdine çaresizlerin.
II.

Durgun bir denizi andırır dışı
İçi hiç sönmeyen bir yanardağı.
Sesinde ıslığı eser kuvvetin,
Sözünde şahlanır Hakkın bayrağı

Gökle Güneş gibi buluştu onda
Sezinin sağlamı, duyunun sağı
Yıkarak kökünden osmanlılığı
O gömdü tarihe bir ortaçağı.

III.

Dağlar dümdüz olur işaretiyle,
Ürperir ovalar avazesine;
Devrilir hıncına çarpar ordular
Kaleler dayanmaz yelpazesine.

Fikrin, güzelliğin, aşkın, her şeyin
Bağlıydı daima en tazesine
Yaşadı başı dik, dünyaya karşı
Getirdi dünyayı cenazesine!

IV.

Onsuz kaldığın bilse tabiat
Bağlar üzüm vermez, bahçeler kurur;
Okşar saçlarını ezelin eli,
Yüzüne ebedin ışığı vurur.

Övünür insanlık eserleriyle,
Yurt onun sevgisi üstünde durur.
Adıdır kurduğu devlete temel,
Ünü kurtardığı millete gurur!

V.

Fâni varlığını kaybetti ama,
Simgesi yurdumun burçlarındadır
Engin ufuklara uzanmış kolu,
Hızı altıokun uçlarındadır!

Kadının, erkeğin hafızasında
Gencin, ihtiyarın duşlarındadır
Yayla yellerinde eser gölgesi,
Sesi bahçemizin kuşlarındadır.

VI.

Ben mi yazacaktım göçüm gününü
Dökerek ardından böyle gözyaşı?
Ben ki ona büyük gezilerinde
Oldumdu bir küçük yol arkadaşı

En son durağına varmadan ömrün
Kapadı yolunu bir mezar taşı...
Büyük kurucusu cumhuriyetin
Hürriyet aşıkı milletin başı!



Atatürk / (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

Üstümüze gece gündüz kol geren,
Bize güzel iyi günler gösteren,
Türk iline yeni baştan can veren
Kimdir diye sorarlarsa: Atatürk.

Yurdumuzu aydınlatan sabahlar,
Düşmanlara korku veren silâhlar,
Tersaneler, fabrikalar, tezgâhlar
Göze çarpan her ne varsa: Atatürk.

Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde:
Gönül tapar kendisinden geçer de
Hangi yana göz dalarsa: Atatürk.

Babasından önce onun adını
Öğretiyor oğluna Türk kadını,
Ondan aldık yaşamanın tadını,
Bahtiyarız, bahtiyarsa Atatürk
 
Atatürk / (Hasan Ali YÜCEL)

Türk'ü ölümden
Odur kurtaran
Odur yeniden
Türklüğü kuran.

Yaptığı ordu
Düşmanı kovdu.
Ulusu, yurdu
Odur yaratan.

Türk'ün dileği
Onun ereği.
Yüce yüreği
Türklüğe vatan.

Bu memleketi,
Cumhuriyeti
Canıyle etti
Bize armağan.

Atamızsın sen,
Adımız senden.
Yürür izinden
Sana inanan.

Ülküm yürüsün,
Türklük büyüsün
Sen Atatürk'sün
Ey yüce Başkan!



Atatürk / (Enis Behiç KORYÜREK)
Ey sanki alev saçlı zafer küheylaniyle
Kurtardığın vatanda en yüce şehsüvarsın,
Bir şimşek çağlayanı haliyle Türk kanıyle
Aldığı şâna lâyık bir tarihde bir Sen varsın.

Erişmez vasfına hiçbir rebabın sesi
Sen yükseksin ilhamın yıldızlı göklerinden,
Dehâdan kanatlanan kılıcının şulesi
Ebediyette olmuş bir murassa kasiden,

Kızıl gökte parlayan Ay-yıldız'ın nurusun.
Sen en büyük milletin, Türklüğün gururusun
Bu yurdun timsalisin bugün bütün cihanda
Gözler, gönüller senin, senin şeref de şan da!



Atatürk / (Cahit Sıtkı TARANCI)

Atatürküm eğilmiş vatan haritasına
Görmedim tunç yüzünde böylesine geceler
Atatürk neylesin memleketin yarasına
Uçup gitmiş elinden eski makbul çareler

Nerde istiklâl harbinin o mutlu günleri
Türlü düşmana karşı kazanılan zaferi
Hiç sanmam öyle ağarsın bir daha tan yeri
Atatürküm ben ölecek adam değildim der.

Git hemşehrim git kardeşim toprağına yüz sür
Odur karşı kıyadan cümlemizi düşünür
Resimlerinde bile melül mahzun düşünür
Atatürküm kabrinde rahat uyumak ister.



Atatürk / (İlhan DEMİRASLAN)

Atatürk dedim iptida
Önümü ilikledim.

Nasıl söylerim öldüğünü
Atatürk'üm karşımda,
Yatmış uyumuş karlar üstüne
Kalpağı başında.

Nasıl söylerim öldüğünü
Çenesine uzanmış eli
Atatürk'üm çıkar Kocatepe'ye
Dalgın, düşünceli.

Nasıl söylerim öldüğünü
Elinde beyaz tebeşir
Geçmiş tahta başına
Atatürk'üm ders verir.

Nasıl söylerim öldüğünü
Başında yeni şapkası
Yola çıkmış yürümüş
Kalabalık arkasında

Nasıl söylerim öldüğünü nasıl
Bir ışık vurmuş yüzüne
Atatürk'üm bakıyor besbelli
Çekidüzen verelim üstümüze.



Atatürk İçin / (Osman ATİLLA)

Tuttun elimizden çıktık sefere,
Kurtardık vatanı, milleti Atam.
Serdik kör denilen talihi yere,
Zaferdir savaşın nimeti Atam.

Dağlar altımızda at oldu bizim.
Sen dedin:-Uyan Türk! Açıldı gözüm.
Sakarya suyundan yununca yüzüm,
Bilindi Türklüğün kıymeti Atam.

Duyarım, dalgalar sahili döğer,
Sen sade bir "Paşa" olaydın eğer
Yine kalbimizde alacaktın yer,
Sensin bu vatanın ziyneti Atam.

Bir eşin varmıydı civanmertlikte?
İyi ettik sana "Ata" dedik te;
Sevgin göğsümüzde, eller tetikte,
Sendin bize Tanrı himmeti Atam

Her Türk olan "Atam" der de tutuşur,
İşitir emrini derdi yatışır;
Kâfi bu teselli ona yetişir;
Sana lâyık olmak niyeti Atam



Atatürk'e Ağıt / (Cahit KÜLEBİ)

Edirneden Ardahana kadar
Bir toprak uzanır,
Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar
Ardahandan Edirneye
Edirneden Ardahana kadar.

Kopdağında akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar.

Samsunun evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde;
Çaparlar, takalara, mavnalar,
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar.

Kazovadan bir yar sevdim
Adamı günaha sokar.

Savaştepe köprüsünden geçen tirenler
Sel olur İzmire akar.
İzmirin denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar.

Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar,
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahandan Edirneye
Edirneden Ardahana kadar.

Amasya'ya benzin yüklü bir yaylı geldi
Yağmurlu bir günde.
Devrisi gün silâh çattılar
Candarmalar hükümetin önünde,

Kemal Paşa çıkageldi
Bir alevdir aldı gitti yurdumuzun gönlünde,
Çorap gibi söküp attı
Düşmanları ordumuzun önünde.
Bu ne inançtır ki Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde!

Davullar zurnalar döğende
Ben seni hatırlarım!

Binip tirene gezende
Ben seni hatırlarım!

Tam iki yaşındaydım
Düşman İzmire girende!

Ben de gelecektim ama anam koymadı.
Küçüksün oğul dedi. Ben giderim ana bırak dedim.
Gideceğin bu yol dedi.

Şimdi büyüdüm sürüp geldim
Felek koydun ise bul dedi
 
Atatürk'ten Son Mektup / (Halim Yağcıoğlu)

Siz beni hâlâ anlayamadınız,
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da,
Hep tutturmuş "yıl 1919, Mayısın 19'u" diyorsunuz,
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övünüyorsunuz.

Mustafa Kemal'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler,
Siz bana neler yaptınız ondan haber verin,
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin,

Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bana muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan;
Kuru söz değil iş istiyorum sizden anladınız mı,
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı,

Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Hâlâ o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hâlâ oturmuş 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz,
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın,
Uluslar, fethine çıkıyor uzak dünyaların.

Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız,
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil,
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar,
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.

Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü
Görüyorum ki hâlâ aynı yerdesiniz hiç
ilerlememiş;
Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek
dururken,
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız
gülen,

Mustafa Kemal'i anlamak işitmek değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla,
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla,
Bu vatan, bu canım vatan sizden çalışmak ister,
Paydos öğünmeye, paydos avunmaya, yeter,
yeter,

Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.



Atatürk'ü Dinlerken / (Behçet Kemal ÇAĞLAR)

Yay yine gerilmede, fırlayacak yine ok;
Yine vatanımızın yeryüzünde eşi yok;
Bozkurt, Ergenekon'u yeni delmiş gibidir:
Her biri ihtiraını seyre gelmiş gibidir.
Kalpler ellerde çarpar gibi alkış kopuyor;
Her ruh bir tutam ışık ve her göz bir damla kor:
En büyük, en sevgili, en genç, en mert geliyor;
Dünya imtihanını veren tek fert geliyor;
Kürsüye her çıkışta, Türk daha yükselecek...
Dinle: Her cümlesinde doğuyor bir "gelecek";
Aslan, insan ve Tanrı bir arada bu başta...
Kıvılcımlar doğuyor bastığımız her taşta,
Önümüzde mesafe ve zaman çökmekte diz;
Bir İnönü azmiyle ardındayız hepimiz...
Yerine getirmeye yeni dileklerini,
Koymuş on yedi milyon, yola yüreklerini,
"Marş! Marş!" Öz yurdu fethe!" Şimdi manen, yeniden:
Deliyor dağı taşı öncümüz gibi tren,
Fabrikalar kalemiz, kanallar siperimiz
Ve bu fetih olacak bizim şaheserimiz...



Atatürk'ün Cenazesini Ankara'da Karşılarken / (Mithat Cemal KUNTAY)

Gene on beş sene evvel gibi Gazi geliyor,
Gene on beş sene evvelki kadar yükseliyor.

Gene başlarda oturmuş, gene göklerde başı;
Yıldırımlar gene bir eski silâh arkadaşı.

Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ;
Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ.

Gene bir memleketin satveti bir tek emeli.
Koca bir yurdu tutarken gene sapsağlam eli.


Çürüyen göğsü için takızaferler gene dar;
Gene sağdır, gene sağlamdır O, hem dünkü kadar.

Ona hicranla... hayır, sade taabbütle eğil;
Ölüdür; doğru, fakat öldüğü hiç belli değil.



Bizsiz Gidiyor / (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata,
Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın.
Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri ta
Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın!

Gidiyor, gizleyerek sır gibi bizden sesini,
Çıkıyor, ilk olarak bir yola Başbuğ bizsiz.
Biz, ki dünyada, bırakmazdık onun gölgesini,
Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz.

Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil,
Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun.
Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil,
Göreceksin, duruyor kalbimiz üstünde putun!

Sen ki Gayya'ya düşen on yedi milyon Türk'ün
Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak,
Onu bir hızla çevirmiştin ölümden daha dün:
Tunç elin, yalçın iradenle kolundan tutarak.

Ve bugün on yedi milyon geliyor bir yere de,
Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için
-Onu yoktan var eden sendeki derman nerede?
Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için



Bu Kadar Yazabildim / (Sami N. ÖZERDİM)

Bir cihan yıkıldı, bir güneş söndü;
Tanrılar ağlasın, kullar ağlasın.
Dünya yıldızsız bir geceye döndü;
Yakınlar ağlasın, eller ağlasın.

Cihana öyle bir fert gelmemişti;
O geldi cihanın seyri değişti,
O gitti, Allah'ım, o ne gidişti,
Adıyla can bulan diller ağlasın.

Onsuz bu cihanı, göremez gözler;
Boşuna gelmesin baharlar, güzler;
Onun benzerini getiremezler:
Asırlar devirler, yıllar ağlasın.

Mateme çevrilsin bütün duygular;
Ağlamak haline dönsün arzular;
Gözyaşı halinde çağlasın sular;
Onsuz yeşermeyen dallar ağlasın.

Sanki her taraf boş, her taraf ıssız;
Sanki bütün varlık kaldı yapyalnız;
Tabiat yaşar mı böyle ışıksız;
Onsuz kızarmayan güller ağlasın.

Varlık dolmuş onun gür sevgisiyle,
Sanki can vermişti eşyaya bile.
En büyük acıyla gelerek dile
Ona hasret kalan yollar ağlasın.

Neşeden kalmamış bir yerde eser,
Tabiat sanki bu matemle inler;
Birer mavi göze çevrilip yer yer
Denizler ağlasın, göller ağlasın.

Ay ışıksız kalsın yıldızlar sönsün;
Rüzgâr hıçkırarak dursun, dövünsün
Çağlayanlar sussun, yasla düşünsün,
Irmaklar ağlasın, seller ağlasın.

Başını taşlara vursun Sakarya;
Gediz, Kızılırmak yansın Ata'ya;
Bu acıyla yalnız bu sular mı ya
Volga'lar, Tuna'lar Nil'ler ağlasın

Gökler güneşiyle, dağlar karıyle;
Denizler köpürdü dalgarıyle
Yurdumun yemyeşil ovalarıyle
Birlikte, stepler, çöller ağlasın.

Şimdi yaşlı gözler bir pınar gibi,
Yaslı gönüllere dünya dar gibi
Güneşi kapayan bulutlar gibi
Resmini örten o tüller ağlasın.

Sade sema değil, dağ, deniz değil
Karalar bağlayan ülkemiz değil
Bu en büyük kayba sade biz değil.
Bütün âlem, bütün iller ağlasın.



Büyük Arzu / (Arif Hikmet PAR)

Ağustos gecesinde mavi ışıklar iniyor tepelerden,
Lâcivert bir yelpaze gibi açılmış gökyüzü.
Gazi, çadırdan çıktı, arkasında paşalar,
Meşin kırbacı dizlerine vuruyor.
Şöyle bir yukarı kaldırdı başını:
Bayrağa gönül vermiş gibi yıldızlar...
Sonra heyecanla İsmet Paşa'ya soruyor:
- Erat hazır mı İsmet ?
- Her şey tekmil, Paşam!
O bir ayna gibi bilirdi içimizi,
Gözlerinde yarınki şafaklardan izler.
Karanlıkta baktı, parıldıyor süngüler...
- Merhaba asker! dedi,
Saflar önünden geçti;
Mehmetler "Yaşa, yaşa!" diyordu.
O altın saçlarını vermiş geceye
Şimdi her şeyi unutmuş,
Yalnız büyük bir aşkla
Afyon sırtlarına doğru
Haşmetle kartallar gibi süzülmek istiyordu.
Bir alev çağlayanı halinde
Akdeniz'e dökülmek istiyordu.



Büyük Misafir / (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA)

Bir sevinç incilemiş gözleri yaşlar yerine,
İzi üstünde gül açmış kapanan her yaranın.
Bir bahar yağmuru halinde derinden derine
Çağlıyor her yanı alkışla yeşil Marmara'nın.

Bu misafirdir, inan memleketin neyse varı,
Böyle bir yüz mü görür bir daha fâni ömrün?
Gelin ay Bahr-i Muhit'in köpüren dalgaları,
Kırk asırlık yolu bir hızda alan Türk'ü görün



Çankaya / (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)

Ey neftî gölgesinden uzanıp birkaç dalın
Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya!
Nasıl kanatlarını sakladın o kartalın,
Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya?

O ki sarsıntısından taçlar düşerdi taçlar,
Nasıl saydın korkmadan göğsünün çarpışını?
Nasıl ateş almadı onu görmüş ağaçlar,
İçinde yanan güneş yakmadı mı dışını?

Arzı oynatmak için yeterken her adımı
Yanardağlar bulurken kül olmuş her yığın dağ,
O seni yıkmadı mı, o seni yıkmadı mı?
O eşsiz kahraman ki dünya ağırlığında:

On milyon bel iki kat olmuşken eğilmeden
Onda on beş milyonun boynu birden uzaldı,
Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden
Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı.

Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya,
Gölgesi baş döndüren bu sırrı anlat bize:
Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya,
Seni böyle ebedî kılan hangi mucize?
 
Dahi-i Teceddüd'e / (Abdülhak Hamid TARHAN)

Büyük gazâ, büyük zafer bu inkılâp!
Büyük gazâ tagallübe...
Büyük zafer taassub u teseyyübe
Gazâ-yı Mustafa Kemal

Evet, cehalete ilmin bu bir büyük zaferi.
Cihan - şümül olacaktır onun bu şaheseri!
Yarın bu seyre denir kahramanların seferi...
Kuvâ-yı Mustafa Kemal
Dehâ-yı Mustafa Kemal!


Dolmabahçe / (Edip AYEL)

Sönmüş her ışık kubbenin altında kederden,
Gülmez o hayal ufka bakıp pencerelerden.
Hiçbir cama vurmaz, o kızıl dalgalı saçlar,
Yaprakları düşmüş düşünür yorgun ağaçlar.
Yollarda çakıllar bile sızlar adım atsan
Kuşlar konacak avcuna halsiz... el uzatsan!
Küsmüş gibi her şey elimizden güne, fecre,
Bir zindana benzer güneşin battığı hücre.
Sahil boyunun dar kapısından girecek çok,
Mermer sarayın ön kapısından çıkan er yok.
Bilmiş gibi içlerdeki ye'sin nedir aslı,
Rıhtımdaki ıslak kara taşlar bile yaslı.
Öksüz mü saray, hasta mı yol, içli mi bahçe?
Matem mi sunar gökte bulut, daldaki serçe?
Ay yıldızı aldık da senin üstüne sardık,
Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık?
Dehlizlere girsek ve bağırsak: Ata! Gazi!
Bir ses gelecektir bize eyvah: O da mazi!



Gazi Destanı / (Aşık HASAN)

Gücüm yetse keşke yazsam bir destan
Okunsa istekle nihayete dek
Başımızda her gün o Başkumandan
Methini söylerim kıyamete dek

Onunçün açılır sümbül menekşe
Cihanda adını söyler her köşe
Nüfuzu yürüdü dağ ile taşa
Methini söylerim kıyamete dek

On yılda yüzlerce yılı aştırdı
Şanlı geçmişleri deşti deştirdi
Okuyup yazmayı kolaylaştırdı
Methini söylerim kıyamete dek

Varsın geçsin benim yaşım yetmişi
Son on yılda gördüm en büyük işi
İster er meydanı böyle er kişi
Methini söylerim kıyamete dek

Geçit tünel oldu her çetin kaya
Şimdi tirendeyiz yürürdük yaya
Dünya imreniyor Gazi Paşa'ya
Methini söylerim kıyamete dek

Sohbetinin doyum olmaz tadına
Odur haklarını veren kadına
Aşık Hasan derler benim adıma
Methini söylerim kıyamete dek

Arık toprağa yaslanı yaslanı
Sığır güderken yazdım ben bu destanı
Nasıl methedeyim böyle aslanı
Methini söylerim kıyamete dek



Gazimize / (Orhan Seyfi ORHON)

Büyük küçük her ferdi asırlarca bu yurdun
Emekleyip dururken köhne izler üstünde;
Sen o kartal pençenle tutup bizi uçurdun
Aşılamaz ne dağlar, ne denizler üstünde.

Kurur senin nurunla izleri gözyaşının,
Düşmanları titretir çatılışı kaşının.
Bir güneş tesiri var o ilâhi başının
Karanlıklara düşmüş ümitsizler üstünde.

Sen çürümüş, dağılmış bir cesede can kattın:
Mezarından çıkarttın, semalara fırlattın;
Yeni baştan şerefli bir âlemi yarattın:
Bu derece hakkın var senin bizler üstünde.

Titriyor İstanbul'un sevinçle her bucağı,
"Gel!" diyor bir el gibi sana vatan sancağı;
Kapanıp öpmek için basacağın toprağı,
Bütün şehir bekliyor seni dizler üstünde.



Gazi'ye / (Yaşar Nabi NAYIR)

İsmini eserinle nakşettin hatırlara,
Bir zaferi yâd için kurulan taklar gibi.
Senden bahsedecektir asırlar asırlara,
Mukaddes bir duayı anan dudaklar gibi.

Yurdumu çalmak için gelen cihangirleri
Önünde secdelere getirmiştin o zaman,
On dört milyon insana vurulan zincirleri
Sendin tunç elleriyle parçalayan kahraman.

Her gün bir parça daha yükselen vatanında
Kanadlar toprağına alnından düşen terdi,
İsmini anmak için peygamberler yanında
Binlerce mucizenden bir tanesi yeterdi.

Yolunda yürüyenler gözlerinde gözleri,
Azminden hız alıyor, çelik bakışından fer;
İsminle dolduracak asırlarca her yeri
Bu zafer, bu mislini dünya görmemiş zafer.

İki yıldız halinde taşıyacak gözlerin
Dehanın ziyasını cihan ufuklarına;
Yurdumun her taşına nakşettiğin sözlerin
Derin uğultularla aksedecek yarına



Gazi'ye Tarih / (Yusuf Ziya ORTAÇ)

Onu tarihe sorun, yoktur eminim bir eşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneş!
Sözü halkın dilidir, gözleri hakkın ateşi,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!!

Yurdu sarmıştı karanlık, onu yırtıp atan O.
Soğuyan kanlara bir başka hararet katan O.
Kararan gözleri bir lâhzada aydınlatan O.
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!

İnkilâp ordusu nur ordusunun rehberidir,
Milletin şehperidir, memleketin şehperidir,
Onu beklerdi vatan bunca zamandan beridir,
O güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!

Ayrılıp Çankaya'dan Hazreti Gazi geliyor,
Saçının huzmesi zulmetleri ok ok deliyor,
Şehre kalbindeki tarihi alıp yükseliyor:
"Bu güneş yüzlü, güneş sözlü, güneşler güneşi!"



Gidiyor / (Orhan Seyfi ORHON)

Gidiyor, rastgelmez bir daha tarih eşine;
Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine!

Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla;
Gidiyor, göğsünü çepçevre saran bayrakla.

Gidiyor, izleri üstünde birikmiş yaşlar;
Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar.
Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi;
Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meşalesi!

Yine bir devr açacakmış gibi en başta o var;
Haykıran seste o var, sessiz akan yaşta o var.

Siliyor ruhunun ulviliği fani etini,
Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini.

Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça;
Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça.



Görmeye Geldim / (Behçet Kemal ÇAĞLAR)

İstiyorum ki: Sana giden yolda ne şosa,
Ne ufacık bir geçit, ne açılmış iz olsa:
Sade sarp yalçın olsa ve sade dimdik kaya,
Avuçlarım dizlerim koyulup kanamaya;
Kanımla kaylara destanın yazarak
-Bahtım siyah olmadan, göğsüm kızıl, alnım ak;
Parıltılı gözlerim, yıldız olacak gibi
Çıksam sana kaleye çekilen bayrak gibi...
Ne anam var gözümde, ne babam, ne sevgilim:
Şimdi ben senden başka hiç kimsenin değilim;
Dere olsam ardından çağlasam, aksam gitsem;
Kartal olsam köşkünü her akşam tavaf etsem;
Rüzgâr olsam, okşasam saçını bir yâr gibi;
Arz olsam, kucaklasam seni bu diyar gibi;
Şimşek olsam adını göğe yazsam muttasıl...

Patlayan fırtınaya göğüs gererse nasıl
Gemiler imdat diye koy araya araya
Ben de öyle kendimi dar attım Ankara'ya
Koparak bir çığ gibi yurdumun bir dağından,
Ülküyü içmek için Ankara kaynağından,
Yüzünü görmek için yakından bir saniye...
Yollarda yıldızlara daldım gözlerim diye,
Kılıcın kesti sandım ufka düşen güneşi
Bir kesik baş halinde kan olurken ateşi,
Başın göründe sandım gün doğarken yollarda
Seni mecliste sandım sel çağlarken bir yarda
Yapayalnız yollarda sandım çakınca şimşek;
Parmağım yeni bir yol gösterdi gürleyerek
Dinlemeyi bilmeden yürüdüm günlerce ben,
Hasretinden hız aldım koştum gündüz gece ben,

Bu şehrin havasının içime sindirmeye:
Senin nefes kattığın bu aziz hava diye.
Geldim, sordum: "Nerde O?" gösterdiler yerini,
Kıskançlık gösteriyor, sade, sevgilerini,
Geleli günler oldu, hep hasret ateşinde,
Günlerdir göremedim, koşuyorum peşinde,
Bir gün olsun yakından görünmezsen sen bana,
"Hedef Akdeniz!" gibi düşeceğim arkana,
Öyle ki hain sanıp vuracaklar bir gün de,
Çırpınırken kuş gibi kalbim senin önünde..
Vuslat malolmaz sade kana ve gözyaşına
Bak yemin ediyorum gençliğimin başına
- Bir çetin ısrar varsa darılma bu sözüme-
Göreyim, ondan sonra mil çeksinler gözüme:
Gür sesimde adın var, kör gözlerime de dol,
Gönlümün, gözlerimin ilk ve son ışığı ol...

Neye benden uzaksın bir başka ırkın gibi?
Gönlüm bir hançer gibi, hasretin bir kın gibi
Sıyrılmalı bu hançer paslandıran bu kından,
Birkere görün bana yakından, çok yakından
Bilmiyorum; Riya ne, hulus ne, ihtiram ne?
Doğrudan doğruya ben dönüp senin Kâbe'ne
Huşudan çok mukaddes bir cür'etin sahibi
Tûr'da "nerdesin" diye bağıran Musa gibi
-Kulaklarımda bir gün çınlasın sesin diye-
Sana haykırıyorum: "Gazi! Nerdesin?" diye
 
Havza Yollarında Mustafa Kemal / (Ceyhun Atuf KANSU)

Muhmur dağın başında bir duman, bir duman,
Mustafa Kemal'in başında daha bir duman
Dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez,
Mustafa Kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez,

Dağların başında duman eksik olmaz,
Soy yiğidin başından duman eksik olmaz.
Mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi.
Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda,
Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek,
Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel,
Bölmek orta yerinden gemilerin getirdiği güneşi,
Bir sana bir bana vermek ne güzel!


Çakal dağının eteğine vardı ki Mustafa Kemal,
Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve,
Kahvede düze inmiş eşkıyalar, Karadeniz uşakları,
Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor.
Uyanmış su, gözleri adamların, susuz gözleri sıcak,
Mustafa Kemal baktı, tanıdı, hepsi halk.

Oturdular, hep beraber çay içtiler,
Ordan burdan, dereden tepeden konuştular,
Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana,
Yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar,
Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert
Mustafa Kemal'in gözlerinde tek tek ışıdılar.

Çıktı kavak yaylasına "oh!" dedi, Mustafa Kemal,
Ölmez be, insan bu vatanı sevince,
Halk kokusudur, güller çimenlerden gelir,
Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri,
Dağılmış Mahmur dağının dumanları
Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar.

Havza'ya vardım ki, kulağımızı koyalım bir,
Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir?
Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler,
Çıkarlar ormanlardan gizli gizli çağıralım, bir,
Gelirler toplanırlar ateşimize, onlar için yaktık,
Özgür yüreklerin soluğunu üflesinler bir.

Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir,
Selâm verelim bir, selâm alalım bir,
Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar,
Şu sabah çayını içelim bir, kardeşçe sıcak.
Yüzümüzü yunalım şu dereden bir,
Sonra kursunlar darağacını kavgamıza,
Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!



İstiklal Savaşında Mustafa Kemal / (Sabih ŞENDİL)

Şöyle bir doğruldu Mustafa Kemâl
Kıratının üstünde göklere doğru
Dağlar arasından yükselen
Tunçtan bir heykele benziyordu.
Bakışları vardıkça mesafeler ötesine
Belliydi kaynaştığı gözlerinde
Masmavi okyanus dalgalarına benzer
Düşünce dalgalarının,

Zafer, diyordu da başka bir şey demiyordu,
Yüzünün bütün çizgileriyle bu kahraman
Hissetmişti zaferin kokusunu kırat bile
Yerinde duramıyordu.
Mağrurdu diğer atlara karşı
Bir Mustafa Kemâl taşıdığında üstünde
Dünyalara bedel.

Bir bakışı vardı tepelerden ovalara
İnan bir bakışı Mustafa Kemâl'in
Peşinden yürüyordu binlerce kahraman
O'nun zafere inandığı kadar zafere inanan binlerce insan.

Şöyle bir doğruldu kahramanlar kahramanı
Kıratının üstünde göklere doğru
Sabah oluyorken güneşin ilk ışıkları altında
Tunçtan bir heykele benziyordu.



Kahraman / (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA)

Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün,
Seni gördük bir mazi dağları sardı ses ses,
Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes...
Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da,
Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu'da.
O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen,
Bulursun bu sevgide asırları istersen.
Ararsan bakışında uzun ovalar erir,
Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir.
Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman
Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan..
Dört sınırın ucunu getirdin bir araya,
Dört bucak sevgisini topladın Ankara'ya.
Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer
Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller,
Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi...
Sonra sanki ruhunda kartal sesleri geldi;
Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden
Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen.
Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil:
Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil!
Çok değil, kanımızın rengini süze süze,
İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze..
Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni.
İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın;
Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın...
Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün.



Mustafa Kemal Havası / (Edip AYEL)

Köylülerin oturduğu bir kahvede
Söz edilirken güz ekiminden birdenbire
Şavk vurması gözlere ulusal imeceden
Doğrulup kalması bir ulusun, öyle bir hava.

Aşka benzer, şevke benzer, Ferhad'ın dağ delmesi
Künk döşemesi, su çekmesi Amasya'ya
Mustafa Kemal'in kağnıları taş taşırken
Ulu yapıların yükselmesi, öyle bir hava.
Bir savaş alanı ovalarda, tepelerde
Sakarya'dan uzun, Sakarya'dan zor
Ve Mustafa Kemal atlısının getirdiği haber:
Düşman bozulmuş gidiyor, öyle bir hava.

Herkes kurtuluş ordusunun eri gibi
Yeniden bir alan savaşı verir gibi,
Gerilik, karanlık, yoksulluk karşısında,
Dumlupınar zaferi gibi, öyle bir hava.

Düş gibi, yarın gibi, hemen yarın gibi
İki bin rakımlı tepe alınmış gibi,
Davul zurna şenlik dernek köylerde
İzmir'e varılmış gibi, öyle bir hava.

Öyle sade, öyle umutlu, öyle halkça,
Güzel işlere doğru kavak gölgesi yollardan,
Çankaya'daki bağ evinden bir sabah sanki,
Ankara'ya iniyor Mustafa Kemal, öyle bir hava.

Sivas köylüklerinde buğday yetiyor,
Halkım yamasız urbalar içinde,
Mustafa Kemal'in kara tahtası başında
Herkes dilediğini yazıyor, öyle bir hava.

Ölünün toprak bölünmüş, yaşayana verilmiş,
Emek kul olmaktan kurtarılmış
Gül açıyor bahçelerde tütün, mısır, incir
Şıkır şıkır oynuyor kızların ellerinde, öyle bir hava.

Köy okulunun bahçesine bayrak çekilende
Selâm durmamız kardeşliğe ve insanlığa
Kardeşliğe bayrağımızdan bir şey katmamız,
Güller katmamız insanlığa bayrağımızdan, öyle bir hava.

Ve en güzeli demiryollarımızdan sanki
Mustafa Kemal geçecekmiş gibi,
Soracakmış gibi bize ıssız istasyonlarda,
Ne yaptınız? Yaptıklarımızın sevinciyle, öyle bir hava.

Sularda çamur yok, dupduru bir ırmak
Gönüllerimizin ta içinden akıyor
Kardeşlik denizine aşk dalgalarıyle,
Kıyısına yaşantıların güller bırakarak, öyle bir hava.

Şiir diyeceksiniz, insanlığın kız kardeşi şiir
O mu? Bağımsızlık gülü emek menekşesi
Bir seher tazeliğiyle sarmış ulusumuzu
Mustafa Kemal havasında gelecektir... öyle bir hava



Mustafa Kemal'den Konuştuk / (Özker YAŞIN)

-Bir Nine Söyledi-

Anlatması güçtür oğul,
O ilk gençlik dünyamızın
Masal kahramanıydı.
O her genç kızın
Düşlerindeki altın saçlı yiğit,
Biliyorduk O'nun bastığı kara toprakta
Otlar yeşerecekti.

Anlatması güçtür oğul,
Bir kara duman sarmıştı yurdumuzu;
Dört koldan hain düşman sürüleri,
Dört koldan vahşet, keder.
Ama yitirmedik umudumuzu,
Biliyorduk mavi gözlü kahraman
Bir gün gelecekti...



Mustafa Kemal'i Düşünüyorum / (Ümit Yaşar OĞUZCAN)

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları, engin denizleri.
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri,

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Yanmış, yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği,
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere
Al bir ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde,
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde.

Mustafa Kemal'i düşünüyorum,
Altın saçları dalgalanıyor rüzgârda,
Mavi gözleri ışıl ışıl, görüyorum
Uykularıma giriyor her gece.
Ellerinden öpüyorum.



Mustafa Kemal'in Atı / (Behçet Kemal ÇAĞLAR)

Daha da parlamıştı güzelleşmişti al at
Mustafa Kemal'in bindiği günden beri.
Sanki bilinmez bir rüzgârla dolmuştu
Göğe göğe kalkıyordu alevden başıyla
Uçar ayaklariyle oyuyordu yeri.

Kimseyi bindirmiyordu üstüne artık
Bindirmez ya, Mustafa Kemal'in atı o.
Bunca at arasında neden onu seçmişti,
Nasıl tutmuştu ak elini alnında
Artık dağın taşın saltanatı o

Çok zorladı suvari alayının yiğit binicileri
Al ata binebilmek imkânsız.
Öyle damarlanıyordu ki derisi bir sızı duyuyorlardı.
Öyle çılgınlaşıyordu ki köpük köpük
Nerdeyse düşecekti nârin allığıyla cansız.

Alay kumandanı aldı işi demir avucuna
Bir alay bir ata vuramaz mı gem?
Kendi denedi yanık bilgisiyle yılların,
Sustu karşıdan dehşetle, kaygıyla, hayranlıkla bütün suvariler
Al at, al at, deli ve muhteşem.

Aylar geçti aradan
Binicisiz al at başı boş dolaşıyordu.
Arpanın yulafın samanın vakti kurudu kara toprakta,
Alaya öyle nekes günler geldi ki
Kısmette bir avuç ot bile bulmak zordu.

Atların yemleri gayri kısık mı kısık
Azbuz ağaç kabuğu, keçi boynuzu, küsbe.
Söyleniyordu öbür atlar aralarında al at için
"Bizimle torba takan bu, ne işe yarar,
Bu, at değil süs be."

Suvariler düşündü ki kısıma küçücük bir çare var.
Nasıl olsa faydasız,
Parmakları acılı, gözleri bulanık,
Bir sabah tımarında al atı saldılar.

Hemen çekildi al at bozkıra
Ancak bir kuşun atımı, ne çok ne az.
Alay nereye gitse o da peşinde gidiyordu ufuktan,
Kötülüyordu, bakımsız gün gün garip,
Felek kimsede parıltısını bırakmaz.

Öyle incelmişti ki boşlukta
Yaşıyan sanki rüzgârlarıydı.
Eski sevdalar kadar uzak,
Bir yaprak düşmüştü içinden,
Sarıydı.


Al at çağırmalarını duymazlığa getiriyordu,
Pişman olmuştu suvariler ta baştan ama.
Yalnız ilişiğini kesmemişti hiç
Dağdaki boz kayadan kızaran gök üstünde hareketsiz duruyordu
Her akşam istiklâl Marşı'yla yapılırken yoklama.
.......................................
Bir gün girdi alay en çetin savaşına
Kılıçtan arta kaldı toprak.
Yaya cengi can komadı alanda
Açıldı göğe doğru
Gönülle al kan, göğüsler ak.

Sürdü döğüş akşamaca
Şanlı alay çekilmek emrini aldı.
Ağırdı sillesi kaderin
At kopmuş, kılıç kopmuş, göğde kopmuş
Suvari alayı koca bir masaldı.

İşte ansızın hücum dört nalında al at
Gelirdi alayın önüne düşman tarafından, geri giderdi.
Şaşırdı herkes,
Herkes düşündü söylediğini ecelin:
Al at acap en derdi?

Sezdi alay kumandanı durumu hemen
At bin diye haykırdı yönlere
Yel oldu ölümlerden öte cümlesi,
Vardılar bir solukta yamaçlardan
Düşmanın ardçı koyup kaçtığı yere.

Düştüler peşine yurda el atmışların,
Buğday büyüyüşiyle rahat,
Su çağlayışıyla çabuk,
Yıldız akışıyla şahlanmış
En önde bir sancak misali al at.


Alay uzandı gerisine doğru büyük düşman birliklerinin
Saldırırken cephelerden ordu.
Kılıç aydınlığı doldurmuştu bayırı düzü gökçe,
Parlarken kuvvet üstünde hak
Can ecelden görünmüyordu.
....................................

Zaferden sonra çok aradı alay Mustafa Kemal'in al atını
Al at sır olmuştu yaşamakta.
Kimi uçmuş dedi ardına göğün,
Kimi yatır olmuş dedi vatanın yüce uykusu kadar
Ama bir parıltı vardı uzakta

Ki parlar bağzı günler akşam yoklamasında
Bir yele, bir köpük, bir dört nal hızıyla batı.
Nakşolur mavilik üstüne efsaneden
Bin kırmızıyla, bin rüzgârla, bin şahadetle
Mustafa Kemal'in al atı




Mustafa Kemal'in Güvercin'i / (Arif Hikmet PAR)

Bir güvercin uçurdular İstanbul'dan Anadolu'ya,
Mustafa Kemal'in ellerinden hız alırdı.
Kınalı topuklarıyla lâcivert semalara
Büyük rüzgârla yükselir, alçalırdı.
Mustafa Kemal'in ellerinden hız alırdı.

Ateşli bahçelerde ötüşen kuşlar vardı,
Güvercin barış türküleri söylerdi her sabah.
Mustafa Kemal'i gördü mü dünyalar ona dardı,
Mavi kanatlarına işlenmedi bir günah
Güvercin barış türküleri söylerdi her sabah.

Bir yıl Ankara Kalesinde, bir yıl Rasattepe'de,
Edebi şarkılarla dalgalanan bayraktı.
Bir yıl Sakarya suyunda, bir Kocatepe'de;
İyilikle beslenmiş duygulu bir topraktı.
Ebedî şarkılarla dalgalanan bayraktı.

Mustafa Kemal'i öylesine severdi Güvercincik,
Mavisini gözlerinden, sarısını saçlarından almış.
Her sabah omzuna konup derdi ona: Kemalcik,
Daima insanlara dost elini uzatmış
Mavisini gözlerinden, sarısını saçlarından almış.



Mustafa Kemal'in Kağnısı / (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA)

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.


Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.


Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden
 
Mustafa Kemal'in Mangası / (Cahit KÜLEBİ)

Askerler geceyi beklediler,
Bozkır gecesini!...
Sıcak toprak üstünden
Bir buğu yükseliyordu.
Yıldızlara baktı Hasan Çavuş,
Dedi: "Emme de parlak bu gece"
Bir sigara yaktı.

Mangasından tekmil getirdi Memiş Onbaşı:
Aydınlı İsmail'in bacağında sızı varmış,
Tireli Hüseyin sabaha kadar uykusuz kalmış.
Bodur Ali ah diyor bir memlekete gitsem,
Yine hafiften bir türkü tutturmuş,
Giresun'lu Rüstem
Tüfeği elinden düşmez Bergama'lı Ahmet'in,
Avrat, tüfek, at,
Namus sözüdür, diyor,
Büyük taarruz bir an önce başlasın istiyor.

Az ötede Mustafa Kemal'in Çadırı
Gecede bir gümüş ehram gibi pırıldar.
Kapısında bir nöbetçi
Kulak vermiş içerdekileri dinliyor.
Silâh sesleri duyar gibi
Ürperiyor yağız teni
Kulakları pusuda bir kaplan gibi dikilmiş,
Düşünüyor Büyük Taarruzun neticesini!...

"Mustafa Kemal"i gördüm,
Bir şeyler süzüldü ışık ışık içime.
Daha dağ, daha kaleyim.
Bir başlasın top sesleri hele,
Afyon'a girmezsek iki saatte,
Öleyim" diyor...
Mustafa Kemal'in mangasında,
Korkudan eser yok
Günlerdir yarı aç, yarı tok
Bir kaşık tuzu bulunsun diye vatan macerasında,
Paşalar Paşanın kumandasında
Zaferden zafere koşuyor



Mustafa Kemal'in Saati / (Muzaffer UYGUNER)

Mustafa Kemal derlerdi,
Sonradan duydum adını,
Beni yumuşak parmaklarile okşar,
Eğilip bakardı ışıklı gözlerile.
Ona ben gösterirdim zamanını;
Güneş ışığında, ay ışığında,
Yıldız ışığında, mermilerin ışığında.
Senelerce dolaştık beraber,
Çöllerde, dağlarda, salonlarda.
Soğukta beraber titredik.
Beraber terledik sıcaklarda.
Kalbinin atışlarını duyardım
Ve anlardım düşünüp hissettiklerini.

Çanakkale'ye gitmiştik neden sonra,
Bütün gürültülere alışmıştım.
Şehitlere, yaralılara, seslere alışmıştım.
Top sesleri, denizin gürültüsü, kalbinin sesi,
Atların, katırların o acayip kişnemesi,
Hilâl bıyıklı kahramanlar
Kanla sulanan toprak,
Göklere uçan gövde bacak,
Türklüğün inatlı mukavemeti
Ürpertirdi zaman zaman beni.

Bir gündü, amansız bir boğuşmanın sonu.
Rüzgârda susmuştu toprak gibi,
Denizde dev gibi gemiler ve gölgesi bulutların,
İleri mevzilerdeydik
Her zaman olduğu gibi,
Gözleri ufuklardaydı, eli düşüncesinde.
Düşüncelerin en incesinde...
Kalbinin atışlarını dinliyorum.
Zaman endişeliydi.

Rüzgâr durmuştu.
Bir top patladı uzaklardan,
Bir şarapnel geliyordu bize doğru.
Saliselerine varıncaya kadar hızının,
Hesapladım, hesapladım da
Önüne koyuverdim kendimi
Bir anda duruverdi tıkırtılarım,
Ama onun kalbi durmadı...



Mustafa Kemal'ler Tükenmez / (Halim YAĞCIOĞLU)

Tükenir elbet
Gökte yıldız denizde kum tükenir
Bu vatan bu topraklar cömert
Kutsal bir ateşim ki ben sönmez
İnanın Mustafa Kemal'ler tükenmez.

Ben de etten kemiktendim elbet
Ben de bir gün göçecektim elbet
İki Mustafa Kemal'im var iyi bilin
Ben işte o ikincisi sonsuzlukta
Ruh gibi bir şey görünmez
İnanın Mustafa Kemal'ler tükenmez

Hep kardeşliğe bolluğa giden yolda
Bilimin yapıcılığın aydınlığında
Güzel düşünceler soyut fikirlerde ben
Evrensel yepyeni buluşlarda
Geriliği kovmuşum ben dönmez
İnanın Mustafa Kemal'ler tükenmez

Başın mı dertte beni hatırla
Duy beni en sıkıldığın an
Baştan sona her şeyiyle bu vatan
Sakın ağlamasın kasımlarda
Fatih'ler Kanuni'ler ölmez
İnanın Mustafa Kemal'ler tükenmez



Ne Anlatılmaz Şey / (Cevdet ATMACA)

Çoğalır ağaran günle birlik
Bu senin gücün ölümden öte
Toprağı deviren traktörde
Mutlu gürültülerinden makinelerin
Çoğalır ağaran günle birlik
Bu senin gücün ateşte
Ocakları kaynatan yeniden
Silâhların şavkıyan çeliğinde.

Gider inanmışlığımız daha yıllara
Nice öykülerini yazarız
Anıtlara kitaplara
Yaşarken evrenin üstünde
Sen erkinlik adına
Sen kavgadan önce barış
Gider inanmışlığımız daha yıllara
Büyürken oğullarımız, kızlarımız.

Duyuyor musun ne anlatılmaz şey
Milyonların korosunda
Uğul uğul kasım yeli
Dolanır dağ taş şehir köy
Iraksın hem o kadar yakın
Tedirgin sabahın oluşunda
Duyuyor musun ne anlatılmaz şey
Kuşun kurdun susuşunda.



Niçin? / (Ziya GÖKALP)

Bu halkın başında bir kahraman var,
Şan onundur ama millete yarar.
Haklıdır bu şandan korksa düşmanlar
Dostlardan da varmış tiksinen, niçin?

Arttıkça bu dâhi Türk'ün şöhreti
Dağılan milletin arttı vahdeti
Sulhta da faydalı böyle kuvveti
Yıpratmak daha harp bitmeden niçin?

Toplandı Lozan'da dostlar, düşmanlar
Lloyd George saçıyor yine bühtanlar
Lâzımken müttehit olmak bu anlar
Ayrılanlar varmış sürüden niçin?

Millet fedâidir kahramanına
Kim taş atabilir onun şanına?
Dil uzatma sakın Türk aslanına!
Anlatayım sana bilmezsen niçin...

O millî dehanın tam Kemâl'idir
Türk'ün hem celâli, Hem cemâlidir
Mefküre görünmez, o timsâlidir
Mefküreye çattın, söyle sen niçin?

Uyanık bulunun ey Türk gençleri!
İrtica sevemez bu hür rehberi
Susturun mantıkla, kin güdenleri
Borcumuz savaşmak ebeden, niçin?...



O Geliyor / (Celal Sahir EROZAN)

Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını
Yeryüzüne can veren
Cana heyecan veren
Al yüzlü oğan güneş!
Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar;
Siz de bir anda öyle yırtınız uykunuzu,
Uyanın Samsunlular!
Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını
Al yüzlü oğan güneş!
Bugün Çaltı burnundan gülerek doğan güneş!

Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular!
Uyumak ölüme eş,
Diriltin ruhunuzu.
Ufukta bir gemi var!

Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor?
Acaba yolu mu az, yoksa yükü mü ağır?
Bu gemi umut yüklü, inan yüklü, hız yüklü;
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır,
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki gökler gibi bir küme yıldız yüklü!
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor

Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor
Sanki harlı bir ateş
Yakıyor ruhumuzu.
Beklemek üzüntüsü her gönülden taşıyor.
Üzülmemek elde mi?
Hız yüklü, inan yüklü, umut yüklü bu gemi!

O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,
O hız doldukça bütün damarlara kan gibi,
Gizli gizli inleyen her yürek canlanacak,
Ateşler püskürecek uyanan volkan gibi!

Gittikçe büyükleşen
Gölgene dikilmekten
Karardı gözlerimiz.
Koş, atıl, gemi, sana engel olmasın deniz!

Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel!
Kuşlar gibi uç da gel, rüzgâr gibi es de gel!



O Gün / (A. Celâl ŞİMŞEK)

Sarı yapraklarını döküyordu ağaçlar
O gün bir garip güneş doğuyordu;
Sonra birden duruverdi zaman
Kulak kesildi ağaçlar, taşlar
Seyhan nehrine baktım
İçin için ağlıyordu.

Bir korkulu rüzgâr esiyordu
Karanlık sarmıştı dört bir yanı
Susuyordu insanlar, susuyordu Taş-köprü
Ağlıyordu herkes, ağlıyordu zaman
Kıyamet mi kopuyordu ne var?

Kollarımdaki kitaplarım yere düştü birden,
Elim-ayağım tutuldu,
Baktım çocuklara ağlıyordu,
Ağlıyordu bütün Türkiye
O gün karanlık bir rüzgâr esiyordu
Ve son yapraklarını döküyordu ağaçlar...

Güneş tutulmuş gibiydi o gün,
Güneşin yası var dediler etraftan
Bugün dünyanın yası var.
Seyhan nehrine baktım hâlâ ağlıyordu
Bir bir eğilmişti Toroslar.

Baktım her yanda bir üzünç,
Baktım her yanda bir eksik,
İşimizi gücümüzü elden bırakıp
O gün saat dokuzu beş geçe
Tarihle birlikte ağladık.

10 kasımdı o gün,
Kimi dedi, kıyamet koptu bugün
Kimi dedi keşke kıyamet kopsaydı,
Kimi dedi, benim canımı al Tanrım, O'nun yerine;
Yalnız gökyüzünde bir çift mavi göz
Işık tutuyordu yeryüzüne
Bakışları nur gibi aydınlık.

O gün dağların en büyüğü devriliyordu
Bir güneş batıyordu yalın kılıç
Yas tutuyordu herkes.
İşte o gün içimizde Atatürk
Yeniden bir güneş gibi doğuyordu



O İhtilal Bayrağı / (Ankaralı Aşık Ömer)

- Ankara'nın 18. Atatürk gününde -

On sekiz yıl... ne zorlu, ne emsalsiz, ne çetin...
Fert halinde bir timsal azmiyle bir milletin:
Işık saçlı, gök yüzlü, Tanrı sözlü bir timsal:
Sivas'tan Ankara'ya geldi Mustafa Kemal.
O gün Türk milletinin şahlanan hıncıydı o.
O gün mazlum Asya'nın kahhar kılıcıydı o.
Tutuşturmuş değdiği fikri, hissi, toprağı
Alev saçlı, gök gözlü o ihtilal bayrağı;
Dolmuş boş gönüllere, kör gözleri fer olmuş;
Girdiği her savaşta en son muzaffer olmuş;
Çıkmış meydana Türk'ün en çok daraldığı gün;
Odur yenen son makûs talihini Türklüğün
Pirene'den, Tuna'dan, Mohaç'tan, Pilevne'den
Ta Sakarya'ya kadar gerisin geri giden
Müthiş, makus bir bahtı yenebilir ancak o,
En haklı ihtilalin en başında sancak o;
Ona ta canevinde yer vermeli insanlar,
Osmanlı anlayamaz, onu ancak Türk anlar:
Ateşinde erimek, yeniden şekle girmek,
Ona ram olmak değil, biraz o olmak gerek;
Her haliyle örnek o, Türk için erkek için;
Onu anlamış olmak ve onu sevmek için
Daralınca gönlünde o azmi bulmak gerek
Ona diz çökmek değil, ona doğrulmak gerek.
Şarklılık, Osmanlılık, gerilik bir tarafa:
Garplı kafa, Türk gönül, ak alın, olgun kafa....
İstediği hasada bu yerde rençberiz biz,
Onun "Mustafa Kemal" dediği gençleriz biz.
Ankara bayramını gönülden kutlarız,
Bir daha bunalırsan "o" vardı, bizler varız...
Atatürk! Burçlarında bekliyoruz bir nöbet;
Bizce birdir seninçin yaşamak, ölmek, emret;
Emret: kanı çekilmiş damarlara dolalım;
Bir an senen izinden saparsak kahrolalım.
 
On Kasım Mektupları / (Behçet Kemal ÇAĞLAR)

1- ATATÜRK'E

Yine harmanımız rüzgâr bekliyor;
Es yine es yine, samanı savur.

Çak yine, çak yine, Masmavi Şimşek!
Bu kutsal çorağın özlemi yağmur.

İn yine, in yine, Sarı Yıldırım!
Ayrıklı tarlayı aydınlat, kavur.

Bugün de gecede sayıklayan var,
Bugün de yobazca adımız gâvur
Dal şu yüce dağlar gibi tekneye
Sevgi ekmeğini mayala, yuğur.

Doğ yine, doğ yine yurdun üstüne
Sensiz yüreklerin ateşi soğur..


2- SEVGİLİYE

Üç şeyin üstüne can-baş koymuşum:
Anayurt, Atatürk ve sen, sevdiğim!

Kavak yeli esmez benim başımda
Atatürk rüzgârı esen, sevdiğim!

Diz çök Anıtkabrin mermerlerine
Herkesi kıskanıp küsen sevdiğim

Mustafa Kemal'in neferiyim ben;
Haklısın kölesi desen, sevdiğim!

Belki çıkacağız yine savaşa
Ki kalasın sen sağ-esen , sevdiğim!

Öp beni alnımdan, uğurla, bekle
Erliğimden şüpheliysen, sevdiğim!

3- ATATÜRKÇÜLERE

Öyle sırtüstü yatıp dinlenecek gün değil;
Daha yapacağımız çok şeyler var, çocuklar!

Ne kadar erken yağdı, gördünüz ya, yeniden
Nice güvendiğimiz dağlara kar, çocuklar!

İlerden, ta uzaktan el ediyor durmadan
Batılı arkadaşlar; vaktimiz dar, çocuklar!


Toplandık mı başbaşa, verdik mi el ele biz
Su çekilir, dağ çöker, bora susar, çocuklar!

Hele kuru kütükler ayıklansın bir kere
Tadından çatlayacak dallarda nar, çocuklar!

Sizi bir bir tanıyıp alnınızdan öpmeye
Mustafa Kemal yolda, hey bahtiyar çocuklar!

4- YENİ MİLLETVEKİLLERİNE

Haklısınız, bir büyük millete vekilsiniz;
Göğsünüz, kıvanç dolu, gerildikçe gerilir.

Bilin ki Atatürk'ün kurduğu Ankara'ya
Atatürk'ün yolundan yürünerek girilir.

Anıtkabre gidip de yürekten baş eğmeyen
Günü gelir çarpılır, düşer, yere serilir.

Bir avuç yobaz için, bir sürü cahil için
Devrimi çiğneyecek ayak varsa, kırılır.

Bir de bakarsınız ki her meydanda bir kere
Her genç Türkte bir kere bir Atatürk dirilir.

Bir an unutmayın ki Atatürk ülkesinde
Ahiretten önce de Yüce Divan kurulur.



O'nsuz / (Ziya Osman SABA)

Ah işte duyuyorum mesut günler içinden,
Sana "sevimli yüzün asla solmasın" diyen,
Bütün adınla dolu o coşkun şarkıları...
- Sen öldüğün için mi şimdi bayraklar yarı?
Görüyorum ilk defa seni gördüğüm günü;
Altından, alkışlarla geçiyorsun bir takın.
O gün bana gelmiştin babamdan daha yakın
Meğer duyacakmışım bir sabah öldüğünü...
Meğer görecekmişiz bir sabah gidişini,
İstanbul'un önünden son defa geçişini...
Bizler seninle nasıl, ne kadar beraberdik,
Bizler ki az sıkılsak "O başımızda" derdik;
Nasıl yok bileceğiz o güzel güneş yüzü?
Ana, baba değil bu, bizler Ata öksüzü
Tatmadık, bilmiyoruz bu bambaşka yarayı,
Öğret bize yarabbim ah O'nsuz yaşamayı!



O'nun Sesi / (Yusuf Ziya ORTAÇ)

Söylüyor birer güneş yakarak bağrımızda,
Bir tarihi yolundan çevirecek sözleri.
Yirmi milyon bakışla ışıldıyor gözleri,
Toplayıp bir milletin bütün ümitlerini.

Bir kan gibi gezerek yurdun damarlarını
Bu ses bir yürek gibi her göğüste atıyor.
Bu ses yurdu sevgiden bir kolla kuşatıyor,
Doğmamış nesillerine kurutarak terini.

Çelikten bir set gibi dağıtarak rüzgârı
Aşacak üzerinden mesafeyle zamanın,
Yanacak ocağında yarın her fabrikanın
Ve bu sesle dönecek yarının motorları



Ölmez / (Orhan Seyfi ORHON)

Bitmez yasımız, içte kapanmaz yaramız tez,
İnsanlar ölür, bir koca tarih olan ölmez!
Solmaz o beniz, yok, o bakışlar yine mavi,
Lâyık onu tutsak biz ilahlarla müsavi.
Göğsünde bu yurdun tütedurdukça ocaklar
Eksilmeyecektir ona kan ağlayacaklar.
Batmaz o güneş, yurdu aşıp tarihe dalsa,
Her Türk Ata'nın yolcusudur tek kişi kalsa!
Atmaz bir adım arkaya "Türk"üm diyecek genç,
Yoktur onu inkâr edecek, varsa ne iğrenç!
Çiğnenmeyecek ömrünü vakfettiği ülkü,
Ahrette bulur, ölse de, ardında bu mülkü.
Ant içtik evet gitmeye gösterdiği izden,
Her gün tutacaktır o büyük Ruh elimizden.
Yok işte bakın ondaki nur ayda, güneşte,
On beş yıla sığdırdı o Dev, yüzyılı işte!
Gencim! diyen artık bir akistir o güneşten.
İçlerde yanan kutsal alev hep o ateşten.
Parlar o güneş, âlemi sonsuz gece sarsa,
Bir laht ona tarih, o anıt şanına darsa.
Bir dağdı aşılmaz, yüce gökten daha yüksek,
Yetmez, biz o insanla asırlarca övünsek.
En ünlü adamlar bile etsin ona gıpta
Yansın ona âlem, yüreğinde kan akıp da.
Kalbimizdeki tunç heykeli gök çatlasa bölmez,
İnsanlar ölür, Türk'e ilâh olmuş er ölmez!




Sayende / (Orhan Şaik GÖKYAY)

Bir tünelden çıkmış tren gibiyim,
Sağım solum, baktım, günlük güneşlik...
Ben bende değilken ben ben gibiyim,
Doldu içimdeki ölümcül boşluk
Sayende...
Topların yankısı bir uçtan uca;
Yağız erler yürür, yüceden yüce;
Şakıyan kılıçlar şavk verir gece;
Düzlere dönüşmüş kapkara taşlık
Sayende...

Denizler yarışmış, dağlar yarışmış;
Kara günler geçmiş, bayram erişmiş;
Ne etmişsen, kurtla kuzu barışmış;
Kokular sürünmüş eser bir hoşluk
Sayende...

Kuşlarım ötüşür, dallar benimdir;
Susmuşken söyleyen diller benimdir;
Ellerin aldığı iller benimdir,
Savaşa barışlar etmede eşlik
Sayende...

Yücelere ağdım, bayrakçasına;
İlkyazda yeşeren toprakçasına;
Söyler Gökyay'ım bu dil hakçasına;
Sevinçten, kıvançtan gözdeki yaşlık
Sayende...



Şu Sonsuz Koşu / (Ceyhun Atuf KANSU)

Samsun'a ayak basmış kahraman bugün,
Çayır, çimen yeşermiş zafer yolunda.
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında.


Ata'nın rüyasına gelincikler sun,
Emek bahçelerinin güzel gülünü.
Bir sonsuz bir sabahtayız... o uyusun,
Sevincimiz coşturur onun gönlünü.

Nasıl çıkmış bir saban Samsun'dan yola
Dağlardan dağlara o zafer türküsü,
Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola,
Taze bir bahar açmış yurdun gözünü.

Al bayrağım Ankara kalesinde hür,
Dalgalanmakta altın bir çağa doğru,
Yeni kahramanlar kol kol, boy boy yürür
Şu karlı dağlardaki bayrağa doğru.

19 Mayıs'ın hür başına çelenk,
Kiraz mevsimi, gençlik ayı, gül ayı.
Bir bahar bahçesinde gönüller renk renk,
Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı.



Yarıya Çekilen Bayrak / (Hamit Macit SEMEKLER)

I

Bayraktar bayrağı yarıya çekti,
İkinci teşrinin onuncu günü,
Sonbaharın bütün tasası, hüznü,
Artık yaprak yaprak dökülecekti.

Atatürk bizimdi, büyüktü, tekdi;
Ölüm sardığı gün güzel yüzün
Bu derin azabın üzüntüsünü
Bizimle birlikte bir dünya çekti.

Bayrağı yarıya çeken bayraktar!
Onun cihan değer kutlu na'şını
Bizim bayrağımız sardığı zaman,

An hicranlarını, dök yaşlarını!
Ve nemli sabahtan, solan akşamdan
Muhteşem çelenkler örsün sonbahar!

II

Bahçede solan güz, sen ölmeseydin
Bu kadar sararıp solmayacaktı.
Şu yaşlı, bu genç yüz, sen ölmeseydin
Bu kadar sararıp solmayacaktı.

Kırılmış gönlümüz, sen ölmeseydin
Bin yasla boşalıp dolmayacaktı.
Kırılmış gönlümüz, sen ölmeseydin
Bir anda perişan olmayacaktı.

Koncalar dağılmış, yapraklar sarı;
Dallarda sustu kuş cıvıltıları;
Atam hayat mıydın, bahar mı, neydin?

Sen nasıl ölürsün anlayamadık,
Bizi ta derinden yaktı ayrılık,
Atam ölmeseydin, sen ölmeseydin...
 
Atatürk'ün Kişisel Özelliklerini Anlatan şiir

Atatürk O...ATATÜRK o bir MİLLETE can veren...
ATATÜRK o bölünmez VATAN veren...
ATATÜRK o hanedan istemeyen...
ATATÜRK o MİLLET egemen diyen...
ATATÜRK o rütbelerini söken...
ATATÜRK o baş koyup da ter döken...
ATATÜRK o istikamet gösteren...
ATATÜRK o çağdaşlaşmış bir EREN...
ATATÜRK o andıkça güzelleşen...
ATATÜRK o beyinlere yerleşen...
ATATÜRK o lâyıkı laik eden...
ATATÜRK o TÜRKLÜĞÜ faik eden...
ATATÜRK o salt bedeniyle ölen...
ATATÜRK o gönüllere gömülen...
ATATÜRK o fânice göçüp giden...
ATATÜRK o her gün doğan yeniden...
ATATÜRK o en son sözü söyleyen...
ATATÜRK o ' NE MUTLU TÜRKÜM...' diyen...
ATATÜRK o ilkesiyle izlenen...

A.Kürük
 
Geri
Top