MEHMET AKİF'İN ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ TASVİRİ
Çanakkale tefekkürünü en iyi şekilde yapabilen Mehmet Akif olmuştur. Bu bakımdan Akif in Çanakkale Kahramanları üzerine yazdığı şiirin üzerine başka söz olamaz. Bu ifadelerden daha iyi ve daha cazibi henüz yazılamamıştır.
1914 Aralık. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanların İngiliz, Fransız ve Rus müstemlekelerindeki Müslüman esirleri bilinçlendirmek amacıyla Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilât-ı Mahsusa'nın kurduğu bir heyet içinde Berlin'e gitmişti. Almanlar bu esirlere Berlin'de bir de cami yaptırmıştı.
Almanlar, Müslümanların lideri olan Osmanlılara bu esirlere karşı iyi davrandığını ve esirlere ise Halifenin kendileriyle birlik olduğunu göstermek istiyor ve dolayısıyla onları kazanmak peşinde idi. Akif, Berlin'deki bu Müslüman esirlerle üç ay ilgilendikten sonra 1915 Mart ayı içinde İstanbul'a dönmüştür.
Bu defa İstanbul'da üç ay kalıp yine Enver Paşa'nın ekibi tarafından kurulan bir heyete dahil olarak Arap kabilelerinin 1. Dünya Savaşı'nda devlete sadık kalmalarını sağlamak için Arabistan'ın Necid bölgesine gitmiştir. Mayıs ayı ortalarında Başkent Riyad'da da gerekli görüşmeler yapılmıştır. 4.5 ay sonra Ekim başında İstanbul'a dönülmüştür.
Mehmet Akif in gövdesi ayakları üzerinde seyahat yapsa da aklı ve gönlü hep Çanakkale'de idi. 18 Mart Zaferi, o Almanya'dayken kazanılmıştı. Arabistan çöllerine yaptığı seyahat esnasında ise kara savaşları devam ediyordu. En kanlısı da kuzeyde 25 Nisan-20 Mayıs ve 6 Ağustos-22 Ağustos arası Arıburnu ve Anafartalar bölgeleri savaşları idi. Güney bölgesinde 25 nisan, 9 Mayıs, 5 Haziran, î 3 Temmuz arasında cereyan eden savaşlardı. Bu itibarla Akif, çok endişeli idi. Eli kalbinde her gün "Çanakkale'den ne haber var?" diye sık sık sorardı.
Görebildiğim kaynaklarda hep bir gün ve bir telgraf, gecenin karanlığında Akif in gönlüne bir güneş gibi doğmuştu. Ama tarih yoktur. Şu kadar ki Akif in Ekim ayı başında İstanbul'a geldiği tarihi açıkça yazılıdır. Bana göre Mayıs ayı ortalarında Arabistan'a gitti. Seyahat 4-5 ay sürdü. Ekim başında İstanbul'a geldi. O halde heyete gelen telgrafta bildirilen Zafer, Anafartalar Zaferidir. Böylece M. Akif, Mehmetçiğin cephede kazandığı zaferi edebiyatımızda abideleştirmiştir. Bu şiire göre Akif, bedenen başka yerde olsa da kalp gözüyle Çanakkale'yi görmeseydi böyle bir şiiri yazamazdı. Şimdi Akif in bu eserinin dizelerini yazacağım; toplam 86 dize ancak biz buraya sadece 40 dizesini yazacağız.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Sizin İçin Gene Bir şey Yaptım Diyemem
"Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müthiş tipidir savrulur enkâz-ı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak
Böyle alçakça bir istilâdan veba bile utanır
Hangi kuvvet onu, hâşâ edecek kahrına /Esir/
Çünkü te'sîs-i İlâhî O metîn istihkâm
Âsım'ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar,
O, rükû olmazsa, dünyada eğilmez başlar.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bin hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor "Tevhidi"
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni târihe desem sığmazsın.
'Bu taşındır' diyerek Kâbeyi diksem başına
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyla
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramıyla
Ebr-i nî sânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecri ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribî, akşamları sarsam yarana,
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sondan bu iki dize var ya, Çanakkale Şehitlerine böyle övgü yağdıran ve yücelten bu ifadelerin hiçbir surette benzeri gösterilememiştir ve yazılamamıştır. Beşer bundan fazlasını yazamaz ve hatta belki de düşünemez bile. Söz buna derler, böyle olur ve olsa olsa bu kadar yazılabilir.
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın,
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın... Heyhat!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden Makber / Kabir isteme benden
Sana âgûşunu açmış duruyor peygamber.Çünkü Peygamber kucağım açmış bekliyor.
Değerlendirme:
Çanakkale Boğazı'nda cereyan eden bu korkunç savaşın, bu zamana kadar tarihte misli görülmemiştir. Benzeri olmaz. Yüzlerce gemi küçücük o Gelibolu Yarımadası'na saldırıp, kara ordularını Marmara'ya indirmek istiyorlar. Bu ne utanmaz bir siper ve yığınak ki, muharebe gemilerinden sema bile görünmüyor. Gösterdiği vahşetle kendini belli eden bu Avrupalı; Yırtıcı, merhametsiz, sırtlan yığınları gibi kafeslerinden boşanıp saldırıyorlar. Bütün kıtaların insanları, beşeriyetin bütün cinsleri, hepsi burada. Bu bir tufan ve bir felâket!
Dünyanın her tarafından gelmişler; Avustralyalısı ve Kanadalısı yanyana birlikte saldırıyorlar. Her şeyleri de farklı; yüzleri, dilleri, renkleri.. Kimi Hintli, kimi yamyam veya Afrikalı ya da başka bir belâ. Ama hepsinin ortak yönü vahşet! Ah o asaletine övgüler yağdırılan yirminci asır Avrupalısı yok mu? İşte onu temsil eden, o sefil varlıklar, Mehmetçiğin karşısına durup aylarca hırslarını, garezlerini kustular; bizim bilediğimiz iç yüzlerini hayasızca ortaya döktüler. Onlar dönek, yalancı, utanmaz bir sahtekârdılar. Bu savaş onların gerçek yüzünü ortaya çıkarmış oluyor.
Kullandıkları silahlar da çok korkunç. Siperlerin tepesine düşen bombalar, arslan Mehmetçiğin göğsünde patlayıp, sönüyor. Yerin altında yüzlerce lâğım açılmakta ve patlatılmakta ve yüzlerce adamı öldürmekte. Gökler yere ölüm indiriyor ve yerler göğe ölü püskürtüyor. 'Bu ne müthiş bir tipi' Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak vadilere sağanak sağnak yağmaktadır. Zırhların arkasına saklanmış olan alçaklar, yıldırım yayılımı halinde tufanlar ve alevden seller saçarak etrafı yakıp yıkıyor. Sürüyle dolaşan uçaklar, aşağıdaki korumasız açık göğüslere yangınlar gönderiyorlar. Tüfekten çok top ve mermiden çok gülle var. Fakat şu kahraman orduya bak ki, onları ciddiye almıyor ve o dehşetli silahlara ve bütün tehditlere aldırmayarak gülüyor.
Korunmak için çelik siperler istemediği gibi, sinip saklanmayı düşünmüyor bile. Çünkü onun göğsündeki imanı, kat kat kaleler gibi muhkem ve o iman zapt edilemez ve o imanın sahibi korkutulamaz. Hiçbir kuvvet o imana boyun eğdiremez ve bu imkânsızdır. Çünkü o, Allah yapısı ve Allah vergisidir.
İnsan eseri olan o sağlam, müstahkem kaleler bile alınabilir. Ancak, Mehmetçiğin göğsü ilâhi bir yapıdır. O yapı Allah'ın dinini Kıyamete kadar
koruyacaktır. Onun göğsü ilâhi bir serhattir. Allahü Tealâ Hazretleri bu serhad için"O, benim en güzel ve eşsiz bir eserimdir, onu çiğnetme" diye emretmiştir. Yani dinin özü olan Mehmetçiğin kalbindeki iman cevheri ve İslâm dininin özü ve aslı olan O değeri Mehmetçik çiğnetmedi, yılmadı, dönmedi ve milletinin namusunu korudu. Hep koruyacak ve hiçbir zaman çiğnetmeyecek.
Görüyorsunuz ya işte bak! Dağlar ve her yer şehitlerle dolu. Allah'ın hu/urundan başka hiçbir yerde eğilmeyen başlar, pak alınlarından vurulmuş ve yaralanmış niceleri yatıyor. Ya Rabbi! Senin yüce dininin bayrağı için, her biri bir güneş olan nice kahramanlar, kendilerini feda etmiş, vurulmuş yatıyor.
Ey bu vatan toprağı için vurulup şehit olan asker! Cennetteki ecdadın gelip seni temiz alnından öpse değer mi değer. Sen çok büyüksün ki Allah'ın birliği inancının felsefesini canını hiçe sayıp, ölümden korkmayarak kurtardın. Sen bu hizmetinle İslâm tarihinin en büyük savaşı olan Bedir Savaşı gazilerine benziyorsun. Onların dengisin. Bu itibarla seni nereye gömebiliriz? Senin için kim mezar yapabilir? Sen mezar değil tarihe bile sığmazsın. Senin yaptıklarını hiçbir kitaba sığdıranlayız.
Öyle ki, sen mezarda yatarken, Kabe'yi baş ucuna taşın olarak diksem, ruhumun içinden gelen bütün bilgileri taşına yazsam, gökyüzünün bütün yıldızlarını getirip kanayan mezarının üzerine örtsem... Mor bulutlardan türbene tavan yapsam ve yedi kandilli süreyyayı oraya taksam... Sen bu binlerce ışık saçan avizenin altında kanına bürünmüş uzanırken, gece mehtabını yanına getirsem ve türbedarın gibi sabaha kadar bekletsem... Gündüzleri güneşi sana avize etsem ve akşamları kızıl ufkun tüllerini yarana sarsam; yine de sana, senin hizmetine karşılık bir şey yaptığımı söyleyemem.
Çünkü sen öyle bir kahramansın ki, son Haçlı Seferlerinin hücumlarını durdurdun. Ceddin Selâhattin ve Kılıç Arslan gibi yiğitliğine cihanı hayran ettin. Felâketler ve ümitsizlik, Müslümanları kuşatmış boğuyorken yetiştin ve o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın. Sen ki, asırlara, tarihlere gömülsen, taşacak bir büyüklüğün ve kahramanlığın sahibisin. Bu ufuklar sana yetmez ve bu feza seni almaz.
Bunun için Ey şehit oğlu şehit! Baban da deden de şehit olmuştu. İşte şimdi sen de şehitsin. O halde benden mezar isteme. Sana mezar gerekmiyor. Ruhun yedi cennette dolaşıyor. Hem Peygamber cennette, kucağını açmış seni bekliyor.
Koş; bir daha, bir daha koş!
Koş; bir daha, bir daha koş!