ERGENLİK
Ergenlik yaşamın büyük değişimler içeren en zorlu dönemidir.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci olan ergenlik, buluğ ile başlayıp (erkeklerde ortalama 13, kızlarda ortalama 11 yaş) erişkinliğe kadar sürer. Erişkinliğin yaşı kültürden kültüre değişmekle birlikte, kişinin ailesinden bağımsız bir yaşam sürebildiği yaş olarak belirtilir.
Bu süreçte ergen (=genç) sürekli değişim ve büyüme içindedir. Fiziksel özelliklerdeki çok çabuk ve belirgin değişim büyüme hormonlarındaki salgılamanın yoğun artışı ile ilintilidir. Hormon değişimleri buluğdan birkaç sene önce başlar. Hypophysis cerebri'nin (pituitar bezi) anterior lob tarafından salgılanan büyüme hormonu buluğdan itibaren ortalama iki sene içinde boyu oldukça hızla uzatarak neredeyse erişkin boy seviyesine getirir. Bu büyüme kızlarda erkeklerden daha önce oluşur. Bu kızların erkeklerden daha erken cinsel olgunluğa eriştiğinin göstergesidir. Kızlar cinsel olgunluğa menstrasyon (adet görme), erkekler de meni üretimi ile girerler. Bu gelişimi yöneten ana hormonlar erkeklerde androjen, kızlarda ise östrojendir. Bu hormonlar aynı zamanda cinsel gelişim ile ilintili olan erkeklerde yüz, vücut ve pübik tüylerinin gelişmesine, ses kalınlaşmasına; kızlarda ise pübik ve vücut tüylerinin ve göğüslerin büyümesine ve kalçaların genişlemesine neden olur. Fiziksel değişiklikler fizyolojik uyum ile bağlantılıdır. Araştırmalar erken olgunlaşanların geç olgunlaşanlardan daha iyi uyum sağladığını göstermektedir.
Bu süreçte gençlerin duygudurumlarının salgılanmaya başlayan hormonlar nedeniyle oldukça karmaşık, değişken olduğu, gençlerin de kırılgan ve/veya saldırgan olduğu genel geçer bir gerçektir.
Oluşan bu fiziksel değişimler, cinsel dürtünün yükselişinde de çok önemli bir rol oynar. Ancak cinsel dürtünün doyurulmasının halen birçok kültürde tabu olması ve cinsellikle ilgili bilgilenmenin halen çok minimal olması nedeniyle, özellikle bizim gibi konservatif toplumlarda kızlarda genellikle oral fonksiyonlarda artış (çok konuşma, çok yemek yeme, sigara alışkanlığı - sigara alışkanlığındaki sosyal faktörler - v.b.), erkeklerde de genellikle saldırganlığın yükselmesi
çok yaygındır.
Ergenlik, duygudurumda da yoğun baskıların yaşandığı bir süreçtir. Ancak duygusal baskı baş edilemeyecek bir durum olmamasına rağmen kültürel yaklaşımlarla çok bağlantılıdır.
Entellektüel fonksiyonlarda ergenlikte büyük değişimler olmaz. Karmaşık problemlerin çözüm becerisi yavaş yavaş gelişir. Bu gelişim alınan öğrenimle doğru orantılıdır.
Ergenliğin bağımlı bir çocuktan bağımsız bir erişkinliğe ulaşmak için en önemli yaşam süreci
olduğu bir gerçektir.
Erikson ergenlik sürecini etkin positif ego kimliğinin son oluşum aşaması olarak görür ve böylece geleceğin, bilinçli bir yaşam planının parçasına dönüştüğünü ifade eder.
Ergenlik yaşamdaki dönüm noktasıdır. Bu dönemle, gelecek yeni bir biçim alır. Bu süreç büyüme için çok büyük önem taşıyan pozitif özalgılamayı besler.
Çoğunlukla gördüğümüz tablo bu süreçte ebeveynlerin ve öğretmenlerin hazırlıksız olduğu ve ergeni bu sürece sağlıklı biçimde bilgilendirerek hazırlayamadıklarıdır.
Bu süreçte gençler farklı düşünüp farklı hissederler. Aile dışındaki arkadaş ilişkileri sıklaşır ve yakınlaşır. Aile ilişkilerinde de değişimler yaşanır. Gençlerin gözünde aileleri artık 'en önemli' olmaktan çıkar ve aile dışındaki yaşam hızlanır. Gençlerin kendi görüşleri geliştikçe aile içi çatışmalar başlar. Bu süreçte telefon görüşmeleri gençlerin önemli bir sosyallik aracıdır. Yıllar geçip teknoloji ilerledikçe, telefonun yerini 'chat'ler ve ‘sms’ler almıştır. Tüm bunlar aileleri sinirlendirebilir; ancak unutulmamalıdır ki, bu iletişim araçları gençlerin kendilerini tanımaları ve ailelerinden farklı kişilerle sosyal ilişki içine girmeleri için çok önemli adımlardır. Bu süreçte giyim, dış görüntü ve özellikle markalar önem kazanır. Gençler, bu elemanları kendilerini arkadaşlarının içinde ifade etmek için tercih ederler.
Bu süreçte gençler gelişkin bir özkimliğe uygun davranmak yerine dış faktörlere göre hareket ederler.
Gittikçe ailelerinden bağımsız olmaya başlarlar. Bu durum, ailelerin kendilerini bir kenara itilmiş hissetmelerine neden olur. Ancak aileler kendi önemlerinin kaybolmakta olduğu korkusu ile anlayışsız, kıskanç ve kısıtlayıcı davranmak yerine, bu sürecin gençlerin kimliklerini bulmak için en doğru zaman olduğunu anlamaya çalışmalıdırlar. Her ne kadar gençler bu süreçte ailelerinin hemen
her söylediklerine karşı çıksalar da, söylenen her şeyi kaydederler. Ailelerin gençlerin bu kayıtları değerlendirip kendi doğrularını oluşturmaları için gençlere zaman tanımaları gerekir.
Gençler bu bağımsız olma uğraşları içinde sürekli yenilikleri denemek isterler, ancak bilgileri ve deneyimleri az olduğu için genelde başarıları düşüktür ve bu düşük başarı nedeniyle baskı altındadırlar. Bu baskılar gençlerin özgüvenlerinde sürekli dalgalanmalara neden olur. Bir an erişkin, akabinde çocuk gibi davranırlar. Ailelerin bu süreçte esnek davranmaları ve çocuklarını desteklemeleri zorunludur.
Gençler yenilikleri denerken zaman zaman ciddi riskler alabilir, hatta tehlikeli durumların içine girebilirler. Bu riskleri minimize etmenin en sağlıklı yolu spor, müzik, vb gibi üretken aktivitelerin devreye sokulmasıdır.
Bu süreçte ergen kendisini belirgin fizyolojik ve çevresel uyum problemleri ile baş başa kalmış bulur. Fiziksel değişim çok hızlıdır ve ergen yeni algılamalar ile baş etmek zorundadır. Dengeden uzak bu dönemde ergen, kendisini anlayamaz ve kavrayamazken bir de kendisini anlayamayan bir çevre içindedir.
Ergenlik sürecinde depresyon oldukça sık görülen bir durumdur. Genç bu baskılarla baş etmekte zorlandıkça, bedeninde ve duygudurumunda oluşan değişikliklere uyum sağlamakta zorlandıkça, tüm bunlar ailelerin kendilerini itilmiş hissetmeleri neticesinde hırçınlaşması ile birleşince depresyon kaçınılmaz olur. Ancak bu depresyonlar ne gençler ne de aileler tarafından pek anlaşılmaz.
Cinsel gelişimin başladığı ve oldukça yüksek olduğu bu süreç kültürel ve ahlaki baskılar nedeniyle bizim gibi tutucu ülkelerde genelde suçluluk duygularıyla eşleşerek erişkin yaşamda sağlıklı cinsel yaşam olasılığını ciddi biçimde düşürmektedir. Bu süreçte gençlerin sağlıklı bilgilerle donatılması fiziksel ve psikolojik sağlık için çok önemlidir. Ve bu sağlığın sadece bireysel değil toplumsal olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.
Özellikle ebeveynler, bu süreci genelde hiç yaşanmıyormuş gibi davranarak zaten bedeni ve beyni karışık olan ergenin süreci daha da karmaşık yaşamasına neden olurlar. Birçok araştırmacı ergenliği yaşamın en kritik, en zor süreci olarak betimler. Ergenlik yaşamı belirleyen bir yol ayrımıdır. Sosyal bilimciler, toplumun ergenlik gelişim sürecinin birebir aynası olduğu yaklaşımında birleşmektedirler.
Bu süreçte aile ve toplumla yaşanan çatışmalar tamamen otorite problemine dönüşmekte ve okul başarısızlığı da otoriteye bir başkaldırı olarak listeye eklenmektedir. Konsantrasyon zorluğu, dışarıdaki yaşamın çekiciliği, yenilikleri deneme isteği, sağlıklı doyurulamayan cinsel dürtüler okul probleminin diğer önemli etkileridir.
Ergenlik döneminde kendi algılama, öncelik ve değerlerimizi geliştirmek yerine, başkalarının (erişkinlerin = otoritenin) bize öğrettiklerini öğrenmenin sonucunda erişkin dönemde kendi algı ve değerlerimiz yerine toplumun (=otoritenin) algı ve değerlerini doğru olarak kabul etmeyi öğreniriz. Böylece otonom olarak yaşamayı öğrenmek yerine boyun eğmeyi öğreniriz. Özellikle de bizim gibi ataerkil, doğu toplumlarında önce evde, sonra okulda, sonra da toplumda çocukluktan itibaren söz hakkı verilmeyen çocuk, ergen, erişkin kendisini anlayamayan, kavrayamayan, algılayamayan ve dolayısıyla ifade edemeyen bugünkü toplumu oluşturur.
Çocuğu, ergeni makine ve saat gibi çalışır yapmaya çabalayan toplum bugünkü toplumsal duyarsızlık ve algı düşüklüğünden şikayet ederken dönüp biraz da kendisine bakmayı öğrenmek zorundadır.
Ergenlik süreci büyüme, değişme, kendini ve dünyayı keşfetme dönemidir. Bu çok sancılı gibi görünen ve yaşanan süreci aslında hepsi olumlu olan bu değişimleri, gelişmeyi destekleyerek keyifli bir sürece döndürmek hiç de sanıldığı kadar zor değildir. Bu dönemde en önemli görev ebeveynlere düşmektedir. Ebeveynler gençlerden çok daha büyük korku yaşamakta, belirsizlik ve mutsuzluk içinde bocalamaktadırlar bu süreçte. Oysa bu süreç zaman zaman zorlu olsa da, genelde ciddi problemlerle sonuçlanmaz. Gençlerin oluşturduğu, yaşadığı zorluklar ne kadar zor olursa olsun, uzun süreli değildir. Önce ebeveynlerin bunu kavrayarak hatırlamaları (onlar da bir zamanlar ergendi) ve çocuklarına anlayışla yaklaşmaları zorunludur. Ebeveynler çocuklarının
gelişiminde en önemli rolü oynadıkları asla ve asla unutmamalıdırlar. Gençler bu süreçte (evlat olunan her süreçte olduğu gibi) kabul ve sevgi gördüklerini, güvenildiklerini bilmeye ihtiyaç duyarlar.
Bu süreci anlayış ve sevgi ile yaşarken kurallar da asla bir kenara bırakılmamalıdır. Kurallar üzerinde ebeveynler gençlerle konuşmalı ve ortak kararlar alarak uygulanmalıdır. Bu kurallar gençlerin kendi sorumluluklarını taşımaları açısından destekleyici, yüreklendirici olmalıdır. Kuralların yerine getirilmemesi durumunda ceza sadece yoksun bırakma tarzında olmalı, aşağılayıcı
ve onur kırıcı söz ve davranışlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Uygulanacak cezaya birlikte karar verilmesi gencin sorumluluklarının bilincine varmasında önemli bir olgudur. Ebeveynlere düşen bir başka görev ise, gençler için akıl danışabilecekleri, ilgi, sevgi ve rahatlık bulabilecekleri kişiler olmaktır. Bu ancak genç, ailesinin kendisini her fırsatta eleştirmeyeceğine, ceza vermeyeceğine,
bağırmayacağına ve nasihat etmeyeceğine emin olursa gerçekleşir. Duymak ve dinlemek çok önemli bir haslettir.
Önemli noktalardan biri de ailelerin çocuklarından sürekli müteşekkir olmalarını
beklememeleridir. Çocuklar kendileri anne-baba olmadan anne-baba olmanın ne kadar önemli ve çok keyifli, ve bir o kadar da sorumluluk gerektirdiğini fark etmeyeceklerdir.
Gençler ve ebeveynler, korkmayın, ergenlik geçici bir süreçtir. Kalıcı olan yaşamın her sürecinde
olduğu gibi edinilen öğrenimlerdir. Yaşam başarısı öğrenimlerin sağlıklı ve keyifli olmasını sağlayabilmektir.
Dr.phil. R. Meltem Kavcar-Sırmalı
Çocuklarda Karşı Gelme Bozukluğu Ve Uyum Sorunları
1.anne-baba hangi tutum ve davranışlarının çocuğun karşı gelme davranışına neden olduğunu tespit etmeli bu tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Evdeki hangi olaylar ve ya hangi davranışlar çocukta olumsuz duygu, düşünce ve davranışlara neden oluyor bunlar tespit edilmelidir. 2.Çocuğun gösterdiği uygun, olumlu davranışlar pekiştirilmeli ve ödüllendirilmeli, istenmeyen davranışlar görmemezlikten gelinmeli ve cesaretlendirilmekten kaçınılmalıdır.
3.olumsuz davranışlarından dolayı çocuk eleştirilmemeli, olumsuz davranış irdelenmemelidir. Bu konuda çocukla tartışmaya girilmemeli.
4.Çocuğun bireyselliğine saygı gösterilmeli ve bu ona hissettirilmelidir.
5.Aile ortamında, çocuğun arkadaşlarının veya akrabaların yanında açık ilgi ve açık onay gibi davranışlarla çocuğun kendini değerli ve önemli hissetmesi sağlanmalıdır.
6.Tüm aile bireyleri çocuğa karşı “Koşulsuz sevgi” yaklaşımı içinde bulunmalıdır. “Bu konuda şöyle davranırsan seni daha çok severim” şeklindeki yaklaşım “Bu şekilde davranmazsan seni sevmem” anlamına da geleceği için sağlıklı bir yaklaşım değildir.
7.Çocukla konuşurken “asla”, Hiçbirzaman”, “hep”, gibi iletişimi zorlaştıran ve genel değerlendirmelere yol açan sözcüklerden kaçınılmalıdır.
8.Çocukla iletişimde “Sen dili” yerine “ben dili” kullanılmalıdır.
9.Hemen başlangıçta olmamakla birlikte olumlu bir ilişkiyi takip eden yeterli bir sürenin sonunda çocuğun ev ve okul yaşamı için geçerli kurallar anne-baba ve çocuk tarafından birlikte belirlenmelidir. Sınırlar birlikte belirlenmeli, ancak bu sınırlar esnek olmalı, bu sınırlar içerisinde çocuğun serbestçe hareket edebilmesine olanak tanınmalıdır.
10.Çocuğu yargılamaktan kaçınılmalı her davranışının nedenleri araştırılmaktan , bu nedenler çocukla tartışılmaktan kaçınılmalıdır.
11.başarıları veya olumlu davranışları ödüllendirilmeli, ödüllerde bir ölçü olmalı, yani ödüller bir süre sonra etkinliğini yitirmemelidir. Manevi ödüllere ağırlık verilmeli, bu ödüllerde ifade, jest ve mimikler, vucut dili kullanılmalı. Çocuğa dokunmak yani fiziksel temastan çekinilmemelidir.