Güneşin altın renkli ışıklarıyla parlayan, yemyeşil yapraklarıyla salınan bir zeytin ağacı vardı. Bu ağacın dallarında, birbirinden farklı iki zeytin kardeş yaşardı: Biri parlak, canlı yeşil; diğeri ise derin, mat siyahtı. Yeşil zeytin, adeta baharın ilk günlerini taşırdı üzerinde, neşeli, hareketli ve sabırsızdı. Siyah zeytin ise sanki yazın en olgun, en sakin günlerini yansıtırdı, ağırbaşlı, düşünceli ve bilgeydi.
Yeşil zeytin, her sabah erkenden uyanır, ağacın dallarında hoplar zıplardı. "Hey, Siyah kardeş! Kalksana! Bugün neler yapacağız?" diye seslenirdi. Siyah zeytin ise yavaşça gözlerini açar, "Sakin ol, Yeşil. Gün daha yeni başlıyor. Önce bir etrafı dinleyelim," derdi.
Günler böyle geçerken, Yeşil zeytin her zaman maceraya atılmak ister, yeni şeyler denemek isterdi. Ağacın yaprakları arasında saklambaç oynar, rüzgarla dans eder, çiçeklerle sohbet ederdi. Siyah zeytin ise etrafı gözlemler, gökyüzünü izler, kuşların şarkılarını dinlerdi. Bazen Yeşil zeytin, Siyah zeytinin bu kadar sakin olmasına anlam veremez, "Neden bu kadar sıkıcısın ki?" diye sorardı. Siyah zeytin de gülümser, "Ben sadece her şeyin tadını çıkarıyorum, Yeşil. Her şeyin kendine özgü bir güzelliği var," derdi.
Bir gün, ağacın yanına küçük bir kız çocuğu geldi. Elinde küçük bir sepet, gözleri zeytin ağacına dikilmişti. Yeşil zeytin heyecanla kıpırdandı, "Bizi toplayacaklar mı acaba?" diye meraklandı. Siyah zeytin ise sakince bekledi. Kız çocuğu, önce yeşil zeytinlere uzandı, ama onları henüz tam olgunlaşmamış oldukları için sepetine koymadı. Sonra gözleri siyah zeytinlere kaydı. Parlak siyah renkleri, ona olgun ve lezzetli göründü. Birkaç tanesini dikkatlice topladı ve sepetine koydu.
Yeşil zeytin üzülmüştü. "Gördün mü? Ben daha yeşil ve canlıyken beni seçmediler. Ben ne zaman olgunlaşacağım?" diye sızlandı. Siyah zeytin, sepetin içinde bile sakinliğini korudu. "Acele etme, Yeşil. Her şeyin zamanı var. Sen de olgunlaşacaksın ve o zaman senin güzelliğin de ortaya çıkacak," dedi.
Kız çocuğu, sepetindeki siyah zeytinleri eve götürdü. Onları büyük bir özenle yıkadı ve özel bir kaba koydu. Siyah zeytinler, bir süre sonra tuzlu suda bekletilmeye başlandı. Bu sırada, Yeşil zeytin de ağaçta olgunlaşmaya devam etti. Güneşin altında rengi koyulaştı, dokusu yumuşadı. Artık o da siyah zeytinlere benzemeye başlamıştı.
Günler geçti, aylar geçti. Ağaç, mevsimlerin değişimiyle farklı renklere büründü. Sonbahar yaprakları sararttı, kış dalları çıplak bıraktı. Yeşil zeytin, artık tamamen olgunlaşmıştı. Bir zamanlar çok meraklı olduğu maceralar yerine, şimdi o da Siyah zeytin gibi daha sakindi. Gökyüzünü izliyor, rüzgarın sesini dinliyordu.
Bir ilkbahar sabahı, kız çocuğu tekrar geldi. Bu sefer, sepetiyle birlikte ailesi de yanındaydı. Ailece ağaca yaklaştılar. Kız çocuğu, bu kez sepetini olgunlaşmış, simsiyah zeytinlerle doldurdu. Yeşil zeytin de artık siyah olmuştu ve sepetine konmuştu. Sepetteki zeytinler, birbirlerine baktılar. Artık hepsi aynı renkteydi ve aynı kaderi paylaşıyorlardı.
Evde, zeytinler yine özenle yıkandı, tuzlu suya konuldu, özel işlemlerden geçirildi. Sonunda, sofralara geldi. Artık her biri, küçük birer lezzet incisiydi. Yeşil zeytin, şimdi siyah olmuş haliyle, "Haklıydın, Siyah kardeş," dedi. "Her şeyin bir zamanı varmış. Acele etmemek, sabırlı olmak gerekiyormuş."
Siyah zeytin, gülümseyerek cevap verdi, "Evet, Yeşil. Şimdi hepimiz bir sofrada, birlikteyiz. Ve her birimizin kendine özgü lezzeti var. Hepimiz birer hikaye taşıyoruz içimizde."
O günden sonra, yeşil ve siyah zeytinler, ağacın dallarında geçirdikleri o güzel günleri hiç unutmadılar. Ve her sofraya konduklarında, içlerindeki o özel hikayeyi fısıldamaya devam ettiler. Her zeytin tanesi, sabrın, değişimin ve her şeyin zamanı olduğuna dair birer ders oldu. Ve çocuklar, bu lezzetli zeytinleri yerken, onlardan hayatın güzel sırlarını öğrendiler.