Gecenin Karanlığında

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE

Gecenin karanlığında hüzün ve umut


Gecenin karanlığı, şehrin üzerine bir örtü gibi çökmüştü. Sokak lambalarının solgun ışıkları, ıssız caddelerde yalnızca küçük birer umut adacığı gibi parlıyordu. Hava, sonbaharın o hüzünlü serinliğiyle doluydu ve yapraklar, rüzgârın kollarında usulca dans ederek yere düşüyordu. İşte böyle bir gecede, Eylül, penceresinin önünde oturmuş, gökyüzündeki yıldızları seyrediyordu. Ama onun gözleri, yıldızlarda değildi. Gözleri, geçmişe takılmıştı.

Eylül, hayatının en büyük acısını henüz bir yıl önce yaşamıştı. Onu her şeyden çok seven babasını kaybetmişti. Babası, sadece bir baba değil, aynı zamanda en yakın arkadaşı, sırdaşı ve rehberiydi. Onunla geçirdiği her an, Eylül için bir hazine dönüşmüştü. Ama o hazine, artık sadece anılarda yaşıyordu.

O gece, Eylül'ün içinde bir fırtına kopuyordu. Babasının yokluğu, zamanla daha da ağır basmaya başlamıştı. İlk zamanlar, acısını bastırmak için kendini işine vermiş, her günü dolu dolu yaşamaya çalışmıştı. Ama gece olduğunda, yalnız kaldığında, gerçekler yüzüne bir tokat gibi çarpıyordu. Babası artık yoktu ve bu acı, hiçbir zaman tam olarak dinmeyecekti.

Eylül, pencereden dışarı bakarken, gözlerine yaşlar doldu. Ellerini yüzüne kapadı ve sessizce ağlamaya başladı. İçindeki boşluk, her geçen gün büyüyordu. Sanki bir parçası, babasıyla birlikte gitmişti ve o parça, asla geri gelmeyecekti.

Birden, kapı çalındı. Eylül, şaşkınlıkla başını kaldırdı. Saat gece yarısını geçmişti ve kimsenin onu ziyaret etmesi beklenmezdi. Kapıya doğru yürüdü ve yavaşça açtı. Karşısında, komşusu olan yaşlı bir kadın duruyordu. Adı Leyla'ydı ve Eylül'ün babasıyla da iyi arkadaşlardı.

"Leyla Teyze, bu saatte ne oldu?" diye sordu Eylül, gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışarak.

Leyla Teyze, yumuşak bir gülümsemeyle içeri girdi. "Seni görmek istedim, Eylül. Biliyorum, bu geceler senin için zor geçiyor."

Eylül, Leyla Teyze'nin sözlerine daha fazla dayanamadı ve tekrar ağlamaya başladı. Leyla Teyze, onu kucakladı ve sessizce teselli etti. Bir süre sonra, Eylül kendini toparladı ve Leyla Teyze'ye teşekkür etti.

"Baban, senin için çok endişelenirdi," diye söze başladı Leyla Teyze. "Her zaman, 'Eylül çok güçlüdür, ama bazen güçlü olmak, acıyı hissetmemek değildir,' derdi."

Eylül, bu sözlerle irkildi. Babasının onun için endişelendiğini bilmek, içinde bir sıcaklık hissetmesine neden oldu. Leyla Teyze, Eylül'ün elini tuttu ve ona bir şeyler anlatmaya başladı.

"Baban, senin için bir mektup bıraktı. Onu okumanı istedi. Ama doğru zamanı beklemeni söyledi. Sanırım, o zaman şimdi."

Eylül'ün kalbi hızla çarpmaya başladı. Leyla Teyze, cebinden zarif bir zarf çıkardı ve Eylül'e uzattı. Eylül, zarfi titreyen elleriyle aldı ve açtı. İçinde, babasının el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı.

"Sevgili Eylülüm,

Eğer bu mektubu okuyorsan, ben artık yanında değilim. Ama bilmeni isterim ki, seni her zaman kalbimde taşıyorum. Hayat, bazen acımasız olabilir, ama sen güçlüsün. Benim kızım, asla pes etmez.

Unutma, hüzünler geçicidir. Her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Senin için her zaman gurur duydum ve bundan sonra da duymaya devam edeceğim. Beni özlediğinde, gökyüzüne bak ve yıldızları gör. Orada, senin için parlayacağım.

Seni çok seviyorum, kızım.

Baban."

Eylül, mektubu okuduktan sonra gözyaşlarına boğuldu. Ama bu sefer, gözyaşları sadece acı değil, aynı zamanda bir huzur da taşıyordu. Babasının sözleri, onun yüreğine dokunmuştu. Artık, onun yanında olmadığını biliyordu, ama kalbinde yaşamaya devam edecekti.

Leyla Teyze, Eylül'ü tekrar kucakladı. "O, her zaman seninle olacak, Eylül. Sadece kalbine bak."

Eylül, teşekkür ederek Leyla Teyze'yi uğurladı. Penceresine geri döndü ve gökyüzüne baktı. Yıldızlar, her zamankinden daha parlak görünüyordu. İçinde, babasının sıcaklığını hissetti. Artık, hüzünlerle bağlandığı o karanlık gecede, bir ışık bulmuştu.

Ve o geceden sonra, Eylül, babasının izinde yürümeye devam etti. Çünkü biliyordu ki, hüzünler geçiciydi ve sevgi, asla ölmezdi.​


Eylül, o geceyi babasının mektubunu tekrar tekrar okuyarak geçirdi. Her kelime, onun yüreğine işliyor ve adeta babasının sesini duyuyormuş gibi hissediyordu. Sabahın ilk ışıkları pencereden süzülmeye başladığında, Eylül artık farklı biri olmuştu. İçindeki boşluk tamamen dolmamıştı belki, ama o boşluğu nasıl taşıyacağını öğrenmişti.

O gün, işe gitmek için hazırlandı. Aynaya baktığında, gözlerindeki hüznün yerini bir tür dinginliğin aldığını fark etti. Babasının dediği gibi, her karanlık gecenin bir sabahı vardı. Ve bu sabah, Eylül için yeni bir başlangıçtı.

İş yerine vardığında, her zamankinden daha erken olduğunu fark etti. Ofis henüz tenhaydı. Masasına oturdu ve bilgisayarını açtı. Ama bu sefer, işe başlamadan önce bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. Bir defter çıkardı ve babasına bir mektup yazmaya başladı.

"Sevgili Babacığım,

Seni her gün özlüyorum. Ama artık, senin bana öğrettiklerinle ayakta durmayı öğreniyorum. Senin gibi güçlü olmak istiyorum. Senin gibi, insanlara umut vermek istiyorum. Belki bir gün, ben de birinin hayatına dokunabilirim, tıpkı senin bana dokunduğun gibi.

Seni seviyorum, babacığım. Ve seninle her zaman gurur duyacağım.

Eylül."

Mektubu bitirdiğinde, gözyaşları defterin üzerine damladı. Ama bu sefer, gözyaşları acı değil, bir tür arınmaydı. Defteri kapattı ve çekmecesine koydu. Artık, babasıyla olan bağını her zaman yanında taşıyacaktı.

Gün ilerledikçe, ofis dolmaya başladı. Eylül, işine odaklandı, ama bir yandan da etrafındaki insanlara daha farklı bir gözle bakmaya başladı. Herkesin bir hikayesi, bir acısı, bir umudu olduğunu fark etti. Belki de, babasının ona bıraktığı en büyük miras, insanlara karşı daha anlayışlı olmaktı.

Öğle arasında, ofisten çıktı ve yakındaki parka yürüdü. Sonbaharın o serin ama huzur veren havası, ciğerlerine doldu. Parkta, bir banka oturdu ve etrafı izlemeye başladı. Çocuklar koşuşturuyor, yaşlılar yürüyüş yapıyor, kuşlar dallarda ötüşüyordu. Hayat, tüm hüzünlerine rağmen, devam ediyordu.

O sırada, yanına yaşlı bir adam oturdu. Eylül, ona gülümsedi ve adam da nazikçe başını eğdi. Bir süre sessizce oturdular. Sonra, yaşlı adam konuşmaya başladı.

"Güzel bir gün, değil mi?" dedi, gözlerini güneşe dikerek.

Eylül, hafifçe gülümsedi. "Evet, öyle."

Yaşlı adam, bir an düşündü ve sonra devam etti. "Hayat, bazen çok zor olabiliyor. Ama böyle günler, bize her şeye rağmen devam etmemiz gerektiğini hatırlatıyor."

Eylül, adamın sözlerine şaşırdı. Sanki, onun içinden geçenleri biliyormuş gibi konuşuyordu. "Evet," diye yanıt verdi. "Her şeye rağmen devam etmek gerekiyor."

Yaşlı adam, Eylül'e baktı ve gözlerinde bir bilgelik parladı. "Senin gibi gençlerin, hayatın zorluklarını göğüsleyebilmesi güzel. Çünkü her zorluk, aslında bir ders. Ve her ders, bizi daha güçlü kılar."

Eylül, bu sözlerle bir kez daha irkildi. Sanki, babası onunla konuşuyor gibiydi. Yaşlı adama teşekkür etti ve bir süre daha sohbet ettiler. Adam, hayatından kesitler anlattı, Eylül de ona babasından bahsetti. İkisi de, o parkta, birbirlerine yabancı olmalarına rağmen, bir tür bağ kurmuşlardı.

Öğle arası bitmek üzereyken, Eylül yaşlı adama veda etti ve ofise döndü. Ama o gün, içinde bir şeyler değişmişti. Artık, sadece kendi acısına odaklanmıyor, etrafındaki insanların da hikayelerini duymaya, onlara umut vermeye çalışıyordu.

Akşam olduğunda, Eylül eve döndü. Penceresine oturdu ve gökyüzüne baktı. Yıldızlar, bir kez daha parlıyordu. Ama bu sefer, onlara bakarken hüzünlenmiyordu. Çünkü biliyordu ki, babası oradaydı ve her zaman onunla olacaktı.

Eylül, o gece uykuya dalarken, içinde bir huzur vardı. Hayat, hala zordu. Ama artık, o zorluklarla başa çıkmanın bir yolunu bulmuştu. Ve belki de, en önemlisi, babasının ona bıraktığı mirası yaşatmak istiyordu: insanlara umut vermek, onlara dokunmak ve her karanlık gecenin bir sabahı olduğunu hatırlatmak.
 


Mesajınızı yazın...
Geri
Top