• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

İzmir Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
Pitana, Pitane (Çandarlı) Antik Kenti

İzmir Aliağa ile Bergama arasında, Kaikos'un (Bakırçay) denize döküldüğü yerde idi.
Pitane sözcüğü, suyu bol anlamında Luwi-Pelasg dilinden gelmektedir.

wPrnS.webpKentin ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamakla beraber tarihi Helen öncesine kadar inmektedir. Büyük olasılıkla Luwiler tarafından kurulmuştur. İlk Çağda ismi geçmeyen kent M.Ö. 88'de Romalılarla savaşarak Batı Anadolu'yu ele geçiren Pontus kralı VI. Mithridates Eupator zamanında kendisinden söz ettirmiştir. VI.Mithridates Sulla'nın komutasındaki Roma ordusuna yenildikten sonra Pergamon'u boşaltmış, Pitana'ya sığınmış, orada da kuşatılınca deniz yoluyla kaçmayı başarmıştır.

Pitana'nın Orta Çağ tarihi de çok karanlıktır. Bir ara Cenevizlilerin üssü olduğu sanılmaktadır.

Pitana'da Ord.Prof.Dr.Ekrem Akurgal kazı yapmışsa da yeterli bilgi verebilecek mimari kalıntılara rastlayamamıştır.Zira kentteki taşların yeni yapılanmada yerlerinden sökülmüş oluşudur.

Kazılarda M.Ö. VI.yüzyıla tarihlenen mezarlara,çeşitli keramiklere, vazolara, kadehlere, kylixlere (açık ağızlı ve ayaklı içki kapları) ve ölü külü kaplarına rastlanmıştır. M.Ö.VI.yüzyıla tarihlenen arkaik bir erkek heykeli ise bugün Bergama Müzesindedir.
 
Sillyos (Sillion) Antik Kenti

Sillyos'un yeri kesin olarak saptanamamıştır. Bununla beraber İzmir Çiğli'deki küçük bir köyden Byzantionlu Stephanos Sillyos diye söz etmiştir.
Sillyos sözcüğünün Hellen veya daha önceki dillerden alınıp alınmadığı da kesinleşmemiştir.

Byzantionlu Stephanos'un sözünü ettiği yerde yüzey araştırması veya kazı çalışması yapılmamışsa da M.Ö.VI. yüzyıla tarihlenen küçük çaptaki kalıntılarla karşılaşılmıştır. Bu yerde Geç Roma veya Bizans döneminde yerleşim olduğu sanılmaktadır.
 
Temnos Antik Kenti

Temnos, Manisa ile Menemen arasında bir dağ köyü olan Görece'nin 2-3 km. ilerisindeki Kayacık Tepesi üzerindedir.
Temnos isminin Hellen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır. Luwi dilinde “rahip” veya “baba'nın insanı” anlamındadır.Prof. B.Umar bu sözcüğün “Ana Tanrıça Halkı” anlamının da dikkate alınmasını söylemektedir.

Temnos'un bulunduğu alanda yeterince kazı çalışması yapılmadığından tarihi ve kalıntıları ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Bununla beraber yörede yüzey araştırması yapan Ersin Değer, akropolün kuzeyinde küçük bir tiyatronun kalıntıları, Stoa ile çevrili bir Agora ve Bouleterionun var olduğu kanısındadır.

Temnon Aiolis kentler birliğini oluşturan on iki kentten birisidir. Byzantion'lu Stephanos'un anlatıp Prof. B. Umar'ın naklettiği bir öyküye göre kentin kurucusu Malaos isimli bir göçmendir. Kenti kuracağı yer için bir biliciye danışmış ve onun “arabanın dingili nerede kırılırsa kenti orada kur” sözüne uymuştur. Gerçekten de arabasının dingili sarp ve kayalık bir yerde kırılınca kenti aynı yerde kurmuştur.

Pausanias da, Pelops'un Aphrodite'nin koruyuculuğunu kazanmak ve bundan ötürü de Hippodameia ile evlenmesine yardımcı olması için mersin ağacı gövdesinden Aphrodite heykeli yonttuğunu yazmaktadır. Bu öykülere dayanarak kentin M.Ö.1200 öncesinde kurulduğu söylenebilir.
 
Pergamon (Bergama) Antik Kenti

Mysia bölgesinin önemli kentlerinden olan Pergamon, akropolün bulunduğu tepenin eteklerinden başlayarak ovaya doğru yayılmıştır. Akropolün bulunduğu tepenin iki yanından akan, Bakırçay Irmağına (Kalkos) dökülen (Selinos) ve Kestel (Keitos) Çaylarının verimliliğini arttırdığı topraklar Antik Çağın gözde kentlerinden bir olmasını sağlamıştır. Bergama Çayı'nın (Selinos) ikiye ayırdığı kent, doğal kaynaklar ile, çayların çevresindeki düzlüklerde günümüzde Musalla Mezarlığı denilen yere kadar uzanmıştır.
Akropolün 392.3 m. yüksekliğindeki dik yamaçları kentin denizden uzak oluşundan dolayı göçlerden etkilenmemiştir. Bununla birlikte Pitane (Çandarlı) ve Dikili Körfezi'ne yakın oluşu, batıda Kaiko Vadisi'ni izleyen yolun Akhisar'a (Thyateria) ulaşmasıyla da Kral Yolu ile bağlantısı sağlanmış ve bu da kenti önemli kılmıştır.

Birçok antik kentte olduğu gibi Pergamon'un kuruluşu da mitolojik öykülere dayanmaktadır. Bu mithlerden birine göre; kentin kurucusu olan Pergamos, Akhilleus'un oğlu Neopotelemus ile Andromakhe'nin oğludur. Yunanistan'dan gelerek bugünkü Bergama'nın olduğu yerde yaşayan kralı öldürdükten sonra kenti ele geçirmiştir.

Bir başka mithe göre ise; yöredeki Teuthrania kralı Grynos, zor durumda kaldığı bir savaşta Epiroslu Pergamos'tan yardım istemiştir. Onun yardımıyla savaşı kazanan Grynos bu zaferin anısına iki kent kurmuş, bunlardan birisine Pergamon, diğerine de kendi ismini Gryneion (Çıfıt Kalesi) vermiştir.

Bazı antik kaynaklarda ise kentin kuruluşu bunlardan farklı yorumlanmış, Telephos efsanesine bağlanmıştır.

Yunanistan'ın Arkadia bölgesindeki Tegeia Kralı Aleos'a bir kâhin kızı Auge'den doğacak çocuğun dayılarını öldüreceğini söylemiştir. Olympia'ya gitmekte olan Herakles, Tegea'dan geçerken Augea ile karşılaşmış ve onu hamile bırakmıştır. Bir süre sonra Augea, Telephos'u doğurunca babası son derece hiddetlenmiş, kâhinin söylediklerini hatırlamış, Telephos'u Parthenion Dağı'na, kızını da bir sandık içerisinde denize bırakmıştır. Augea'nın içerisinde bulunduğu sandık Mysia kıyılarına ulaşmış, Mysia Kralı Teutras kızı beğenmiş ve onu kendisine evlat edinmiş. Diğer yandan oğlu Telephos'u arayan herakles onu Partheion Dağında bir arslan tarafından emzirilirken bulmuştur. Herakles çocuğu alarak Yunanistan'a götürmüş ve kral Karithos'a yetiştirmesi için bırakmıştır. Telephos büyümüş, annesini aramak için Anadolu'ya gitmiştir. O sırada Mysia kralı savaşmakta ve oldukça güç durumdadır. Telephos krala yardım etmiş ve bundan memnun olan kral da kızı Augea ile onu evlendirmek istemiştir. Ancak düğünlerinin yapıldığı gün anne ile oğul birbirlerini tanımıştır. Kralın ölümünden sonra Telephos onun yerine geçmiş ve Pergamon'u kurmuştur. Bergama Zeus sunağı kabartmalarında Telephos'un yaşamıyla ilgili bazı olaylara yer verilmiştir.

Bergama'da arkeolojik araştırmalara XIX.yüzyılın ikinci yarısında başlanmış, araştırmacılar özellikle kızıl kilise ile ayakta kalabilmiş bazı kalıntılar üzerinde durmuşlardır. Bergama'ya 1865'te gelen C.Humann, orada Dr.Nikola Ballis ile tanışmış, onunla akropole çıkarak kireç ocaklarında eritilen mermerleri görmüşlerdir.

C.Humman 1876'da Berlin Müzesi Müdürü olan Dr.A.Conze ile yöreyi incelemiş, bulduklarını Berlin Antiktepe Müzesi'ne göndermiştir. C.Humann'ın A.Conze, Bohn ve Schuhhardt'la birlikte 1883-1885 Aralık ayına kadar sürdürdüğü kazılarda İmparator Trayan'ın yaptırdığı teras üzerindeki tapınak, tiyatro ve yukarı agora kazılmıştır. C.Humann, Zeus tapınağı kabartmaları ile Athena Tapınağının mimari parçalarını Berlin'e götürmüştür.

Bergama kazılarını 1900-1912 yıllarında Dörpfeld yürütmüş, A.Conze ile Hepding de kazı gurubunda yer almıştır. Gymnasium, Attalos evi, aşağı agora ve büyük yapının yer aldığı alan ortaya çıkarılmıştır. 1912-1913 yıllarında ise Prof.Hubert Knachfuss ile İsviçre'li arkeolog Prof.Schazmann akropolün değişik yerlerinde kazılar yapmıştır.

Bergama'daki altıncı dönem kazılarını Berlin Müzeleri Müdürü Wth.Wiegand yönetmiş, 1927-1929 yıllarındaki kazılarda akropoldeki saraylar ile depolar ortaya çıkarılmıştır. Aynı zamanda Priene, Milet ve Didiö kazılarını da yürüten Wiegand, 1928-1938 yılları arasında da Asklepion alanı ile bazilikanın bulunduğu bölümlerde de araştırmalarını yapmıştır.

Bergama'da yapılan araştırmalarda bulunan kalıntılar, keramikler ve aletler yöredeki yerleşmenin Neolitik Çağda başladığını göstermiştir. Akropolün eteklerindeki toprak dolgular arasında bu döneme tarihlenen taş bıçaklar, üvedik tepede nefrit taşından bir balta bulunmuştur. M.Ö.4000'e tarihlenen bu eserleri Bronz Çağa ait vazolarla keramikler izlemiştir. Arkaik dönemde küçük bir yerleşim olan ancak bu dönem kalıntılarının çok az olduğu, Pergamon'dan buluntular akropolde M.Ö.800 yıllarında bir yerleşim olduğunu göstermiştir. Frigyalılar bir süre bu yöreye egemen olmuşlar, M.Ö.VII.yüzyılda Ldyia'lıların egemenliğini kabul etmişlerdir. M.Ö.546'da ülkesinden kovularak Perslere sığınan Erythreli Gongyglos'un yönetimine verilen Pergamon M.Ö.362'de Mysia valisi Orontes'in Perslere karşı başlattığı ayaklanmanın merkezi olmuştur. M.Ö.400-399 yıllarında Xenophon'un Onbinlerin dönüşü isimli eserinden Pergamon'un işgal edildiği öğrenilmiştir.

M.Ö.334'de Pergamon, Granikos (Biga Çayı) Savaşından sonra İskender'in eline geçmiştir. Bundan sonra Büyük İskender, kentin yönetimini oğlu Herakles ile annesi Barsine'ye bırakmıştır. İskender'in ölümünden sonra Pergamon generallerinden Lysimakhos'un payına düşmüştür. Lysimakhos devlet hazinesini akropolde saklamış, korunmasını da paphlagonia'lı bir subay olan Philetarinos'a bırakmıştır. Lysimakhos'un ölümünden sonra devlet hazinesi Philetarios'da kalmış ve bu hazine ile Bergama Krallığını kurmuştur. Helenistik dönemde (M.Ö.300-M.S.20) Pergamon 150 yıl boyunca Anadolu'nun en önemli kültür merkezlerinden biri olmuştur (M.Ö.283-133). Bundan sonra Philetairos (M.Ö.183-263) krallığının sınırlarını Marmara Denizi'ne kadar genişletmiş, evlatlığı ve yeğeni olan I.Eumenes (M.Ö.263-241) ondan sonra krallığı devralmıştır.

M.Ö.241'de Eumenes'in yerine oğlu I.Attalos (M.Ö.241-197) geçmiştir. Attalos I Galatlara karşı pergamon'u korumuş, M.Ö.230'da onlara karşı büyük zafer kazanmıştır. Bundan sonra Attalos döneminde batı Anadolu'yu ele geçirmek isteyenler nedeniyle savaşlar birbirini izlemiştir. Bu arada Romalılarla yakın ilişkiye girmiş ve onların Anadolu'ya ayak basmalarına neden olmuştur. I.Attalos döneminde Pergamon krallığı askeri, politik , sanat ve kültür yönünden de önemli bir merkez olmuştur. I.Attalos'dan sonra Pergamon Kralı II.Eumenes (M.Ö.197-159) galatlar, Makedonyalılar ve Suriye Kralı Antiokhos'a karşı savaşmış, bu arada da iç ve dış politikada tutarlılığını korumuştur.

M.Ö.190'da Magnosia'da Suriye kralını yendikten sonra pergamon Krallığı güç ve zenginliğin doruğuna ulaşmıştır. Pergamon Krallığı güneyde Maiandros (Büyük Menderes) Nehri'nden başlayarak bütün Batı Anadolu'yu kapsadıktan sonra Trakya'dan Toroslar'a kadar genişlemiştir. II.Eumenos devletin bütün zenginliğini kentin imarına sarfederek, yerleşimi akropolün yamaçlarından aşağıya doğru yaymış, yeni yapılanmalar için tepede teraslar yapmıştır. Nitekim kentin aşağı agorası, Gymnasium, kütüphane ve Zeus sunağı onun zamanında yapılmıştır. II.Eumenos'un (M.Ö159) ölümünden sonra yerine geçen Attalos (M.Ö.159-138) ve III.Attalos (M.Ö.138-133) dönemlerinde krallığın kültürel gelişimini sürdürmüşlerdir.Bu dönemde Antiokheia (Antakya) ile Alexandrai (İskenderiye) şehirleri pergamon'un rakibi durumuna gelmişlerdir. III.Attalos'un ölümünden sonra vasiyetinde Pargamon Krallığını Roma'ya bırakmış, ancak Romalılar bu topraklara çok kolay girememişlerdir. II.Eumenes'in meşru olmayan oğlu Aristonikos paralı askerler ve kölelerden oluşturduğu ordu ile üç yıl Romalılarla savaşmıştır. M.Ö.130'da yenilerek Roma'ya tutsak olmuştur.Bundan sonra Pergamon Attalos'un vasiyetnamesi uyarınca özgür bir kent olarak yaşamaya devam ettiyse de, Pontos Kralı Mithridates'in M.Ö.88'de batı Anadolu'ya hücum etmesi, Pergamon onun egemenliğine girmiş, ardından Roma'nın yöreye hakim olmasıyla da bir Roma eyaleti konumuna gelmiştir.

Roma döneminde gelişen, zafer anıtları, hadrian, Trajan, Carcalla, Dionysos tapınakları ile bezenen kent İmparator Hadrianus döneminde (M.S.117-138) yeniden parlak günlerine ulaşmıştır. Bu arada tıp yönünden büyük ünü olan Asklepion eklerle genişletilmiş, tiyatro, stadyum gibi yapılar eklenmiştir. Bizans döneminde Pergamon eski parlak dönemine ulaşamamış, ancak Anadolu'nun büyük kentleri arasında ismi geçmeye devam etmiştir.

Araplar'ın Anadolu'ya yaptıkları hücumlar sırasında 716'da Pergamon'da yakılmış, 1306'da Kareisoğullarının eline geçerek Beyliğin Balıkesir'den sonra ikinci önemli kenti olmuştur. Orhangazi 1336'da Bergama'yı Osmanlı topraklarına katmışsa da Ankara Savaşı'ndan sonra bu kez de Timur tarafından yağmalanmıştır.

Pergamon'un Tarihi yapıları

Heroon:


Akropol çıkışında, büyük ana girişe gelmeden solda görülen kalıntıların Pergamon krallarından I.Attalos ve II.Eumenes'e ithaf edilen , onları tanrılaştıran Heroon olduğu anlaşılmıştır. Bu yapıda Bergama krallığının kültü kutlanmaktadır. Bu tür yapılar İskender'in ölümünden sonra helenistik krallıklarda yaygın biçimde kullanılmıştır. Ancak pergamon kralları diğer Helenistik krallarda olduğu gibi yaşamları boyunca tanrılaştırılmamıştır. Yaşamları boyunca yanlızca rahiplik ünvanını taşıyan bu krallar ölümlerinden sonra tanrılaştırılmışlardır.

Saraylar:

Bergama akropolüne girilen sur kapısının hemen karşısında görülen peristylli saray II.Eumenes'e aittir. Sarayın kuzeyinde büyük bir salon, avlusunda bir sunağı ile güney-batısında da bir çeşmesi vardı. Ayrıca doğusa büyük salona bitişik bir de kült odası bulunmaktadır. Bu sarayın güney-batısında sarnıç, batıdadki odada da hephaistion isimli bir sanatçının imzası olan ilginç mozaik döşeme görülmektedir. Mutfak ve kilerler ise sarayın güney-doğusundadır. II.Eumenes'in sarayının hemen bitişiğinde ise I.Attalos'un sarayı yapılmıştır. Bu sarayları II.Attalos ile Philetaros'un olduğu sanılan iki saray daha izlamaktadir. Hepsinin ortak özelliklerini sütunlarla çevrili avlular arasında yer alan odalar oluşturmaktadır. Bunlarda ele geçen döşeme mozaikleri Berlin Müzesinde'dir. Bunları kışlalar, askeri depolar ve dükkanlar izlemiştir.

Burada yapılan araştımalarda aşağı agorayı korumak amacıyla değişik ölçülerde 900 gülle bulunmuştur. Aynı zamanda silahların korunduğu depolar, bir bakıma sur duvarlarının bir bölümünü oluşturmaktadır.

Athena Kutsal Alanı:

Akropolde 1880-1881 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkan Athena kutsal alanı, tiyatronun ve Zeus sunağının hemen üzerindeki terasta bulunmaktadır.

Pergamon'un en eski tapınağı olan bu yapının M.Ö.III.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde, M.Ö.IV.yüzyılda bu terasta yapılan kale nedeniyle tapınak temellerine kadar sökülmüştür. Kilisenin duvarları arasındaki antik kalıntıların içindeki bir sütun parçasında da Bunu Artemon'un oğlu senin için dikti. Ey Trion'dan doğan Tanrıca yazısı okunmuştur. Athena Polias'a adanan tapınağın yapı malzemesinin incelenmesi sonunda yapılan krallık döneminden çok daha önceki tarihlerde yapıldığı ortaya çıkmıştır.

Athena Tapınağı'nın giriş kapısının parçaları berlin'e götürülmüştür. Bugün Berlin Müzesinde bu kapının rekontrüksiyonu yapılmıştır. Kutsal alanın ortasında bugün de görülebilen yuvarlak kaide üzerinde önce Athena, sonra da Augustos'un (M.Ö.31-M.S.14) tunç heykel dikilmiştir. Bu heykelin Roma döneminde ait mermer kopyası Vatikan Müzesi'ndedir. Ayrıca bu alanın çevresinde de I.Attalos ile II.Eumenes'in heykelleri bulunuyordu. Bunların en önemlilerinden olan Galat heykeli Roma Capitolion Müzesi'nde, karısından sonra kendisini öldüren Galat heykeli de Roma Terme Müzesi'ndedir.


Zeus Sunağı:

İzmir ili Bergama ilçesinde, antik Pergamon'un akropolünde bulunan bu sunak Pergamon Kralı II. Eumenes'in (MÖ.197-MS.160) Seleukos Kralı III. Antiochos'a ve Galatlara karşı kazandığı zaferin anısına yaptırılmıştır. Sunak ayrıca Mitoloji Tanrılarından Zeus ile Athena'ya adanmıştır. Helenistik dönemdeki Pergamon'un en görkemli anıtlarından olan bu sunak ile ilgili bilgiler Romalı Lucius Ampellius'un yazmış olduğu kitaptan öğrenilmektedir. Günümüzde Berlin'de Pergamon Müzesi'nde bulunan bu sunağın yalnızca temel kalıntıları Bergama'dadır.

Bergama yöresinde yol inşaatını yöneten Alman Mühendis Carl Humann çalışmaları sırasında bu sunak ile ilgili bazı frizlere ve kalıntılara rastlamıştır. Bergama'daki yol çalışmaları dört yıl kadar sürmüş ve ayrıca burada Carl Humann'ın 1878 yılında yaptığı kazılarda ele geçen sunağın frizlerinden Gigantlar savaşına ait 97 panel ve 2000 parça; Telepus frizine ait 35 panel ve 100 parça ile heykel, kitabe ve mimari kalıntılar 1878 yılında Berlin'e taşınmıştır. Sunağa ait bu parçalar Osmanlı Hükümetinden alınan izinle Almanya'ya götürülmüştür.

Bergama'da Zeus sunağının bulunduğu terasın asıl girişi doğusundaki ana caddeden idi. Sunağın kuzey ve doğusunda İon üslubunda yapılmış iki katlı bir stoa bulunuyordu. Sunak U şeklinde olup, 36.44x34.20 m. ölçüsünde mermerden yapılmıştı. Sunağın çevresini beş mermer basamaklı bir merdiven çeviriyordu. Bunun üzerinde 2.30 m. yüksekliğinde ve uzunluğu 120.00 m. yi bulan bir friz çepeçevre podyumu kuşatıyordu. U şeklindeki sunağın iki ucu arasındaki merdivenlerle bir galeriye çıkılıyordu. Bu galeride İon üslubundaki sütunlardan meydana getirilmiş çift sıralı bir portik bulunmaktadır. Bu portiğin ortasındaki boşlukta ise Zeus'a adanan armağanların konulduğu asıl sunak yer alıyordu. Sunağın üç tarafını saran alçak duvarda ise ikinci bir friz çepeçevre dolaşıyordu. Sunağın üstü kentuvarlar (yarı at yarı insan mitolojik yaratıklar), dört atlı arabalar, atlar ve tanrı heykelleri ile bezeli idi.

Sunağın at nalı şeklindeki podyumunu saran frizde mitolojik Yunan tanrıları ile Toprak Tanrısı Gaia, uzun saç ve sakallı ayaklarının yerine yılan kuyrukları olan dev Gigantların mücadelesi (Gigantomakhia) tasvir edilmiştir. Mitolojiye göre, Tanrı Zeus kardeşleri Titanları yeraltı dünyasına (Tantarus) kapatmıştı. Buna kızan Gigantlar yeryüzüne çıkarak mitolojik tanrılara saldırmışlardır. Bu savaşta tanrılar Gigantları yenmişlerdi. Bu frizin üzerinde, üç yandan sunağı saran duvarlarda ise tanrılardan Herakles'in oğlu Telephus'un Pergamon kentini nasıl kurduğunu anlatan kabartmalara yer verilmiştir.

Sunak açık mavi renkte mermer bir boya ile boyanmıştır. Tanrıçaların giysilerine altın veya tunçtan eklemeler yapılmıştır. Bu kabartmalarda Gigantların isimleri ayrı ayrı yazılmıştır. Bu kabartmaları yapanlar Pergamon ve Atina'daki en ünlü sanatçılardır. Kabartmalarda kazanan tanrılar simgesel olarak Pergamonluları tasvir etmektedir. Yenilen devler ise Pergamon'un düşmanları olan Galatlarla, III. Eumenes'i simgelemektedir. Bu kabartmalarda Helenistik heykel sanatının tüm özellikleri kıvrılıp bükülen vücutlar, duygusal yüz ifadeleri mermerlere yansıtılmıştır.


Kütüphane:

Bergama'nın, tarihte büyük ün yapmış Helenistik devrin en büyük kütüphanesi Athena Tapınağının hemen arkasındadır.

Carl Humann ve Prof.A. Conze'nin 1880 kazılarında ortaya çıkardıkları bu kütüphane İskenderiye kütüphanesinden sonra döneminin önemli yapılarının başında gelmektedir. Bergama'da yaşayan Romalı yazar Marcus T.Varro'dan (M.Ö.116-27) öğrenildiğine göre, bergama kütüphanesinin İskenderiyedekini geçmesinden korkan Mısır'ın Ptolemai kralları ülke dışına papirüs gönderilmesini yasaklamışlardır. Ancak Bergamalılar yazmak için bu kez de hayvan derilerinden yararlanmışlardır.

Tarihte bu iki kütüphane arasındaki rekabet sürüp gitmiştir. Marcus Antonius'un M.Ö.1'de 200.000 ruloyu içeren kitaplıktaki eserlerin çoğunu Bergama'dan kaçırarak Kleopatra'ya hediye etmiştir. Bu olaydan sonra Bergama kütüphanesinde çok az rulo kalmış, bunlar M.S.700'e kadar korunabilmişlerse de kalanlar, Amr bin el-As tarafından yok edilmiştir.

Bergama kütüphanesi II.Eumenes zamanında yapılmış, ancak bazı kaynaklarda I.Attalos'un ismi geçmektedir. Bergama kütüphanesi yazma eserlerinin yanı sıra heykelleri ile de bir müze görünümündeydi. Nitekim M.Ö.13'de Bergama Roma yönetimine geçtiğinde Grek kültürünü incelemek isteyen Romalı bilim adamları aradıklarını bu kütüphanede bulmuşlardır.


Traianus Tapınağı:

Akropolde 1883-1885 yıllarında yapılan kazılarda büyük bir yapının kalıntıları ortaya çıkmış ve çevresindeki bir çok mimari parçalar bu yapının bir deprem sonrası yıkıldığını ortaya koymuştur. Athena tapınağından dokuz, tiyatro terasından 55 m. yüksekliğindeki yapının Athena temennası ile bağlantısı olduğu, doğusundaki kapı ve merdivelerin de kütüphaneye çıktığı anlaşılmıştır. Bu yapının bulunduğu teras akropolün en yüksek yeridir. Daha önce burada bir helenistik dönem yapısı olduğu, alanın kemer ve tonozlarla takviye edilmiş, çevresi de stoalarla çevrelenmiştir. Buraya Romalıların tanrılaştığı kabul edilen imparatoru Traianus'un (M.S.98-117) tapınağı yapılmıştır. Tapınak İmparator Hadrianus (M.S.117-138) döneminde tamamlanmıştır.Burada yapılan kazılarda her iki imparatorun bugün Berlin Müzesi'nde olan iki heykeli bulunmuştur.

Traian Tapınağı 1976'da Alman Arkeoloji Enstitüsünce Dr.Ö.Rombock'un başlayıp, Dr.K.Nohlen'in sürdürdüğü bir restorasyonla yenilenmiştir.
 
Demether Kutsal Alanı:

Demeter kutsal alanı, Bergaöa'ya hakim, yaklaşık 100x50 ölçüsünde dikdörtgen bir teras üzerinde M.Ö.III.yüzyılda Philetarios ve II.Eumenes tarafından anneleri Boa'nın anısına yaptırıldığı architrav ve orthostlar üzerindeki yazıtlardan okunmaktadır.

Ancak küçük bir giriş kapısının architravı üzerindeki frizde yer alan yazıttan çevresindeki stoaların I.Attalos'un (M.Ö.241-197) karısı Apollonis tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Başlangıçta Templium in antis planında olan tapınak Roma döneminde yapılan ve bol mermer kullanımıyla prostylos planına dönüştürülmüştür. Buradaki başka bir yazıttan ve tapınak çevresinde yapılan düzenlemelerin Antonius Pius zamanında Pergamon'un asil ailelerinden Cladius Slianus Aedimus tarafından yapıldığı öğrenilmiştir.


Dionysos Tapınağı:

Tiyatro terasının kuzey ucuna M.Ö.III.yüzyılda yapılan Dionysos Tapınağı Roma İmparatoru Carcalla (M.S.211-217) tarafından yeniden elden geçirilmiştir. İlk yapılışında andezit taşından olan tapınak Roma döneminde bütünüyle mermerle kaplanmış, ayrıca yirmi beş basamakla çıkılan İon üslubunda bir de prostylos yapıya eklenmiştir.

Günümüzde sunağı ile birlikte çok iyi korunarak gelebilen Dionysos Tapınağı yüksek bir podyum üzerinde, İon üslubunda bir Prostylosdur. Buradaki kazılarda bulunan Astlepios başı Berlin Pergamon Müzesi'ndedir.

Hera Kutsal Alanı:,Yukarı Gymnasion'un kuzeyinde, çevreye hakim iki teras üzerinde yer alan hera Kutsal alanının, II.Attalos (M.Ö.159-138) döneminde yapılarak Hera Basilea'ya adandığı, architrav parçaları üzerindeki yazıttan öğrenilmiştir.Dor üslubunda, dört sütunlu bir prostylosdur. Temenos'un tam ortasına yapılan tapınağın batısına eksedra, doğusuna da küçük bir stoa yerleştirilmiştir.

Gymnasionlar:

Bergama'nın en büyük yapılarından Gymnasion, Hera kutsal alanının altında üç ayrı teras üzerinde M.Ö.III.yüzyılın ikinci yarısında yapılmış, Roma döneminde de bazı değişikliklere uğramıştır. Birbirinden farklı yükseklikte teraslar üzerinde yapıldığından merdivenlerle aşağı kadar inmektedir. Önce andezit taşı, sonra da mermerin kullanıldığı Gymnasion'un alt terastaki yapısı çocuklara (Paides), orta terastaki genç erkeklere (Epheboi), yukarı terastaki ise yetişkinlere (Paides) ayrılmıştır. Bunlardan aşağı ve orta Gymnasion Helenistik dönem özelliklerini korumasına karşılık, yukarı teras Roma döneminde büyük değişiklik geçirmiştir. Ayrıca Gymnasion avlusunun batısındaki üst bölümünde küçük bir de tapınak yapılmıştır.

Özellikle gençlerin beden ve ruh sağlığını eğitmeyi amaçlayan Gymnasion Helenistik dönemde yapılmış, Roma döneminde, özellikle İmparator Hadrianus zamanında değişikliğe uğramıştır. Sütunlu bir avlunun içerisindeki yapılardan oluşmakta, doğu ve batısında bulunan gymnasionların ayrılmaz parçası hamamlarla sona ermektedir. Batı galerisinin arkasında yarım daire şeklinde yıkanma yerleri, kuzeybatısında yaklaşık 1000 kişi alabilen üztü örtülü tiyatro görünümlü toplantı salonu bulunmaktadır. Kuzeydeki geniş salon Gymnasionun ana odası olup, buna eklenen iki apsisli oda ile burasının imparator salonu olduğu yazıtlardan anlaşılmıştır. Diğerlerine göre daha iyi korunan bu bölüm aynı zamanda törenlerde kullanılmış ve bu nedenle Tören Gymnasionu adı verilmiştir.

Gymnasion'un orta bölümü Hellenistik dönemde yapılmış, tonoz örtülü basamaklarla içerisine girilmektedir. Bir teras üzerinde uzun bir stoa ve bir bölümünde de odalar yer almaktadır. Bunlardan doğuda olanı iki dor sütunu ile terasa açılmakta olup, burada bulunan bir yazıttan bu mekanın Hermes, herakles veya imparator kültüne ayrıldığı öğrenilmiştir. Tapınağın duvarlarında başarılı olan efeboinlerin isimleri yazılıdır. Güneydeki kent çeşmesini ise II.Eumenes yaptırmıştır. II.Eumenes'in yaptırdığı gymnasionun aşağı bölümüne ana caddedeki propylondan girilmektedir. Uzunluğu 80 m. olan bu yapı bütünüyle yıkılmış olup, günümüze temel duvarlarının bir bölümü ile güneybatı köşesinde odaya benzer bir bölüm gelebilmiştir. Buradaki merdivenli girişin batısındaki bir nişin içerisindeki bir stel üzerinde II.Attalos döneminde Epheboi olan küçüklerin isimleri yazılıdır. Buradaki büyük kuleler ise Bizans döneminde yapılmıştır.


Agoralar:

Akropolün güneyindeki büyük kapıdan tepeye çıkan yolun üzerinde kentin iki agorası bulunmaktadır. Büyük kapının hemen üzerinde olanı aşağı agora, Zeus Tapınağı'nın biraz altında olana da yukarı agora ismi verilmiştir. Aşağı agora II.Eumenes'in akropolü genişletirken yaptırdığı sanılmaktadır. Agora dor üslubunda sütunları olan galerilerle çevrilmiştir. Bunlardan kuzeydeki galeri iki katlı olup, depo ve dükkanlar alt katta kalmıştır. Agoranın batı ve güney duvarları toprak baskısından yıkılmış M.Ö.II.yüzyılın başlarında onarılmış, kuzeybatısı sütun ve kemerlerle desteklenmiştir.

Agoranın ortasında bulunan kuyunun suyu Attalos'un sarayındaki sarnıçlardan sağlanmıştır. Yukarı agora, Zeus Sunağı'nın bulunduğu terasın 15 m. altında, güney ve kuzeyinde dor üslubunda sütunlu galerilerle çevrilmiştir. Bunlardan güneydeki sütunlu galeri iki katlı olup, alt katından depo olarak yararlanılmıştır. Agoranın batısındaki küçük tapınak Prostylos planlı olup, Dor-İon karışımı bir yapıdrı. Yapıldığı tarih kesin olmamakla birlikte II.Eumenes zamanında yapılıp, Zeus veya Hermes'e adandığı sanılmaktadır. Ancak çörtenler üzerindeki Menad ve Satry başlarına dayanılarak Dionysos'a sunulduğu da iddia edilmektedir.


Tiyatro:

Bergama tiyatrosu akropolün çok dik bir yamacında, Zeus Sunağının yakınında güney-batıya yönelik olarak yapılmıştır. Helenistik dönem tiyatrolarının en güzel yapıtlarından olup, II.Eumenes'in krallığı döneminde yapılmıştır.

Burada yapılan araştırmalar aynı yerde, bergama krallığının ilk yıllarından kalma bir tiyatronun bulunduğunu ortaya koymuştur. Nitekim günümüze bu tiyatrodan polygonal örgülü destek duvarının bazı parçaları gelebilmiştir. Ayrıca ilk tiyatronun sahne binasının ahşaptan, geçici olarak yapıldığı, gösteriler bittikten sonra kaldırıldığı da ileri sürülmüştür. Tiyatro 80 oturma sırası ile 10.000 kişiyi alacak kapasitededir.Andezit taşından yapılan tiyatronun yalnızca asillere ayrılan bölümleri mermerdendir.

Helenistik dönem tiyatrosu da ilk tiyatroda olduğu gibi sahne binası ahşaptı ve gösteri bittiğinde kaldırılıyordu.


Serapis Tapınağı (Kızıl Avlu):

Akropolden ovaya doğru yayılan antik kent, Bergama İlçesine kadar uzanmıştır. Kırmızı tuğladan yapıldığından ötürü halkın kızıl avlu diye isimlendirdiği büyük ölçüdeki yapı M.S.II.yüzyılda Roma döneminde yapılmış ve Mısır tanrılarından Serapis'e (Osiris) adanmıştır.

İzmir ili Bergama ilçesinde bulunan Kızıl Kilise (Serapis Mabedi-Kızıl Avlu) MS. II. Yüzyılda Roma döneminde Mısır Tanrılarından Serapis (Osiris) adına yapılmıştır. Yapının üzerindeki mermer kaplamaları dökülmüş ve kırmızı tuğlalar ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de halk arasında Kızıl Avlu veya Kızıl Kilise ismi yakıştırılmıştır.

Bizans döneminde ana binanın içerisine Aziz Yuhannes'e adanmış bir kilise yapılmıştır. Bu kilisenin yapımında Serapis Mabedi'ne ait yapı malzemeleri kullanılmıştır. Bu arada Apsisinde bazı değişiklikler yapılarak kilise daha belirgin olarak ortaya çıkarılmıştır. Bizans döneminde yapılan kilise iki nefli olup, ayrı bir apsis buraya eklenmiştir.

Bu yapı ile ilgili birbirinden farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bazılarına göre agora, borsa dairesi, kent kütüphanesi, mahkeme, hamam olarak nitelenmiştir. Ancak 1932'de başlayıp 1938 yılına kadar süren Th.Wiegant'ın kazıları sonucunda burasının Mısır tanrısı Serapis'e adanmış olduğu kanıtlanmış, güneydeki yuvarlak kulede bulunan iki insan büyüklüğündeki Mısır üslubunda yapılmış heykellerin parçaları da bu iddiayı kuvvetlendirmiştir.

Kilise ana bina ve iki yanındaki ek binalardan oluşmuştur. Bunlardan ön kısımdaki bölümde 200x100 m. ölçüsünde geniş bir avlu bulunmaktadır. Ana binanın 7.00x14.00 m. yüksekliğinde anıtsal bir girişi vardır. Bu girişin iki yanına beşer sütunlu revaklar yerleştirilmiştir. Ayrıca girişin karşısında da 20 sütunlu bir başka revak sırası bulunmaktadır. Bu revakların ortadaki dört sütunu bir bakıma ikinci bir anıtsal girişi meydana getirmiştir. Bu giriş 7.50x2.00 m. ölçüsünde tek parça monolitik mermerden yapılmıştır. Mermerlerin iki tarafında dikkati çeken beşer metre uzaklıktaki delikler de girişin tunç kapısına ait menteşe izleridir.

Yapının döşemesi ve duvarları tamamen mermerlerle kaplanmıştır. Duvarlar boyunca bütün bu mekânı saran sütunların üzerinde bir balkon bulunuyordu. Ancak bu balkon günümüze gelememiştir. Bu bölümdeki iki küçük çukur üzerindeki podyumda on metre yüksekliğinde olduğu sanılan bir kült heykelin kaidesi bulunmaktadır. Bu podyumun içerisinden geçerek kaidenin ortasına çıkan rahiplerin Tanrı ile konuştuklarına inanılmıştır.

Ana binanın iki yanındaki kuleye benzer silindir şeklindeki bölümlerin önünde yuvarlak ve ince uzun havuzlara yer verilmiştir. Birbirlerinden 16.20 m. aralıklı olan bu kuleler 15 m. çapında olup, yükseklikleri 19 m.dir. Duvarları moloz taş, küçük yontma taş ve kireç harçla yapılmıştır. Bunların üzerlerinin tuğla kubbelerle örtülü olduğu kemer izlerinden anlaşılmaktadır. Yan avlular da üç taraftan stoalarla kuşatılmış, bunların üzerine kadın ve erkek figürleri yerleştirilmiştir.

Asklepion:

Asklepion, kentin güney batısında, 1 km. uzunluğunda sütunlu bir caddeve Romalıların Via Tecta (Pazar Yolu) ismini verdiği üztü örtülü bir tören yolu ile Bergama'ya bağlanmıştır.

Pausanias'a göre; burada M.Ö.IV.yüzyılda hekimlik tanrısı Asklepios'a adanan kutsal suyun bulunduğu alanda bir tapınak yapılmıştı. Helenistik dönemde alanı çevreleyen sütunlu galeriler ve çeşitli yapılarla genişletilmiştir. Ancak M.S.II.yüzyılda buradaki yapılar yenilenmiş, onarılmış ve ayrıca tiyatro ile bir kütüphane eklenmiştir. Helenistik dönemde yapılmış olan Asklepios Soter, Apollon Kalliktenos, Tanrıça Hygeia tapınakları ile çeşme, Roma döneminde işlevini sürdürmüştür. Asklepion kutsal alanı Hıristiyanlık dönemine kadar kadar önemini korumuştur. Dinsel özelliklerinin yanı sıra burası aynı zamanda ünlü tıp merkezlerinden Epidauros ve Kos'takiler gibi araştırma ve deneylerini sürdürmüştür. Aynı zamanda da Antik çağ'ın ünlü doktorlarının yetiştirdiği bir okul olma özelliğini de korumuştur.

Asklepius sağlık kültünün, M.Ö.V.yüzyılın ortalarında Bergama'lı Aristakhminos'un oğlu Arkhias tarafından buraya getirildiğini Antik Çağ tarihçileri ileri sürmüştür. Söylentiye göre Arkhias, Pindasos Dağı'nda (Madra Dağı) avlanırken düşerek ayağını kırmıştır. Epidavros'a giderek tedavi olan Arkhias, Bergamalıların hizmetine kuytu bir vadide bu tedavi yerini kurmuştur. Nitekim hekim Galinos Asklepion'un Mysia Dağları'nın eteklerinde temiz havası, suyu olan bir yerde kurulduğunu yazmıştır. A.Aristedies ise Asklepion yöresinin su ve havasının güzelliği kadar, tanrının kendisi tarafından belli edildiğini, oradaki hastalar kurtarıcı tanrının sesini huzur içinde duyarlar demiştir.

Asklepion'un hekimleri hastalarına burada çamur banyosu yaptırır, bitkilerden elde ettikleri ilaçları kullanır, ayrıca onların spor ve müzikle uğraşmalarını sağlardı. Bu arada rüyalar yorumlanır, telkin yoluyla onların iyileşmeleri sağlanır, gerektiğinde de ameliyat gibi işlemler de yapılırdı. Burada sağlığına kavuşanlar ayrılırken, Asklepios Tapınağı'nı ziyaret ederek maddi olanakları doğrultusunda yardım yaparlardı. Ayrıca iyileşen organlarının küçük birer modelini buraya bırakırlardı. Bu örneklerde pek çoğu Bergama Arkeoloji Müzesindedir.

Asklepion kutsal alanı üç tarafı sütunlu galerilerle çevrili, dikdörtgen planlıdır. Roma Pazar Yolu alana doğudan ulaşmıştır.

Pergamon Akropolü

Antik Mysia Bölgesi'nin önemli kentlerinden olan Pergamon, akropolün bulunduğu tepenin eteklerinden başlayarak ovaya doğru yayılmıştır. Akropolün bulunduğu tepenin iki yanından akan, Bakırçay Irmağı'na (Kalkos) dökülen (Selinos) ve Kestel (Keitos) çaylarının verimliliğini arttırdığı topraklar Antik Çağın gözde kentlerinden bir olmasını sağlamıştır. Bergama Çayı'nın (Selinos) ikiye ayırdığı kent, doğal kaynaklar ile çayların çevresindeki düzlüklerde günümüzde Musalla Mezarlığı denilen yere kadar uzanmıştır.

Pergamon Akropolünün 392.3 m. yüksekliğindeki dik yamaçları kentin denizden uzak oluşundan dolayı göçlerden etkilenmemiştir. Bununla birlikte Pitane (Çandarlı) ve Dikili Körfezi'ne yakın oluşu, batıda Kaiko Vadisi'ni izleyen yolun Akhisar'a (Thyateria) ulaşmasıyla da Kral Yolu ile bağlantısı sağlanmış ve bu da kenti önemli kılmıştır.

Bergama akropolü ve çevresinde arkeolojik araştırmalara XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlanmış, araştırmacılar özellikle Kızıl Kilise ile ayakta kalabilmiş bazı kalıntılar üzerinde durmuşlardır. Bergama'ya 1865'te gelen C.Humann, Dr.Nikola Ballis ile akropole çıkarak kireç ocaklarında eritilen mermerleri görmüşlerdir. Bundan sonra C.Humman 1876'da Berlin Müzesi Müdürü olan Dr.A.Conze ile yöreyi incelemiş, bulduklarını Berlin Antiktepe Müzesi'ne göndermiştir.

C.Humann'ın A.Conze, Bohn ve Schuhhardt'la birlikte 18831885 Aralık ayına kadar sürdürdüğü kazılarda İmparator Trayan'ın yaptırdığı teras üzerindeki tapınak, tiyatro ve yukarı agora kazılmıştır. C.Humann, Zeus Mabedinin kabartmaları ile Athena Mabedinin mimari parçalarını Berlin'e götürmüştür.

Bergama kazılarını 19001912 yıllarında Dörpfeld yürütmüş, A.Conze ile Hepding de kazı gurubunda yer almıştır. Gymnasium, Attalos Evi, aşağı agora ve büyük yapının yer aldığı alan ortaya çıkarılmıştır. 19121913 yıllarında ise Prof.Hubert Knachfuss ile İsviçre'li arkeolog Prof.Schazmann akropolün değişik yerlerinde kazılar yapmıştır. Bergama'daki altıncı dönem kazılarını Berlin Müzeleri Müdürü Th.Wiegand yönetmiş, 19271929 yıllarındaki kazılarda akropoldeki saraylar ile depolar ortaya çıkarılmıştır. Aynı zamanda Priene, Milet ve Didim kazılarını da yürüten Th.Wiegand, 19281938 yılları arasında da Asklepion alanı ile bazilikanın bulunduğu bölümlerde de araştırmalarını yapmıştır.

Bergama'da yapılan araştırmalarda bulunan kalıntılar, keramikler ve aletler yöredeki yerleşmenin Neolitik Çağda başladığını göstermiştir. Akropolün eteklerindeki toprak dolgular arasında bu döneme tarihlenen taş bıçaklar, Üvedik Tepe'de nefrit taşından bir balta bulunmuştur. M.Ö.4000'e tarihlenen bu eserleri Bronz Çağa ait vazolarla keramikler izlemiştir. Arkaik dönemde küçük bir yerleşim olan ancak bu dönem kalıntılarının çok az olduğu, Pergamon'dan buluntular akropolde M.Ö.800 yıllarında bir yerleşim olduğunu göstermiştir.

Helenistik dönemde en parlak çağını yaşayan Pergamon akropolünde Traian Mabedi, Dionysos Mabedi, Demeter Mabedi, Aşağı, Orta ve Yukarı Gymnasiun, Tiyatro, Heroon, Hamamlar, Zeus Sunağı, Athena Kutsal Alanı ve Mabedi, Asklepios Mabedi, Kybele Kutsal Alanı, Hera Kutsal Alanı, Propylon, Çeşme, Pergamon Kütüphanesi, Yukarı Agora, Aşağı Agora, Serapion (Bazilika), Saraylar ve Peristyl Evler bulunuyordu.

Su Yolları

İzmir ili Bergama ilçesinde akropolü kuşatan surlar MÖ. V.-IV. yüzyılda yapılmıştır. Antik Pergamon şehri kurulurken yerleşimin topografyası göz önüne alınmış, engebeli yerleşim alanları teraslarla düzleştirilmiştir. Akropol 275 m. yüksekliğinde bir tepe üzerinde kurulmuş olup Pergamon Kralları Attaloslar kenti iki ayrı sur ile çevirmişlerdir.

Surların yapımında buradaki dağdan çıkarılan ve işlenmesi çok kolay olan gri-mavi renklerde Andezit taşı kullanılmıştır. Bu taşların yüzleri de düzgün biçimde yontulmuştur. Surlar dikdörtgen taş bloklarından oluşmuş ve harç olmadan kendi ağırlıkları ile birbirlerinin üzerine demir zıvanaların tardımı ile oturtulmuştur. Attaloslar devrinde yapılan bu surlar II. Eumenes döneminde kentin güneye doğru yayılması ile genişletilmiştir. MS. II. yüzyılda, Roma döneminde Helenistik dönem surları moloz ve kaba taş ile tuğladan oluşan yeni sur duvarları ile tamamlanmıştır. Bizans döneminde bunlara yeni eklemeler yapılmış olup, bugün akropolün kuzeyinde Bizans'ın tuğla ve taş örgü tekniği ile yapılan surlarının bir bölümü açıkça görülmektedir.

Bergama surlarının bulunduğu akropol aynı zamanda bir kale görünümündedir. İçerisindeki mabet ve diğer yapıların yanı sıra kentin korunmasına yönelik silah depoları akropolün kuzeyinde yer almıştır. Kalenin güney yönüne ovadan çıkılması olanaksız olduğundan buraya ince uzun, yan yana bitişik odalar halinde depolar yapılmıştır. Bu depoların üst kısımları ahşap, alt kısımları da taştandı. Burada yapılan kazılarda Andezit taşından yapılmış değişik büyüklükte mancınık gülleleri bulunmuştur.
 
Lebedos (Gümüldür) Antik Kenti

İonia bölgesi antik kentlerinden Lebedos, bugün Seferihisar ile Selçuk arasındaki kıyıda Ürkmez Köyü'nün (Kısık Köyü) yanı başındaki küçük bir tepenin üzerinde kurulmuştur.
Kolophon'un kuzeyinde, Kral Kodros'un oğullarından Andropompos tarafından kurulan Lebedos, İon göçü sırasında Helenlerin eline geçen ilk Anadolu kentlerindendir. İonia Birliği'nin on iki üyesinden biri olmasına karşılık komşusu Myus ile birlikte diğerlerinden sönük kalmıştır.

Lebedos antik kenti 175 m. uzunluğunda, alçak ve kayalık bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Burası 201 m. genişliğindeki bir kara parçası ile ana karaya bağlanmıştır. Akropol 61 m. yüksekliğindeki bir tepededir. Kentin coğrafi konumu, iyi bir limanı olmayışı, çevresinde Kolophon ve Tlos gibi gelişmiş kentlerin oluşu Lebedos'u engellemiştir. Bu yüzden deniz ticaretinden pay alamamış, diğer İon kentlerinin yaptığı gibi dış topraklarda koloni kuramamış, sanatçı ve bilim adamı yetiştirememiştir. M.Ö.V.yüzyılda Atina delos Deniz Birliği'ne önceleri üç talent vergi ödemiş, sonra da bu vergi bir talente düşürülmüştür.

Horatius'un “Tekedilmiş Köy” olarak tanımladığı Lebedos, Klasik dönemde sikke basmayan tek İon kenti olmuştur. Helenistik dönemde isminden hiç söz edilmemiş, Kral Antigonos bu kenti Teos topraklarına katmayı düşünmüştür. Lysimakhos'un buradaki halkı Ephesos'a yerleştirdiği ve lebedos'u tamamen ortadan kaldırdığından söz etmiştir. Buna rağmen kent varlığını sürdürmüş, M.Ö.226'da Mısır kralı II.Ptolomaios'un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bundan dolayı da 60 yıllık bir süre “Ptolemais” ismi ile anılmıştır. M.Ö.II. yüzyılda Teos, Ephesos ve Myonnesos'dan kovulan dionysos sanatçıları buraya yerleşmiş ve kentin kalkınmasında biraz da olsa katkıları olmuştur.

Lebedos'ta arkeolojik araştırma yapılmadığından geçmiş tarihi ile ilgili bilgi oldukça yetersizdir. Günümüze ulaşabilen kalıntıları yok denecek kadar azdır. Yalnızca yarımadayı çepeçevre kuşatan surların kalıntıları günümüze gelebilmiştir.

Lebedos'un karşısındaki ana karanın yamaçlarında, yüzeyde çok sayıda çanak çömlek parçaları ve duvar izlerine rastlanmıştır. Ayrıca buradaki düz bir tepenin üzerinde de oldukça büyük bir yapının temellerine rastlanmıştır.
 
Allionai Antik Kenti

Bergama'nın 18 km kuzey doğusunda, Bergama-İvrindi karayolunun 25.km,sinde Allionai yerleşim alanı ile karşılaşılmıştır.
Yortanlı Barajının suları altında kalacak olan bu yerde Bergama Müzesinin 1997 yılında yapmış olduğu araştırmalar Roma köprüsünün çevresinde yoğunlaştırılmıştır. Bazı kalıntılarla karşılaşılınca da Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr.Ahmet Yaraş burada kazı çalışmalarına başlamıştır.

Başlangıçta ortaya çıkan kalıntıların kent mi, Asklepios kültü ile ilgili bir yerleşim mi, yoksa M.S II.yüzyılda yararlanılmış termal mi olduğu kesinlik kazanamamıştır. Allinoai antik bir kent olsaydı başta Strabon olmak üzere Pausanias ile Plinius gibi antik çağ tarihçilerinin buradan söz etmemeleri mümkün değildi. En azından buradaki bazı siyasi olaylardan söz edilirdi. Ayrıca kazılarda kent isminin geçtiği sikke veya stellere rastlanabilirdi. Ayrıca kazılarda antik kentlerin vazgeçilmez yönetim yapılarına ait izlerle karşılaşılırdı.

Allionai'nin Asklepios Sağlık Yurdu olduğunun düşünülmesi iddiası da yerinde değildir. Yunan mitolojisinde hekim tanrı olarak bilinen Asklepios'un en ünlü kült merkezleri Pergamon'da, Yunanistan'da Epidaros'da, Korinth'de ve Kos adasında bulunmaktadır.

Allionai'nin Bergama'ya yakınlığı göz önüne alındığında, birbirine çok yakın bir yerde iki asklepionun yapılmış olması da olanaksızdır. Ayrıca Allionai'de Pergamon'da olduğu gibi Asklepios Mabedi, Tiyatrosu, yuvarlak binası ve sunaklar bulunmamaktadır. Pergamon Asklepios kazılarında karşılaşılan adak taşları, idoller, cerrahi aletler ve hastaların tanrıya sundukları hediyelerden hiçbirisi Allionai'de bulunmamıştır. Burada bulunan ve Asklepios'un iddia edilen heykel başının tanrıya ait olup olmadığı da tartışmalıdır. Asklepios, Zeus, Poseidon, Satry ve Nehir Tanrılarının heykel ve büstlerinde eğer atribüleri bulunmuyorsa onları birbirlerinden ayırabilmek çok güçtür.

Allionai'nin ismine yalnızca Hadrianotheraili (Balıkesir) P.Aellius Aristides'in gezi notlarında rastlanmıştır. P.Aellius Aristides Roma Çağında yaşamış, hakkında yeterli bir bilgimiz olmayan bir kişidir. Burada kazı yapan Ahmet Yaraş, Onu Atina ve Pergamon'da öğrenim görmüş, deniz aşırı geziler yapmış ve sonra da Smyrna'ya yerleşmiş, hastalık hastası bir kişi olarak tanıtmaktadır.

P.Aellius Aristides, Hadrianotherai'den Pergamon'a gelirken yolda hastalanmış ve Allionai denilen yerdeki sıcak sudan yararlanarak sağlığına kavuştuğunu notlarında belirtmiştir.

Allionai'nin bulunduğu yerde Çaltıönü Köyü'nün güneyindeki vadide Bergama Müzesi 1994 yılında bir araştırma yapmıştır. Hisartepe'nin eteklerine kadar uzanan bu alanda başlayan bu kazılarda yöreye ışık tutabilecek verilere ulaşılamamıştır. Bunun üzerine Paşa Ilıcası Tesisleri, Ilıca yapısı ve M.S.II.Yüzyıla tarihlenen Roma köprüsünün bulunduğu yerde araştırmalar yoğunlaştırılmış ve bazı yerleşim izleriyle karşılaşılmıştır. Bunun üzerine Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaraş'ın 2000 Yılında başlattığı kazılarda kuzeydoğu-güneybatı yönlerine uzanan duvar kalıntıları, mozaik döşemeler, tuğla zeminler, havuz, su kanalları, Geç Bizans dönemine tarihlenen mezarlar, pişmiş topraktan, camdan, kemikten yapılmış küçük buluntular ile metal objeler ortaya çıkarılmıştır.

Allionai'de yoğunlaşan kazılarda kuzey-güney, doğu-batı doğrultularında sütunlu iki cadde ile karşılaşılmıştır. Bunlardan kuzey-güney yönündeki caddenin 8 m. Genişliğinde, 35 m. Uzunluğunda; doğu-batı caddesinin ise 6 m. Genişliğinde, 21 m. Uzunluğunda olduğu görülmüştür. Ayrıca bu alana anıtsal bir kapı ile girilmektedir. Buradaki hamam ve diğer yapılarla birlikte 9706 m2'lik bir alanın yapılanmaya açık olduğu görülmüştür. Roma Dönemine tarihlenen bu kalıntıların altında daha eski çağlara ait yapıların olabileceği düşünülmüş ve çalışmalara bu yönde hız verilmiştir. Ne var ki Roma öncesi dönemlere ait kalıntı veya buluntularla karşılaşılamamıştır.

Ahmet Yaraş, kazı alanını daha da genişletmiş, İlya Çayına kadar uzanan 110 metrelik bir su kanalını ortaya çıkarmıştır. Stoa üzerinden akan yağmur sularının toplandığı ana kanalın, kenarlardaki ızgaralı daha küçük kanallara ayrıldığı görülmüştür. Burada son derece mükemmel yapılmış bir su dağıtım sistemi ile karşılaşılmıştır. Arazi eğimine uydurulan bu sistem ortadaki sütunlu cadde ve avluya açılan yapılarla bağlantılıdır.

Batı Anadolu'nun oldukça iyi korunmuş Eksedra tipindeki Nympheumlarından birisi burada ortaya çıkarılmıştır. Yaklaşık 8,50x10,50 metre ölçüsünde yarım daire planlı Nympheum oldukça görkemlidir. Cadde üzerindeki hamamın daha önceki tarihlere ait olduğu sanılmaktadır. Ahmet Yaraş, geç dönemlerde kapatılmış olan pencere ve girişlere işaret ederek, Propileion'un altındaki yarım tonoz örtülü geçidin Batı Anadolu'daki ilk alt geçit olma olasılığı üzerinde durmuştur.

Allionai'de ilerleyen kazıların doğu-batı doğrultusunda genişlemesinin sonucunda yeni yapı temelleri ile karşılaşılmıştır. Ana caddenin doğu ucunda 19x21 metre ölçüsünde bir kilisenin bulunması Allionai'de Erken Bizans Döneminde insanların yaşadığını göstermektedir. M.Ö.V-XII.Yüzyıllar arasında bölgenin yaşama açık olduğu, bu dönemlere ait mezarların bulunmasından anlaşılmaktadır. Kilise öncesi dönemlere ait kalıntıların olabileceği varsayımı üzerinde durulmuş ve çalışmalara bu yönde devam edilmişse de bunu kanıtlayacak kalıntılarla karşılaşılamamıştır.

Kuzey-güney, doğu-batı yönlerinde uzanan caddelerin her iki yanındaki sütunlu stoalar iki basamak üzerinde olup, düzgün postementleri olduğu da kenet izlerinden anlaşılmaktadır. Stoanın tabanı oldukça düzgün plak taşlardan ve sıkıştırılmış topraktandır. Buradaki birbirleriyle bağlantılı dükkanların, şarap imalathaneleri ve keramik atölyeleri olduğu anlaşılmıştır. Bunların yanı sıra son derece mükemmel kanalları olan latrinler de onları tamamlamıştır. Doğu-batı, kuzey-doğu doğrultusundaki caddelerin güney ve batı sınırlarını oluşturan evlerin kalıntıları ile açıldıkları küçük sokaklar da dikkati çekmektedir.

Allionai'de ortaya çıkarılan mimari yapıların yanı sıra iki erkek heykeli, iki kadın başı ve çeşitli büyüklüklerde heykel parçaları da ele geçmiştir. Buradaki en önemli buluntu hamam nişi içerisindeki 1,50 metre yüksekliğinde bir kadın heykelidir. İlk anda Aphrodite'ye ait olduğu sanılan bu heykelin bir benzeri İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde bulunmaktadır. Gerçekte bu heykel bir Nymphe'ye aittir. Bu heykel Roma döneminde yapılmış bir Nymphe heykeli kopyası olup, Aphrodite ile ilgisi bulunmamaktadır.

Bunun yanı sıra ilerleyen kazılarda 2000'den fazla altın, gümüş, bronz sikkeler, çeşitli kandiller, pişmiş topraktan figürinler, çeşitli cam parçaları, keramikler de ele geçmiştir. Bunların arasında bozuk fırınlanmış ve atılmış örnekler ise Allionai'de keramik yapıldığına işaret etmektedir.
 
Hypaipa Antik Kenti

İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı Datbey (Günlüce) Köyü'nün kuzeyindeki Bozdağ'ın uzantısı üzerindedir.
Hypaipa Hellen dilinden bozulmuş bir sözcük olup “yalçın kayalık” anlamındadır. Hypaipa kentinin ünü kadınlarının olağanüstü güzelliği ve bir de Arakhne (örümcek) mytos'u nedeniyle yayılmıştır. Bu efsaneyi Ovidius günümüze yansıtmıştır:

Arakhne Hypaipalı ,yetenekli bir genç kızdır. Babası Idmon, Kolophonlu olup Phokaia (Foça)'nın mor boyasıyla yünleri boyar ve satarmış. Kızı Arakhne, Lydia'da becerisiyle tanınmış olup, kır perileri ile yakınlık kurmuştu. Onu nakış işlerken görenler becerisine hayran kalır, ustalığını Athena'nın verdiğini anlarlardı. Ne var ki Arakhne ileri geri konuşup, yün dokuma becerisinin Athena'dan daha önde olduğunu söylemekten de geri durmuyormuş. Buna üzülen Athena, yaşlı bir kadın görünümünde ona gelerek: “İnsan yaşlanınca yalnız elden ayaktan düşüyor ama geçmiş yıllar da ona gün görmüşlük, bilge kazandırıyor. Benim sözümü dinle Tanrıçaya kafa tutma ,içinden yalvararak tanrıçanın seni bağışlamasını dile. Böyle yaparsan belki sana acır ve bağışlar.” der. Arakhne bu sözlere kızarak “Akılsız, sen bunamışsın. Söylediklerin beni hiç etkilemedi. Söyle rmisin, Athena neden benden kaçıyor, benimle yarışmaya gelmiyor.” Diye cevap verir. O zaman Athena “Çoktan geldi” dedikten sonra kendi kimliğine bürünüp iki dokuma tezgahı kurarak yarışmaya başlarlar. Athena dokuduğu kumaşları tanrıların ve tanrıçaların gücünü gösteren, kendilerine karşı gelenlerin nasıl cezalandırıldığını gösteren resimlerle bezedi . Arakhne de, kendi dokuduğu kumaşında tanrıların, tanrıçaların kötü yönlerini, ölümlülerle yaşadıkları cinselliği canlandırdı. Athena içini kaplayan kıskançlıkla, Arakhne'nin dokuduklarını yırttı ve kızın üzerine fırlattı. O anda Arakhne'nin bir örümceğe dönüştüğü görüldü.

Hypaipa'nın kuruluşu da bu mythos ile özdeştirilmiştir. Günümüze bu kentle ilgili bir kalıntı gelemediği gibi yörede de herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bununla beraber kentin M.Ö. VII-VI. yüzyıllarda kurulduğu sanılmaktadır.
 
Nymphaeion (Nif-Kemalpaşa) Antik Kenti

İzmir'in ilçesi olan Kemalpaşa, Nif dağı eteklerindeki antik çağ kentlerinden Nymphaeion'un üzerinde kurulmuştur.
Kelimenin aslının Luwi kökenli olduğunu tahmin ediyoruz , Helenistik dönemde kır perileri anlamındaki Nympha dan türetildiği açıktır. Nymphe'ler mitolojide sularla ilgili bir çeşit tanrıçalar olarak geçer. Kelimenin orijini ise başı örtülü yani gelin anlamındadır. Onlar daima genç ve güzel, çıplak, dans ederken içinden su akan bir kabı tutar biçimde tasvir edilmişlerdir. Suların ve ağaçların bol bulunmasından dolayı buraya su perilerine adanmış tapınak anlamına gelen Nymphaion denilmiştir.

Nymphaeion'un ne zaman kurulduğu bilinmiyor, antik tarihçilerde buradan hiç söz etmiyorlar. Burası XIII.yy.da önem kazanmış, ikliminin güzelliğinden ötürü Bizans İmparatorlarının yazlık dinlenme yeri olmuştur. Daha sonra Latinlerin Bizans'ı 1204-1264 arasındaki istilaları sırasında Bizans'ın soyluları Anadolu'da küçük devletler kurmaya yönelmişlerdir. Bunlardan biri olan İmparator III.Alexis Angelos'un damadı Theodoros Laskaris Nikaia (İznik) merkez olmak üzere yeni bir Bizans devleti kurmuş ve İstanbul'dan kaçak soyluları yanında toplamıştır. Theodoros Laskaris, Batı Anadolu'nun bazı kesimlerini ele geçirerek İmparator unvanını kullanmıştır. Onun ölümünden sonra İoannis Dukas Batataes yerine İmparator olmuş (1224-1254), yaz aylarını da İzmir-Kemalpaşa arasındaki Pınarbaşı köyünde, kışı da Nympaeion'da geçirmeye başlamıştır. Bugünkü Kemalpaşa'da ölünce de orada yaptırdığı Sosendra'nın Meryem kilisesine gömülmüştür. Onun yerine geçen Mikhael Paleologos Latinleri yenerek İstanbul'u Latin istilasından kurtarmış ve Ayasofya'da taç giymiştir.

Nif'deki Laskarisler sarayı, İmparator I.Theodoros Laskaris (1206-1222) zamanında yapılmıştır. Burası İstanbul dışında inşa edilmiş bir İmparator sarayı olması bakımından çok önemlidir plânı da İstanbul'daki Tekfur Sarayının küçük bir kopyasıdır. Saray içten 7.10 x 24.40 m. ebadında bir dikdörtgendir. Zemin katı dış yüzleri hafifçe yuvarlatılmış büyük kesme taşlardan meydana gelmiştir. Bu teknik Roma mimarisine has bir usuldür. Saray üç katlıdır. Zemin katta içeride dördü doğu duvarında, diğer dördü de batı duvarında olmak üzere 8 adet paye vardır. Buradaki pencerelerin dar ve ince uzun oluşu ise korunmak amaçlıdır. Bina bugün çok harap bir durumdadır. Zemin katı, diğer üç katın molozları ile dolmuştur. Birinci ve ikinci katın cepheleri ayakta kalmış, üst kat ve çatıdan ise hiçbir iz kalmamıştır. İkinci ve üçüncü katların mimari şekilleri tam olarak aydınlanamamıştır. Duvarda görülen ahşap kirişler,bu katların tabanlarının ahşap olduğunu gösterir. Zemin katın doğu cephesinde büyük kesme taşlardan masif bir görünüşe sahip 2.50 m. genişliğinde tam ortada bugün harap olan giriş kapısı vardır. Zemin kat dikdörtgen bloklar halindeki yontma taştan inşa edilmiştir. rasgele büyüklükteki taşların dizilişi yüzünden malzemenin devşirme olma ihtimali kuvvetlidir. Bu taş bloklar arasında harç kullanılmamıştır. Üst katlar ise dört sıra tuğla, bir sıra taş dizisinin üst üste konulması ile meydana getirilmiştir. Tuğla, yapıda oldukça fazla kullanılmıştır, pencere kenarları ile kapı girişlerinde bu sıkça görülmektedir.
 
Paliapolis (Balyambolu, Beydağı) Antik Kenti

Beydağlarının arasındaki Küçük Menderes vadisinin en iç kısmındadır.
Paliapolis Hellen dilinde “Eski Kent” anlamındadır.
Beydağlarının eteklerinde, köyden biraz büyükçe bir yerleşim yeri idi. Kentin kuruluşu ve tarihi ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. Burası tarihte hiçbir zaman kent düzeyine ulaşamamıştır. Yalnızca M.S.V.yüzyılda Ephesos piskoposluğuna bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.

Yörede araştırma yapılmamış, eski çağ kalıntıları ise günümüze gelememiştir. Yalnızca Beydağı'nın arkasında Orta Çağdan arta kalmış ve iyi bir işçilik göstermeyen bir burç kalıntısı dikkati çekmektedir.
 
Geri
Top