Sultan Şahanşah, sarayının en seçkin, en pahalı ve en tuhaf içeceğini içiyordu: Kedi Boku Kahvesi. Yok canım, demeyin! Gerçekten de kedi boku kahvesi. Ama sıradan bir kedi boku değil elbette. Sarayın en şımarık kedisi, Mücevher Gözlü Mısır, özel bir diyetle besleniyordu. Altın yapraklı sardalya, safranla tatlandırılmış fare pastası, ve elbette, yalnızca en taze, en organik kedi otu. Mısır'ın “üretimi” ise, özel olarak eğitilmiş saray hizmetkarları tarafından hassas bir şekilde toplanıyor, yıkanıyor ve kurutuluyordu. Sonrasında, en usta kahve ustaları tarafından özel bir yöntemle - gizli bir tarifle - kahve çekirdekleriyle harmanlanıp, bir damla şerbet ve bir tutam altın pul ile süslenerek sunuluyordu.
Sultan Şahanşah, bu eşsiz içeceğe bayılıyordu. Ona göre, Kedi Boku Kahvesi yalnızca en seçkin damak zevki için değil, aynı zamanda şans ve bereket getiriyordu. Her sabah bir fincan içer, gün boyunca önemli kararlar alır, savaşlar kazanır, hazineler ele geçirirdi. Tabii, bu iddianın %99'u kendisinin olağanüstü zekası ve stratejik dehasına, %1'i ise Kedi Boku Kahvesine bağlanırdı, fakat bunu kimse ona söylemeye cesaret edemezdi.
Sarayın en beceriksiz, en talihsiz ve en fakir hizmetkarı olan Nasreddin, Sultan'ın bu garip alışkanlığına hayranlık ve aynı zamanda derin bir kıskançlıkla bakıyordu. O da şanslı olmak, zenginleşmek, belki de sarayın en güzel cariyesi Gülizar Hanım'ın kalbini kazanmak istiyordu. Bir gün, cesaretini toplayıp Mısır'ın tuvaletini temizleme görevinin kendisine verilmesi için yalvardı.
Nasreddin, günlerce Mısır'ın peşinde koştu, onun küçük mücevherlerini temizlemek için her türlü fedakarlığı yaptı. Sonunda, Mısır'ın “ürününü” topladı, fakat onu sarayın kahve ustalarına teslim etmek yerine, gizlice kendi özel bir karışımını hazırladı. İçine birkaç damla bal, çam fıstığı tozu ve hatta bir parça kayısı ekledi.
Ertesi sabah, Nasreddin kahvesini Sultan'a sundu. Sultan, alışılmadık kokusuna rağmen, yeni bir deneyim için hevesliydi. Kahveyi yudumladı. Gözleri faltaşı gibi açıldı. Dili, dudakları, tüm bedeni birdenbire "ŞANS!" diye bağırdı.
Nasreddin, korkuyla Sultan'ın tepkisini beklerken, Sultan kendinden geçmişti. O gün, Nasreddin'in "mucizevi" kahvesinden içtikten sonra, Sultan değersiz bir taş parçasını paha biçilmez bir yakut zannederek tüm saraya dağıttı, en beceriksiz hizmetkarları terfi ettirdi, ve Gülizar Hanım'ı Nasreddin ile evlendirmeyi kararlaştırdı.
Nasreddin, şanslı olduğu için değil, Sultan'ın Kedi Boku Kahvesine olan aşırı bağımlılığından ve garip zevkinden faydalandığı için zenginleşmiş ve mutlu olmuştu. Fakat bu sırrı ömrünün sonuna kadar sakladı. Çünkü biliyordu ki, gerçek şansın Mısır'ın gerçek "üretiminde" değil, Sultan'ın tuhaf inançlarında gizli idi. Ve Kedi Boku Kahvesi efsanesi, sarayda nesiller boyu anlatılmaya devam etti, her hikaye anlatıcısının eklediği kendi tuhaf ayrıntılarıyla.
Sultan Şahanşah, bu eşsiz içeceğe bayılıyordu. Ona göre, Kedi Boku Kahvesi yalnızca en seçkin damak zevki için değil, aynı zamanda şans ve bereket getiriyordu. Her sabah bir fincan içer, gün boyunca önemli kararlar alır, savaşlar kazanır, hazineler ele geçirirdi. Tabii, bu iddianın %99'u kendisinin olağanüstü zekası ve stratejik dehasına, %1'i ise Kedi Boku Kahvesine bağlanırdı, fakat bunu kimse ona söylemeye cesaret edemezdi.
Sarayın en beceriksiz, en talihsiz ve en fakir hizmetkarı olan Nasreddin, Sultan'ın bu garip alışkanlığına hayranlık ve aynı zamanda derin bir kıskançlıkla bakıyordu. O da şanslı olmak, zenginleşmek, belki de sarayın en güzel cariyesi Gülizar Hanım'ın kalbini kazanmak istiyordu. Bir gün, cesaretini toplayıp Mısır'ın tuvaletini temizleme görevinin kendisine verilmesi için yalvardı.
Nasreddin, günlerce Mısır'ın peşinde koştu, onun küçük mücevherlerini temizlemek için her türlü fedakarlığı yaptı. Sonunda, Mısır'ın “ürününü” topladı, fakat onu sarayın kahve ustalarına teslim etmek yerine, gizlice kendi özel bir karışımını hazırladı. İçine birkaç damla bal, çam fıstığı tozu ve hatta bir parça kayısı ekledi.
Ertesi sabah, Nasreddin kahvesini Sultan'a sundu. Sultan, alışılmadık kokusuna rağmen, yeni bir deneyim için hevesliydi. Kahveyi yudumladı. Gözleri faltaşı gibi açıldı. Dili, dudakları, tüm bedeni birdenbire "ŞANS!" diye bağırdı.
Nasreddin, korkuyla Sultan'ın tepkisini beklerken, Sultan kendinden geçmişti. O gün, Nasreddin'in "mucizevi" kahvesinden içtikten sonra, Sultan değersiz bir taş parçasını paha biçilmez bir yakut zannederek tüm saraya dağıttı, en beceriksiz hizmetkarları terfi ettirdi, ve Gülizar Hanım'ı Nasreddin ile evlendirmeyi kararlaştırdı.
Nasreddin, şanslı olduğu için değil, Sultan'ın Kedi Boku Kahvesine olan aşırı bağımlılığından ve garip zevkinden faydalandığı için zenginleşmiş ve mutlu olmuştu. Fakat bu sırrı ömrünün sonuna kadar sakladı. Çünkü biliyordu ki, gerçek şansın Mısır'ın gerçek "üretiminde" değil, Sultan'ın tuhaf inançlarında gizli idi. Ve Kedi Boku Kahvesi efsanesi, sarayda nesiller boyu anlatılmaya devam etti, her hikaye anlatıcısının eklediği kendi tuhaf ayrıntılarıyla.