Kent Ekonomisi

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Kentleşme Politikaları

Dengeli ve dengesiz kentleşme süreçlerine ilişkin açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kentleşme, ekonomik kalkınma ve toplumsal gelişme arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Dengeli kalkınma sürecinde kentleşme, sanayileşme ile koşut gerçekleşirken ekonomik kalkınmayı hızlandırıcı bir işlev görmektedir. Ayrıca bu tür bir süreçte kentleşme toplumsal değişme ve gelişmenin bağımsız bir değişkeni haline gelmektedir. Dengesiz kentleşme sürecinde ise, kentleşmenin olumsuz etkilerinin ağır basması söz konusu olabilmektedir. Böylece de bu süreci yaşayan ülkelerde kentleşmeden kaynaklanan ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunlara çözüm yolu bulunabilmesi ise ülkenin kentleşme sürecini olumlu yönde değiştirmeyi amaçlayan politikaların uygulanması ile olanaklı olabilmektedir.

Kentleşme politikası "köylerden kentlere olan nüfus akınlarının hızını, biçimini, coğrafi dağılışını, ülkenin kalkınmasına yardım edecek biçimde etkileyen eşgüdümlü politikaların tümüdür". Bu kapsamdaki bir kentleşme politikası tüm diğer sektörel politikalarla ilişkili bulunmaktadır. Özellikle de bu politikalardan nüfusa, kırsal kesime ve kentsel toprak kullanımına ilişkin politikalar önem kazanmaktadır. Makro ölçekte kentleşmeye yönelik politikalar beş grupta toplanabilir. Bunlar;

a. Serbest piyasa düşüncesine dayalı politika;

b. Kırsal nüfusu kırda tutmaya yönelik politika;

c. Yaygınlaştırma politikası;

d. Metropol yaratma politikası: yoğun kentleşme;

e. Orta yol politikası: merkeziyetçi yaygınlaştırma politikalarıdır.

Serbest Piyasa Düşüncesine Dayalı Politika

Bazı ülkeler, kentleşmenin hızını ve biçimini arz ve talep yasalarının etkilerine açık tutmak eğilimindedirler. Nitekim böyle bir uygulamada temel görüş olarak kentleşmenin hızını ve biçimini etkilemenin güç ve maliyetli olduğu savunulmakta ve kentleşme sürecine müdahale edilmemesi öne sürülmektedir. (Çevre ve Kentleşme)

Günümüzde, birçok toplumsal ve ekonomik politikalar alanında olduğu gibi, kentleşme konusunda da "bırakınız yapsınlar" felsefesi artık geçerli değildir. Nitekim kamu otoriteleri kentleşme sürecine çeşitli araçlarla müdahale ederek, sürecin ekonomik yararlarını arttırma ve toplumsal sakıncalarını giderme yollarım aramaktadırlar.
 
Nüfus Ölçütüne Göre Kent Tanımı
Kentin tanımlanmasında dikkati çeken ilk ölçüt nüfus büyüklüğüdür. Bu ölçüte göre yapılan tanımlamalarda, nüfus büyüklüğü belirli bir düzeyi aşan yerler kent kabul edilmektedir. Ancak bu ölçütün kullanılmasındaki sorun, kent denilen yerleşmelerdeki en küçük ve en büyük nüfus miktarlarının, evrensel düzeyde ve objektif kriterlere göre belirlenmesidir. En büyük kent nüfusunun belirlenmesi için kullanılabilecek ve evrensel olarak öne sürülebilecek ölçütler yetersiz de olsa bulunabilmektedir. Ancak kentin en düşük nüfus düzeyinin ne olması gerektiğini ortaya koyabilecek ve evrensel düzeyde kullanılabilecek ölçütler bulunmamaktadır. Bu nedenle de birçok ülke kendi sosyo-ekonomik özelliklerine göre bu alt sınırı belirlemektedir. Örneğin Danimarka'da 250 nüfuslu yerleşimlere kent denirken, Kore'de 40.000 i aşan nüfuslu yerleşimlere kent adı verilmektedir.

Ülkemizde de kentlere ilişkin yönetimsel ve yasal düzenlemelerin yanısıra, kentsel araştırmalardaki kent tanımında da nüfus ölçütünün kullanıldığı görülmektedir. 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Yasası nın

1. maddesinde kent tanımı için nüfus ölçütü kullanılarak "nüfusu 2000'den aşağı yurtlara köy, nüfusu 2000 ile 20.000 arasında olanlara kasaba ve 20.000 den çok nüfuslu olanlara da şehir denir" hükmü getirilmiştir Benzer şekilde 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye Yasası nda nüfusu 2000'i aşan yerlerde belediye kurulabileceği belirtilerek, kent ve köy ayırımı yapılmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı ve akademik kuruluşların araştırma ve çalışmalarında, genellikle nüfus ölçütünün kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda genellikle 10.000 nüfus büyüklüğü kent tanımı için temel alınmaktadır.
 
2. Yönetsel Sınır ve Yapı Ölçütüne Göre Kent Tanımı

Bu ölçüte göre kent, belirli bir yönetsel sınır içinde kalan ve bu sınır içinde özel bir yönetimsel yapıya sahip olan yerleşme yerleridir. Bu ölçütün kullanımındaki sorun da evrensel düzeyde, kent için yönetsel sınır ve yapılarının belirlenmesi olmaktadır. Bu bağlamda da her ülke için farklı büyüklük ve yapıda yönetim biçimleri ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca bu ölçüte göre yapılan kent tanımı kullanıldığında, diğer kriterlere göre kent niteliği taşımayan bazı yerleşmelerin de kent olarak kabul edildiği görülebilmektedir. Örneğin ülkemizde Devlet İstatistik Enstitüsü nün yayınlarında nüfus büyüklüğü ne olursa olsun tüm il ve ilçe merkezleri kent kabul edilmektedir. Bu ölçütün kullanımı nüfusu çok az olan bir ilçe ile nüfusu bir milyonu aşan bir kentin aynı kapsamda düşünülmesi nedeniyle sakıncalar yaratmaktadır.
 
3. Ekonomik Nitelik Ölçütüne Göre Kent Tanımı

Bu ölçüte göre kent tanımında, kentlerdeki göreceli olarak ağırlıklı olan ekonomik etkinlikler temel alınmaktadır. Böylece de ekonomik nitelik ölçütünde kır ve kent arasındaki işlevsel farklılık ortaya konmaktadır. Her iki yerleşme biçimindeki işlevsel farklılık, kır ve kentteki ekonomik etkinlik türlerinin kendilerine özgü birleşimlerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kırda etken ekonomik etkinlik tarımsal üretimdir. Kentlerde ise hakim olan ekonomik etkinlik sanayi üretimidir. Ayrıca kentlerde sanayinin gelişmesine ve bu kesimin istemlerine paralel bir biçimde toplama, dağıtma, maliye ve yönetsel işlevlerde görülmektedir. Böylece de kentlerde sanayi üretimin yanısıra, tarımsal nitelikli olmayan (veya kentsel nitelikli) ticaret ve hizmetlere ilişkin etkinliklerde yer almaktadır. Bu olgu, kent-kır ayırımına ve bu bağlamda da kent tanımında evrensel düzeyde ve objektif bir ölçütün kullanımına olanak sağlamaktadır.

Ekonomik nitelik ölçütüne göre kent, "....pek az kimsenin tarımsal uğraşılarda bulunduğu.... yerleşme birimi" olarak tanımlanabilip. Ancak kent tanımında ekonomik niteliğin vurgulanması bir ön koşul olmakla birlikte, yeterli olmamaktadır. Çünkü kentin ekonomik niteliğinin yanısıra, bu nitelikten kaynaklanan ve ayırd edici sosyolojik özellikleri de bulunmaktadır. Bu nedenle tatmin edici bir kent tanımında bu özelliklerin de yer alması gerekmektedir.
 
4. Sosyolojik Ölçütlere Göre Kent Tanımı

Sosyolojik kent tanımlarında hareket noktasını köy ve kent toplulukları arasındaki farklılıklar oluşturmaktadır. Bazı yazarlara göre kentin anlamı köyün tanımından çıkarılabilir. Köy "tarım temeli üzerine oturtulmuş, cemaat hayatının, nispi bir kapalılığın,geleneksel dayanışma ve yaşam biçimlerinin şekillendirildiği" bir topluluktur. Bu yaklaşımda temel kavramlar cemaat ve cemiyet kavramlarıdır. Köy cemaat tipi, kent ise cemiyet tipi bir topluluk olmaktadır.

"Küçük veya büyük herhangi bir grubun üyeleri her nerede, şu veya bu kişisel menfaati değil, fakat müşterek hayatın ana şartlarını paylaşacak şekilde bir arada yaşarsa..." bu topluluğa cemaat adı verilmektedir. "Cemiyet ise, insan davranışını, hem hürriyete kavuşturan, hem hudutlandıran, bir yandan karşılıklı yardımlaşmalara imkan veren, diğer taraftan gruplaşmalar ve bölünmelere yol açan, değişen bir sosyal teşkilatlar ve münasebetler ağıdır".

Cemiyet kavramına ilişkin tanım analiz edildiğinde şu nitelikleri taşıdığı görülmektedir.

-Cemiyet bir sosyal ilişkiler ve kurumlar sistemidir.

-Cemiyet'te sınırlı düzeyde yardımlaşma sözkonusudur. Çünkü bu topluluklarda bölünmelere yol açabilecek gruplaşmalar söz konusudur.

-Cemiyetlerde insan davranışları bir yandan özgürleşirken, toplumsal denetim yoluyla da sınırlanmaktadır.

-Bu topluluklarda sürekli bir değişim sözkonusu olduğundan, bunlar dinamik karakterli toplumlardır.

Cemiyet biçimi toplumların bu özelliklerine karşın bir grubun cemaat olabilmesi için mekan ve cemaat duygusu gibi iki koşul yeterli olabilmektedir. Mekan koşulu, ortak yaşamın tüm ana hatlarını paylaşacak biçimde birlikte yaşama zorunluluğunu ifade etmektedir. Cemaat duygusu ise, kısaca ortak yaşam biçiminden haberdar olmak biçiminde tanımlanabilir. Cemaat duygusu, cemiyetlerdeki "Ben Şuuru" yerine "Biz Şuuru"nun yer almasına yol açmaktadır.

Durkheim insan topluluklarını "basit cemiyetler" ve "karmaşık cemiyetler" olmak üzere iki gruba ayırmaktadır(18). Durkheim e göre basit cemiyetlerde "mekanik dayanışma", karmaşık cemiyetlerde ise "organik dayanışma" temel olmaktadır.

Bu ayırıma göre birinci tip cemiyet "köyü", ikinci tip cemiyet ise "kenti" tanımlamaktadır. Mekanik dayanışma temelli basit cemiyetler, kendi kendilerine yeten ve bireyler arasında işbölümü ve işlevsel uzmanlaşmanın yok edinecek kadar az olduğu cemiyetlerdir. Bu cemiyetlerde dayanışma bireylerin düşünce ve inanç sistemlerinin homojenliğinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal bütünlük ise, aynı adet ve gelenek; aynı dini inanç ve ahlâki değerlerle sağlanmaktadır.

Organik dayanışma temelli karmaşık cemiyetler artan nüfus yoğunluğu ile birlikte gittikçe karmaşıklaşan cemiyetlerdir. Bu tip cemiyetlerdeki karmaşıklaşma zorunlu olarak işbölümü ve işlevsel işbölümüne yol açmaktadır. Toplumsal ilişkiler geniş ölçüde sözleşmeler yoluyla sağlanırken, toplumsal düzen ve kontrolde cemiyetin birey üzerindeki formel baskısı ile sağlanmaktadır.

Durkheim in yaklaşımına göre, köy ve kent arasındaki temel farklılığı bu topluluklardaki dayanışma biçimleri oluşturmaktadır). Bu dayanışma biçimlerini ise, topluluklardaki işbölümü ve işlevsel uzmanlaşma düzeyi belirlemektedir. İşbölümünün az olduğu ve benzer nitelikli işleri yapan insanlar arasındaki dayanışma mekanik dayanışma olup, toplumsal yaşamın devamında "kollektif bilinç" önemli rol oynamaktadır. İşbölümünün arttığı, herkesin farklı işler yaptığı ve uzmanlaşmanın geliştiği toplumlarda ise dayanışma organik dayanışma niteliği kazanmaktadır. Bu dayanışma türü içinde yer alan her birim kendinin farklı olduğunu, ancak varlığını sürdürebilmesi için diğer birimlerin var olması gerekliliğinin bilincine ulaşmaktadır.

Toplumlarda organik dayanışmanın gelişmesinde teknoloji etken bir rol oynamaktadır. Teknolojik gelişme bir yandan doğrudan işbölümü ve uzmanlaşmayı gerektirirken diğer yandan nüfusun belirli merkezlerde yoğunlaşması yoluyla da tekrar işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesine yol açmaktadır. Böylece de gelişen işbölümü ve uzmanlaşma ile birlikte organik dayanışma artmaktadır. Bu bağlamda organik dayanışmanın geliştiği kentler "...birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde bulunan ve birbirlerine sıkı işlevsel ilişkilerle bağlı, uzmanlaşmış parçalardan meydana gelen yerleşme merkezi bütünlükleri..." olarak tanımlanabilir(20). Bu tanımlama, kentin "sıkı işlevsel bütünlüğü" gibi çok önemli bir niteliğini vurgulamakla birlikte, olgunun tek bir yönünü açıkladığından yetersiz kalmaktadır. Kentin daha ayrıntılı bir tanımına ulaşabilmek için köy ve kent arasındaki belirleyici farklılıkları ortaya koymak gerekmektedir.

Sorokin ve Zimmerman, köy ve kent toplulukları arasındaki yaşam biçimi ve yapısal farklılıkları sekiz grupta toplamaktadır. Yazarlar, köy ve kent yaşam biçimleri ve yapıları arasındaki farkları meslek; çevre; genişlik; yoğunluk; türdeş olma veya olmama; toplumsal farklılaşma ve tabakalaşma; hareketlilik; toplumsal ilişkiler sistemi açılarından ele alarak incelemektedirler
 
Sanayi Kentinin Temel Özellikleri ve Tanımı

Kentlerin, tarihsel gelişim içinde incelendiğinde, çeşitli dönemlerde farklı işlevleri üslendikleri görülmektedir. Bu olgu nedeniyle kentler; ekonomistler, coğrafyacılar, tarihçiler, toplumbilimciler, kentbilimciler tarafından kendi bilimsel çerçeveleri içinde çeşitli biçimlerde tanımlanabilmektedir. Ancak sanayi devrimi sonrası kentinin tanımlanmasında belirgin bir özelliğin ön plana çıktığı görülmektedir. Bu özellik, nüfusun ve etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını yansıtan fiziksel nitelikli bir özelliktir(22). Bu nedenle dar anlamıyla kentler "... nüfus yoğunluğu çevredeki yerleşim yerlerinden çok fazla olan yerleşim yerleri..." olarak tanımlanabilmektedir^). Bu tanımlama, insanların belirli bir alanda yoğunlaşması sonucu üretme etkinliklerindeki çeşitlenmeyi ve tarımsal olmayan etkinliklerin ağırlık kazanacağını ifade ettiğinden, kentlerin üretim özelliğini de dolaylı olarak içermektedir. Kentler bu iki temel özelliğin yanısıra göç olgusu ile birlikte büyüklük özelliği de kazanmaktadır. Çok çeşitli ekonomik etkinlik işbölümü ve uzmanlaşmaya yol açarken türdeş olmayan bir sosyo-ekonomik yapının belirleyicisi olmaktadır. Ancak türdeş olmayan bu sosyo-ekonomik yapı içinde organik dayanışma ile birlikte bir bütünleşme özelliği bulunacaktır. Bu bağlamda kentlerin üretim, büyüklük, yoğunluk, türdeş olmama ve bütünleşme gibi kentsel mekanın özelliklerini ortaya koyan ayırdedici nitelikleri olduğu söylenebilir(24).

Üretim: Daha önceki açıklamalarımızdan da bilindiği gibi kentler tarımsal nitelikli olmayan üretimin ağırlıklı olarak yapıldığı yerlerdir. Ayrıca kentler çevredeki üretim, toplama ve dağıtma işlevlerini de yüklenmişlerdir. Bu olgu kentlerde mali ve yönetsel etkinliklerin çevresine de yansıyacak biçimde yer almasına yol açmaktadır. Kısaca kentler üretim özelliğine uygun olarak tarımsal olmayan üretimin yapıldığı çevredeki tüm üretimin denetlendiği ve dağıtımının koordine edildiği yerlerdir.

Büyüklük: Kentler kentleşme sürecine uygun olarak kırsal kesimden kopan "fazla" nüfusun toplandığı yerlerdir. Bu olgu kentlerdeki nüfus büyüklüğünün diğer yerleşmelerden daha büyük olmasına yol açmaktadır. Bu büyüklük düzeyi, ülkelerin sosyoekonomik özelliklerinin yanısıra kentleşme biçimlerine de bağlı bulunmaktadır.

Dengesiz kentleşmenin söz konusu olduğu ülkelerde tek büyük kentte nüfus düzeyi olağanüstü artarken, diğer kentlerde bu düzey düşük kalabilmektedir. Aksine dengeli kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde ise, kentlerin nüfus düzeyleri birbirlerine yakın olabilmektedir.

Yoğunluk: Bu özellik, sınırlı bir mekanda kesintisiz yapılaşma ve yüksek yoğunluktaki bir yerleşmeyi tanımlamaktadır. Hızla büyüyen kentlerde merkeze yakın oluş ve ulaşım maliyetlerinden kaçınma isteği, merkez ve merkeze yakın alanlarda daha yüksek yapıların yapılmasına yol açmaktadır. Böylece dar bir alanda daha fazla nüfusun yoğunlaşması söz konusu olabilmektedir.

Türdeş Olmama: Kenti kırdan ayıran önemli bir özellik, kırın türdeş yapısına karşın, kentin türdeş olmayan bir sosyoekonomik yapı sergilemesidir. Köy genellikle aynı ekonomik etkinlikte bulunan bireylerden oluşmuş türdeş bir topluluktur. Aynı zamanda köy etkinlikler bakımından olduğu kadar, yapı, işlev, inanç sistemleri ve kültür bakımından da türdeş topluluklardır.

Kent çeşitli etnik grupları, meslek ve kültür gruplarını, sosyoekonomik sınıfları kapsayan türdeş olmayan bir topluluktur. Her biri ayrı inanç ve kültüre sahip olan, ırk, etnik köken ve işlevleri bakımından birbirlerinden ayrılan bireylerden meydana gelmiştir. Böylece kentlerde bireyler türdeş bir yapı içerisinde birbirlerinden oldukça farklı davranış özellikleri geliştirmektedir.

Toplumsal Bütünleşme: Sanayi kentinde bireylerin, gelişmiş işbölümü içinde yer alarak kuracakları dayanışma ve bu bağlamda gerçekleşecek toplumsal bütünleşme önem kazanmaktadır. Kavramsal olarak toplumsal bütünleşme, "...toplum içinde yer alan kurumların, toplum yaşamının sürekliliğini sağlayacak işlevsel denge içinde bulunmaları ve bireylerine karşılıklı dayanışmayı mümkün kılacak bir işbölümü olanağı sağlayarak, tüm sistemin, toplumun üyelerinin bilincinde (şuurunda) meşrulaşması durumunu ifade etmektedir"(25). Bu kavramlaştırma kapsamında toplumsal bütünleşme, işbölümü ve kültürün özümsenmesi gibi iki temel unsuru içermektedir. Bu iki unsurun toplumsal bütünleşmedeki katkıları toplumların farklı gelişmişlik dönemlerinde farklı olabilmektedir.

İşbölümü "...değişik görev ve hizmetlerin, toplumun üyeleri, kümeleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bölünme süreci" olarak tanımlanabilmektedir(26). Bu süreçte "karşılıklı bağımlılık ilişkileri" temel olduğundan, günümüz kentlerinde işbölümü toplumsal dayanışma ve bütünleşmeye ortam hazırlamaktadır.

Kültür toplumdaki "bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, örf ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkların meydana getirdiği karmaşık bir bütündür"(27). Bu anlamda bir yönüyle kültür insanları bireyleştirip ona diğer bireylerce anlaşılabilir bir anlam kazandırırken, diğer bir yönüyle de bireyleşen insana "biz" duygusunu kazandırmaktadır. Bu bağlamda da toplum bireyleri arasında bütünleşmeye katkıda bulunan bir işlev yüklenmektedir.

Sanayi kentinde nüfusun türdeş olmama özelliği; bu mekanlarda toplumsal bütünleşmede temel unsur olan kültürün etkisinin ve toplumsal kontrolün azalmasına yol açabilmektedir(28). Ayrıca kentlerde, ailenin toplumsal kontrol işlevinin zayıflamasının yanısıra akrabalık, komşuluk v.b. ilişkiler çerçevesinde sürdürülen denetimin gücünün de azaldığı görülmektedir. Ancak kentlerde toplumsal kontrolü sağlayan iki temel gelişmenin olduğu gözlenmektedir. Bunlar, toplumsal kontrol sisteminde kurumlaşma (hukuk, yargı, güvenlik örgütleri v.b.) ve çalışma yaşamı ile ilgili değerlerin, normların kent yaşamındaki ilişkileri düzenleyen değerler ve normlar sistemindeki öneminin artmasıdır.

Özetle kent yaşamında toplumsal bütünleşme, bireylerin kent yaşamındaki işbölümü içinde yer almalarının yanısıra bu konuma uyan ve işlevsel tamamlamayı gerçekleştiren kültüre sahip olmaları ile olanaklı olmaktadır. Toplumsal bütünleşmenin bu iki unsurundan birinin eksikliği kentte bütünleşme yerine düzensizliklere yol açabilmektedir.

Kenti açıklanan özelliklerine uygun olarak geniş bir biçimde tanımlamak olanaklıdır. Buna göre kent; "...tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı, belirli teknolojik gelişme seviyelerine göre büyüklük, heterojenlik (türdeş olmama) ve bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleridir
 
Kentleşme Nedir, Bilinçsiz Kentleşme

Kentleşme olgusunun başlangıcı, insanlığın "avcılık ve çobanlık" evresinden "yerleşik hayata" geçiş dönemine kadar uzanmaktadır. Bu bağlamda da kentlerin ortaya çıkışı uygarlıkların doğuşu ile özdeşleşmektedir(l). Nitekim uygarlık, organize edilmiş bir toplumsal yaşam olarak tanımlandığında, bu yaşam biçimini yoğun olarak kentlerde görmek olasıdır.

Antik çağlarda bazı kent yerleşmelerinin olduğu bilinmekle beraber, bu kentlerin büyüklüklerine ilişkin fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak MÖ. 6. ve 4. yüzyıllarda nüfusu 100.000 den fazla olan Babil, Syracuse, Roma, Atina gibi kentlerin olduğu bilinmektedir. Bu dönemde yerleşimdeki en önemli etken uygun doğal koşullar olmuştur.

Ortaçağlarda da hızlı bir kentleşme yaşanmamıştır. Bu dönem kentlerinde ya siyasal ve kültürel işlevler ya da sadece ekonomik işlevler egemen olmuştur.

Kentleşme sürecinin hız kazanmasında en önemli etken sanayi devrimi olmuştur. İngiltere'de başlayan sanayi devrimi belirli aralıkla, Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Batı da Sanayi Devrimi ile başlayan bu değişim iki yüzyıl sürmüş, günümüzde ise bu toplumlar bir kent toplumu haline dönüşmüşlerdir.

Kentleşme, günümüz toplumlarının başlıca özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Nitekim günümüzde toplumların kentleşmeoranlan gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi olarak kullanılmaktadır. Çünkü sanayi devrimi sonrası kentleşme, sanayileşmenin bir yan ürünü olarak gerçekleşmektedir. Bu bağlamda da kentleşme ve sanayileşme birbiriyle yakından ilişkili iki olgu olarak kabul e-dilmektedir.

Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve sanayiden bağımsız olarak gelişmemiştir. Ne antik çağda ne de modern zamanlarda bu kuralın dışında kalan bir durum olmamıştır...

Bu evrensellik, zorunlulukla açıklanmaktadır. Gerçekten, bir kent grubu, ancak yiyecek maddelerini dışarıdan getirerek yaşayabilir. Ancak, bu dışalımın, buna denk düşen ya da bununla eşdeğerdeki mamul ü-rünlerin dışsatımıyla dengelenmesi zorunludur. Böylece, kentle çevresindeki kırsal bölge arasında sıkı bir hizmet ilişkisi kurulur. Bu karşılıklı bağımlılığın sürdürülmesi için ticaret ve sanayi vazgeçilmez öğelerdir; sürekli alışverişi sağlamak için birincisi, değişim amacıyla mal sağlamak için de ikincisi olmasaydı kent yok o-lup giderdi(2).

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi kentleşme sanayileşmenin bir yan ürünü olduğu kadar, tarımsal gelişmeyle de yakından ilişkilidir. Nitekim sanayi etkinliklerin yoğunlaşması sonucu kentlerin giderek büyümesi tarımda verim artışının sağlanması ile olanaklı olabilmiştir(3). XVI. ve XVII. yüzyıllarda Batı Avrupa'da tarımsal yapıda ortaya çıkan değişmeler kentleşme ile sonuçlanmıştır. XIX. yy. Batı Avrupa'da sanayileşme, kentleşme ve ticaretin gelişme çağı olmuştur. XX. yy. ise gelişme halindeki ülkelerin bir çoğunda kentleşme olgusunun yoğun bir biçimde yaşandığı yüzyılı oluşturmaktadır.
 
Kentleşme ve Temel Özellikleri, Çarpık Kentleşme

Kentleşme olgusunun temel özelliği nüfusun belirli bir alanda yoğunlaşmasıdır. Bu anlamda ve dar bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artışını içerir. Bu tanımlamayla kentleşme sadece bir demografik olaydır. Bu demografik nitelikli olay, nüfus artışı veya kırsal kesimden kentsel alanlara göç yoluyla gerçekleşir.

Kentleşme olgusu sadece basit bir demografik olay değildir. Bu olguyu yaratan nedenlerin yanısıra, bu olgunun sonucunda ortaya çıkan sosyo-ekonomik değişmeler söz konusudur. Bu neden sonuç ilişkilerini kapsayacak biçimde ve geniş bir bakış açısıyla ele alındığında kentleşme;

Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim sürecidir(4).

Kentleşmenin bu geniş tanımından hareketle, bu olgunun bazı temel özelliklerinin saptanması olanaklıdır. Öncelikle kentleşme bir değişimi, bir süreci içeren devingen bir kavramdır. Kentleşmenin bu özelliği kentleşme ile kentleşme düzeyi (oranı) kavramlarının ayrı anlamlarda kullanılmasına yol açmaktadır. Kentleşme düzeyi, bir ülke veya bölge de belirli bir anda belirli bir tanıma göre kent sayılan yerleşme yerlerinde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranıdır. Bu bağlamda kentleşme oranı durağan (statik) bir içerik taşımaktadır. Bu anlamda kentleşme, belirli bir ülke veya bölgenin, belirli bir zaman diliminde kentleşme oranında meydana gelen değişme olarak tanımlanabilir.

Kentleşme olgusunun ikinci temel özelliği, demografik bir süreci içermesidir. Bu süreç kentsel alanlarda doğum oranlarının ölüm oranlarından fazla olmasının yanısıra, kırsal alanlardan kentlere gelenlerle yani göçler yoluyla gerçekleşmektedir. Kuşkusuz bu demografik hareketlenme de kırsal alanlardaki yapı değişiminin yanısıra kentsel alanlardaki gelişmenin etkisi önemli olmaktadır.
 
Kentleşme olgusunun üçüncü temel özelliği ekonomik niteliklidir. Öncelikle kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda da bir yandan kırsal kesimde verimlilik artışına paralel olarak tarımsal yapı değişime uğrarken, diğer yandan kırsal kesimden kentsel kesime nüfus aktarımı gerçekleşmektedir. Böylece de istihdam içinde sanayi ve hizmetlerin payı artarken, tarımın payı azalmaktadır. Bu gelişime paralel olarak ta toplumlar tarım toplumundan sanayi toplumu olmaya yönelmektedirler. Böylece de kentleşmeyle birlikte toplumların ekonomik niteliği değişmektedir.

Kentleşmenin dördüncü temel özelliği de "...insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan..." bir süreç olmasıdır. Bu bağlamda da kentleşme bir toplumsal değişim ve biçimlenme sürecini kapsamaktadır. Kentleşme tarımsal yapıdaki ve sanayideki değişmelerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Ancak kentleşme aynı zamanda toplumsal değişme sürecini önemli ölçüde etkileyen ve bazı toplumlarda hızlandırabilen bir olgudur(5). Bu değişim içinde insan ilişkileri yeniden düzenlenirken, ilişkiler çıkar dengesine dayalı olarak kurulmaktadır. Ayrıca bu ilişkilerde bireyci ve akılcı tutumlar egemen hale gelmektedir. Böylece de kırsal kesimden kente göçenlerde bir "kentlileşme" süreci başlamaktadır.

Kentlileşme, kentleşmenin toplumsal değişme boyutunu yani kentleşme sürecinde yer alan insanlardaki değişmeyi tanımlar. Bu bağlamda kentlileşme "...kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde değer yargılarında, tinsel (manevi) ve özdeksel (maddi) yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma süreci.." olarak tanımlanabilmektedir(6).

Kentleşme süreci içerisinde kentlileşen insan ekonomik ve sosyal açıdan iki boyutta değişime uğramaktadır(7). Ekonomik açıdan kentlileşme, kişinin geçimini tamamen kentte ve kente özgü işlerde sağlayacak duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal açıdan kentlileşme ise, kır kökenli insanların kente özgü tavır ve davranış biçimlerini, toplumsal ve manevi değer yargılarını benimsemesi ile gerçekleşebilmektedir.

Kentleşme sürecinin beşinci temel özelliği yönetimsel bir örgütlenme sürecini de içermesidir. Kentleşme sürecindeki hızlanmaya paralel olarak kentlerdeki büyüme de hızlanmıştır. Hızla büyüyen kentlerde sorunlarda hızla artış göstermektedir. Böylece artan sorunlara çözüm bulmak amacıyla yeni yönetimsel örgütlenmelere gidilmektedir. Büyük kent yönetimi biçimindeki örgütlenmeler bu değişimin tipik bir örneğidir. Ayrıca kentleşme sonucu nüfusun büyük kısmının kentlerde yaşar hale gelmesi, merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin yetki paylaşımının tartışılmasına ve bu bağlamda yerel özerkliğin arttırılması taleplerinin artmasına yol açmaktadır.
 
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kentleşmenin temel özellikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir(8).

-Kentleşme, ister bir yerleşmenin kente dönüşmesi, ister bir kentin büyümesi biçiminde olsun, nüfusun kentlerde yoğunlaşması olarak demografik bir süreçtir.

-Kentleşme, nüfusun tarımdan sanayi ve hizmetlere kayması ile birlikte kentsel istihdam biçimlerinin ağırlık kazanmasına yol açmaktadır.

-Kentleşme, fiziksel çevre ve yaşam koşullarında bir değişme yaratır.

-Kentleşme, toplumsal değişme ve yeniden biçimlenme sürecidir.

-Kentleşme, yeni örgütlenme biçimlerini ortaya çıkarır.
 
Kent Topraklarının Özellikleri

Kent topraklan sınırlılık, taşınamamazlık ve çoğaltılamamazlık genel özelliklerinin yanısıra, onu diğer toprak çeşitlerinden ayırdedici bazı özellikler taşımaktadır. Bu özellikler beş başlık altında incelenebilir.

1. Kent topraklan altyapılar, üstyapılar ve imar hakları ile bir bütünü oluşturur. Kent toprakları bu üç unsurun bir araya gelmesi ile oluşur. Diğer bir anlatım ile bir toprak parçasının kent toprağı niteliği kazanabilmesi için gerekli altyapının bulunmasının yanısıra, imar planları ile verilen kararlar doğrultusunda üstünde ne tür kullanışların yer alacağının belirlenmesi gerekir. Bu bağlamda ilk iki unsur üstyapının belirlenmesinde de etken olur. Kent topraklarının değeri, bu üç unsurun karşılıklı ilişkilerine göre oluşmaktadır.

Kent topraklarının, kent içinde bir toprak parçası olmasının ötesinde, imar hakkı, altyapı ve üstyapı unsurlarını da içeriyor alması, ona üretilebilme özelliği kazandırmaktadır. Kent topraklannın üretimi başka nitelikli topraklara (genellikle de tarımsal topraklara) planlama yapılarak imar hakkının verilmesi ve kentsel altyapının sağlanması ile olmaktadır. Kent topraklarının üretilebilmesi özelliği, tüm kent ölçeğinde kent toprağında kıtlık ve tekel oluşumuna yol açmamaktadır. Ancak kent toprağının kent içindeki konumuna bağlı olarak kıtlık ve tekel durumu oluşabilmektedir. Büyüyen kentlere yeni kent topraklarının eklenmesine rağmen, belirli konumdaki yerler arttırılamamaktadır.

2. Kent topraklarını oluşturan öğelerin oluşum ve değişim kararları farklı nitelikler taşımaktadır. Altyapı ve üstyapı kararlan oldukça önemli yatırım kararlarını gerektiren, ekonomik nitelikli kararlardır. Bu bağlamda da bu unsurlar oldukça uzun ömürlüdür. İmar haklan ise, yönetimsel nitelikli kararlardır. Genellikle de siyasal baskılar altında alman bu kararlar sıkça değişebilmektedir. Kent planlama kurallarına göre imar hakları kararları verilirken, altyapı kararlarının da dikkate alınması gerekmektedir. Oysa imar hakları kararlarının daha sonra ortaya çıkabilecek altyapı yetersizlikleridikkate alınmadan sadece siyasal kaygılarla ve yönetimsel olarak verilmesi sıkça rastlanan bir olgudur.

3. Kent topraklan kent alanının içinde yer almaktadır. Kent alanının zaman içinde genişlemesi kent toprağının kent içindeki göreli konumunun sürekli değişmesine yol açmaktadır. Örneğin önceleri kentin kıyı alanlarında kalan kent topraklan kentin genişlemesi ile merkezi bir nitelik taşımaktadır. Böylece bu topraklann, altyapı ve imar hakkı unsurlan hiçbir değişmeye uğramasa bile, değerinde bir değişme (genellikle artış) olmaktadır.

4. Kent topraklarının altyapı, imar haklan ve kent içindeki göreli konumundaki değişmelere göre değer değişimine (genellikle de değer artışîna) uğradığı görülür. Bu değişme genellikle kent toprağı sahibinin kendi eylemleri sonucunda olmayıp, toplumdaki bazı değişmeler sonucunda kendiliğinden olmaktadır. Böylece de kent toprağı sahibi emek ürünü olmayan veya bir yatınım olmadan kazanç elde edebilmektedir.

5. Kent topraklan birden fazla işlev için kullanılmaktadır. Kent toprakları kent ölçeğinde arttırılabilirken, bazı işlevleri açısından kent topraklarının miktarı arttırılamamaktadır. Böylece kent topraklan bazı işlevleri bakımından tekelci özellik taşımaktadır. Bu tekelci özellik bu tür kent toprağı sahibine toplum aleyhine oluşan normal üstü bir getiri sağlamaktadır.
 
Geri
Top