• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Manisa Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Kastalos Antik Kenti

Kastolos, Sardes yakınındaki Bebekli köyünün bulunduğu yerde idi. Kastalos sözcüğünün Lydia dilinden geldiği sanılmaktadır. Antik kaynaklarda Xenephon dışında ismi geçmemektedir. Xenephon Kastalosdan, Kastolas (Burçak ovası) ovasında Pers satrabının ordusunu topladığı yer olarak bahseder.
Bu bölgede yeterli bir yüzey araştırması ve Arkeolojik kazı yapılmadığından, kentin kuruluşu ile ilgili yeterli bilgi yoktur. Yalnızca Bebekli köyü içerisinde önemsiz kalıntı izleri ile ev duvarlarında kullanılmış Roma dönemine ait taşlar dikkati çekmektedir.

Köy çevresinde çanak-çömlek parçalarına rastlanırsa da bunlardan kentin tarihini aydınlatacak bir bilgi edinilememiştir.
 
Koloena (Koloene) Antik Kenti

Manisa, Sardes yakınındaki Marmara Gölü'nün güney kıyısındadır. Anadolu'da bazı kentlere Koloe ismi verildiği bilinmekle beraber bu adın ne anlama geldiği karanlıkta kalmıştır. Bu kentin ismi yalnızca Pergamon kralı I.Attalos'un Seleukoslu Antiochas Hierax'ın ordusunu M.Ö. 229-228'de kuşatmasında geçmiştir.
Kentle ilgili bir kalıntıya rastlanılamamıştır.
 
Maionia, Menye (Gökçeören) Antik Kenti

Maionia, Gediz ovasının bitimi ile dağların uzantıları arasında, antik çağda şehirleşmenin çok az gelişebildiği kesimdeki küçük bir ovada kurulmuştur. Bugünkü yeri Salihli ile Kula ilçeleri arasındaki Gökçeören'dir.
Maionia ismini Homeros Lydia ülkesi için kullanır.Hellen dilinde bir anlamı olmadığından Luwi dilinden geldiği sanılmaktadır. Homeros'a göre bu kentte, Mermnad sülalesi öncesinin, büyük bir ihtimalle Thrak kökenli Maion boyunun son kalıntıları yaşamakta imiş.

Herodot ise tarihinde şöyle yazar:

“..buralarda Agron'dan önce hüküm sürmüş olanlar,eskiden Maionia'lılar denilen Lydia halkına ...” “...Lydia'lılar eskiden Maionia'lılar adını taşırlardı...”

Strabon'da Herodot'u doğrulayan şu ifade vardır:

“...Thebe ovası ise.sonrdan Maionlar olarak adlandırılan Lydler ile ...kolonize edildi.”

Herodot ve Strabon Mcaionia sadece isim olarak geçmektedir, kent ile ilgili bilgi verilmemiştir. Homeros ise Troia savaşı sırasında kentten sadece isim olarak bahseder.

Bizans devrinde ise Maionia'nın Sardes metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.

Yörede yüzey araştırması ve arkeolojik kazılar yapılmadığından bu konudaki bilgi çok yetersizdir. Ancak çevrede İlk Çağ ve Orta Çağdan kalmış dağınık yapı kalıntılarına rastlanır. Buradaki taşlar bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır. Gökçeören köyünün evlerinin duvarlarında sütun, başlık ve diğer mimari parçalar şpoli malzeme olarak kullanılmıştır.

Günümüze gelen en belirgin yapı, küçük bir tepecik üzerindeki Orta Çağdan kalma bir kalenin kuzey duvarıdır.

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Arkeoloji bölümü öğretim görevlisi Duygu S. Akar Tanrıver'in “Geçmişten Geleceğe Yanık Ülke Kula Sempozyumu'ndaki (1-3 Eylül 2006)” “Kula Yakınlarında Bir Antik Kent: Maionia (Gökçeören/Menye)” konulu bildirisi kentin tarihine açıklık getirmektedir:

Maionia antik devirde hem Lydia'nın kuzeybatı bölgesinin büyük kısmını kaplayan ne Katakekaumene adı verilen volkanik arazi üzerinde yer alan bir bölgenin adı ve hemde bu arazinin batı kısmında kurulmuş olan olan bir Lydia kentinin adı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Homeros'un Troia savaşını analttığı İlliada adlı eserinde Tmolos dağı eteklerinde yer alan bölge için Meonie ismini kullanmaktadır.

Tarihçi Herodotos'da Lydialılar'ın eski adının Maionialılar olduğunu söylemektedir.
Bazı antik yazarlar ise Maionia'dan şehir ismi olarak söz etmektedirler.Örneğin Stephanos Byzantinos Maionia'dan bir Lydia kenti olarak bahseder.Hierocles'in Synecdemos (gezi notları) adlı eserinde Maionia bir kentin ismi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bizans döneminin piskoposluk listelerinde İ.S. 14. yy a kadar kentin adının MEONIA ya da MAIONIA şeklinde geçmektedir.

Yukarıda sayılan ve burada sayılamayan antik edebi kaynaklar, sikkeler ve kentin etnik ismini kaydeden bazı yazıtlar sayesinde varlığını kanıtlayan Maionia kenti, uzun zamanda beri zengin epigrafik buluntular sayesinde Kula civarında bulunan bügünkü Menye'nin bulunduğu yere yerleştirilmektedir.

Maionia'nın bugünkü Menye'ye lokalize edilmesi ilk defa 1831 yılında G.Keppel tarafından yapılmıştır.Keppel Menye civarında yaptığı gezide kopya ettiği bir yazıtta Meiones şeklinde bie etnik isim okumuş ve bu yazıtın bulunduğu yerin Maionia olduğu kanısına varmıştır.Ayrıca 1837 yılında bölgede araştırma yapan Hamilton,Menyedeki camide kopya ettiği Maionon (Maionialıların) ifadesi bulunan yazıt sayesinde Maionia'nın buraya lokalize edilmesi konusunda daha kesin bir yargıya varmaktadır.Keppel ve Hamilton'un bu lokalizasyon önerileri.Keil ve Von Premerstein tarafından 1911 yılında kesinlik kazanmıştır. Menye adı daha sonra değiştirilerek Gökçeören olmuştur.

Maionia kentinin arazisinin sınırlarının nerlerden geçtiği eldeki verilere göre şöyledir.
Kentin arazisini büyük bir kısmını Lydia'nın kuzeydoğusunda yer alan ve Katakekaumene adı verilen volkanik alan kapsamaktadır.Antik dönemde “yanık arazi “ anlamına gelen Katakekaumene adıyla bilinen bu bölgenin yanmış .kül olmuş bir havası vardır.Nispeten düzlük olan ova kısmı küllüktür,dağlık ve kayalık alanlar ise siyah lavlarla kaplıdır.Bazı bulgular burada ani bir volkanik patlamanın varlığını göstermektedir.Bu bölgede birbirinden ayrı duran 3 yanardağ yer almaktadır.Strabon'un “Burada birbirinden kırk stadion kadar uzaklıkta olan physa dene üç çukur görülür”şeklindeki ifadesinde geçen oluşumlar olasılıkla buradadır.Katakekaumene'nin Maionia kenti arazisinin ne kadarını kapsadığı kesin olarak saptanamasada kent kuzeyde Saittai, batıda Satala , doğuda Kollyda ve güneyde Philadelphia toprakları sınırlanmaktadır. Peter Herrmann kent arazisini güneyde Görnevit,kuzeyde Kenger,Yağbastı ve Emre köyleri ile sınırlandırmıştır.Hasan Malay güneyde yer alan Soğanlı köyünüde Mainoia arazisine yerleştirmektedir.

Homeros'un İliada destanında bölgenin o dömendeki sakinlerine ilişkin bazı bilgiler bulunmaktadır.Lydialılardan hiç bahsetmeyen Homeros “söylesene niyetin ne,beni daha uzakalara,Phrygia'ya,şirin Maionia'nın bakımlı iline götürmekmi?” ve “Mesthles ileAntiphos'tur Maionialıların önderi ,Gygaia gölü tanrıçası ile Talaimenes'in oğullarıdır ikiside,Buyururlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionialılara” şeklindeki dizelerinden Maionialıların Lydialılardan önce bu topraklarda yaşamış eski bir kavim olduğu anlaşılabilir.

Roma döneminde Lydia'da birçok merkez ,sanayi ve ticaretin gelişmesi ile büyüyerek şehir statüsünü kazanmıştır.Nitekim Maionia ile birlikte çevresindeki bazı şehirler ilk defa bu dönemde sikke basmışlardır.

Kentin adının psikoposluk kayıtları ve konsül antlaşmaları gibi Bizans kayıtlarında geçmesinden ,Maionia kentinin Bizans devrindede yaşamaya devam ettiği anlaşılmaktadır.Öte yandan bu devirde iyi tahkim edilmiş bir kalenin Maionia kentine hakim olduğu anlaşılmaktadır.Bunun çevre duvarına ait kalıntılar halen korunmuş durumdadır.

Uzun yıllar tarih sahnesinde kalmış olan Maionia bu devamlılığını ekonomik zenginliklerine borçluydu.Maionialılar meyve hububat bakımından son derece zengin bir bölgede yer almakta ve bu olasılıkla tarımsal ekonomi ile yaşamlarını sürdürmekteydiler. Nitekim Katakekaumene antik devirde son derece kaliteli şarapları ile ün kazanmıştı.

Ticari hayatın zenginleşmesine paralel olarak kent imparator Neron döneminden (İ.S.54-68) itibaren bronz sikke basmaya da başlamıştır.İmparator Decius dönemine (İ.S.248-251) kadar da basılmaya devam eden sikkeler kentin dinsel ve sosyal-ekonomik yapısı hakkında bilgi vermektedir.

Kentin sikkelerinde de tasvirleriyle sık sık karşılaşılan anatanrıça ,Lydia'nın başka merkezleri gibi Maionia'da hayli revaçtaydı.Gökçeören'de bulunmuş olan ve İ.Ö. 129'a tarihlenen bir adak yazıtı sayesinde, yeri henüz saptanamayan bir noktada ,olasılıkla bir tepe üzerinde en azından Helenistik devirde bir Meter Akraia tapınağının bulunduğunu söylemek mümkündür.Yine Gökçeörende ele geçen bir adak taşında Hermogenes adlı kişinin Zeus Ariou'ya bir adak sunduğu belirtilmektedir.Phrygia kökenli Zeus Sabazios Gökçeören ve Divlit tepe yakınlarında ele geçen yazıtlardan bilinmektedir.Yine Divlit tepe de ele geçen bir yazıtta ise Zeus Sabazios ve Artemis Anaitis'e adanmış olan kutsal orman ağaç kesme yasağı ve cezalandırılmasından söz edilmektedir.Bu yörede ele geçen adak taşları üzerinde kayalık yörelerde taşıma işinde çok önemli olan katır ve eşek betimleri bulunmaktadır.

Maionia'nın bir polis (şehir) olamdan önceki idari yapısı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır.Burası Attaloslar döneminde olasılıkla bir askeri koloni olup ,daha sonraları sivil bir karaktere kavuşmuş olmalıdır.Geç Helenistik dönemde yerleşimin bir synodos yani “köylüler birliği” tarafındn yönetildiği anlaşılmaktadır.İ.Ö. 61/60 yılına tarihlenen bir dekretten ise bu dönemde Maionia'da bir halk meclisinin (demos) bulunduğu ve burada yerleşenlerin politai (vatandaşlar) olarak tanımlandıkları anlaşılmaktadır.Bununla birlikte Maionia ilk defa Augustus döneminde bir polis statüsüne kavuşmuştur.Kentte ele geçen yazıtlardan Maionia'da Roma döneminde “boule” adı verilen Belediye Meclisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.Ayrıca boule bir Maionia sikkesi üzerinde elinde skeptron (sopa) tutan bir kadın şeklinde tasvir edilmiştir.

Maionia'da henüz herhangi bir arkeolojik çalışma yürütülmediğinden, yazıt ve sikkelerden bu kentte bulunan anıtlar hakkında bazı bilgiler edinmek mümkündür. Bugün modern yerleşmenin altında kalmış, ancak yapı taşları ve anıtlarına ait parçalar hala günümüz evlerinde yaşamaya devam eden Maionia'ya ilişkin epigrafik ve arkeolojik çalışmaların, burada anlatılan bilgilerimize yenilerini katacağı kuşkusuzdur.
 
Persikai Antik Kenti

Persikai, Manisa'nın 30 km.kuzey-doğusundaki Sar Çam köyü'ne 1 km. uzaklaktaki tepe üzerinde idi. Hellen dilinde Persli anlamında bir sözcüktür.
Persikai'nin tarihi ve kuruluşuyla ilgili bilgiler çok yetersizdir. Büyük olasılıkla Persler tarafından kurulmuştur. Kentin bulunduğu yerde yüzey araştırması ve arkeolojik kazı yapılmamıştır. Sarı Çam köyünün evlerinde antik taşlar kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bu da gösteriyor ki, kentin taşlarından yararlanabilmek için kalıntılar yok edilmiştir.

Günümüze yalnızca yazısız bazı steller ile çanak-çömlek kalıntıları gelmişse de bunlar tarihleme yönünden yetersizdir.
 
Saitta Antik Kenti

Saitta, Manisa'nın Demirci ilçesinde, İçikler köyü yakınındadır. Saitta sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Luwi dilinden gelip gelmediği de bilinmemektedir.
Saitta'nın ortasından geçen Gediz nehri kenti ikiye ayırmıştır. Kentin kalıntıları in-situ durumunda olmasına karşılık yörede arkeolojik kazı yapılmamıştır. Ne var ki kaçak kazılar ayakta kalabilmiş kalıntılara da büyük zarar vermiştir.

Roma döneminde basılan sikkeler üzerinde Hermos'u (Gediz Nehri) canlandıran kabartmalar bulunmaktadır.
 
Sasotra Antik Kenti

Sasotra, Kula'nın güney-doğusundaki Başıbüyük köyünün güney-doğusunda idi. Sasotra sözcüğünün hangi dil grubundan geldiği anlaşılamamış, anlamı da öğrenilememiştir.
İlk Çağ'a ait küçük yerleşim birimlerinden olup hiçbir zaman kent seviyesine ulaşamamıştır. Buradaki köy evlerinin duvarlarında bazı yazıt parçalarından ve ufak tefek şpoli mimari parçadan başka hiçbir şey yoktur.
 
Satala (Sandal) Antik Kenti

Manisa'nın Kula ilçesinin 8 km. batısındaki yol ayrımından sonra ulaşılan Sandal Köyü'nün 2-3 km. doğusundadır. Satala sözcüğü Luwi kökenli olup anlamı bilinmemektedir.
Satala'nın kuruluşu ve tarihi ile ilgili bilgiler hemen hemen hiç yoktur. Antik tarihçiler buradan söz etmediği gibi yörede yüzey araştırması da yapılmamıştır. Bu nedenle kentin yeri de tartışmalıdır.

Günümüze Sandal köyü içerisinde bulunan ve çevreden, özellikle akropol denilen tepeden getirilmiş mimari taşlar ışında hiçbir kalıntı gelmemiştir. Hıristiyanlık döneminde Sardeis metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi idi.
 
Silandos Antik Kenti

Silandos Kula'dan 41 km. uzaklıktaki Selendi'nin 4-5 km. batısındaki Kara Selendi Köyü'nün bulunduğu yerde idi.
Silandros, Lydia dilinden bir sözcük olup Helenleştirilmiştir. Anlamı anlaşılamamıştır.

Kentin bulunduğu alanda yüzey araştırması ve Arkeolojik kazı yapılmadığından, eski kaynaklar da yeterli bilgi vermediğinden tarihi karanlık kalmıştır. Yalnızca köyde bazı antik duvar kalıntıları, temel izleri ile karşılaşılmıştır. Roma dönemine ait olan bu kalıntılarda çevrede yeni yapılanmalar nedeniyle kullanılmış, kentten kalan son izler de yok edilmiştir. Yalnızca, burada oturan bir ana tanrıça heykeli bulunmuştur. Bugün bu heykel İzmir Arkeoloji Müzesindedir.

787'deki İznik konsiline piskopos gönderdiği kayıtlardan öğrenilmektedir. Demek ki o sırada bir piskoposluk merkezi idi. Ayrıca adına sikke de bastırmıştır.
 
Sardes (Sard) Antik Kenti

Manisa'nın Sardes antik kenti, İzmir'e 72 km. uzakta olup, İzmir-Ankara karayolunun ortasından geçer.

M.Ö.VII.yüzyıldan itibaren ismini Zeus'un oğlundan alan Attalos Çayı Sardes'e altın kırıntıları taşımış, bu M.S.I.yüzyıla kadar sürmüştür. Lydialılar bu altını değerlendirmişler, çeşitli eşyaların yanı sıra ilk altın parayı bastırmışlardır.Böylece de Kral Alyattes M.Ö.600'de ilk altın sikkeyi bastırmıştır. Onun ardından da Kral Kezius (M.Ö.560-547) saf altından sikke bastırarak Sardes'in Antik çağda, bu konuda önderliğini sürdürmüştür.

Herodotos, Lydia'da üç ayrı kral ailesinin peşpeşe yaşadığını ileri sürmüştür. Bunlar Atyatlar, heraklidler (Tylonidler) ve Mermadlardır. M.Ö.2000'in ilk yarısında yaşadıkları ileri sürülen Atyatlar ile ilgili bilgi çok sınırlıdır. Ayrıca bu sülalenin Lydia'da yaşayıp yaşamadıkları da tartışmalıdır.
Sardes kazıları yöredeki ilk yerleşmenin Tunç çağı (M.Ö.3000-1200) sonlarında başladığı ve küçük bir köy özelliği taşıdığını göstermiştir. Tunç çağının sonlarına doğru burada yaşayanlar yakarak gömmüşler, ağaç dallarından, kamışlardan ve balçıktan yapılmış yarım daire planlı evlerde yaşamışlardır. Bundan sonra Yunanistan ile kültürel bağlar kurduklarını da Sardes'in alt tabakalarındaki Geç Hellas, Miken keramiklerinden anlaşılmıştır. M.Ö.1200-900 yıllarına tarihlendirilen Sardes'in boyalı, geometrik üsluptaki keramikleri üzerindeki bu etki çok açıkça kendisini göstermiştir.

Lydia'daki geç Hellas, Miken ve Yunanistan'ın geometrik keramiklerine Sardes'liler güney-batı özelliklerini de katmışlardır.M.Ö.900'lerde boyalı geometrik üslubu uyguladıkları gibi, onlara kırmızı üzerine siyah bezemeyi de katmışlar, bu durum Lidia'da Demirçağın arkeoloji yönünden en önemli olayı olmuştur.

Sardes, Tunç çağının sonlarına doğru Batı Anadolu ve Akdeniz kentlerinde olduğu gibi bir saldırıya uğrayarak yakılıp yıkılmıştır. M.Ö.1200 yıllarında Anadolu'ya kadar uzanan Tharak göçünün bu yıkımda payı olduğu düşünülürse de, başka bir iddiaya göre Hitit Kralı IV.Tuthaliye'nin bunda payı olmuştur.Ancak bu yıkımda her iki topluluğun etkin olduğunu gösteren kanıt bulunmamaktadır. Ancak bu yıkımdan sonra Lydia'nın başına geçen Heraklid (Tylonid) ailesinin Thrak kökenli olduğu tarihte belgelidir.

Manisa yakınındaki Spylos Dağında, Kemalpaşa yakınındaki Karabel kaya kabartmaları da Hititlerin bu yöreye geldiklerini göstermektedir. Sardes'te yaşayan Asias isimli bir topluluğun Hititlere meydan okuduğu, bu yüzden IV.Tuthaliya'nın buraları yakıp yıktığı da akla uygun gelmektedir.

Heredot, M.Ö.1185'deki Thrak göçünden hemen sonra, Demirçağın başlarında hüküm süren Heraklidlerin aralıksız 505 yıl burada yaşadıklarını belirtmiştir. M.Ö.V.yüzyıl Lydia tarihçisi Xanthos'un bilgilerini yansıtan M.S.I.yüzyılda yaşamış olan Damascus'lu Nicolaos'un yazdıkları ise efsane olarak kalmıştır. Heraklidlerin M.Ö.1185-680 yıllarında egemen oldukları, Kral Gyges'den itibaren Sardeis'e bu ismin verildiğini de Onlardan öğrenmekteyiz.

Mermandların sonuncu kralı olan Kroisos zamanında Sardeis, zenginliğin, kültürel gelişimin doruğuna erişmiştir. M.Ö.VI.yüzyılda Sardeis Batı Anadolu'nun sanat ve kültür merkezi konumundaydı. Bunu Lydia'nın doğal zenginlikleri, özellikle altın madenleri de pekiştiriyordu.

Kroisos'un krallığının ilk yılları barış ve diğer ülkelerle uyum içerisinde geçmiş ancak, yüzyılın ortalarına doğru doğuda Pers tehlikesi baş göstermiştir. Bunun üzerine Kroisos M.Ö.547'de Kappadokia bölgesine sefere çıkmıştır. Kızılırmağı geçtikten sonra Perslerle karşılaşmıştır. Savaş Sardeis'e yakın bir yerde Persler'e yenilmiş ve Sardeis askeri ile halkı akropole çekilmiştir.

Sardeis'in Pers hükümdarı Kyros'un eline geçmesiyle M.Ö547'de Pers egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır.

Akropol

Sardies Ovasına hakim, sarp ve ulaşılması güç olan Akropol kenti bir çok saldırıdan kurtarmıştır. Teraslar halinde yükselen tepede Arkaik döneme ait kalıntılara rastlanmıştır. Burayı çepeçevre saran surlar Lydialılar tarafından yapılmıştır.

M.Ö.V-VII.yüzyıla tarihlenen bu surlar arasında M.Ö.223-187 yıllarında, III.Antiochos'un yaptırdığı tahkimat parçaları ile Perslerin bir başka savunma kalıntıları ile de karşılaşılmıştır. Ancak tepenin güneyinde Bizans'lıların yapmış oldukları duvarların büyük bir bölümü görülmektedir.Bunlar Lydia, Yunan ve Roma dönemine ait kalıntıların yardımıyla yapılmışlardır. Nitekim tepenin orta terasında yapılan kazılarda M.S.V-VII. Yüzyıllara, Bizans dönemine tarihlendirilen evler ortaya çıkmıştır.

Tepenin altındaki küçük çukurların içerisindeki Lydia ve Yunan kap kacağı ise kalenin M.Ö.VII.yüzyıldaki varlığını kanıtlamaktadır.

Gymnasium

Sardeis'in Roma döneminde yapılmış anıtsal yapılarından Gymnasium, Anadolu'daki benzerleri arasında en büyük ölçüde yapılmış olanıdır.

Sardeis Gymnasium'unun yapımına M.S.II.yüzyılda Severius Simplicinius'un emri ile başlanmış, ikiyüz yılı aşkın çalışmadan sonra M.S.IV.yüzyılda tamamlanmıştır. Yapının bulunduğu yerde Geç Helenistik dönemde yapılmış bazı yapılar, Roma döneminde de bir nekropol bulunuyordu. M.S.17'de büyük bir deprem tüm bu yapıları yıkmıştır.

Gymnasium üç ayrı bölümden oluşmuştur. İlk bölümde; üstü örtülü olan bölüm, 8x12 ölçülerindeki hamam, ikici bölümde; hamam kısmına açılan, törenlerin yapıldığı mermer avlu. Ayrıca bu avlu 15x33 boyutlarındaki iki katlı sütun sıraları ile görkemli hale getirilmiş, büyük bir portal de bunu tamamlamıştır.

Üçüncü bölüm ise; Doğudaki 80 m2'lik bir alanı kapsayan Palaestra (antrenman alanı) ile kuzey ve güney duvarına bitişik, birbirlerine simetrik iki holden oluşmaktadır. Özellikle buradaki sütunlar Erken Bizans üslubu başlıkları ile dikkat çekmektedir.

Sardeis'de 1962'de yapılan çalışmalarda Palostranın güneyinde, mermerli caddenin kuzeyinde M.S.III.yüzyıla ait bir sinagog daha çıkarılmıştır.

Bu yapının ilk defa M.S.17 depreminde yıkılan Gymnasion'un bir bölümü olarak sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır.

Burada ele geçen İbranice bir yazıttan İmparator Licinius Valerianus'un ismi geçmektedir.

Arkeoloji kazılarında ele geçen yazıttan, döşeme ve mimari parçaları da yapının M.S.IV.yüzyılda kullanılmış olduğunu göstermektedir.


Artemis Tapınağı

Artemis Tapınağı'nın yapımını ilk defa Lydia Kralı Kroisos kum taşından bir sunak olarak başlatmıştır. Bunun ardından M.Ö.330 yılına doğru asıl tapınak yapılmasına girişilmiş, ancak tamamlanamamıştır. Helenistik dönemde Zeus ve Artemis'in isimleri kullanılmış, Roma döneminde ise tapınağın batı bölümü Artemis, doğu bölümü de Antoninus Pius'a (M.S.138-161) adanmıştır.

Roma döneminde pseuda-dipteras plan düzeni uygulanan yapı, İon üslubundaydı. Hıristiyanlık'tan sonra tahrip edilmiş, yapı taşları başka yapılarda kullanılmıştır. Hıristiyan'ların egemen olduğu dönemde ise tapınağın güney-doğu köşesine doğal bir platform üzerine küçük bir kilise yapılmıştır.

M.S.17'de Sardeis'i tamamıyle yıkan deprem, tapınağa da çok zarar vermiştir. M.S.II.yüzyılın ortalarına doğru Antonius Pius ve karısı Faustina tapınağı onarmış, içerisine imparatorların dini törenlerinde kullanılmak üzere iki bölüm yapılmıştır. Buraya normal bir insan boyunun dört katı heykeller konulmuştur.

Bunlardan doğu yönündeki heykel İmparator Antonius Pius'u, batı yönündeki de eşi Faustina'yı temsil ediyordu. Faustina heykelinin başı bugün British Museum'dadır.

Tapınağın batısındaki duvarın içerisinde bir yazıttan da tanrıçanın, Mnesimades isimli birine gayrimenkul karşılığı borç para verdiği yazılıdır.

Buradan da tapınağın dinsel törenler dışında banka görevi yaptığı da öğrenilmektedir.

Tapınak, Doğu Roma İmparatoru Büyük Konstantinius'un (324-337) Hıristiyanlığı kabul edişine kadar ve ondan bir süre sonra daha önemini korumuştur. İmparator Julianus (361-363) tarafından yenilenmiş ancak, İmparator II.Thedosius'un (404-450) çıkardığı paganlığa karşı yasalardan sonra tamamen terkedilmiştir.

Tapınağın güney-doğu köşesindeki Küçük Bizans Kilisesi M.S.V.yüzyılda yapılmıştır. Yarım yuvarlak apsisli, tek nefli bir yapıya daha geç devirlerde bazı ekler yapılmıştır. Bu arada V.yüzyılın sonu ile VI.yüzyılın başında yapının uzunluğu boyunca bir bölüm eklenmiştir.

Artemis Tapınağı ile kilise arasında mimari hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. VII.yüzyıldaki bir deprem her iki yapıyı da yıkmıştır.

Amerikan Arkeoloji gurubunun 1910'da başlattığı kazılardan sonra tapınak tümüyle ortaya çıkarılmış, 1961'de de kilise onarılmıştır.


Kilise, Hamam, Mahkeme Binası ve Evler

Sardeis yolunun karşısında bir kilise kalıntısı dikkat çekmektedir. İmparator Justinianus (527-565) bu yapıyı kentin başlıca kilisesi olarak yaptırmıştır. Günümüze çok harap gelebilen kilisenin yalnızca dört büyük desteği ayaktadır. Ayrıca sart çayı'na paralel, yol bıyunca iki Bizans kilisesi kalıntısı bulunmaktadır. IV.yüzyıla tarihlenen bu yapıların yapım tarihleri bilinmemektedir. Bununla birlikte laskarisler (1204-1282) dönemindeki bsilikanın üzerine kısmen kalıntıları görülebilen bugünkü kilise yapılmıştır.

Kilisenin 300 m. kuzey-batısındaki bağlar arasında da mahkeme binası olarak tanımlanan bir kalıntı bulunmaktadır. Yan duvarlara ait bazı parçalar ile doğu ve batı yönündeki temel kalıntıları dikkati çekmektedir.

Surlar dışında, kentin doğu ucunda, ana yolun yakınında bulunan hamamın M.S.II.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanılan yapı, yakınındaki çayın getirdiği birikintilerle neredeyse tamamen çamur içerisinde kalmıştır. Bunun yanı sıra V.yüzyıla ait olduğu sanılan havuz kalıntıları görülen kırmızı tuğladan, bir başka hamam kalıntısı daha bulunmuştur.

Sardes'e yeni yapılmış karayolunun güneyinde VI.yüzyıla ait büyük bir ev kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Kalıntılardan anlaşıldığına göre iki katlı, 30x25 m. ölçüsündeki bu evin yıkıntıları arasında bazı dinsel eşyalarla da karşılaşılmıştır. Bu kalıntının biraz ilerisinde alanda ise çanak-çömlek parçalarının bulunduğu geniş bir alan vardır. Burasının M.Ö.700-200 yıllarına ait, önce Lydialıların sonra da Helenistik Sardeslilerin kullandıkları bir Pazar yeri olduğu düşünülmektedir.

Mezarlar

Sart Çayı'na doğru eğimli arazi üzerinde M.S.IV.V.yüzyıllara ait bir mezar odası bulunmuştur. Duvar freskleri Manisa Müzesi'ne götürülmüş olan anıtın bezemelerindeki tavus kuşları ile benzerleri Anadolu'da çok sık rastlanan bir geleneği işaret etmektedir.

Bu mezar anıtın biraz ilerisinde de Piramit Mezarı diye isimlendirilen ve M.Ö.VII.yüzyıla tarihlenen bir başka mezar anıtı ile de karşılaşılmıştır. Bugün yalnızca temel kalıntıları ile bazı mimari parçaları sağlam kalmıştır. Bu anıtların yanı sıra Sart Çayı'nın karşı kıyısındaki tepede de çok sayıda Lydia kaya mezarları bulunmaktadır.

Bintepe

Akropolün kuzeyindeki Gigia Gölü'nün (Marmara Gölü) güneyindeki alanda sayıları 90'a ulaşan tümülüsler görülmektedir. Bunlar Lydia kralları ile krallığa hizmet veren, devlet önde gelenlerinin mezarlarıdır.

Bu tümülüslerden en önemlileri 1852 ve 1962 yıllarında araştırılmış olan Kral Alyattes ile Gyges'e ait oldukları ileri sürülen mezarlardır. Oldukça iyi durumda olan ve içerisinde taştan mezar odaları olan tümülüsler, çok eski yıllarda soyulmuşlardır.

 
Thyatreia Antik Kenti

ai8Es.webp

Antik Çağlarda Lydia'nın güçlü kentlerinden Thyatreia bugünkü Manisa'nın Akhisar İlçesinin bulunduğu yerde idi. Günümüz Akhisar'ındaki pek çok evin temelleri altında, Tepe Mezarlığı denilen alanda bu antik kent ile ilgili kalıntılara rastlanmaktadır. Burada 1962 yılında başlayan ve 1968-1971 yılları arasında süren arkeolojik kazılar Thyatreia'ya ait kalıntıları ortaya çıkarmıştır.

Plinius ve Bizantionlu Stephanos'un, Homeros'un da değindiği Thyatreia'nın antik isminin Pelope olduğu ileri sürülmüştür. Helen dilinde Pelope'nin bir anlamı bulunmamaktadır. Yalnızca bu sözcük Su Geçidi anlamında yorumlanmıştır. Prof.Dr.Bilge Umar, Mysia ile Akhisar arasında üç doğal yol olduğunu bunlardan birisinin de Akhisar'ın kuzeydoğusunda, dibinden Kumçayı'nın geçtiği doğal bir geçitten söz etmiştir. Bunun ardından da bu sözcüğün Su Geçidi olarak yorumlanabileceğini sözlerine eklemiştir. Bunun yanı sıra Pelopya, Chippa isimlerinin de bu kente verildiği iddia edilmiştir.
Seleukoslar bu kenti yeniden kurmuş ve Pelopyanın yerine Thyatreia ismini buraya vermişlerdir. Bu konuda bilimsel bir esasa dayanmamakla beraber bir başka iddia da; kenti Amazonların kurduğu ve isminin de bir Amazon prensesinden geldiğidir.

MÖ.24'de depremle yıkılan Thyatreia, sürekli yerleşime sahne olmuştur. I.Seleukos Nikador (312-280) Makedonyalı askerler ile göçmenleri buraya yerleştirmiştir. Kent güçlü senatosu, kalabalık nüfusu ile önemli bir Lydia kentiydi. Lydia Kralı Kroissos zamanında tarihinin en görkemli günlerini yaşamıştır. Sardes'ten Ninova'ya kadar uzanan Kral Yolu'nun buradan geçmiş olması kentin önemini bir kat daha arttırmıştır. Ayrıca MÖ.281'de Korupedion Savaşı'ndan sonra I.Seleukos Nikador'un Makedonyalılardan oluşan askeri bir garnizonu buraya yerleştirmiş oluşu da kentin askeri ve politik gücünü göstermektedir. Prgamon Kralı I.Attalos bu kenti bir ara eline geçirmiş, Magnesia Savaşı'na (MÖ.190) kadar yönetimi elinde bulundurmuştur.

MÖ.133'te III.Attalos'un ölümünden sonra, burası Heliopitler tarafından ele geçirilmiştir. Ancak Pergamon Krallığı'nın vasiyet yoluyla Roma'ya geçişinden sonra Thyatreia'da Romalılara ait bir kent olmuştur. MS.215'te İmparator Caracalla bu kente gelmiş ve ayrıca kente bir de unvan vermiştir.

Hıristiyanlık döneminde Aziz Yuhannes'in Anadolu'daki yedi kutsal kilisesi arasında Thyatreia da vardır. Gerçekte Aziz Yuhannes'in yazmış olduğu mektuplar, orada bulunan kiliselere değil, cemaatlere hitabendir. Bu bakımdan Thyatreia'daki Hıristiyan cemaatine mektubunda şöyle demiştir:

Thyatreia'da olan kilisenin meleğine yaz. Ateş alevi gibi gözleri olan ve ayakları parlak tunça benzeyen Allah'ın oğlu şu şeyleri diyor:

Senin işlerini ve sevgini ve imanını ve hizmetini ve sabrını son işlerinin evvelkilerden daha çok olduğunu bilirim. Fakat sana karşı bir şeyim var: Kendisine Peygamber diyen Jesebel kadını bırakıyorsun: ve o kullarınız zina etmeyi ve put kurbanları yemeyi talim edip saptırıyor. Ve tövbe etsin diye kendisine vakit verdim ve kendi zinasından tövbe etmek istemiyor. İşte, onu bir yatağa ve onun işlerinden tövbe etmezlerse kendisiyle zina edenleri büyük sıkıntıya atacağım. Ve onun çocuklarını ölümle öldüreceğim: ve bütün kiliseler bilecekler ki gönülleri ve yürekleri araştıran benim: Ve her birinize işlerinize göre vereceğim. Fakat size, Thyatreia olan diğerlerine, kendilerinde bu talim olmayanlarına hepsine, onların dediği gibi Şeytanın derin şeyleri bilmeyenlere diyorum: Üzerinize başka yük koymam. Fakat ben gelinceye kadar sizde olanı sıkı tutun. Ve galip olun. Sonuna kadar işlerimi tutana, ben de babamdan nasıl aldımsa, onu milletler üzerine hakimiyet vereceğim. Kulağı olan işitsin Ruh kiliselere ne diyor.

Hz.İsa'nın Allah'ın oğlu sözcüğünü kullandığı tek yer Thyatreia'dır. Vahiy'deki Oğlun ateş alevi gibi gözleri ifadesiyle burada kötü işlerin yapıldığı zaman, şiddetin ortaya çıkacağı uyarısında bulunulmuştur. Thyatreialılar diğer Hıristiyan cemaatlerine göre imanları çok kuvvetli bir toplumdu. Ayrıca Vahiyde sözü edilen Jesebel'in MÖ.900'lerde yaşadığı sanılan Kral Ahap'ın kâhin karısı olduğu bilinmektedir.

XIII.yüzyılda gelişen Arap akınlarını önleyebilmek amacıyla Pergamon'a gelen Bizans İmparatoru Andronikos'un çabaları boşa gitmiş, Akhisar yöresi bu akınlardan büyük zarar görmüştür. Thyatreia'nın bulunduğu Akhisar XVI.yüzyıl sonlarında Osmanlı topraklarına dahil olmuş ve askeri bir merkez konumuna gelmiştir.

XVIII.yüzyılda Akhisar'a gelen Dr.Aruundelin ve Smith'in anlattıklarına göre, Akhisar'da eski kent ile ilgili pek az kalıntı vardı. Ancak araştırmacılar toprak altında bazı kalıntıların olduğunu, dışarıda kalmış sütun başlıkları, sütun gövdeleri ve duvarlardan anlaşılabileceğini sözlerine eklemişlerdir. Akhisar'da Prof.Dr.Yusuf Boysal ve Arkeolog Rüstem Duyuran'ın 1969-1971 yıllarında yapmış oldukları kazılarda daha çok Tepe mezarlığı üzerinde durulmuş, Roma veya Erken Bizans devrine ait bazı yapı kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

Bu kalıntılardan Roma döneminde Batı Anadolu kentlerinde benzerlerine rastlanan sütunlu caddelerden biri olduğu da ortaya çıkmıştır. Portiklerin döşemesindeki izler, burasının bir yangın geçirdiğini de göstermektedir. Ayrıca Thyatreia antik kentinin akropolünün bugünkü Devlet Hastanesinin bulunduğu yerdeki tepede olduğu, çevresindeki mimari buluntulardan anlaşılmaktadır.
 
Geri
Top