Osmanli Devletinde Ermeniler ve Ermeni Meselesi
ERMENİ MESELESİ
“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal Atatürk
OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER
Milletler tarihi; bir mücadeleler tarihi olmakla birlikte, aynı zamanda bilinmeyen
karanlık noktalar veya görülmek istenmeyen gerçekler yığınıdır. Bu açıdan bakıldığında
tarihin bir bölümü ya görülmek istenmez ya da gizlenilmek istenir veya tek yönlü
araştırmalardan yola çıkılarak gerçekler reddedilir.
Bunlara verilecek en çarpıcı örneklerden biri hiç şüphesiz Türk-Ermeni ilişkileridir.
Yaklaşık bin yıllık bu sürecin başlarında; Romalılar, Persler, Bizanslılar tarafından
Anadolu'nun bir yerinden diğer yerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez, üçüncü sınıf
bir vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerini takiben; bir
yandan Türklüğün adil, insani töresinden, diğer yandan da İslamiyet'in hoşgörülü,
birleştirici siyasetinden yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı
olan 19ncu Yüzyıl’ın sonlarına kadar süren devir ise, Ermenilerin altın çağı olmuştur.
Osmanlıda gayrimüslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur.
Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari
işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış
olduklarından dolayı haklı olarak "milleti sadıkâ”, "tebaı sadıkâ” olarak kabul
edilmişlerdir. Hemen hemen her padişah zamanında eskilerinin üzerine yenileri
eklenmek suretiyle elde ettikleri imtiyazlar sayesinde Ermeniler, hem yazılı hem de fiili
hukukta, Müslümanlar ve hatta Müslüman olmayan uluslara karşı bile ayrıcalıklı bir
cemaat haline gelmişlerdir.
19 ncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlılar'ın bir Ermeni sorunu olmadığı gibi,
Ermenilerin Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.
Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemde, hemen her konuda
Avrupâ'nın müdahalesi baş gösterince Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma,
kötüleşme devri başlamıştır. Batılıların, özellikle misyoner din adamı kisvesinde Osmanlı içine kadar soktuğu misyonerlerin faaliyetleri ile, Ermenileri dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırma çabaları; diğer taraftan da ülke içinde ve dışında kurulan, teşkilâtlanan, ve silahlanan Ermeni komitecilerin ve Patrikhane ile kiliselerin uğraşları sonucunda, Ermeni cemaati yavaş yavaş Türk toplumundan koparılmaya çalışılmıştır. Böylece çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı kanlı olaylar başlamıştır. Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul'a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.
İtilaf Devletleri'nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.
Anadolu dışında kurulan Hınçak (1887), Taşnaksudvun (1890) Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti (1872) ve Karahaç Cemiyeti (1882) gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bu örgütlerin önemli rol oynadığı birçok olay vardır
Şu telgraf metni tarihin en utanç verici manzaralarından birini gözler önüne sermektedir: "Şimdiye kadar Erzurum'da 2127 İslam cesedi defnedilmiştir. Bunların tamamı erkektir. Cesetler üzerinde balta, süngü, mermi yarası vardır. Bu cesetlerin ciğerleri çıkarılmış, gözlerine sivri kazıklar sokulmuştur..."
Savaş halinde olmasına rağmen. 9-10 ay daha aldığı mahalli tedbirlerle çözüme ulaşmaya çalışan, ancak olayların yatışmayacağını gören Osmanlı Hükümeti, son çareye başvurmuş ve bir çok vatandaşı gibi Ermenileri de savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine "sevk ve iskan"a tabi tutulmuştur.
Fatih Sultan Mehmet'ten, Sultan II.Mahmud'a kadar üçyüzelli senelik süre içinde Hıristiyanların ve bu arada Ermenilerin de dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır
Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak muhafaza edildiyse ve inancını, kilisesini , dilini, tarihi ve kültürel değerlerini muhafaza ediyorsa, tüm bunlar Türk Hükümeti'nin Ermeni milletine gösterdiği himaye, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır imtihan günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmeye mecburdur. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir" demektedir. Görüldüğü gibi Ermeni Patriği de Ermenilerin Osmanlı Devleti içerisinde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.