• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Osmanli Devletinde Ermeniler ve Ermeni Meselesi

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Osmanli Devletinde Ermeniler ve Ermeni Meselesi

ERMENİ MESELESİ
“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal Atatürk

OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER
Milletler tarihi; bir mücadeleler tarihi olmakla birlikte, aynı zamanda bilinmeyen
karanlık noktalar veya görülmek istenmeyen gerçekler yığınıdır. Bu açıdan bakıldığında
tarihin bir bölümü ya görülmek istenmez ya da gizlenilmek istenir veya tek yönlü
araştırmalardan yola çıkılarak gerçekler reddedilir.

Bunlara verilecek en çarpıcı örneklerden biri hiç şüphesiz Türk-Ermeni ilişkileridir.
Yaklaşık bin yıllık bu sürecin başlarında; Romalılar, Persler, Bizanslılar tarafından
Anadolu'nun bir yerinden diğer yerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez, üçüncü sınıf
bir vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerini takiben; bir
yandan Türklüğün adil, insani töresinden, diğer yandan da İslamiyet'in hoşgörülü,
birleştirici siyasetinden yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı
olan 19ncu Yüzyıl’ın sonlarına kadar süren devir ise, Ermenilerin altın çağı olmuştur.

Osmanlıda gayrimüslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur.
Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari
işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış
olduklarından dolayı haklı olarak "milleti sadıkâ”, "tebaı sadıkâ” olarak kabul
edilmişlerdir. Hemen hemen her padişah zamanında eskilerinin üzerine yenileri
eklenmek suretiyle elde ettikleri imtiyazlar sayesinde Ermeniler, hem yazılı hem de fiili
hukukta, Müslümanlar ve hatta Müslüman olmayan uluslara karşı bile ayrıcalıklı bir
cemaat haline gelmişlerdir.

19 ncu yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlılar'ın bir Ermeni sorunu olmadığı gibi,
Ermenilerin Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.
Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemde, hemen her konuda
Avrupâ'nın müdahalesi baş gösterince Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma,
kötüleşme devri başlamıştır. Batılıların, özellikle misyoner din adamı kisvesinde Osmanlı içine kadar soktuğu misyonerlerin faaliyetleri ile, Ermenileri dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırma çabaları; diğer taraftan da ülke içinde ve dışında kurulan, teşkilâtlanan, ve silahlanan Ermeni komitecilerin ve Patrikhane ile kiliselerin uğraşları sonucunda, Ermeni cemaati yavaş yavaş Türk toplumundan koparılmaya çalışılmıştır. Böylece çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı kanlı olaylar başlamıştır. Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul'a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.

İtilaf Devletleri'nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak (1887), Taşnaksudvun (1890) Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti (1880), Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti (1872) ve Karahaç Cemiyeti (1882) gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bu örgütlerin önemli rol oynadığı birçok olay vardır
Şu telgraf metni tarihin en utanç verici manzaralarından birini gözler önüne sermektedir: "Şimdiye kadar Erzurum'da 2127 İslam cesedi defnedilmiştir. Bunların tamamı erkektir. Cesetler üzerinde balta, süngü, mermi yarası vardır. Bu cesetlerin ciğerleri çıkarılmış, gözlerine sivri kazıklar sokulmuştur..."

Savaş halinde olmasına rağmen. 9-10 ay daha aldığı mahalli tedbirlerle çözüme ulaşmaya çalışan, ancak olayların yatışmayacağını gören Osmanlı Hükümeti, son çareye başvurmuş ve bir çok vatandaşı gibi Ermenileri de savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine "sevk ve iskan"a tabi tutulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet'ten, Sultan II.Mahmud'a kadar üçyüzelli senelik süre içinde Hıristiyanların ve bu arada Ermenilerin de dini ve toplumsal işlerine kesinlikle karışılmamıştır

Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na sunduğu mektubunda "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak muhafaza edildiyse ve inancını, kilisesini , dilini, tarihi ve kültürel değerlerini muhafaza ediyorsa, tüm bunlar Türk Hükümeti'nin Ermeni milletine gösterdiği himaye, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader Ermenileri Türklere bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır imtihan günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her zaman oldukları gibi ona yardım etmeye mecburdur. Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir" demektedir. Görüldüğü gibi Ermeni Patriği de Ermenilerin Osmanlı Devleti içerisinde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza ettiklerini belirtmektedir.
 
Ermeni Sorunun Ortaya Çıkışı

Osmanlı devleti zayıflamaya başlayıp, misyoner okulları kurulup, hemen her konuda Avrupa'nın müdahalesine maruz kalınca, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma devri başlamıştır. Bazı devletler, Osmanlı devletini bölerek bölgesel çıkarlarına ulaşabilmek için, Ermenileri Türk toplumundan koparmayı hedeflemişlerdir.
Özellikle Avrupa'nın bazı büyük devletleri "ıslahat" adı altında bir yandan Osmanlı devletinin iç işlerine karışırken, bir yandan da Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı teşkilatlandırmışlardır.

Böylece ülke içinde ve dışında teşkilatlanan ve silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu yavaş yavaş Türklerden uzaklaşmaya başlamıştır.

Türklerin iyi tutumuna karşın, yabancı devletlerle işbirliğine girmek suretiyle Türklerle mücadeleye başlayan Ermeniler, Batının desteğini alabilmek için kendilerini "ezilen bir toplum" olarak göstermeye ve "Anadolu üzerindeki egemenlik haklarını Türklerin gasp ettiği" iddiasını dile getirmeye başlamışlardır.

Islahat Fermanı ile müslümanlar ve gayr-i müslimler hukuk önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Rusya'dan, "işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını" istemişlerdir. Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Yeşilköy, eski adıyla Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslar arası bir boyuta taşınmıştır. Böylece, Türkiye’yi bölmek isteyen yabancı güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.
İngiltere ve Rusya tarafından tarih sahnesine sunulan Ermeni Sorunu, aslında emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının bir uzantısıdır. Sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve yalanları da işte bu politikanın propaganda ürünüdür!..
 
AYASTEFANOS VE BERLİN ANLAŞMALARI

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devleti'nce kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması, oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder".
Anlaşmanın bu hükmü esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi " Ermeni sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz etmesi yönlerinden büyük önem taşımaktaydı. Keza 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ise Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir :

"Osmanlı Hükümeti halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk – Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış olmaktadır.
 
Ermeni İsyan ve Katliamları

Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.

İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.

Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.

İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.

İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.

Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.

Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
 
TEHCİR KANUNU , UYGULAMASI VE SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM İDDİASI

Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, Birçok Ermenilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı Bu maksatla, 24 Nisan 1915'de Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 235 kişi, "devlet aleyhine faaliyette bulunmak" suçundan tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl "sözde soykırım anma günü" olarak andıkları 24 Nisan, bu tarih olup tehcirle alakalı degildir.
Komitelerin kapatılması, ele başlarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracağına daha da şiddetlendirmiştir. Osmanlı Hükümeti son insani çare olarak; savaş bölgelerindeki halk ile Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hiyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere "sevk ve iskanı" için 27 Mayıs 1915'de "tehcir kanunu"nu çıkarmıştır.

En fazla 700.000 kiţinin göçe tabi tutulmuştur yer değiştirme olayında, Ermenilerin iddia ettiği gibi 2-3 milyon kişinin öldürülmesi mümkün değildir. Çünkü, zaten Osmanlı Devleti içinde 1.230.000 civarında Ermeni bulunmaktadır.

O halde “Sözde Ermeni Soykırım İddiası” tamamen uydurma olup, hiç bir belge ve kanıta dayanmayan, hukuki zeminden yoksun olan ve Türk düşmanlığı üzerine bina edilen, gerçek dışı, bir hayal ürünüdür.

Nitekim ABD'li Ermeni profesör Hovannaısian, 1982 yılında Münih'te yapılmış olan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi”nde bu gerçeği, "Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir ve zaten zaman aşımına da uğramıştır" şeklinde dile getirmiştir.

Ayrıca, 1998 Haziran ayı içerisinde İngiliz Hükümeti, Lordlar Kamarası’nda Ermeni soykırımına ilişkin sorulara maruz kalmış ve bunlara yazılı olarak, "Türk Hükümeti'nin Ermeni tebasını yok etmeye dair bir kararının mevcudiyetine ilişkin bir kanıt bulunamadığından, İngiliz Hükümeti, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımamıştır" yanıtını vermiştir.

ABD'li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da, sözde Ermeni soykırımının gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmıştır. Soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında "Le Monde" gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir: "Osmanlı Hükümeti'nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin "tehcire" (Ermeni halkın savaş alanından alınarak başka yerlere gönderilmesi) başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı". Yine Dr. Karakin Pastırmacıyan'ın "Anadolu'da Şark-Meselesi" adlı kitabında, Erzurum çevresinde yaşayan 15.000 civarındaki Ermeninin kendi isteğiyle Türkiye'yi terk ettiği, Ermenilere Türkler tarafından baskı yapılmadığı ve soykırım gibi bir muamelenin olmadığı yer almaktadır
 
PATRİK ZAVEN EFENDİ’NİN ÇALIŞMALARI

Mondros Mütarekesi, Ermenistan’ın kurulması için önemli bir adım idi. 1918 Nizamnamesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi , bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilat kuruyor , silah , mermi ve para yardımlarını toplayarak maddi yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi’nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasi faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere - Fransa) kabul göreceğini
düşünüyorlardı. Bu sebeple , 30 kasım 1918 tarihinde İtilaf Devletleri’ne başvurarak , bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasını istemişti.
 
MİLLİ MÜCADELE , SEVR (1920) VE ANKARA ANTLAŞMASI (1921)
Milli Mücadele döneminde , Patrik Zaven Efendi, Rum Patriği ile birlikte 3 Temmuz 1919 tarihinde, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne verdiği dilekçede, “Türkiye’de… Milli savunma bahanesi altında Hıristiyanlara saldırıları için çeteler ile milisler teşkilatlandırılmıştır…Asayişsizlikten esas itibari ile Türk Hükümeti mesuldur. Doğu Hıristiyanlarının koruyucusu ve mazlum milletlerin kurtarıcısı olan Mütefikler’in münasip görecekleri tedbirleri almarı için temenilerimizi ortaya koymamız hususuna müsadelerini rica ediyoruz.’’diyerek, İtilaf Devletleri’ni işgale teşvik ediyordu.

Bu dönemde, Avrupa ülkeleri tarafından yapılan, Ermenilerin pek çok zulüm gördüğüne dair propagandalara, Amerikalı General James G. Harbord’un 16 Ekim 1919 tarihli raporu ile açıklık getirilmiştir.Harbord raporu, iddia edilen Türk katliamını çürütüyordu. Ancak az sonra, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal ediliyordu. Doğu Anadolu’da ise, Ermeni baskısı gitdikçe yoğunlaşıyordu. Bu sırada Müttefikler, Osmanlı İmparatorluğu’na bir an önce imzalatmak için üzerinde çalıştıkları barış antlaşması metnini ortaya koymuşlardı.

Nihayet İngiltere’nin gayretleri ile Sevr Antlaşması 10 Ağutos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ne imzalatıldı. Antlaşma’nın imzlandığı haberi Türkiye’nin her tarafında infial yaratmış ve öfke ile karşılanmış idi. Bu sırada İngilizler, savaş suçlusu olarak Malta Adası’na sürgün etdikleri Türkler’i, yani sözde Ermeni Soykırımı’ndan sanık olanları da, ölü doğmuş Sevr Antlaşması’nın 230. Maddesi’ne göre, özel bir mahkemede yargılanmak üzere hazırlığa başlamışlardı. İngilizler’in bütün gayretlerine rağmen “Ermeni Soykırımı “ iddiası daha 1920 lerde çökmüştü.
Sevr Antlaşması, Doğu’da bir “Ermenistan” kurduğu gibi, “Kürdistan’a” da otonomi vermekte ve böylece Doğu Anadolu’yu parçalamakta idi.

Nihayet, 29 Eylül 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nın tanıdığı haklara dayanarak Türk topraklarına saldıran ve almaya kalkışan Ermeni Cumhuriyeti, askeri harekata girişmiş ise de Kazım Karabekir Paşa’nın komutasındakı 15nci Kolordu bunların üzerine yürümüş ve 30 Ekim 1920 tarihinde Kars'ı kurtardıktan sonra, Taşnaklar’ı 2\3 Aralık 1920’de Gümrü (Alexandropol) Antlaşması’nı imzalamaya zorlamıştır. Böylece Sevr Antlaşması’nın Doğu Anadolu’da yaratmak istediği Büyük Ermenistan tasavvuru , Mustafa Kemal Paşa ordularının ayakları altında çiğnenmiş oluyordu.

Kuvay-ı Milliye’nin şanlı mücadelesi sonucu emperyalist işgal yönetimi Güney Cephesi’nde de tutunamamıştır. Fransızlar, Sakarya Zaferi üzerine 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Ankara Antlaşması’nı imzalayarak, Hatay dışında işgal ettikleri yerleri geri vermişlerdir. Böylece, Milli Mücadele’nin Güney Cephesi de kapanmış oluyordu. Fiili değeri değeri olmadığı çoktan anlaşılan Sevr Antlaşması böylece, hukuken de hükümsüz kalıyordu.
 
LOZAN BARIS ANTLASMASI’NDA AZINLIKLAR STATÜSÜ VE ERMENİLER

Yunanlıların denize dökülmesiyle sonuçlanan büyük Türk hücumundan sonra, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi yapıldı ve Türkiye Hükümeti İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922’de Lozan’da yapılacak konferansa davet edildi. Bu konferansta azınlıklara ve Ermenilere ait meseleler de halledilecekti.
Lozan Antlaţması 20 Kasım 1922’de başlamış ve sekiz ay sürerek 24 Temmuz 1923’te sona ermiştir. Ancak Ermeniler’le ilgili hiçbir karar alınmamıştır.Bununla birlikte Ermeniler, hem Milli Mücadele’nin devam ettiği hem de Lozan Antlaşması’nın başlarında, yani 20 Kasım 1922 ile 9 Ocak 1923 tarihleri arasında ki iki aylık dönemde, “Ermeni Meselesi” ni gündeme getirmişler, Türk heyetinin itirazlarına rağmen, antlaşma metninde buna yer verilmemiştir.

Azınlıklar Meselesi, Lozan Konferansı'nı uzun zaman uğraştıran konulardan biri idi. Fakat Ermeni meselesinin Lozan'da görüşülmesi dikkat çekicidir. Çünkü 2/3 Aralık 1920 tarihli Gümrü ve 1921 tarihli Kars Antlaşmaları ile Türkiye'nin millî sınırları belirtilmiş ve TBMM Hükümeti, Ermeni meselesini kökünden halletmişti. Türkiye için artık bu sun'î mesele siyasî bakımdan kapanmıştı. Ancak Ermeniler bazı teşkilâtları aracılığı ile çeşitli konferans ve kongrelere, özellikle ABD'ye müracaat ve her türlü tesiri icra ederek bu konunun tekrar Lozan'da görüşülmesini sağlamışlardır

Nihayet, bütün propagandalar ve çalışmalar, İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki heyet tarafından sonuçsuz bırakılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nda Türk tezi tabul edilerek Ermeni vatandaşlarımızın hiçbir ayrıcalık gözetilmeden Türkiye`nin ayrılmaz bir parçası şeklinde yaşamaları, tam bir vatandaşlık hukuku içerisinde mutlu olmaları sağlanmıştır.


Böylece, Lozan Antlaşması'nın imzalanması ile Millî Mücadele’de akıtılan kanların bedeli alınıyor, Türk topraklarının bütünlüğü ve Türk Devleti'nin kayıtsız ve şartsız istiklâli bütün dünyaca tanınmış oluyordu.
 
LOZAN’DAN GÜNÜMÜZE BİR GAYRİMÜSLİM AZINLIK OLARAK ERMENİLER

Uzun yıllardan Ermenilere çeşitli konularda söz veren, vaadlerde bulunan devletlerin, Ermenileri desteklemekte bir çıkarları olmayacağını anlamaları üzerine, onları Lozan Barış Konferansı’nda yüzüstü bırakıp çekilmişlerdir.Sorunlarının Avrupalı büyük devletlerin işe karışmalarıyla çözümlenebileceği hakkında büyük umutlara kapılan Ermeniler, Türkiye’deki bütün isteklerini yitirdiklerini anlayınca, Rusya’ya dönme gereğini duymuşlardır.

Bu programı uygulamak ve Avrupa’da yaşayan Ermenilerin katkılarını sağlayabilmek için bir örgüt kurulması düşünüldü.Ancak buna karşı olan bazı çevreler, yine komitelerin işe karışmalarından çekinmiş ve korkmuşlardı.Buna rağmen Taşnaksutyun Komitesi, Birleşik ve Bağımsız Ermenistan isteklerini sürdürmüţtür.
Ermeni sorununda Taşnaksutyun Komitesi’nin kılavuzluğundan söz edilirken, Ermeni yazar Kaçaznuni, yazısından özetle şöyle deniliyordu
Ermeni yazar Kaçaznuni’nin yazısında, Ermeni komitecilerin yabancı devletlerin Ermeni işlerine karışmalarını sağlamak için bir çok eylemlerin istenerek ve planlanarak yapıldığının belirtilmesi önemli bir belgedir.
 
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ YENİ ERMENİ İSTEKLERİ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sovyet Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17 Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı yapılmıştı.Bu pakt, İkinci Dünya Harbi’nin dünyayı karma karışık eden kritik döneminde saldırmazlık paktının kaldırıldığı; gelişen yeni koşullara göre bunda değişiklik yapmanın gerekeceği” belirtiliyordu.

Sovyet Rusya yöneticileri, İkinci Dünya Harbi sona erince yeni bir politika izlemeye başladılar.Bu politikaya göre bütün dünyadaki Ermeniler, Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nde toplanacak; dünyaya dağılmış olan Ermeniler, ayaklandırılacak ve özellikle Türk düşmanlığını yenileyecek; böylece, Doğu Anadolu’yu ellerine geçireceklerdi.

Bu amaçla yoğun bir propaganda başlatıldı.Sovyet Rusya rejiminin iyilikleri ve yararları sayılıp dökülüyor; Sovyet Ermenistan’daki Ermenilerin mutluluğu abartılarak yayılıyordu.

Bunun için yabancı ülkelerde yaşayan Ermenileri aldatmak bu davaya katılmalarını sağlamak için oralara ajanlar gönderilmekte, Ermeni dernekleri kurulmakta; Ermeni davasının bir insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri sürülerek büyük devletlerin bu konuda aracı olmaları istenmekteydi.
 
Geri
Top