AREMET
Savurmak için dövülüp toplanmış harman.
AREMİDE
f. İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi.
AREMREM
Kalabalık ordu, çok fazla asker.
AREN
Davar ayağında olan kuru kemre. * Yarık. * Bir nesne yumuşak olmak.
ARENC
f. Dirsek. * Gidiş, tarz, usül, metod.
ARENDE
f. Birşey getiren kimse.
ARENG
f. Dirsek. * Dert, keder. * Hile, dubârâ. * Tarz, tavır, üslüb. * Vali, hakim. * Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.
AREOMETRE
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
ARES
Hayranlık.
ARESTE
f. Süslenmiş, bezenmiş.
ARET
f. Dirsek.
ARF
Güzel koku. * Yüksek yer. * Atın yelesi. * Horozun ibiği.
ARF
(C: A'râf) Rüzgâr. * El ayasında çıkan çıban.
ARFA
(Müz: A'raf) Yeleli. * Sırtlan.
ARGO
Fr. Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. * Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim.
ARGON
yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur.
ARIK
Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki.
ARINMAK
t. Temizlenmek, pâk olmak.
ARÎF
Çok irfanlı, çok tanınmış, meşhur âlim. * Bir işten iyi anlayan.
ARİFLERİN MEZAKLARI
Ariflerin zevkaldığı yer ve hususlar.
ARİG
f. Kırılma, gücenme. * Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık.
ARİK
Asil haseb ve neseb ehli olan.
ARİN
Arslanın yerleşip yataklandığı yer. * Ağaçlar. * Et.
ARİR
Garip.
ARİS
Gerdek. Hacle.
ARİSTATALİS
Yunan feylesofu Aristo.
ARİSTO
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır. (Silsile-i felsefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhileri olan Eflatun ve Aristo, İbn-i Sina ve Fârâbi gibi adamlar "İnsaniyetin gayet-ül gayâtı : (Teşebbüh-ü Bil-vâcib) dir. Yâni Vacib-ül Vücud'a benzemektir." deyip fir'avunane bir hüküm vermişler ve enaniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak, esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva-i şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubudiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar...Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiyye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-yı İlahiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiyyeye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlahiyyeye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane hükmetmişler.İşte diyanete itâat etmiyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene, kendi dizginini eline almış, dalâletin herbir nev'ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene'nin başı üstünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup, âlem-i insaniyetin yarısından fazlasını kaplamış. S.)
ARİSTOKRASİ
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
ARİSTOKRAT
yun. Sınıf farkını kabul eden ülkelerde asil sayılan kimse. Asilzâde sınıfından olan.
ARİŞ
Samandan yapılan bir çeşit ev. * Çardak, asma çardağı. * Sundurma, takdim ettirme.
ARİŞ
f. Anlam, mânâ, kavram, mefhum.
ARİŞÎ
f. Manevî. Mânâ ile ilgili.
ARİYE
(Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.
ARİYETEN
İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır.
ARİYY
(C: Erâri) Davar bağlanan yer ve ip.
ARİYYET
Ödünç verip almak.
ARİZ
Enli, geniş.
ARİZ
Ardıç ağacı.
ARİZ VE AMİK
Enine ve boyuna, genişliğine ve derinliğine, tafsilâtlı şekilde.
ARİZA
Büyük bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye.
ARİZE
Sâbit olmak. * Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak.
ARK
Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark.
ARK
Ulaşmak.
ARKA
Çadıra diktikleri direk. * Duvar içinde kerpiç ve taş arasına konulan ağaç.
ARKAN
Terleme.
ARKEOLOJİ
(Bak: Atikiyyat)
ARKES
Cem'etmek, toplamak.
ARKÎ
Balık avcısı.
ARKUB
Ökçe siniri. * Yalan ve kötü söz.
ARM
(Arem) İnatçılık, muannitlik. * Kafa tutma.
ARMÂ'
Alaca yılan.
ARMADOR
İtl. Direk, seren, ip ve yelken gibi şeylerle gemiyi donatan usta.
ARMAN
f. Hasret, özleyiş, özleme. * Nedâmet, pişman olma. * Eseflenme, teessüf. * Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet.
ARMANÎ
f. Müteessif, kederli, üzüntülü. Pişman, nâdim.
ARMATÜR
Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası. * Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
ARMAZ
Kurbağa yosunu.
ARNAVUT
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
ARR
Uyuz hastalığı.
ARRA'
Sıtma tutmak, titremek.
ARRADE
(C: Arrâdât) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. * Dişi çekirge.
ARRAF
Falcı, kâhin, müneccim. * Hekim. * Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)
ARRAS
Gürleyen, şimşek çakan. * şimşekli.
ARRE
Câriye. * Uyuz hastalığı.
ARS
Şimşekli ve yıldırımlı bulut.
ARS
İki duvar arasında olan duvar.
ARSA
(C: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.
ARSA-İ ÂLEM
Alem arsası, dünya meydanı.
ARSA-İ KÂR-ZÂR
Muharebe alanı, savaş meydanı.
ARSAT
Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh.
ARŞ
Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * Fevkiyyet, ulviyyet. * Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenab-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir. (O.S) (... Arş: Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir itibarı ile Arş Mülk; kevn, Melekut olur. İsm-i Bâtın itibarı ile Arş, Melekut; kevn, Mülk olur. Demek Arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, Kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve kezâ ism-i Evvel itibârı ile $ âyetinin işâret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibarı ile $ hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihâyetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur. M.N.) (... Arş, sakf demektir ki bir binanın veya yerin muhit-i ulvisini teşkil eder. Bir eve nisbetle tavanı, tavanına nisbetle üstündeki çatısı, kubbesi, tepesindeki köşkü, tahtaboşu, cihannüması hep arş medlülünde dahildir. Buna müteferri olarak çadır ve çardak gibi yükselen ve gölge veren her şeye de ıtlak olunur.) (E.T.)
ARŞ U FERŞ
(Arş u zemin) Arş ve yeryüzü.
ARŞ U KÜRSÎ
(Arş ve Kürsî) Arş ile Kürsî.
ARŞ VE SÜLLEM
Delil-i Arşî ve Delil-i Süllemî'den kinâyedir. (Bak: Delil).
ARŞA
f. Güverte.
ARŞ-I A'ZAM
En büyük arş. Cenab-ı Hakk'ın arşı. (Bak: Arş)
ARŞ-I AZİM
(Bak: Arş-ı a'zam)
ARŞ-I BERİN
Arş-ı âlâ. Göğün en yüksek tabakası.
ARŞ-I EHADİYET
Allahın ehadiyet tecellisinin arşı ve âlemi. Allahın, ehadiyet tecellisini gösteren âlem.
ARŞIN
f. Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. * Zirâ'.
ARŞİDÜK
Fr. Avusturya ve Macaristan İmparatorluk hanedanı prenslerine verilen ünvandır ve "Büyük Düka" demektir. Türkçe'de Arşuduka da denmiştir. ARŞİV : Fr. Eski ve tarihçe kıymetli olan resmi kayıt ve kâğıtların saklandığı yer. * Bir mevzu hakkında toplanmış muhtelif vesikaların hepsi.
ARŞİYÂN
f. Arş'ın etrafında tesbih ederek dolaşan melekler.
ARŞ-ÜS-SÜREYYA
Ülker yıldızının altında yer alan bir yıldız topluluğu.
ARTAL
Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan.
ARTEBE
Davul.
ARTEBE
Burun ucu.
ARTEL
Yoğun, büyük nesne.
ARTEN
Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.
ARTEZİYEN
Fr. Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu.
ARTI
Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır.
ARUB
(C: Urub) Erkeğini seven kadın.
ARUBE
Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur. * Cuma günü.
ARUF
Uzun zaman ıztırab, elem çeken.
ARUG
f. Geğirme.
ARUGDE
f. Öfkeli, kızgın.
ARUN
f. İyi vasıflarla meşhur olmuş, güzel huylular.
ARUS
Süslenmiş gelin, güveyi. * Güneş. Gök. * Kim: Kükürt.
ARUSAN
(Arüs. C.) f. Gelinler, yeni evlenmiş kızlar.
ARUSANE
f. Geline yakışır şekilde.
ARUSÂN-I BÂĞ
Tarla çiçekleri.
ARUSAN-I HULD
Cennet hurileri.
ARUSEK
f. Küçük gelin. * Yeşil ve pembe dalgalı sedef.
ARUS-İ CİHÂN
Dünya.
ARUS-İ FELEK
Güneş.
ARUS-ÜL KUR'ÂN
(Bak: Rahmân)
ARUZ
Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler. * Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır. * Bir beytin birinci mısraının son kısmı. * Çadırın ortasına dikilen ve ona destek olan kazık. * Tas: Süluk edenlerin karşısına çıkan çok şeyler, birisine ârız olan iş ve ihtiyaç. * Yan taraf. * Yanak. * Yol. * Usûl.
ARUZ KALIPLARI
(Bak: Bahr)
ARV
Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme. * İş için birinin yanına varma. * Yemişsiz bir çeşit ağaç.
ARVANA
Boz dişi deve.
ARVEND
f. şan, şeref, ululuk, yücelik, azamet.
ARZ
f. Sunma, gösterme, takdim etme.
ARZ
Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek. * Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek. * Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi. * Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uzunluk mukabili olan genişliği. * Bir muamelede aldanmak. * Sağlam insanın hemen ölmesi. * Delirmek. * Coğ: Bir yerin yeryüzünde hatt-ı istivâdan (ekvatordan) olan uzaklığı. * Koz: Bir yıldızın mıntıkatulbürucdan olan uzaklığı.
ARZ
f. Ardıç adı verilen bir ağaç.
Savurmak için dövülüp toplanmış harman.
AREMİDE
f. İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi.
AREMREM
Kalabalık ordu, çok fazla asker.
AREN
Davar ayağında olan kuru kemre. * Yarık. * Bir nesne yumuşak olmak.
ARENC
f. Dirsek. * Gidiş, tarz, usül, metod.
ARENDE
f. Birşey getiren kimse.
ARENG
f. Dirsek. * Dert, keder. * Hile, dubârâ. * Tarz, tavır, üslüb. * Vali, hakim. * Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.
AREOMETRE
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
ARES
Hayranlık.
ARESTE
f. Süslenmiş, bezenmiş.
ARET
f. Dirsek.
ARF
Güzel koku. * Yüksek yer. * Atın yelesi. * Horozun ibiği.
ARF
(C: A'râf) Rüzgâr. * El ayasında çıkan çıban.
ARFA
(Müz: A'raf) Yeleli. * Sırtlan.
ARGO
Fr. Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. * Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim.
ARGON
yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur.
ARIK
Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki.
ARINMAK
t. Temizlenmek, pâk olmak.
ARÎF
Çok irfanlı, çok tanınmış, meşhur âlim. * Bir işten iyi anlayan.
ARİFLERİN MEZAKLARI
Ariflerin zevkaldığı yer ve hususlar.
ARİG
f. Kırılma, gücenme. * Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık.
ARİK
Asil haseb ve neseb ehli olan.
ARİN
Arslanın yerleşip yataklandığı yer. * Ağaçlar. * Et.
ARİR
Garip.
ARİS
Gerdek. Hacle.
ARİSTATALİS
Yunan feylesofu Aristo.
ARİSTO
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır. (Silsile-i felsefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhileri olan Eflatun ve Aristo, İbn-i Sina ve Fârâbi gibi adamlar "İnsaniyetin gayet-ül gayâtı : (Teşebbüh-ü Bil-vâcib) dir. Yâni Vacib-ül Vücud'a benzemektir." deyip fir'avunane bir hüküm vermişler ve enaniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak, esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva-i şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubudiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar...Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiyye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-yı İlahiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiyyeye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlahiyyeye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane hükmetmişler.İşte diyanete itâat etmiyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene, kendi dizginini eline almış, dalâletin herbir nev'ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene'nin başı üstünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup, âlem-i insaniyetin yarısından fazlasını kaplamış. S.)
ARİSTOKRASİ
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
ARİSTOKRAT
yun. Sınıf farkını kabul eden ülkelerde asil sayılan kimse. Asilzâde sınıfından olan.
ARİŞ
Samandan yapılan bir çeşit ev. * Çardak, asma çardağı. * Sundurma, takdim ettirme.
ARİŞ
f. Anlam, mânâ, kavram, mefhum.
ARİŞÎ
f. Manevî. Mânâ ile ilgili.
ARİYE
(Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.
ARİYETEN
İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır.
ARİYY
(C: Erâri) Davar bağlanan yer ve ip.
ARİYYET
Ödünç verip almak.
ARİZ
Enli, geniş.
ARİZ
Ardıç ağacı.
ARİZ VE AMİK
Enine ve boyuna, genişliğine ve derinliğine, tafsilâtlı şekilde.
ARİZA
Büyük bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye.
ARİZE
Sâbit olmak. * Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak.
ARK
Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark.
ARK
Ulaşmak.
ARKA
Çadıra diktikleri direk. * Duvar içinde kerpiç ve taş arasına konulan ağaç.
ARKAN
Terleme.
ARKEOLOJİ
(Bak: Atikiyyat)
ARKES
Cem'etmek, toplamak.
ARKÎ
Balık avcısı.
ARKUB
Ökçe siniri. * Yalan ve kötü söz.
ARM
(Arem) İnatçılık, muannitlik. * Kafa tutma.
ARMÂ'
Alaca yılan.
ARMADOR
İtl. Direk, seren, ip ve yelken gibi şeylerle gemiyi donatan usta.
ARMAN
f. Hasret, özleyiş, özleme. * Nedâmet, pişman olma. * Eseflenme, teessüf. * Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet.
ARMANÎ
f. Müteessif, kederli, üzüntülü. Pişman, nâdim.
ARMATÜR
Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası. * Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
ARMAZ
Kurbağa yosunu.
ARNAVUT
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
ARR
Uyuz hastalığı.
ARRA'
Sıtma tutmak, titremek.
ARRADE
(C: Arrâdât) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. * Dişi çekirge.
ARRAF
Falcı, kâhin, müneccim. * Hekim. * Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)
ARRAS
Gürleyen, şimşek çakan. * şimşekli.
ARRE
Câriye. * Uyuz hastalığı.
ARS
Şimşekli ve yıldırımlı bulut.
ARS
İki duvar arasında olan duvar.
ARSA
(C: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.
ARSA-İ ÂLEM
Alem arsası, dünya meydanı.
ARSA-İ KÂR-ZÂR
Muharebe alanı, savaş meydanı.
ARSAT
Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh.
ARŞ
Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * Fevkiyyet, ulviyyet. * Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenab-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir. (O.S) (... Arş: Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir itibarı ile Arş Mülk; kevn, Melekut olur. İsm-i Bâtın itibarı ile Arş, Melekut; kevn, Mülk olur. Demek Arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, Kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve kezâ ism-i Evvel itibârı ile $ âyetinin işâret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibarı ile $ hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihâyetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur. M.N.) (... Arş, sakf demektir ki bir binanın veya yerin muhit-i ulvisini teşkil eder. Bir eve nisbetle tavanı, tavanına nisbetle üstündeki çatısı, kubbesi, tepesindeki köşkü, tahtaboşu, cihannüması hep arş medlülünde dahildir. Buna müteferri olarak çadır ve çardak gibi yükselen ve gölge veren her şeye de ıtlak olunur.) (E.T.)
ARŞ U FERŞ
(Arş u zemin) Arş ve yeryüzü.
ARŞ U KÜRSÎ
(Arş ve Kürsî) Arş ile Kürsî.
ARŞ VE SÜLLEM
Delil-i Arşî ve Delil-i Süllemî'den kinâyedir. (Bak: Delil).
ARŞA
f. Güverte.
ARŞ-I A'ZAM
En büyük arş. Cenab-ı Hakk'ın arşı. (Bak: Arş)
ARŞ-I AZİM
(Bak: Arş-ı a'zam)
ARŞ-I BERİN
Arş-ı âlâ. Göğün en yüksek tabakası.
ARŞ-I EHADİYET
Allahın ehadiyet tecellisinin arşı ve âlemi. Allahın, ehadiyet tecellisini gösteren âlem.
ARŞIN
f. Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. * Zirâ'.
ARŞİDÜK
Fr. Avusturya ve Macaristan İmparatorluk hanedanı prenslerine verilen ünvandır ve "Büyük Düka" demektir. Türkçe'de Arşuduka da denmiştir. ARŞİV : Fr. Eski ve tarihçe kıymetli olan resmi kayıt ve kâğıtların saklandığı yer. * Bir mevzu hakkında toplanmış muhtelif vesikaların hepsi.
ARŞİYÂN
f. Arş'ın etrafında tesbih ederek dolaşan melekler.
ARŞ-ÜS-SÜREYYA
Ülker yıldızının altında yer alan bir yıldız topluluğu.
ARTAL
Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan.
ARTEBE
Davul.
ARTEBE
Burun ucu.
ARTEL
Yoğun, büyük nesne.
ARTEN
Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.
ARTEZİYEN
Fr. Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu.
ARTI
Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır.
ARUB
(C: Urub) Erkeğini seven kadın.
ARUBE
Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur. * Cuma günü.
ARUF
Uzun zaman ıztırab, elem çeken.
ARUG
f. Geğirme.
ARUGDE
f. Öfkeli, kızgın.
ARUN
f. İyi vasıflarla meşhur olmuş, güzel huylular.
ARUS
Süslenmiş gelin, güveyi. * Güneş. Gök. * Kim: Kükürt.
ARUSAN
(Arüs. C.) f. Gelinler, yeni evlenmiş kızlar.
ARUSANE
f. Geline yakışır şekilde.
ARUSÂN-I BÂĞ
Tarla çiçekleri.
ARUSAN-I HULD
Cennet hurileri.
ARUSEK
f. Küçük gelin. * Yeşil ve pembe dalgalı sedef.
ARUS-İ CİHÂN
Dünya.
ARUS-İ FELEK
Güneş.
ARUS-ÜL KUR'ÂN
(Bak: Rahmân)
ARUZ
Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler. * Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır. * Bir beytin birinci mısraının son kısmı. * Çadırın ortasına dikilen ve ona destek olan kazık. * Tas: Süluk edenlerin karşısına çıkan çok şeyler, birisine ârız olan iş ve ihtiyaç. * Yan taraf. * Yanak. * Yol. * Usûl.
ARUZ KALIPLARI
(Bak: Bahr)
ARV
Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme. * İş için birinin yanına varma. * Yemişsiz bir çeşit ağaç.
ARVANA
Boz dişi deve.
ARVEND
f. şan, şeref, ululuk, yücelik, azamet.
ARZ
f. Sunma, gösterme, takdim etme.
ARZ
Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek. * Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek. * Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi. * Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uzunluk mukabili olan genişliği. * Bir muamelede aldanmak. * Sağlam insanın hemen ölmesi. * Delirmek. * Coğ: Bir yerin yeryüzünde hatt-ı istivâdan (ekvatordan) olan uzaklığı. * Koz: Bir yıldızın mıntıkatulbürucdan olan uzaklığı.
ARZ
f. Ardıç adı verilen bir ağaç.