Osmanlıcada ''C''ile başlayan kelimelerin anlamları

CİZİRMAN
Hurma yaprağının aslı; yâni dibi ki, yaprağı dökülünce ağaçta kalır.
CİZL
(C.: Cüzul-Eczâl) Büyük odun ağacının kökü, tomruk.
CİZLE
Bir büyük yığın hurma.
CİZME
Deve sürüsü. * Koyun sürüsü.
CİZMİR
Ağaç kütüğü.
CİZN
Kök. * Ağaç kütüğü.
CİZ'-UN NAHL
Hurma ağacının kökü, kütüğü.
CİZYE
Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi. (Bak: Haraç)
CİZYEDÂR
f. Cizye adı verilen vergiyi toplıyan memur, cizyeci.
COĞRAFYA
Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan başka; hayvanat, nebâtât, ziraat, tarih, matematik gibi çeşitli mevzularla alâkalı coğrafya kolları da vardır.
CONTA
Birbirinin üzerine kapanan iki madeni parça arasında, açıklık kalmamasını te'min etmek için konulan karton, kösele, lâstik vs. şey.
COP
Polis ve polis görevlisi askerlerin taşıdığı, kauçuktan yapılma sopa.
CÖMERT
Eli açık, ikramcı, kerem sahibi.
CU
f. Akarsu, ırmak, nehir, çay.
CU
f. Custen fiilinin emir kökü. Gelecek misâlde olduğu gibi birleşik kelimeler yapılır.
CU'
Açlık.
CU'AN
(Cu'. dan) Aç olarak, acıkmış olarak.
CU'BUB
(C: Ceâbib) Fitil ucu. * Çirkin ve kısa boylu adam.
CU'BUS
Ebleh, ahmak.
CUCE
f. Civciv.
CUD
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
CUD U KEREM
Cömertlik, eli açıklık.
CUD U SEHAVET
Cömertlik ve eli açıklık, sahilik.
CUDİ
Hz. Nuh'un (A.S.) tufandan sonra gemisi ile sahile çıktığı dağın ismi. * Şırnak İlinin 6 kilometre güneydoğusunda bulunan bir dağın adı.
CUDİ-İ İSLÂMİYET
Her türlü helâket ve felâketlerden İslâmiyetle necat bulunacağını ifâde eden bir teşbihdir.Nasıl ki Nuh tufanında Nuhun (A.S.) gemisi Cudi Dağında karaya oturup kurtuldukları gibi.
CUG
f. Öküz boyunduruğu.
CUGD
Baykuş.
CUHAF
Zarar ve ziyân edici, zarar verici nesne, muzır. * Çok yemekten şişip ishal olmak. * Ölmek, mevt.
CUHALE
İğne deliği.
CUHAM
İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık.
CUHDUB
(C.: Cehâdib) Ayakları uzun, yeşil çekirge.
CUHFE
Medine yakınında bir yerin adıdır ve Şam ehli orada ihram giyerler.
CUHR
Yer deliği.
CUHUZ
Çıkmak, huruç.
CUL
(C.: Ecvâl) Akıl. * Rey. * Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı.
CUL
f. Çaylak.
CU'L
Ücret, mukabil, karşılık. * Ayak kirası. * Padişahın etbâından aldığı mal.
CULAH
f. Örümcek, ankebut. * Çulha, yâni dokuyucu, nessâc.
CUM'A
Toplanma. * Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest oldukları halde, müslümanlara aynı hakkın tanınmaması hakiki medeniyete zıttır.
CUM'A SÛRESİ
Kur'an-ı Kerim'in 62. ve Medine-i Münevvere'de nâzil olan sûresi.
CUM'A-İ ATİK
(Eski Cum'a) Osmanlılar zamanında, Bulgaristan'da Şumnu ile Razgrat arasında yer alan meşhur bir bölge.
CUM'A-İ BÂLÂ
(Yukarı Cum'a) Osmanlılar devrinde, Selânik Vilâyetinin Serez sancağındaki bir kaza merkezi.
CUM'AT
(Cum'a. C.) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.
CUMEAT
(Cum'a. C.) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.
CUMHUR
Halk topluluğu. Hey'et, takım. Aynı kararı veya hükmü kabul edenler. * Âlimlerin çoğu, ekseriyeti. * Seçimle idare edilen devlet. * Bir yere toplanmış kum, toprak.
CUMHUR REİSİ
Cumhuriyetle idâre olunan memleketlerde Devlet Reisi.
CUMHURİYET
Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç tatbik şekli vardır.1- Parlementer hükûmet: Hükûmeti meclisler karşısında bağımsız sayan şekil.2- Meclis hükûmeti: Hükûmeti meclise bağlı sayan şekil.3- Başkanlık hükûmeti: Devlet ve hükûmet başkanı aynı kişidir ve halk tarafından seçilir. Hükûmeti başkan kurar, başkan değiştirir. Başkan meclislere karşı bağımsızdır. (Amerika'daki gibi.) (Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karıncı ve arı milletleri Cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara veriyorum. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihine muhalefet ediyorsun? Cevâben diyordum: Hülefâ-i Râşidîn hem halife hem Reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahâbe-i kirama elbette Reis-i Cumhur hükmünde idi. Fakat, mânâsız isim ve resim değil, belki, hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar Cumhuriyetin reisleri idiler. Ş.)(Cumhuriyet ki: Adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. H.)
CUMHURİYET-PERVER
f. Cumhuriyetçi, cumhurcu.
CUMHUR-U AVAM
Halk tabakası.
CUMHUR-U MUHADDİSÎN
Hadis alimleri sınıfı.
CUMHUR-U MÜ'MİNÎN
İmanlılar sınıfı.
CUMHUR-U NÂS
İnsanların ekserisi, halk kalabalığı.
CUMHUR-U ULEMÂ
Âlimler cemaatı. Âlimler sınıfı. (Bir fikre dâvet cumhur-u ulemânın kabulüne vâbestedir, yoksa dâvet bid'attır, reddedilir. Mek.)
CUMU'
Toplanmalar. Cemi'ler.
CUMUAT
(Cum'a. C.) Perşembe gününden sonra gelen günler. Cum'alar.
CU'MUS
Pis, necis.
CUN (CUNİ)
Karnı ve kanadı kara olan bağırtlak kuşu cinsinden bir kuş.
CÛNE
(C.: Cuven) Attarların kutusu ve tablası.
CUR
Belde ismi.
CUR'A
Tek yudum. Bir içimlik. Bir yudumluk.
CUR'ATEN
Bir yudumluk.
CURH
(Curha) Yara. Yaralama.
CURNAL
(Bak: Jurnal)
CUŞ
f. Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek.
CUŞ U HURUŞ
f. Kaynayıp taşma. Neş'e ve âhenk. Coşup taşma.
CUŞACUŞ
f. Çok coşkun, taşkın. Pek coşkun ve taşkın bir sûrette.
CÛŞAK
f. Kaynama.
CUŞAN
f. Coşup kaynayan.
CÛŞ-AVER
f. Coşturucu, coşmaya sebep olucu.
CUŞİDE
f. Coşmuş, kaynamış.
CUŞİR(E)
f. Dokumacı.
CUŞİŞ
f. Kaynama, coşma.
CU'ŞUM
Galiz, kısa boylu adam.
CU'ŞUŞ
(C.: Ceâşiş) Kötü huylu, kısa boylu.
CUUDET
Kıvırcıklık.
CUUR
Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı.
CUY
f. Nehir, akarsu, ırmak, dere, çay.
CUYA(N)
f. Arayan, arayıcı.
CUYBAR
f. Akarsu, nehir, dere, çay, ırmak. * Irmak kenarı.
CUY-ÇE
f. Küçük ırmak.
CUYEM
f. (Cüsten, aramak mastarından "arıyorum, ararım" mânasınadır.) (Bak: Cû)
CUYENDE
f. Arayıcı, araştırıcı, isteyen.
CÜBA'
Korkak.
CÜBAB
Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü.
CÜBAR
Ziyan olmak. Heder olmak. * Üçüncü gün.
CÜBB
Kuyu. * Küp. Kulpsuz desti. * Vaktiyle zindan gibi kullanılan çukur, susuz kuyu.
CÜBBE
(C: Cübeb) Şeâir-i İslamiyeden olup, giyilmesi sünnet olan dış kıyafetini teşkil eden, bilhassa namazda giyilen uzun ve bolca bir libas.
CÜBCÜBE
(C.: Cebâcib) Korkutmak. * Yağ koymağa mahsus deri zenbil ve büyük desti. * Çok su. * Erimiş yağ.
CÜBCÜBİYYE
İşkembe yemeği. (Onu pişirip satana işkembeci mânâsına "cübcübî" derler.)
CÜBLE
Hörgüç.
CÜBN
(Cübün) Ürkeklik. Korkaklık. Korkak olmak. * Peynir.
CÜBNE
Korkaklık.
CÜBNÎ
Peynirci. * Peynir hâlinde olan şey.
CÜBU'
Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Yönelmek, rücu etmek.
CÜBÜLL
(C: Cübüllât) Yaratılmak, hilkat. * Kesir, çok.
CÜBÜN
Peynir. * (Cebin. C.) Alınlar.
CÜ'CÜ'
Gemi göğsü. Kuş göğsü.
CÜDA
f. Ayrılık. Ayrılmış.
CÜDA'
Ölüm. Mevt. * Hayvana muzır olan otlak, çayır.
CÜDAD
Çulha yumağı. * Eski kaftan. * Küçük ağaç.
CÜDAT
(Câdi. C.) Dilenciler, sâiller.
CÜDAYİ
f. İftirak, ayrılık.
CÜDCÜD
(C.: Cedâcid) Orak kuşu derler bir büyük böcek ki yaz aylarında öter.
CÜDD
Cem'etmek, toplamak. * Yol üstünde olan kuyu.
CÜDDET
(C.: Cüded) Dağ arasındaki yol. * Şekil, tarz, işaret. * Çizgi.
CÜDED
Dağ yolları. Yol gibi olan izler. * Bir rengi diğer renkten ayıran çizgi.
CÜDERA'
(Cedir. C.) Yakışanlar. Lâyık olanlar, liyâkat sahibi olanlar.
CÜDERE
(C: Cüder) Ur dedikleri yumru. (İnsan bedeninde çıkar)
CÜDERÎ
Kabarcık denilen hastalık. * Çiçek hastalığı.
CÜDRAN
(Cedr. C.) Duvarlar.
CÜDUBE
Kıtlık.
CÜDÜR
(Cidâr. C.) İnce deriler, zarlar. * Duvarlar, setler.
CÜFAEN
Beyhude, boşuboşuna, faydasız yere.
CÜFAF
Kurumuş.
CÜFAFE
Dağılmış kuru ot.
CÜFAL
Selin kenara attığı çör çöp. * Davarın yünü ve kılı çok olmak. * Kıllı kimse. * Bol.
CÜFALE
Su kenarında olan çörçöp.
CÜFF
İçi boş olan şey. Kof. * Dimağa işlemiş olan baş yarığı. * Hurma çiçeğinin kabuğu. * Cemaat, topluluk. * Yarısı kesilip kova olmuş olan çürük ve eski kırba.
CÜFRE
Bir şeyin ortası. Mezar. * Boşluk. Çukur. * Göğsün içerisi. Sadır.
CÜFT
f. Tek olmayan. Eşi olan. Çift.
CÜFTE
f. Benzer, eş, denk, müsavi. * İnsan veya hayvan sağrıs. * Hayvan çiftesi.
CÜFUR
Zayıf olmak.
CÜHAL
Zehir.
CÜHD
Kuvvet, tâkat.
CÜHELA
(Câhil. C.) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.
CÜHERA
(Câhir. C.) Yüksek sesle açık olarak söylenenler.
CÜHHAL
(Câhil. C.) Bilgisizler, câhiller.
CÜHUD
Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek. * Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi bundan gelir.) * Bir kimseyi bahil bulmak.
CÜLAB
Gülsuyu, cüllâb. * İshal veren şerbet, müshil.
CÜLAHEK
f. Örümcek, ankebut. * Küçük dokumacı.
CÜLAL
(Celil) Ulu, büyük nesne, azim.
 
CÜLALE
Büyük dişi deve.
CÜLAZÎ
Kocaman ve kuvvetli. İriyarı. * Hâdim, hademe, hizmetkâr. * Kilise veya manastır uşağı. * Papaz veya keşiş.
CÜLB (CİLB)
Su olmayan bulut.
CÜLBAN
Burçak dedikleri hububat cinsi.
CÜLBE
Yara iyi olduğunda üstünde olan ince deri.
CÜLCÜL
(C.: Celâcil) Ufak çıngırak, küçük çan.
CÜLCÜLÂN
Susam.
CÜLCÜLÂN-I HABEŞE
Beyaz haşhaş.
CÜLESA
(Celis. C.) Beraber oturanlar.
CÜLHAB
Dere, vâdi.
CÜLHUB
Dizleri büyük olan kadın.
CÜLL
(C.: Cilâl-Ecille) Çul. * Gül. * Her nesnenin büyüğü ve muazzamı.
CÜLLA
(C.: Cilel) Büyük emir.
CÜLLAB
f. Cülâb, gülsuyu.
CÜLLAH
Çok sel.
CÜLLAS
(Câlis. C.) Cülus edenler, oturanlar.
CÜLLE
Hurma koydukları kap. * Hurma yükü.
CÜLMUD
Kaya.
CÜLMÜD
Sesi çok çıkan ve kuvvetli olan kimse.
CÜLUBE
Başka yerden satmaya getirilen şey.
CÜLUD
(Cild. C.) Ciltler, hayvan derileri.
CÜLUL
Kişinin, yerinden başka yere çıkması.
CÜLUS
Oturuş. Oturma. * Padişahın taht'a oturması.
CÜLUSİYYE
Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir. * Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
CÜLUS-U HÜMÂYUN
Padişahın taht'a oturma merâsimi.
CÜLÜBAN
Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap.
CÜLÜNBAK
Diş gıcırtısı. * Kapı gıcırtısı.
CÜLZA
Sağlam deve.
CÜMA'
Toplamak. Cem'etmek.
CÜMÂDE
Arabi ayların beşinci ve altıncısının adı.
CÜMÂD-EL-ÂHİRE
Arabi ayların altıncısının adı.
CÜMÂD-EL-ÛLÂ
Arabi ayların beşincisi. Cemazi-yel-evvel.
CÜMAH
Kibirlenmek.
CÜMALE
(C.: Cümâlât) Gemi urganı.
CÜMAME
(C.: Cümâm) Yuvarlak inci. Kıymetli taş. Gümüşlü boncuk. Büyük inci tanesi. Gümüşten yapılıp dizilen inci gibi toplar.
CÜMAN
İri inci.
CÜMANE
Tek inci.
CÜMASE
Soğuk, berd.
CÜMAZ
Gümüşlü boncuk.
CÜMBÜŞ
(Bak: Cünbiş)
CÜMCÜME
(C.: Cemâcim) Baş kemiği, kafatası. * Ağaç çanak. * Arabdan bir kabile.
CÜMD
(C.: Cümâd-Ecmâd) Yüce, sağlam mekân.
CÜMD
Taş.
CÜMEL
(Cümle. C.) Cümleler. Birden fazla anlama gelen sözler. Mecmular. (Bak: Cümmel)
CÜMHURE
İçi boş kemik.
CÜMLE
Hep, bütün, tam. * Gr: Tam mânâyı ifade eden, kaideye uygun söz.
CÜMLE KAPISI
Sarayın büyük kapısı. * Dış kapı.
 
CÜMLE ŞİRÂN-I CİHÂN
f. Cihânın bütün arslanları.
CÜMLE-İ ASABİYE
Tıb: Sinir sistemi.
CÜMLE-İ CEZÂİYE
Şart cümlesinin ikinci kısmı. Misâl: "Eğer lügatı rehber edinirsen, kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesindeki "kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesi, cümle-i cezâiyedir.
CÜMLE-İ FİİLİYE
f. Fiil ile başlayan arabça cümle. Fiil cümlesi.
CÜMLE-İ İHBÂRİYE
(Cümle-i haberiye de denir) Bir hâdiseyi, bir nesneyi bildiren cümle. Bunun zıddı: cümle-i inşâiyedir; emir ve nehiyleri bildirmek gibi.
CÜMLE-İ İSMİYE
f. İsimle başlayan arabça cümle. İsim cümlesi.
CÜMLE-İ MU'TERİZE
Cümlenin mânasını açıklamak için parantez içine yazılan cümle.
CÜMLE-İ MÜSTE'NEFE
Kendinden önceki cümleden bağımsız, müstakil cümle.
CÜMLE-İ ŞARTİYE
(Bak: şart)
CÜMLE-İ TEFSİRİYE
(Cümle-i müfessire) "Yâni, meselâ" gibi sözlerle başlayıp önceki cümleyi açıklayan cümle.
CÜMLE-İ ÛLÂ
Birinci cümle. Evvelki cümle.
CÜMLETEN
Bütün, hep, kâffeten, cemian, hep birden.
CÜMMA'
Bir araya gelerek toplanmış şey, küme.
CÜMMAH
Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)
CÜMMAR
Hurma yağı denilen beyaz bir maddedir ve hurma ağacının başından çıkar ve araplar onu yerler.
CÜMMEL
(Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced. (Bak: Ebced) * Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.
CÜMMET
Suyun biriktiği yer. * Başta toplanan saç. * Omuzlara inen saç.
CÜMMEYZ
İncire benzer bir yemişin adı.
CÜMRE
Süvari alayı, bin atlı cemaat.
CÜMSE
Hurma koruğu.
CÜMUD
Donuk. Katı. Sert. * Mc: Gayretsiz. * Soğukluk.
CÜMUDİYE
Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg.
CÜMUD-U AYN
Göz donukluğu.
CÜMUM
Suyu çok olan kuyu. * Su kuyuda çok olmak (mânâsına mastardır).
CÜMÛS
Donmak.
CÜMZA
Seri davar.
CÜMZAN
Hurma nevilerinden bir hurma.
CÜMZE
Toplanmış hurma.
CÜNABE
f. İkiz çocuk.
CÜNAF
Kuruluk.
CÜNAH
Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, "günah" kelimesinin aslı budur. (E.T.) (Bak: Günah)
CÜNBÂN
f. "kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket eden" mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar. Dünbâle-cünbân $ : Kuyruk sallayan.
CÜNBİDE
f. Sallanmış, kımıldanmış, hareket etmiş.
CÜNBİŞ
f. Kımıldanma, hareket. * Zevk, eğlence, cünbüş.
CÜNBİŞ-GEH
f. Cünbüş yeri, eğlence yeri.
CÜNBİŞ-İ ZEMİN
Deprem, zelzele, yer sarsıntısı.
CÜNBUH
Kalın, uzun ve yüksek nesne. * Büyük bit.
CÜNBÜDE
Kümbet, kubbe.
CÜNBÜŞ
Zevk, eğlence. * Hareket, kımıldanma. * Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir).
CÜNBÜZ
Kemer, kubbe, kümbet.
CÜND
Er, asker. Ordu. * Bir kimsenin yardımcıları. * Şehir.
CÜNDEB
(Cündüb) Bir nevi çekirge. * Mc: Yağmacı.
CÜNDÎ
Süvâri, sipâhi, ata iyi binen, binici.
CÜNDUH
Büyük çekirge.
CÜNDÜB
(C.: Cenâdib) Bir nevi çekirge.
CÜ'NE
Hokka.
CÜNEYD
Küçük asker. Askercik.
CÜNEYD-İ BAĞDADÎ
(Hicri: 207-298) Şafii Hz.lerinin talebesinden ders almıştır. Zamanın kutbu sayılmıştır. 30 defa yaya olarak hacca gitmiştir. Büyük velilerdendir. (K.S.)
CÜNH
Koruma, esirgeme, himâye ve muhafaza etme.
CÜNHA
Suç, kabahat. Te'dib cezâsına müstahak olanın suçu.
CÜNNAB
Bitişik olan iki yemiş.
CÜNNAR
Çınar.
CÜNNET
Örtü, kadın başörtüsü. * Yağan. * Kalkan.
CÜNU'
Yüzü üstüne düşürmek.
CÜNUD
(Cünd. C.) Askerler. Ordu.
CÜNUDULLAH
Allah'ın ordu ve askerleri. (Zerrattan seyyarata kadar bütün mahlukat, Allah'ın emrine tabi birer ordu ve asker gibidir. Mukaddes Kur'an ve iman hizmetinde cansiperane ve ihlâs ve feragatla cehd ü gayret eden müslümanlar da Cünudullah ünvanına mazhardırlar.)
CÜNUH
Yöneliş, meyil.
CÜNUN
Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması.
CÜNÜB
Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.
CÜR'A
Bir yudumluk su. İçim, yudum.
CÜRADE
Soyulmuş nesne.
CÜRAF
Sel yolu. Selin aktığı mecrası.
CÜRAH
Yara.
CÜRAHÜM
İri gövdeli davar.
CÜR'A-RİZ
f. Damla damla döken.* Bir çeşit ibrik.
CÜRAŞE
Tuz döğülürken etrafına düşen iri parçalar.
CÜRAZ
Polat. Demir.
CÜRAZ
Keskin.
CÜRBÜZ
İnsanlar arasında fesâdçılık yapan gaddâr kişi.
CÜRCANÎ
(Seyyid Şerif Ali Bin Muhammed) : (Hi: 760-830) Astarabad (Cürcan) civarında Tacu'da doğmuştur. Mısır'a giderek orada çeşitli âlimlerden ders okumuştur. Şiraz'da müderrislik yapmıştır. Sa'duddin-i Taftazanî ile kapanan Mütekaddimîn devrinden sonra açılan Müteahhirîn-i Ulemâ devrinin birincisi bu Seyyid Şerif Cürcanî'dir. (K.S.)
CÜRCANÎ
(Abdülkahir) Hicri beşinci asrın ikinci yarısında yaşamış büyük âlimlerden ve Arapçanın dâhi mütehassıslarındandır. Dindarlığı ve takvası da çok ileri olduğu nakledilir... Asıl adı: Abdülkahir-el Cürcanî olan bu Zâtın ilk tahsilini memleketi Cürcan'da yaptığı biliniyor. Adı ve künyesi şu şekilde oluyor: Eş-Şeyh Ebu Bekir Abdulkahir bin Abdurrahman. Bütün cihetleri ile beğenilen bir zat olmuştur. Hakkında deniyor ki: Namazda iken evine bir hırsız girse, bulduğu bir takım şeyleri alır. Cürcanî hırsızı gördüğü halde namazına devam eder ve bozmaz... Vefat tarihi Hi.471 senesidir. (K.S.)
 
CÜRCE
(C.: Cürâc) Heybeye benzer bir kap.
CÜRCUR
Deve başı.
CÜRD
Tüysüz, kılsız. * Cilt hastası (deve). * Tüyleri kısa olan (at). * Bitki örtüsü olmayan (arazi). * Piyâdesiz (süvâri).
CÜRDAN
At ve eşek zekeri.
CÜRDE
Çorak bölge. * Çıplak vücut. * Atlı asker.
CÜRDE ASKERİ
Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker.
CÜR'ET
Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak.
CÜR'ETKÂR
f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek.
CÜR'ET-YÂB
f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek, cür'etkâr.
CÜREZ
(C: Cirzân) Tarla faresi.
CÜRF
Dere kenarında selin, dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur. (E.T.) * Estiyan adı verilen bir ot.
CÜRFÜŞ
Yanları etli olan şişman kimse.
CÜRH
(C.: Cüruh) Yara.
CÜRHA
Birtek yara. * şehadette yani şahidlikte bir tek hükümsüzlük sebebi.
CÜRHÜM
Yemende bir kabile.
CÜRM
(Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket.
CÜRMANE
f. Ceza, mücâzat.
CÜRM-NAK
f. Suçlu, kabahatli.
CÜRMUK
(C.: Cerâmik) Çizme.
CÜRMUZ
Küçük havuz.
CÜRM-Ü MEŞHUD
Suç üzerinde suçluyu yakalamak. Görülen suç. (Suç üstü)
CÜRN (CERİN)
(C: Cüren) Hurma kurutulan ve harman yapılan yer.
CÜRRE
Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan. * Uçan her çeşit kuşun erkeği. * Bir zira' miktarı ağaç. (Ağacın başında bir küfe, ortasında bir ipi olup onunla geyik avlarlar.)
CÜRRE-BAZ
f. Atmaca kuşu. * Erkek şahin veya akdoğan. * Hızla uçan ok.
CÜRSUM
(C: Cerâsim) Her nesnenin aslı.
CÜRSUME
(Cürsâm) Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. İlk hücrelik. * Gırtlak kapağı. * Karınca yuvası.
CÜRSUME-İ DIRAHT
Ağacın kökü.
CÜRSUN
Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç.
CÜRŞ
Yemen diyarında bir yerin adı. * Başı tırnakla taramak.
CÜRŞU'
Büyük karınlı deve.
CÜRUB
Beddualar, bed ve kötü dualar, fenâ sözler.
CÜRUH
(Cürh. C.) Yaralar.
CÜRUM
Sıcak, çukur yer.
CÜRÛN
Bezin eskimesi. * Yumuşak olmak. * Bir nesne aşınmak. * Alışkanlık, itiyat.
CÜRÜF
Uçurum, yar.
CÜRÜZ
Verimsiz çorak yer.
CÜRVAZ
Karnı büyük olan kişi.
CÜRYAZ
(C: Cerâyız) Karnı büyük olan.
CÜRZ
(C: Cirzan) Köstebek.
CÜRZUM
(C: Cürâzim) Çok yiyen kişi.
CÜSACİS
Büyük deve. * Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması.
CÜSAD
Karın ağrısı.
CÜSAL
Tarla kuşu.
CÜSALE
Sonbaharda dökülen yapraklar.
CÜSAM
Uykuda gelen ağırlık, kâbus.
CÜSAM
Büyük, geniş. Eni fazla olan.
CÜSES
(Cüsse. C.) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler.
CÜSEYM
Cisimcik. Küçük cisim.
CÜSEYMAT
(Cüseym. C.) Küçük cisimler, cisimcikler.
CÜSMAN
Organlarla birlikte vücudun tamamı. * Her nesnenin cismi ve cesedi.
CÜSSE
Gövde, kalıp, beden.
CÜSSE-DÂR
f. İri yapılı, cüsseli kimse, irikıyım kişi.
CÜST
f. Araştırma, arama.
CÜST Ü CU
Arayıp sorma, araştırma, arama.
CÜSU
Diz üstünde çökmek.
CÜSU'
Tamahkârlık, pintilik, harislik, cimrilik.
CÜSUM
Kuşun, uyuması vaktinde göğsünü yere koyup çömelmesi. Çömelip oturmak. * Uykuda gelen ağırlık. Kâbus. * Oturmak.
CÜSUM
(Cisim. C.) Cisimler. Ecsam.
CÜSUR
(Cisr. C.) Köprüler.
CÜSÜVV
Kurumak, yebs. * Donmak, cümud.
CÜSVE
Bir yere biriktirilmiş taş.
CÜSY
Diz üstüne çökmek.
CÜŞA'
Çok yemekten dolayı genirmek.
CÜŞEM
Deve göğsü.
CÜŞRE
Öksürük. * Göğüs sertliği.
CÜŞU'
Durmak, kıyam. * Huruç etmek, çıkmak. * Hafif yay.
CÜŞUR
Sabah yerinin ağarması.
CÜ'ŞUŞ
Göğüs. Sadır.
CÜŞÜM
Kısa boylu, tıknaz kimse.
CÜVAD
Susamak.
CÜVAL
f. Çuval.
CÜVALİK
(C.: Cevâlik) Çuval.
CÜVAN
(Bak: Civân)
CÜVAR
(Civâr) Yakınlık. Komşuluk. * Himâyet, korumak. * Riâyet. * Süt emen deve yavrusu. * Karga sesi. * Öküz avazı.
CÜVEYRE
Küçük câriye, câriyecik.
CÜVVET
Kırba yaması. * Bir parça yer. * Siyaha yakın boz renk. * Demir pası.
CÜYUD
(Cid. C.) Gerdanlar, boyunlar.
CÜYUŞ
(Ceyş. C.) Ceyşler, askerler, neferler, erler. Ordular.
CÜZ
Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası. * Kanaat. İktifâ eylemek. * Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak. * Kız evlâdı.
CÜZAE
Bıçak sapı.
CÜZAF
Götürü pazar.
CÜZAM
(Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.
CÜZAME
Hasaddan sonra ekinden bâki kalan ekin.
CÜZARE
Devenin etrafı (ayakları ve başı gibi.)
CÜZAZ
Kesilmiş ve parçalanmış olan şey.
CÜZAZE
Bez kırpıntısı.
CÜZAZE
(C.: Cüzâzât) Pâre pâre etmek, ayırmak, kesmek. Ağaçtan yemiş düşürmek.
CÜZBEND
Bir çeşit cüzzam hastalığı. * Ciltçi.
CÜ'ZER
(C.: Câzer) Geyik buzağısı. * Yaban sığırının buzağısı.
CÜZEYR
Kök dalı, ince kök.
CÜZEYRE
Küçük ada, adacık. Etrafı su ile çevrili küçük kara parçası.
CÜZHAN
f. Kur'ân-ı Kerim cüzlerini okuyan kimse.
CÜZ'İ
Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.
CÜZ-İ ASGAR
En küçük cüz. En ufak parça.
CÜZ-İ İHTİYAR
Dilediği gibi hareket edebilme. Yani: Herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği. Bu serbestlik ile, Cenab-ı Hak insanları, iyiliği veya kötülüğü istemek cihetinde imtihan eder.(Halbuki; o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kesbden başka hiçbir şey elinden gelmez. Îman o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip herşeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüz'î kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi. S.)
CÜZ-İ İRADE
İradeden bir cüz. Allah tarafından insana verilen irade. (Bak: İrâde)
CÜZ-İ LÂYETECEZZÂ
Bir daha bölünmeyen en küçük parça. En küçük cisim parçası. Tecezzisi kabil olmayan. Atom. Yani parçalansa, maddîlikten çıkıp kanun-u İlâhî ile bir nevi kuvvete inkılâb eder.
CÜZ'İYYAT
Cüz'î olan şeyler. Ufak tefek şeyler. Mânası düşünüldüğünde zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler. Mânası başka şeylere şâmil olmayanlar.
CÜZ'İYYET
Azlık, cüz'î oluş.
CÜZUR
(Cezr. C.) Kökler.
CÜZ-Ü FERD
Bir varlıktan veya bir vücuddan bir parça. * Atom. (Bak: Cüz-i lâyetecezzâ).
CÜZ-Ü TAMM
Bütün. Bir şeyin, temel vasıflarının tamamını toplayan parçası. Parçalandığı vakit ana vasfını ve asliyetini kaybeden şey.
CÜZVE
(Cezve-Cizve) (C: Cezey-Cizey) Kalın ağaç parçası. * Ateş közü.
CÜZZAM
(Bak: Cüzam)
CÜZZET
Kaftan.
 
Geri
Top